En Sıcak Konular

20. Yüzyıl Türk Bilge Kağanı: Atatürk

25 Haziran 2020 00:21 tsi
20. Yüzyıl Türk Bilge Kağanı: Atatürk Ali Erim Yazdı:20. Yüzyıl Türk Bilge Kağanı: Atatürk

20. Yüzyıl Türk Bilge Kağanı: Atatürk

Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklerine kanıp Türk budunundan birçoğunuz öldünüz. Türk budunu mutlaka öleceksin! Güneye Çugay dağlarına (töresine), Tögültün ovasına (töresine) yerleşeyim (itaat edeyim) dersen, Türk budunu, mutlaka öleceksin. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: “Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler” diye öğretirlermiş. (Bilge Kağan Yazıtı Kuzey Yüzü 5)

Cahil insanlar, bu sözleri ciddiye alıp yakınlaştığınızda çoğunuz öldünüz. Oralara gidersen (Onların töresine uyarsan), Türk budunu mutlaka öleceksin. Ötüken topraklarında yaşayıp (Ötüken töresinde yaşayıp) sağa-sola kervanlar gönderirsen (Ötüken töresini öğretirsen) hiç sıkıntıya düşmeyeceksin. Ötüken dağlarında yaşarsan (Ötüken töresinde yaşarsan) kurduğun ülke sonsuza değin ayakta kalacaktır. Türk budunu, toksun. Acıkacağını ya da doyacağını düşünmezsin. Bir doyarsan, tekrar acıkacağını düşünmezsin. (Bilge Kağan Yazıtı Kuzey Yüzü 6)

Böyle olduğun için seni beslemiş olan hakanının sözlerini dikkate almayıp her yöne gittin. (Ötüken töresini terkettin.) Oralarda tamamen yok oldun, tükendin. Geride kalanlarınız yarı ölü yarı diri her yere gidiyordunuz. Tanrı lütfettiği için, benim de talihim olduğu için kağan olarak tahta çıktım. Tahta çıktıktan sonra yoksul ve fakir olan halkı tümüyle bir araya getirdim. Yoksul halkı zengin ettim, az budunu çoğalttım. (Bilge Kağan Yazıtı Kuzey Yüzü 7)

1.BÖLÜM: ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ

Tengri muradı ile Türk’ü yok olmaktan kurtaran, gök bakışlı, Türk Bilge Kağan, Türk’ü kültür birliği, dil birliği, tarih birliği çalışmaları ile Ergenekon’dan çıkarmaya hazırlıyordu. Türk birliği, dirliği çalışmaları ile Türk Töresinin muhafızları, öğretmenleri acunun dört bir yanındaki soydaşlarımızın dillerini, kültürlerini yakınlaştırıyor; mazide ortak bir tarihe ve gelecekte ortak bir  kadere sahip olduklarını öğretiyordu.

1930’lar Türk Töresinin Türk çocuklarına, yoğun ve bilinçli bir eğitim programı içinde, öğretildiği yıllardır.  Bunun tabii sonucu yeni Türk Devletinin gücünün zirvesinde olduğu yıllardır. Balkan Antantı ve Sadabat Paktı gibi bölgesel anlaşmalarda dikte ettirilen ‘Türk azınlık haklarını tanıma’ maddelerinin hedefi yakın kuşak Türk kavimlerine Türk Töresi ile ulaşmak, asimile edilmelerine engel olmak, Törenin birleştirici ruhu etrafında Türkleri birleştirmekti. Bu yoğun faaliyetler yalnız Balkan devletleri, İran ve Afganistan değil SSCB işgali altındaki Azerbaycan, Rus ve Çin işgali altındaki Türkistan toprakları dâhilinde TÜRK TURANI için siyasi faaliyetlerin başlangıcı idi. Bir gece Atatürk, Çankaya’daki özel dostlarına şöyle dedi:

Bir gün dünya, Asya yamaçlarında uyuklamakta olan bu görülmeyen imparatorluğun uyandığını ve harekete geçtiğini gördüğü zaman hayretten donup kalacaktır. Bu yeni imparatorluk, Osmanlı İmparatorluğu gibi karmakarışık ve yamalı bir şey değil, fakat hayali güç bir şekilde, aynı ırktan milletlerin teşkil edeceği bir ittihat manzarası arz edecek ve Türkiye’de, meydana getirdiği eserin menfaatlerinden bir şey kaybetmeden onunla birleşebilecektir.”

Son Türkistan, zorlu bir kurtuluş savaşından çıkmıştı. Batı dünyası yenildikleri Türkiye’nin, Türk Töresi ile yönetilen Turancı siyasetin temsilcisi olduğunun farkındaydı:

Yeni Türkiye’nin Türkçü ve Turancı bir politika izlediği ile ilgili hazırlanan İngiliz raporu: “…Dolayısıyla ‘Avrupa’ya dönen Türkiye’ Osmanlı Türkiyesi değil, Pan- Türk ve Pan- Turancı bir Türkiye’dir. Lozan Konferansında temsil olunan da bu yeni Türkiye’dir.” (public record office, foreign office archives:fo:371/9137.1631125 sayılı belgenin tercümesi çeviren: Metin Hülagü, Türk Dünyası Dergisi, yıl:8, sayı:92, ağustos 1994, s.50)


Bu dönemin çetin koşullarında, Batı dünyasına karşı zorunlu ve güçlü müttefik Sovyet Rusya’yı kışkırtmadan ve huylandırmadan, el altından, TÜRK BİRLİĞİ çalışmalarının yürütülmesi şarttı. Atatürk, Rusların bu konuda çok hassas olduklarını ve Türkiye’yi yakından takip ettiklerini biliyordu:

“Fahrettin Paşa, İran-Afgan sınırında bulunduğu sırada Gazi Mustafa Kemal’in ‘Atatürk’ soyadını aldığını öğrendi. Hemen telsizle Atatürk’ü kutladı. Derhal şu cevabı aldı: ‘Siz de Altay oldunuz!’ Sonra Fahrettin Altay Paşa sınırdaki çalışmalarını bitirip Rusya yoluyla yurda dönerken Moskova’da, eskiden tanıdığı Mareşal Voroşilov’u ziyaret etti. Voroşilov, odasında ayakta ve elleri arkasında kaşları çatık bir halde kendisini karşılayınca ilk sözü: ‘Bu Altay adı da nereden çıktı’ oldu. Tecrübeli Paşa, Rus’un kendisini Turancılıkla itham etmek istediğini anladı, derhal kendisini toplayıp ‘arz edeyim’ deyip ayaküstü bir hikâye uydurdu: “Ben de sizin gibi bunun sebebini düşündüm. Bu ismi İran-Afgan bulunduğum sırada Atatürk verdi. Gazi Hazretleri sevdiği insanlara espri yapmaktan hoşlanır. Ben Türk Generalleri arasında en uzun boylu olduğum için yakın bulunduğum Altay Dağına beni benzetmek isteği ile bu ismi verdiğine kani oldum.’ dedi. Fahrettin Altay Paşa Ankara’ya döndüğünde Atatürk’e seyahati hakkında rapor verdikten sonra Voroşilov’un Altay soyadından nasıl kuşkulandığını da nakletti. Atatürk, ‘Vay canına, demek ki buluttan nem kapıyorlar. Öyle değil ama iyi söylemişsin.’ dedi.

Ötüken’den gelen Türk, her çağın gerçeklerinin farkındaydı. Zamanın sahibi Tengri’nin muradı gereği Türk Çağı’na hazırlanması gerektiğinin bilincindeydi. Gerçekler ve zorunluluklar gereği Rus tehdidi olduğu bir ortamda Türkiye’nin resmi bir Turancılık politikası izlemesi mümkün değildi. Batı dünyası ve Sovyet Rusya, Ankara’da oturanın yöresi ile töresi ile Türk Bilge Kağan’ın yeniçağdaki temsilcisi olduğunu biliyordu. Dönemin şartları ve Tengri’nin muradı; Türk her çağda ne yapması gerektiğini bilirdi:

“29 Ekim 1933 Türkiye Cumhuriyeti on yaşında. Büyük TÜRK, Ankara Hipodromunda Onuncu Yıl Nutkunu büyük bir coşkuyla okuyor, Türk burçlarından yükselecek güneşi (TÜRK ÇAĞI’ NI)’ ‘Türk İstikbalinin Evlatlarına’ müjdeliyordu:

 

 

“Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk'üm diyene!”

 

29 Ekim 1933, Atatürk’ün hayatında en mutlu olduğu günlerden biridir. Çok içten ve canlı bir törenin ardından Ziraat Bankası salonundaki baloya gittiklerinde Atatürk, çok sevdiği halkının tezahüratı ile karşılandı. Gazi, kendisine istedikleri soruları sorabilsinler diye bir masa ve sandalye istedi. Sorular, cevaplar, içten gülüşmeler ve tekrar sorular. O kutlu gecede Türk Başbuğu’nun beklediği soruyu arka sıralardan el kaldıran 25 yaşındaki doktor Zeki Bey isimli bir genç sordu:

-“Gazi Paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin ideali olabilirler, fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler... Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya mecburuz! Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler.

Ama bir de Milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri?”

Atatürk, bu soruya şöyle cevap verdi:

- "Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız... Ben Devlet Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.”

Dr. Zeki’ye “Siz şöyle bu tarafa geçin.” dedi. Salondakilerin Cumhuriyet bayramını kutlayarak alkışlar arasında kalktı. Dr Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür Odasına geçtiler. Oturdular. Atatürk’ün arkasında, duvarda bir Türkiye haritası vardı. Karşısında oturan Dr. Zeki’ye:

-"Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?"

-"Evet Paşam."

-"O haritada, Türkiye üzerinde abanmış bir blok var; Onu da görüyor musun?"

- "Evet, görüyorum Paşa Hazretleri."

- "Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, ben konuşamam!"

-Düşün bir kere… Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar... Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı?... Demek hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.
Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir.. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler.. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir!
İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir!

Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!

“Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır. Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprüleri sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli...

Tarih bağı kurmamız lazım… Folklor bağı kurmamız lazım... Dil bağı kurmamız lazım…

Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız?

İşte görüyorsunuz , ‘Dil Encümenleri’, ‘Tarih Encümenleri’ kuruluyor. Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli… Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli…

İşte bunu sağlamak için de ‘Türkiyat Enstitüsü’nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz. Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.

İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum.

Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!

Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız.

Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum... Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap!

İdealler konuşulmaz, yaşanır!”

Sabah oluyordu. Ankara kalesinin burçlarından yükselen güneş, Büyük Türk’ü selamlıyordu.

 

Bir avuç Türk cihanı karşılarına aldı ve son bağımsız Türk vatanını kurtarmak için amansız bir savaşa tutuştu. Töre, ‘Türk Bağımsızlığı’na ve ‘Yurt Bütünlüğü’ne bir tehdit söz konusu olduğunda Türk’e savaşı emrediyordu. Türk Töreye uydu, Tengri’nin rızasını kazandı, İlini kurdu. Atatürk, Kurtuluş Savaşının başından itibaren milli eğitimde, milli kültürde, güzel sanatlarda ortaya ‘Türk Dehşeti’ saçtı. Türk’ün ilgilendiren ne varsa Türk Töresine göre düzenledi. ‘Türk Dil Kurumu’ ve ‘Türk Tarih Kurumu’nun,‘Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin ‘Türkiyat Enstitisü’nün çalışmaları milli eğitimde, kültürde, tarihte Türk budununa Töresini öğretiyordu. Atatürk’ün bizzat çalışmalarında yer aldığı ve büyük önem verdiği ‘Türk Tarih Tezi’ ilgili kurumlara yol gösteriyor, milli eğitim müfredatı Türk’e öz benliğini öğretecek şekilde düzenleniyordu. Sadece Türkiye’de değil tüm soydaşlarımıza ortak bir tarihte var olduklarını, kederde ve sevinçte bir olduklarını, elim hadiselerle ayrı düştüklerini öğretiliyordu. Yeni Türk Devleti, kadim vizyonuyla, teşkilatlanmasında Türk’e ait sembolleri kurumlarında, paralarında, pullarında kullandı. Özleşen Türkiye, Töre ile yükselen ve güçlenen Türkiye şimdi Türk çocuklarını ilerisine GÖKTÜRK ÇAĞI’na hazırlıyordu:

 

1933 Ankara, Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’e gönderdiği telgraf dikkatinize sunuyorum. Büyük Atatürk, Türk balalarının ‘Türk Töresi’ ile eğitimi konusu üzerinde dikkatle duruyor. Türkiye’yi ilk önce TÜRK TURANI’na sonraki hedef olarak GÖKTÜRK ÇAĞI’na hazırlaması hususunda dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’e görevini hatırlatıyor:

 “Yüksek Cumhuriyetimizde bilgi işlerini değerinde görmeye çalışmak, Türk budununun ilerisi için üzerinde çok durulacak bir prensiptir. Bu prensibin ülkede yaptırılması savaşını doğrudan doğruya elinde bulundurmak ülküsü, bunun yüksekliğini anlamış her yurttaş için benzeri olmayan bir değerdir. Bugün Cumhuriyet Hükümetinin bu değerli işi üzerinde bulunarak, çalışmakta olduğunuz için kutlanmalısınız.

Türkiye bilgi ordusunun durmadan yükselen canlı bir kuruluş olduğunu, ülkemizin her yerindeki Türk Yavrularının, Türk Gençlerinin alınlarında açık okudum. Sevindim. Cumhuriyet, kendilerine emanet edilmiş olan bugünkü Türk Gençleri, yarının muhakkak büyük adamlarıdır. Yalnız Türkiye’nin büyük adamları değil, onların, bütün medeni beşeriyette büyük adam olacaklarına inanmakta kendimi haklı görüyorum. Benim haklı olduğumu, bu Türk Gençlerinin henüz ben yaşarken dünyaya göstereceklerinden eminim. Çünkü onlar, kendilerine söylediğimin manası üzerinde nasıl çalışmak lazım geldiğini anlarlar. Bütün dünyanın bilgi âleminde, yüksek ahlaklı, disiplinli, efendi vasıflarıyla taşarak yükselmek istidadında bulunan Türk Çocuklarının, Türk Gençliğinin GÖKTÜRKLÜK işini idare etmekte olduğunuzdan dolayı, siz Maarif Vekilini tebrik ederim ve bunda sizin için yüksek muvaffakiyetler dilerim.”

 

Başbuğ Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanlığı’nın girişine koydurduğu ‘Ergenekon’dan Çıkış Tablosu’ Türk Milli Eğitiminin Töreye bağlı Türkçü ve Turancı bir çizgide Türk balalarını geleceğe hazırlama misyonunun en güzel örneklerinden biridir. 

 

 

Atatürk’ün Türk Töresinin özüne uygun düzenlediği dil, kültür ve tarih çalışmaları Balkanlar, Orta Asya, Uzak Asya Türk boylarının dillerini ve kültürlerini yakınlaştırmada büyük rol oynadı. Türk Tarihini ‘Orta Asya’dan başlatarak ‘ortak bir tarih, ortak bir kader’ öğretisi ile Türk çocuklarının zihinleri TURAN birliği için hazırlanıyordu. 1937 yılında Anadolu’da bir ilkokul sınıfı. Duvarda hem Göktürk alfabesi hem de Latin Alfabesi ile ‘Tanrı Türk’ü Yaşatsın.’ yazıyor. Sağ üst köşede Atilla’nın resmi yer alıyor.

 

 

1931 yılında Tarih ders kitaplarının ilk cildinin 45. Sayfasındaki görüntü:

 

 

Bir Türk gencinin ‘Gençliğin ideali’ ile ilgili sorusuna Türk Başbuğu şöyle cevap verdi: “Türklükten büyük ideal olur mu? Bugün sınırlarımız dışında bunca Türk yaşıyor. Bunların arasında bir kültür birliği kurmalıyız.” Atatürk, Türk budunun birleştirilmesi savaşında öncelikle kültür birliğini sağlaması gerektiğini biliyordu. Yine iletişim ve kültürel etkileşim ile Türkistan ve ötesinde yaşayan soydaşlarımıza ulaşmanın en önemli yollardan birinin o zamanki en güçlü iletişim aracı radyo olduğunu bilen Atatürk, 1934 yılında verdiği emirle Adriyatik’ten Japon Denizi’ne (TURAN COĞRAFYASI) yayın yapılabilecek bir radyonun, Ankara Radyosu’nun kurulması emrini verdi.

 

Büyük Türk, Anadolu’ya, Anayurt Orta Asya’ya, Balkanlara, Türk’ün olduğu her yere öz dilini, kültürünü, tarihini ulaştırmak, Türk’ü Türk Töresinin birleştirici gücü etrafında toplamak için ‘Türkiyat Enstitüsü’nü kurdurdu. Türkiyat Enstitüsü’nün kurucusu Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün Türkiyat Enstitüsünün ambleminin nasıl olması gerektiğini sorduğunda Başbuğ Atatürk:

“Karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir BOZKURT olsun, bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamıza kılavuz olan BOZKURT, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin.”

Türkiyat Enstitüsü’nün kuruluş amacı Türk Töresini birleştirici ve yükseltici gücü ile dil, kültür, tarih birliğini sağlamaktı. Türkiyat Enstitüsü, esir Türk vatanlarında da Töreyi muhafaza etmek için bitmek tükenmek bilmez çalışmalar yürüttü. 

 

 

Türkiyat Enstitüsü kuruluş döneminin zor koşulları içinde 200000 altın Türk Lirası gibi muazzam bir bütçeyle kuruldu. Türkiyat Enstitüsünün kurucusu olarak görevlendirilen Ord. Prof. Dr Fuat Köprülü bu bütçeyi öğrendiği zaman hayrete düşmüştür. Atatürk onlara şöyle hitap etti:

 

“Size önemli bir görevi veriyorum. Bilgili ve özellikle zeki arkadaşlarınızı toplayın! Onlara görev verin; oralara gitsinler, oradaki insanlarla dostluk kursunlar ve toplumlar arasındaki benzerlikleri, kültür ve tarih beraberliğimizi hatırlatarak canlandırsınlar! Siz onları memleketimize davet edin.  Cumhuriyetimizi yakından görüp tanısınlar. Oralarda gereken araştırmaları yapın, bilime hizmet edin! Ortak bir tarihten geliyoruz, birbirimizi tanımakta yarar var! Hadi göreyim sizi!”

