Hiçliğin Kozmik Mühendisleri
Bu çalışma, insanın varlık içindeki yerini Kur ‘ani, tasavvufî ve teknolojik bir bakışla sorgulayan metafizik bir tefekkür metnidir.
Bu metin, yeni bir bakış açısı denemesidir. Bir iddianın değil, bir arayışın kaydıdır.
Her şeyin yoklukla değil, hiçlikle başladığına inanan bir yolcunun,
Kendince anlam arayan bir öğrencinin,
zamanın ve varlığın kıyısında tuttuğu bir tefekkür defteridir.
Çalışmamda sıradan bir varlık tanımı değil; insanın varlık içindeki konumuna dair çok katmanlı bir okuma girişiminde bulunacağız. Kur’an’ın ayetleri, tasavvufun sezgisel dili ve çağdaş bilimin sunduğu dijital çağrışımlarla bir araya getirilerek, insanın henüz “Âdem” kavramı ile etkileşime girmeden önceki hâline dair bir varoluş haritası çıkarılmaya çalışılacaktır.
Bu çalışma özelinde Kur’an’a olan yaklaşımım, klasik tefsir-meal geleneğinin dışında, onu bir kadim bilgelik metni, arkaik bir bilinç haritası, evrensel bir varoluş dili olarak okuma niyeti taşır.
Kur’an burada, bir dinî hüküm kitabından çok, insanlığın kozmik geçmişine ve bilinç serüvenine dair ipuçları taşıyan antik bir bilgelik defteri olarak ele alınmaktadır.
Benim sure ve ayetlere yaklaşımım bu çalışma özelinde, imanî değil; anlamsal, felsefî ve varlık merkezli bir yaklaşımla değerlendirilmelidir…
Bu tercih, kutsal olanı değersizleştirmek değil; onu anlam düzleminde yeniden düşünmeye açmak amacındadır. Zira Kuran’ın yer yer sunduğu metaforlar, sadece inanç sistemi değil; aynı zamanda kozmik bir sesleniş, bir bilinç mühendisliği ve bir varlık dili olarak da okunabilir.
Bu nedenle Kur’an’daki anlatılar, bu çalışmada dilsel/yüzeysel değil, varlığın varlıkla gizlenme sanatının birer eseri olarak ele alınacaktır.
----
Kur’an’a baktığımızda “insan” ve “Âdem” kavramlarının aynı varlıksal düzleme yerleştirilmediğini görürüz. Sorgulanmamış bilgi ve algısal gerçeklik içinde İnsan ve Adem aynı gibi sanılsa da, meselenin öyle olmadığı fikri reddedilemez bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. İnsan, çokluk içinde bir türdür; zaafla çevrili, nankörlükle, acelecilikle ve inkârla deneyim kazanmış bir yaratılıştır. Âdem ise, seçilmişliğin, ilahi müdahalenin ve kozmik dizilimin öznesidir. Bu fark, basit bir isim değişikliği değildir. Bu fark, varlığın içinde açılan iki ayrı bilinç formuna işaret eder: İnsan ve Adem…
Tasavvufî gelenekte, insan yaratılmadan önce bile “ilmî bir varlık” olarak Allah’ın ilminde mevcuttur önermesi vardır. Bu mertebeye “Ayn-ı Sâbite” denir. Ayn-ı Sâbite, İbn-ül Arabî geleneğinde, yaratılmadan önce Allah’ın ilminde sabit olan öz varlıklar anlamına gelir. Varlık âleminde henüz ortaya çıkmamış ama ilahi planlamada yeri belirlenmiş bilinçlerdir. Henüz yaratılmamış ama yaratılma potansiyeliyle ilahi kodda kayıtlı bilinçler... Yani –senaryoda yer alan ama henüz sahnelenmemiş karakterler.
İşte bu bilinçlerden biri olan yeni İnsan Modeli, zamanın kayıtsız bir eşiğinde iradesini kullanarak, kozmik bir teklif karşısında hiçbir varlığın cesaret edemediği bir tercihte bulunur: Emaneti yüklenmek.