 

Şimdi Tanrı Dağlarına yönelen, gök bakışlı sarı yeleli Bozkurt, tuttuğu meşaledeki ilmin ışığı ile dayandığı töresi ile on binlerce yıllık mazisi ile esir Türkleri kurtarmalıydı.

 

2.BÖLÜM: TÜRK TURANI

 

Kemal’in öğretmenleri. Törenin öğretmenleri. Törenin muhafızları. Bu kişiler bazen gerçekten öğretmen olarak bazen büyükelçi, müsteşar, ateşemiliter, hakemlik gibi görevlendirmelerle gönderildiler. Anayurt Orta Asya’da, Komşu Kafkaslar’da, Sibirya Yakut yurtlarında, Balkanlarda, Amerika kıtasının en uç noktalarında Töreye hizmet ettiler. Töresini unutmuş, ölüme yüz tutmuş, Türk kavimlerini dirilttiler. Atatürk’ün emriyle Türk kavimlerinin siyasi bağımsızlıklarını sağlamak adına hayatlarını adadılar, ölümü göze aldılar. Ulu Başbuğ Atatürk Han sınırlamız dışında yaşayan Türkler için:

 

“Siyasal varlığımızın dışında, başka ellerde, başka siyasal topluluklarla, isteyerek veya istemeyerek yazgı birliği yapmış, bizimle dil, ırk, köken birliğine sahip ve hatta yakın uzak tarih ve ahlak yakınlığı görülen Türk toplulukları vardır. Tarihin bir hadisesi sonucu olan bu hal, Türk Milleti için elim bir anıdır; fakat Türk Milletinin tarihsel ve bilimsel oluşmasındaki köklülüğü, dayanışmayı asla bozamaz.”

 

Törenin muhafızları kılıçlarıyla Kemal’in öğretmenleri kalemleriyle ileri atıldı:

 

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en çetin günlerinde dahi Orta Asya Türkleri ile yoğun bir şekilde temas kurmuştu. Mahmut Şevket Esendal, kıymetli bir diplomat, edebiyatçı ve düşünürdü. Bakü’ye büyükelçi olarak tayin edilen Esendal, 1. Dünya Savaşında kalma Türk esirleri kurtardı. Azerbaycan Türklerinin Ruslar tarafından askere alınmasını önledi. Azerbaycan’da Arap alfabesinden Latin alfabesine dönme sürecini yakından takip etti.

 

Daha sonra Esendal gibi Türk Lehçelerine vakıf ve Doğu Türkistan meselesini yakından bilen biri, Doğu Türkistan’ın sınır komşusu Afganistan’a büyükelçi olarak gönderildi. Görevi sırasında  Esendal, Türkistan ile ilgili bilgi toplamaya başladı, oraya gidip gelenler aracılığı ile istihbarat ağı kurdu. Yine bizzat Atatürk’ün talimatı ile Türkistan’dan Özbek, Türkmen, Tatar, Uygur, Gagauz, Doğu Türkistanlı Türk gençleri eğitim için Türkiye’ye getirildi ve harp okullarına, tıbbiyeye ve öğretmen okullarına yerleştirildi. Türk ordusununun çeşitli kademelerinde generallik rütbesine kadar görev yapan ardından Doğu Türkistan Vakfı’nı kurarak çok sayıda Uygur gencinin yetişmesini sağlayan rahmetli Mehmet Rıza Bekin bunlardan biridir.

 

Mehmet Rıza Bekin Paşa şöyle diyor:

 

“Ankara’ya ayak bastığımızda Eylül 1938 sonbaharıydı. Bizi getirtenin Atatürk olduğunu biliyorduk. Ancak O’nu görmemize fırsat olmadı, bir buçuk ay sonra Ulu Önder hayata gözlerini yumdu. En çok O’nunla tanışamadığımız için üzülmüştük. Askeri liseye girdiğimizde kapıda göğsüne babasının İstiklal Madalyası’nı takan çocuklar vardı. Onların bir kısmı bu okullara giremedi. Ancak Atatürk’ün Orta Asya ve Türk Boyları ile ilgili hayalleri vardı. Bize gösterilen yoğun ilgi bunun içindi. Atatürk, Orta Asya’da ki Türk kavimleriyle tarihi, kültürel ilişkiler kurulması talimatını İstiklal Savaşı’ndan önce vermişti.”

 

Atatürk’ün Doğu Türkistan’a ilgisini, özellikle, 1931’e başlayıp 12 Kasım 1933’te ‘Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti (DTİC)’ adında bir Türk Devletinin kurmasıyla sonuçlanan bağımsızlık mücadelesi sırasında daha somut olarak görüyoruz.

 

Bu dönemde, bir yandan Anadolu Ajansı ve hükümetin resmi yayın organı olan gazetelerde, Doğu Türkistan’dan, yaşanan gelişmeler, sürekli olarak kamuoyunu duyuruluyor, bir yandan da diplomatik anlamda, bağımsızlık mücadelesine destek veriliyordu. Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras), konuyla ilgili kendisine yönetilen bir soruya, Türkiye’nin ‘kendi dilini konuşan bir diyarda’da yaşanan gelişmelerden memnuniyet duyacağının doğal olduğu şeklinde cevap veriyordu.

 

Aynı şekilde, 1933’te Afganistan’daki Alman Büyükelçisinin ülkesine gönderdiği bir raporda da “… Türk Hükümeti, Şarki Türkistan Türkleri’nin hareketlerine yakınlık duymakta ve Sovyet Hükümeti’nin hoşuna gitmeyecek bazı şeyleri el altından yapmaya çalışmaktadır.” deniliyordu.

 

Şüphesiz bu gelişmeler Atatürk’ün bilgisi dışında gerçekleşemezdi. Nitekim 12 Kasım 1933’de bağımsızlık ilan edildikten sonra bu haberin ilk duyurulduğu ülkenin Türkiye olması ve yeni devletinin bayrağının, rengi dışında, tüm nitelikleriyle al bayrağa benzemesi tesadüf değildir. Bu tarihten itibaren, İttihat ve Terakki döneminden sonra, bölgeye yeni bir Türk öğretmen akını başlamıştır. Törenin öğretmenleri Doğu Türkistan’da okullar açmıştır.

 

Aynı şekilde, DTİC’nin kurulma sürecinde Türkiye’den giden kimi şahısların önemli işlevler üstlendiği de bilinmektedir. Bu kurulan yeni Türk Devleti’nin kurulma sürecinde hükümet ve ordu işlerinin oluşturulmasında Türkiye’den gelen Dr. Mustafa Kentli,  Harbiyeden Mahmut Nedim Kaytmaz ve Ali beylerin büyük rolü vardır. Adı geçen şahıslar 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ne müsteşar olarak Kaşgar’a gönderilmişlerdir. Bu kişiler Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nde Sabit Damolla ile birlikte iş gördüler ve Çin yönetimine karşı başlayan ayaklanma ile Doğu Türkistan hareketine bir şekil vermek istediler.

 

12 Kasım 1933 kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ülke Türkiye’dir. Bunun üzerine DTİC Dişişleri Bakanı Hindistan üzerinden yolladığı mesajında ‘Gök Bayraktan Al bayrağa selam olsun!’ demiştir.. Buna cevap olarak Atatürk hemen “Al bayraktan gök bayrağa selam olsun” şeklinde karşılık verdi. Etrafında bulunanlara adeta vasiyet edercesine şunları söyledi:

 

“O kardeşlerimize yardımcı olun. O bayrak bizim bayrağımızdır.” 

 

Kurtuluş Savaşı’nın ve sonrasının tüm zorluklarına rağmen Atatürk, Orta Asya ve Türk Coğrafyasına el atmaya kararlıydı. Moskova’ya gönderdiği ilim heyetinden İsmail Suphi Bey’i bir müddet sonra Türkistan’a gönderdi. İsmail Suphi Bey’in vazifesi Türkistan Milli Birliğinin kuruluşunu tesis etmek için Türkistan Türkleri arasında arabulucuk yapmaktı. İsmail Suphi Bey, Atatürk’ün direktifleri istikametinde Türkistan Türk Birliğini sağlamak için örgütlenmeye başladı. İsmail Suphi Bey, Zeki Veledi Togan’nın başkanlığını yaptıği Türkistan Milli Birliği adlı örgüt daha da genişletilerek Milli İttihat Fırkasına dönüştürüldü. Türkistan Türklüğü hareketlenmeye, milli birlik hareketleri etkinleşmeye başladı. Rus baskısının artması üzerine Milli İttihat Fırkası liderleri (Zeki Veledi Togan Bey, Osman Hoca ve Sadruddin Han) Türkistan’ı terk etmek zorunda kaldı.

 

Mahmut Şevket Esendal’ın Türk dünyasındaki çalışmalarının yalnız Afganistan ile sınırlı kalmaması ve Büyükelçi olarak bulunduğu Azerbaycan ve İran’da da benzeri çalışmaları gerçekleştirmiş olması Atatürk’ün uzak görüşlülüğünün eseridir. Yine Esendal’ın Türk Dünyası ile ilişkilerinin Hindistan’a kadar uzandığı ve burada da faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Atatürk’ün Afganistan’a olan ilgisinin yoğunluğu büyük stratejik dehasının sonucudur. Çünkü nasıl İngilizler 19. Yüzyıldan bu yana Afganistan’a ilgi duymuş, Amerikalılar 2001 yılında 11 Eylül’ü bahane ederek bu ülkeyi işgal etmişlerse Atatürk de bu ülkenin Türk soydaşlarına uzanan kilit taşı olduğunu biliyordu. Hatta Kurtuluş Savaşı sırasında bazı subayların Afganistan’a göndermesi üzerine karşı çıkan Fevzi Çakmak Paşa’ya; “Biz Anadolu’da verdiğimiz İstiklal Savaşı’nın güvenliğini Afganistan’dan sağlamak zorundayız.” şeklinde yanıtlamıştı. Türk Bilge Kağan, Orta Asya Türkleri’nden kurulacak bir orduyla, Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nın cephesinin genişlemesi halinde, İngilizleri daha uzaktan işgal etmeyi düşündü.

 

Atatürk, gerek Milli Azerbaycan döneminde gerekse Azeri Sovyet Cumhuriyeti döneminde bu soydaşlarımız ile yakından ilgilenmiştir. Kurtuluş Savaşı döneminde Ankara’da Azerbaycan Büyükelçiliğinin açılması sırasında Atatürk kendisi Azerbaycan bayrağını göndere çekti ve şöyle dedi:

 

“Azerbaycan ile Türkiye arasında mevcut kardeşliğin, samimiyetin tevlit edildiği rabıtadan başka, Azerbaycan’ın diğer dostlarımızla temas noktasında bulunması da haizi kıymet ve ehemmiyettir. Coğrafi vazifesi göz önüne getirilirse filhakika Azerbaycan’ın Asya’da ki kardeş hükümet ve milletler için bir temas ve telakki noktası olduğu görülür. Azerbaycan’ın bu mevkii mahsusu, vazifesini pek mühim kılmaktadır.”

 

Mustafa Kemal Atatürk, Azerbaycan’ı Türk dünyasına açılabilmek için çok önemli bir köprü olarak görmekteydi. Bu nedenle Nahçıvan’ın Azerbaycan’a bağlı özerk statüsünün korunması gerekmekteydi. Türk Turanı’na açılan bir kapıydı bu yüzden Nahçivan’a ‘Türk Kapısı’ dedi. 13 Aralık 1922’de Ruslar ile bir antlaşma yapmak için hareket eden Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek, Mustafa Kemal Paşa ile veda konuşması yaparken: “Paşam! Ruslar, Nahçıvan üzerinde ısrar ederlerse ne yapalım?’ diye sordu. Türk Başbuğ: “Nahçıvan Türk kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız.” diye buyurdu. 