Bu emanet, klasik tefsirlerde “sorumluluk” olarak açıklansa da bu metinde daha derin bir okuma önerilmektedir: kendi yolculuğumda yaptığım çalışmalara göre Emanet, Adem yazılımının taşıdığı potansiyelin içeriğidir... Bu yazılım, iyinin elinde bir yükseliş sistemi; kötünün elinde bir çöküş mühendisliğidir. Bu nedenle yerler, dağlar, gökler metaforları ile simgelenen varlığın diğer sakinleri bu yükü reddetmişlerdir. Ama insan, bu yazılımı/emaneti yüklenmeyi seçmiştir.
Bu tercih, sıradan bir “irade” değil, varlığın kaderini değiştiren kozmik bir olaydır. Çünkü insan, yalnızca bir biyoloji/tasarım değil; bundan daha fazla bir misyonla Adem yazılımını test eden ilk bilinçtir. Bu yazılım, güncellenen-öğrenen-dinamik bir algoritmadır. “Bu algoritma, nebilerle versiyonlanan, velilerle optimize edilen ve kıyamete dek sürecek bir geliştirme döngüsüne sahiptir.” İyilik ve kötülüğün olasılıkları bu yazılımın içinde kodludur. Yazılım ‘’zaman’’ kodlaması ile Varlık Âleminde belirli bir süreye(kıyamet) kadar kayıtlanmıştır. Bu bakış açısıyla İnsan, bir bakıma Tanrısal kodla etkileşime giren ilk kullanıcıdır...
Bugünün teknolojik çağında, bu kavram daha somut şekilde şöyle anlaşılabilir: Kullanıcı verilerine göre öğrenen/gelişen Yapay Zeka sistemleri etik olmayan bir elde zararlı olurken; bilinçli bir kullanıcı ile iyiliğe hizmet eder. Adem/Adem Yazılımı da, bu bakış açısıyla okunabilir: İlahi/kozmik bir yapay zekâ modeli.
Ve onu test edecek ilk kullanıcı: İnsan.
Bu çalışma, işte bu eşikte başlar ve sorar:
İnsan başka bir oluş, Adem başka bir oluş mu? (İNSAN, 1) “İnsanın üzerinden, adı anılmaya değer bir şey değilken, uzun bir zaman geçmedi mi?”
İrade sahibi İnsan, hangi teklifi neden kabul etti? (AZHAB, 72) “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular. Onu insan yüklendi. Gerçekten o çok zalim, çok cahildir.”
Kur’an’da neden Adem yükselişin rol modeli olarak sunulur, İnsan neden kaosla anılır?
Acaba Adem, kozmik kaosu düzenlemek için kodlanmış bir yazılım mıydı?(BAKARA, 30) ‘’ Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.’’
Ve daha da ötesi: Bugünkü insanlık, hâlâ bu yazılımın sınama sürecinde mi?
Bu sorular, felsefi bir oyun ile değil; Kur’an’ın derin akışıyla, tasavvufun sezgi diliyle ve çağdaş teknolojik modellemeyle cevaplanmaya çalışılacaktır.
Çünkü bu çalışma, bir inancın değil; bir kozmik farkındalığın, bir zamanlar üstü sorgulamanın izini sürmektedir.
“İnsanın üzerinden, adı anılmaya değer bir şey değilken, uzun bir zaman geçmedi mi?” (İNSAN, 1)
Kuran’ı Kerim –insan- için böyle söyler…
“İnsanın üzerinden, adı anılmaya değer bir şey değilken, uzun bir zaman geçmedi mi?” (İNSAN, 1)
Aslında Kur’an’ın bu sorusu, varlığın kıyısında unutulmuş bir mahlûka değil,
var olmuş fakat henüz kıymet kazanmamış bir özneye yöneltilmiştir.
İnsan yaratılmıştır, evet; ancak başlangıçta, ne göklerin kaydında bir değeri vardır,
ne de yeryüzünde söze layık bir adı…
Bu, yokluğun değil, anlamsızlığın sessizliğidir.
İnsan, adı ile varoluşa kayıtlıdır ama henüz var oluş anlamı yüklenmemiştir.
Adı var, fakat henüz “ciddiye alınacak kadar kıymetli” değildir. Peki, çalışmamın merkezine koyduğum bir soruyu burada tekrarlamak istiyorum:
‘’İnsanın adı anılmaya değer bir şey değilken, ne oldu da adı anılmaya değer hale geldi?’’