 

Ermenistan ile İran arasında yer alan Nahçıvan, stratejik açıdan önemliydi. Türkiye ve Türk Dünyası arasında bir bağlantı olmasını isteyen Atatürk, ilk önce İran ile toprak mübadelesi yoluna gitti bu olmayınca da sınır hattındaki Dilucu toprağını, ücretini Atatürk kişisel olarak kendi karşılayarak, İran’dan satın almıştır.

 


Atatürk’ün neler yapmak istediğini sezen İran Şahı Rıza Pehlevi, Türkiye’nin Tahran Ataşemiliteri Binbaşı Hüsamettin Tugaç’a:

 

“Öyle zannediyorum ki Türkiye’nin İran Azerbeycan’ında gözü vardır. Burasını almak ister. Evet, Azerbaycan halkı Türk’tür. Türkiye bunu ihmal edemez. Mustafa Kemal Paşa çok akıllı bir zattır. Görüyorum ki demiryolu inşaatınız iki koldan Azerbaycan’a doğru yönelmiştir. Gerektir ki Türkiye Azerbaycan’ı er geç alsın.”

 

“Dünyada şimdiye kadar başka başka milletlerin birlik kurdukları ve yüzyılları beraberce yaşadıkları görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin tarihte geçmişi olan birliklerin en üstünü olmasını isteriz” diyen Atatürk, bu fikri vicdanında bir sır gibi saklıyor bütün hamlelerini o noktayı hedefleyerek gerçekleştiriyordu. İşte bu husus Atatürk’ün gözünde gerçek ‘Milli Misak’tı.

 

Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına inanan Atatürk, Finlandiya’da yayın yapan ‘TURAN’ isimli bir gazete çıkarttırmış ve bizzat el altından bu gazetenin finansını devlet bütçesinden sağlamıştır. Bu  gazete Atatürk’ün uçmağa varışına kadar yayınlanmış, Atatürk’ün ölümünden sonra devlet bütçesinden ayrılan tahsisata son verildiğinden yayın  hayatına son verilmiştir. Bu gazete Rusça, Fince ve Türkçe dahil dört dilde yayın yapmakta ve çoğunluğu Rusya’da dağıtılmaktaydı.

 

 

Atatürk, Türk Dünyası’na din, mezhep, hanedan gibi ayırıcı özellikleri dikkate almadan, Törenin birleştirici gücü ile bütüncül bakış açısıyla yaklaştı:

 

“Rusya’dan bize sığınan siyaset adamı soydaşlarımız, kardeşlerimizdir. Dünyanın gittikçe karışan ve gittikçe tehlikeli bir istikbale yönelen tutumu muvacehesinde bizim durumumuza hususi bir önem vermelerini beklemek hakkımızdır. Şunu da takdir etmeleri lazımdır ki, Türk Milleti Kurtuluş Savaşından beri, hatta bu savaşa atılırken bile, mahkûm milletlerin hürriyet ve istiklal davaları ile ilgilenmeyi, o davalara müzaheret etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve istiklallerine kayıtsız davranması elbette tecviz edilemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası, siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müspet ilme, ilmi usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler ilkin kültür meselesiyle ilgilenmelidir. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk Tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”

 

Türk Bilge Kağan, Türk Birliği’ni kalbinde bir sır gibi sakladı. Tüm hamlelerinde, bu sırrı göz önünde tutarak, hareket etti. Dönemin koşulları gereği resmi bir Turancılık politikası izlemedi ama Atatürk resmi politika olarak üç hususa çok dikkat etti. Birincisi, Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızın Türkiye’ye göç etmesini engellemek ve Türk boylarının bulundukları ülkelerde yaşamaya devam etmelerini sağlamaktır. İkincisi, Türk boylarının göçünün engellenmesinin doğal sonucu ‘Türk Töresi’ni bu boylara Törenin öğretmenlerini göndererek korunmasını sağlamaktır. Bu iki hususun başarılı olabilmesi için olmazsa olmaz üçüncü husus ise Türk boylarının bulundukları devletlerle iyi ilişkiler kurarak Türklerin temel insan haklarını güvence altına almaktır. 1934’de Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ile Balkan Antantı, 1937’de İran, Irak, Afganistan ile imzalanan Sadabat Paktı, bu paktlara üye devletlerin dayanışma ile ilgili maddelerinin hemen ardından koyulan ‘Türk azınlık haklarını tanıma’ maddeleri; yakın kuşak Türk boylarını ‘Türk Töresi’ etrafında birleştirme hedefinin sonucudur:

 

 “Balkan Milletleri içtimai ve siyasi ne çehre arz ederlerse etsinler, onların Orta Asya’dan gelmiş yakın soylardan müşterek cetleri olduğunu unutmamak lazımdır. Karadeniz’in Şimal ve Cenup yolları ile binlerce seneler deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan kütleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, hakikatte bir tek beşikten çıkmış kardeş kavimlerden başka bir şey değildir.”

 

Ankara’da oturan Türk Bilge Kağan, 1931 yılında Türk Ocağı Genel Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’i Romanya’nın Bükreş Büyükelçisi olarak atadı. Bilinçli bir görevlendirme ile atanan Tanrıöver’in Atatürk’e gönderdiği raporunda bölgede yaşayan Gagauz yani Gökoğuzların dillerini ve kültürlerini kaybetmek üzere olduğunu bildirdi. Atatürk hemen harekete geçmesini emretti. 13 yıl büyükelçilik görevinde bulunan Tanrıöver, Bükreş’teki büyükelçiliğimizin kapılarını bu Ortodoks mezhebindeki soydaşlarımız için ardına kadar açtı. Sefaret çalışanlarının yarısını, yerel personel, Gagauzlardan seçti. Romanya, Moldova ve Bulgaristan’da yaşayan bu soydaşlarımız arasında Türk dilinin ve kültürünün yayılması ve yerleşmesi için Türkçe eğitim yapan okullar açtı. Türkiye, 80 Türkçe öğretmenini bu okullara gönderdi. Tanrıöver, bölgelerinde sözü dinlenir yerel liderlerin çocuklarına öncelik vererek ilk etapta yaklaşık 40 kişilik bir öğrenci grubunu öğrenim için Türkiye’ye gönderdi. Daha sonra bu sayı 200’ü aştı. Bunların bir kısmı tekrar ülkelerine dönerek Gökoğuz boylarında Türk Töresini tekrar dirilttiler. Türklük bilinci ile hizmet etmek için ülkelerine dönen bu öğrencilerin yanı sıra birçok Gökoğuz Türk’ü Türk Anavatanına hizmet etmeyi yeğlemiştir. Bu grup arasında, Ege Üniversitesi’nde Rektör Yardımcılığı yapmış emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Emin Mutaf (Georgi Mutaf), Prof. Dr. Özdemir Çobanoğlu (Vasili Çoban) gibi çok sayıda Gökoğuz Türk’ü bulunmaktadır.