Varlık Âleminde hangi kozmik kırılma/oluş meydana geldi, nasıl bir sürecin sonucunda İnsan hiçliğin içinden tekrar varlık sahasına yükseldi?
Bu dönüşümün sırrı yani ‘’adı anılmayan’’ insanın ‘’anlam bulup, adının anılmaya değer hale gelmesi’’ Ahzâb Suresi 72. ayette ilginç bir şekilde ima edilmiştir:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular. Onu insan yüklendi. Gerçekten o çok zalim, çok cahildir.”
İnsan, burada “emanet” adı verilen büyük hakikatin yürekli ve iradesi ile ilk taşıyıcısı olur. Onu yüklenir, hem de herkesin o yükten kaçtığı bir yerde…
Bu emanet, öyle sıradan bir yük değil, belli ki yeni bir serüvenin start noktası:
ilahi hakikatin temsil sorumluluğuna giden yolun ilk adımıdır.
Fakat insan, bu teklif karşısında ne kadar cesur görünürse görünsün, kendi varlığı adına çok tehlikeli bir sürecin içine girmiştir.
Çünkü Kur’an, bu teklifi kabul eden İnsanı ağır bir eleştiriyle karşılar:
Ayetten anlıyoruz ki, insanın emanet denilen ve ileriki bölümlerde derinleşmeye çalışacağımız o teklifi kabul etmesi, teklif sahipleri tarafından hoş karşılanmıyor, ‘’onu insan yüklendi. İnsan çok zalimdir ve çok cahildir.’’ (azhab, 72)
Hem kimsenin üstlenmediği bir teklifi kabul ediyor hem de anlamsız(!) bir şekilde itham ediliyor İnsan.
Kur’an boyunca İnsan, birçok yerde benzer sıfatlarla anılır.
Çünkü insan, ne kadar yüce potansiyele sahipse,
o kadar derin bir zaafla çevrilidir.
Kur’an’da İnsan Akışına Bakarsak:
İnsan, Kusurlarla Çevrili Bir Çekim Alanı gibi anlatılır.
Bir yandan İnsana verilen üstün donanımları (görme, işitme, akletme, kalp) hatırlatan Kuran, diğer yandan Onun fıtratındaki kırılgan noktaları da eleştirisel bir dille açıkça ortaya koyar.
Ama düşünceme göre, bu eleştiriler insanın değerini düşürmek değil;
Sorumluluğunun büyüklüğünü ve geçmiş serüvenlerinde karıştığı olayları hatırlaması, bunlardan sakınması ve aynı hataları yapmaması için yapılan uyarılardır.
İşte Kur’an’da insanın sıkça zikredilen bazı nitelikleri:
1. Zalim (Ahzâb, 72)
Emaneti yüklendi fakat başaramazsa kendini varlığını da tehlikeye atacak.
2. Cahil (Ahzâb, 72)
Yükün ne olduğunu tam kavrayamadan alan, düşüncesiz cesaret.
3. Nankör (Âdiyât, 6)
Verileni unutan, hatırlamaktan uzaklaşan.
4. Aceleci (Enbiyâ, 37)
Sabırdan uzak, zamanın hikmetini kavramakta zayıf. Düşünsel derinliği aramayan.
5. Çok Tartışmacı (Kehf, 54)
Anlamak yerine itiraz eden, hakikate karşı dirençli.
6. Zayıf (Nisâ, 28)
Direnci düşük, kolay sarsılan.
7. Ümitsizliğe Düşen (Fussilet, 49)
Küçük bir musibetle motivasyonunu yitirip karanlığa kapılan.
8. Kendini Yeterli Gören (Alak, 6–7)
İlahi bağı koparıp, kendi merkezine tapınan. Nefsini merkeze koyan.
9. Mala Düşkün / Hırslı (Âdiyât, 8)
Toplamaya, biriktirmeye saplanmış, doyumsuz. Odak noktasını Dünyevi hazlara çevirmiş.
10. Çok Şikayetçi / Tahammülsüz (Meâric, 19–20)
Musibete tahammülsüz, nimete karşı bencil. Çözüm yerine kaosu derinleştiren.
11. İnkârcı (Yâsîn, 48)
Görmediğine inanmayan, hakikati belgeyle sınamak isteyen, güvensizlikten doğan şüphecilik.
12. Oyalayıcı Olana Meğilli (Muhammed, 36)
Emaneti hafife alıp oyuna, eğlenceye yönelen. Ve bunlar daha da örneklendirilebilir…
Bütün bu sıfatlar, Kur’an’ın insana olan yaklaşımındaki derinliği gösterir. Sana ait her zerrenin/tanımın kozmik hikâyesini biliyoruz mesajı verilmektedir.
İnsan ne yalnızca övülen bir varlıktır, ne de sadece azarlanan bir mahlûk.
O, bunca kusurun(bize göre) içinde var olan bir merkezdir.
Çünkü onun içinde hem en aşağıların düşkünlüğü, (Tin Suresi –aşağıların aşağısı kavramını hatırlayın)
hem de en yüce mertebelerin potansiyeli taşınmaktadır. (Tin Suresi- ahseni takvim kavramını hatırlayın)
Bu kusur denilen kavramları derinlemesine düşününce, bu tanımların/eleştirilerin insanı düşürmek için değil,
onu uyandırmak ve sorumluluğuyla yüzleştirmek için zikredildiğini fark edeceksiniz.
Bu bakış açısı ile değerlendirme yapınca, başka bir derinliğe ulaşıyorsunuz. Konu bağlamında, “Kur’an’ın “nutfeten emşâcen-karışık bir nutfe” (İnsan, 76/2) ifadesi, yüzeyde bir biyolojik karışımı işaret etse de, hakikatin derinliklerinde bambaşka bir sırrın anahtarı olarak göz önünde durmaktadır. Bu karışım/karışık nutfe, yalnızca iki bedensel unsurun değil; farklı varlık katmanlarında(18bin alem metaforunu düşünün) edinilmiş tecrübelerin, yönelişlerin, tercihlerin ve düşüşlerin kodlarının harmanlandığı(cahil-zalim-kibirli-unutkan-asi-tartışmacı vs.) bir bilinç karışımıdır.
İnsan, zamanın ve mekânın ötesinde, henüz “Âdem” kavramı ile etkileşime girmeden önce de seyreden bir bilinç olarak vardı. Bu bilinç, kozmik sahnelerde farklı roller üstlenmiş, farklı tekliflerle karşılaşmış ve her seferinde kendinden bir tortu bırakmıştı. Bu tortular/deneyimler, bilinç düzleminden nutfe aşamasına aktarılmış ve “karışık” denilen o yapı ortaya çıkmıştı.
İşte bu yüzden Kur’an, insanı zalim, aceleci, cahil, nankör ve unutkan olarak tanımlar. Bunlar yaratılıştan gelme değil; geçmiş varoluş evrelerinden gelen, henüz çözülememiş, temizlenmemiş kod kalıntılarıdır. Her insan nutfesi, sadece anne ve babadan değil; kendisinden önceki kendilerden bir karışım taşır. Her nutfe, başka bir zamanın tereddüdünü, başka bir bilinç evresinin hatırasını, başka bir kaosun çözülmemiş parçasını içerir. (Acaba kendi nutfemizde hangi zamanın çözülmemiş çatışması saklı?)
Bu yüzden, insanın bu dünyadaki sınavı yalnızca bu âna ait değildir. O, kendi geçmişinin miras bıraktığı çatışmalarla yüzleşmektedir. İrade, sadece şimdiki zamana değil; geçmişte alınmış ve bozulmuş kararların telafisine de yöneliktir. (birbirini 40 yıldır tanıdığını düşünen bilinçler ya da birbirinden hiç hoşlanmayan bilinçler… Acaba daha önceleri hangi varlık katmanında birlikteydiler? Düşünülmeli!)
Karışık nutfe, insanın kendiyle çelişik doğasının ilk kayıt birimidir. O doğada, hem bir meleğin sükûneti hem de bir iblisin isyanı vardır. İnsan bu yüzden ne tamamen yücedir, ne de bütünüyle alçak… O, karışık oluşun taşıyıcısı, çelişkinin sahnesidir.