 

Türkiye’ye getirtip okuttuğu Gagauzlar hakkında Reha Oğuz Türkkan, Atatürk’le geçen bir anısını okuyalım:

“Atatürk beni arabasına aldı, karşısına oturtu. Başımı okşadı, hangi okula gittiğimi sordu. ‘Kabataş Ortaokuluna’ dedim. Hemen ilgilendi. ‘Sınıfta Gagauz Türk’ü üç öğrenci var mı?’ diye sordu. ‘Evet var.. Komik soy isimli: Gagalı, Oğuzlu. Birinin adı Mikail, ötekininki Jorj. İyi kaynaştık ama.. Hem de üçü de Hristiyan olduğu halde..’ Gazi sözümü kesti: ‘Olsun soyları Türk. Senin gibi, benim gibi. Romanya elçimiz Hamdullah Suphi’ye ben talimat verdim, anlaşma yaptı himayeme aldım, başka Türk öğrencilerde yollayacak. Onlarla iyi anlaşın. Türkiye’nin dışında daha birçok Türk var. Türklüğü iyi öğrenin. Adlarında Gagauz yani Gökoğuz Türk’ü. Hristiyan olmuşlar yüzlerce yıl önce, Hazar Türkleri’yken.. Musevi dininden olanlar da var. Ama Türkçe konuşuyorlar. Bize akraba olan halklar da var. Macarlar gibi. Kızılderililer gibi. Gitmişiz Amerikalara bile. Bunları öğreneceksin. Gagauz arkadaşlarına çabuk kaynaştığına sevindim. Başka okullarda da benim himayemle gelen Türkiyeli olmayıp Türk olan öğrencilere de rastlayacaksın. Özbek, Kırgız. Onlar üstelik Müslümanlar. Yurtları işgalde. Bu sözlerimi unutma, belki bir gün gene görüşürüz bunları baban da varken.’ dedi. Tekrar elini öptüm, o da saçlarımı okşadı ve arabacıya ‘sür atları’ dedi. Bu konuşmanın üzerimde etkisi büyük oldu. Hele daha da küçükken Kızılderilileri kurtarma sevdasına kapılan benim gibi bir çocuğa.”

 

Töre’nin öğretmenleri, Türkiye’den bin küsür kilometre ötede Türk boylarını dil, kültür, tarih birliği ile yetiştirdi. Türkiye’nin ön bahçesinde, tarihin elim hadiseleri sonucu terk etmek zorunda kaldığımız vatan topraklarında Türkiye’nin ağırlığını arttırmaya çalışan Atatürk 60 yıl ilerisini gördü. 1994’te özerk cumhuriyet statüsünü kazanan Gagauzya’nın dili Türkçe’ye %98 oranında benzerlik gösterir. Atatürk’ün uçmağa varışından sonra 2. Dünya Savaşı’nın başlarına kadar bu öğretmenler bölgede görev yaptılar. Bunların çoğunluğu savaşla birlikte Türkiye’ye dönerken, bazıları ‘görevleri bitmediği’ gerekçesiyle Töre’yi öğretmeyi sürdürdüler. Ancak Sovyet Rusya’nın işgali ile bu öğretmenlerin tamamı ‘Türk casusu- Turancı’ suçlamaları ile aynı cezaya, 25 yıl ağır hapis cezasına çarptırılarak Sibirya’daki toplama kamplarına gönderildiler.

 

Töre’nin öğretmenleri, Gökoğuz Türk’ü topraklarında, öğretmenlerini ve kitaplarını gönderenin adıyla anılırdı: ‘Kemal’in öğretmenleri’ Vatanlarından uzakta Türkler Töresini unutmasın diye hayatlarını hiçe sayarak yaşadılar. Türklüğe hizmet yolunda en yüksek mertebeye ulaştılar. Türk Başbuğ Atatürk’ün ölümünün ardından ‘Töre yaşasın’ diye bir çoğu geri dönmedi. ALİ KANTARELLİ gibi vatansever öğretmenler Türklüğe hizmet etmeye devam ettiler. Sovyet Rusya’nın işgal yıllarında 25 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar. 15 yıldan fazla zaman sonra Stalin’in ölmesiyle kurtulan Ali Kantarelli görevinin başına Bolgrad şehrine geri döndü. 1980’de bu şehirde vefat etti.

Moldova sınırındaki Bolgrad kasabasının Ortodoks mezarlığında, mezarının başında dikili haç ile, bir Türk’ün yattığını hiç biliyor muydunuz? Bu bakımsız, unutulmuş, üzerini otlar bürümüş kabirde, bir dönemin bilinmeyen tarihi, Atatürk’ün gönderdiği öğretmenlerden Ali Kantarelli yatıyor. Hala görevinin başında bekliyor. Gömülü olduğunu yer nasıl mı ortaya çıkarıldı dersiniz? Yaşlı bir Gagauz’un şu ifadesinden:

Burada Kemal’in üüredicisi (öğretmeni) yatıyor!”

 

 

  

 

Yaşar Nabi Nayır’ın Balkanlardaki Türklerin izinde gezerek yazdığı ‘Balkanlar ve Türklük’ isimli 1936 tarihli çalışmasından bir kısım paylaşmak istiyorum. Gagauzların Türkiye ve Türklük hakkındaki düşüncelerini anlatan bir Gagauz aydınına kulak verelim:

 

“Tanrı isterse, bizi Gagauzları mutlu etsin, hepimiz anayurdumuza gidip kan kardeşlerimizin arasında iyi konuşmayı, iyi okumayı ve iyi yazmayı öğrenebiliriz. Ah, söylemek istediklerimi bir bilseniz. Geçen yıl bizim gözlerimiz bir Türk’ün kardeşlerim diye seslenmesi ile açıldı. O gün O’nu duyana kadar bizler öksüzdük. Artık göğsümüzü kabartarak bütün dünyaya haykırabiliriz: Biz Türküz, biz Türküz, biz Türküz!.. Biz Gagauzlar öksüz değiliz.

Bizim de bir anamız ve babamız var! Türkiye’dir.

Anamız ve babamızdır Atatürk! Türkiye’de milyonlarca var Türk kardeşlerimiz.

Yaşasın Atatürk!

Yaşasın Atatürk’ün diriltiği büyük Türkiye!”

 

 


İlahi gögün yarattığı Türk Bilge Kağan bu devirde tahta çıktım. (Bilge Kağan Yazıtı Doğu Yüzü 1)

Tahta çıktığımda ölecekmiş gibi düşünceli olan Türk Beyleri, halkı sevinip kıvanıp yere bakan gözlerini yukarı kaldırdı. Böylesi bir vakitte ben kendim tahta çıkıp bunca önemli yasayı (töreyi), dört taraftaki halkı yoluna koydum, düzene soktum. (Bilge Kağan Yazıtı Doğu Yüzü 2)

Az olan halkı çoğalttım. Kudretli ülkesi kudretli hakanı olandan daha iyi hale getirdim. Dört taraftaki halkı alıp kendime bağladım. Türklerin düşmanlarını yok ettim. (Bilge Kağan Yazıtı Doğu Yüzü 24)

Atatürk’ün uçmağa varışının hemen ardından İnönü döneminde dış soydaşlarımız ile ilgili önemli çalışmalar yapan Atatürk’ün önemli katkılarıyla Fuat Köprülü’ye kurdurttuğu Türkiyat Enstitüsü kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın girişine koyulan ‘Ergenekon’dan çıkış tablosu’ kaldırıldı. Türk’ün tüm sembolleri paralardan, pullardan ve devlet dairelerinden çıkartıldı. İnönü döneminde Türk Milliyetleri ‘Irkçı-Faşist’ denilerek baskılara uğradı, hapislerde çürütüldü. Atatürk’ün tüm uyarılarına rağmen damarlarında akan kanın cevherine bakmadan Türk budunu tarafından başları üzerine çıkarılan Kara Kağanlar, budunu Türk Töresinden uzaklaştırdı. Birbiri ardına gelen Kara Kağanlar döneminde kurgulanmış, aldatıcı, dışarıya hizmet eden siyaset, Türk Töresini hatırlatan bir avuç kahraman Türk’ün kalemlerine tercih edildi. Türk töreyi bıraktı ipek kumaşa kandı. Törenin sözüne kulaklarını tıkadı hilekâr siyasetin uyuşturan, aldatıcı sözlerine aldandı. Türk Budun, Bilge Kağanı Atatürk’ün Töresini terk etti. Ali Kantarelli gibi binlerce vatansever Törenin şehit öğretmenler köhne acunun dört yanında unutuldu, bakımsız mezarlarının üzeri otlarla kaplandı, yalnızlığa terk edildi. Atatürk kalbinde bu sızıyla yaşadı; gözlerini ‘Türk Budunun Birliği’ rüyasıyla kapadı.

 

Ve sonra.. Sonrası Orhun Yazıtlarında, Bilge Kağan’ın kardeşi için diktiği yazıttaki sözlerinde:

 

Türk Oğuz Beyleri ve halkı dinleyin: Yukarıda gök çökmezse, aşağıda yer delinmezse, Türk milleti ülkeni ve yasalarını kim bozabilir ki! Türk budunu hatalarından dolayı pişman ol ve tövbe et! Asi yaratılışlı olduğun için seni beslemiş olan Bilge Hakanının, zenginleşmiş, hür ve müstakil yurduna sen hata ettin, kötü hale soktun. Öyle olmasaydı silahlı düşmanlar nasıl ve nereden gelip sizi dağıtabilecek, mızraklı düşmanlar nereden gelip sizi yurdunuzdan sürebilecekti? Kutsal Ötüken dağları halkı, buraları bırakıp gittiniz. Doğuya gidenleriniz gittiniz. Batıya gidenleriniz gittiniz, gittiğiniz yerlerde elde ettiğiniz şu oldu: Kanınız su gibi aktı, kemikleriniz dağ gibi yığıldı; beyliğe yakışır oğullarınız köle, sultanlığa yakışır kızlarınız cariye oldular. (Kül Tigin Yazıtı Doğu Yüzü 22- 23-24)

 

Türk Töresini diriltmek ve yüceltmek için akan Türk kanları, acunun dört yanına Töreyi götürmek için canını veren şehitlerin göklerde uçuşan ruhları, …yukarıda Türklerin ilahi güçleri, Türklerin kutsal yer-su ruhları… Türk budunu yok olmasın, budun olsun diye…  (Kültiğin Yazıtı Doğu Yüzü 10)  Tengri’nin muradı ile Türk Töresi kalplerde sırlandı. Türk töresinin sırlarına erenler bu amaç için birlendi: Kalperenler zuhur etti. Doğmakta olan TURAN GÜNEŞİ’nin sahte güneşlerden, ufuklarda beliren TÜRK ÇAĞI’nın sahte ufuklardan ayrılma vakti geldi…

 

“Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, GÜNEŞ ne demek, UFUK ne demek, o zaman (TÜRK ÇAĞI) görülecek.”

 

Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

Ali Erim

Twitter: @AliErimGoktug

E-mail: ali_erim@hotmail.com

 

3. Yazım: Atatürk’ün Dış Politikası: Yurtta Töre Cihanda Türk https://www.onaltiyildiz.com/?haber,7881

 

2. Yazım: Başbuğ Atatürk ve Türkçülük Siyaseti https://www.onaltiyildiz.com/?haber,7809

 

1. Yazım: Atatürk ve Türk Birliği https://www.onaltiyildiz.com/?haber,7725



Bu haber 9,123 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    11,083 µs