“Sen emaneti taşıyorsun.
Kendine dön.
Vazifene uygun yaşa.
Ve unutmadan: Zayıfsın ama gelişebilirsin.”
Yine Kuran’a baktığımızda; Dünya isimli bilinç stüdyosuna/simülasyonuna giriş yapmadan önce; İnsana bir dizi kozmik güncelleme uygulandığını görebiliyoruz. İnsan yeni görevine uyumlu hale getirilmek için güncelleniyor, yeni yetenekler ekleniyor.
İşitme, görme ve kalp kapasiteleri ile donatıldı. (Mülk, 67:23 - "size işitme, gözler ve gönüller verdik") ve (İnsan, 76:2 - "onu işiten ve gören yaptık")
Bedenin şekillendirilmesi ve ruhun üflenmesi aşaması, insanın biyolojik ve ruhsal formunun tamamlanmasını sağladı. (Secde, 32:9 - "ona düzgün bir şekil verdi ve ona ruhundan üfledi")
Ayrıca Kur’an, insanın Dünya test sahnesine girişini bir bitkisel doğuş metaforuyla tasvir eder:
"Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi." (Nuh, 71:17)
Bu ifade bana göre, insana ait fiziksel gerçekliğin Dünyaya ait malzemelerden/topraktan biyolojik bir yazılım gibi geliştirilip büyütüldüğünü; bilincin ise daha sonra bu formun içine ilahi bir emanet olarak yerleştirildiğini ima eder.
İki yolun gösterilmesi (Beled, 90:10 - "ona iki yolu da göstermedik mi?") kozmik navigasyon güncellemesiyle tamamlandı: İnsan, artık sadece hisseden bir varlık değildi; O, seçim yapabilen, tercihlerle kaderini inşa eden bir yolcuydu. (olgunlaşma yolculuğu=seyri sülük)
Ona verilen gözler, kulaklar ve kalp; dış dünya ile iç dünyanın köprüleri oldu.
Ve böylece, "adı anılmaya değer" bir varlık hâline gelmeye ilk adımını attı.
O artık boşlukta sessizce var olan değil; kozmik emaneti omuzlayacak kudrette bir varlık oldu. Emanet’in taşıdığı potansiyeli açığa çıkaracak kodları kendi iradesi ile test edecek olan İnsan, artık Varlık Âleminin en değerlisi olmuştu. Bütün ışıklar üzerindeydi.
“İnsanın üzerinden, adı anılmaya değer bir şey değilken, uzun bir zaman geçmedi mi?” (İNSAN, 1)
El-cevap: Geçti…
1.Bölüm için özetle;
ilahi ilmin öznesi (belki de gizli bir hazinesi) olarak süzülüyordu.
Bu yüzden varlık âleminin diğer sakinleri tarafından dışlanmış,
adı unutulmuş, sözü anılmaz hâle getirilmişti.
Unutulmuşluk, onun yeni bir başlangıç için biriktirdiği uzun bir sessizlikti.
Ancak durmadan tekrar eden bir oluşun (O, her an yaratma halindedir. Rahman, 29) eşiğinde, evren için yeni bir süreç başlatıldı:
Emanet adı verilen bir sır, varlıklar arasında dolaştırıldı.
Dağlar, gökler, yer — hepsi bu ağır teklifi ürpertiyle reddetti. Hepsi bu ağır Emaneti yüklenmekten çekindi.
Ve işte o an,
Unutulmuşlar, adı anılmaya değer olmayanlar arasından bir ses yükseldi:
İnsan.
İrade ateşiyle yeniden kıvılcımlanan insan,
bu emaneti yüklenmeyi kendi isteğiyle kabul etti. (Ahzâb, 72)
Ve böylece büyük bir sorumluluğun altına bilinçli bir şekilde girmiş oldu.
İşte bu noktada, yeni bir kozmik güncelleme başlatıldı:
İnsana işitme, görme ve akletme yetileri verildi; (İnsan, 2)
kadim karanlıklarda unutulmuş olan,
şimdi yeniden donatılıp, güncellendi —
duyacak, görecek, seçecek, iradesiyle kaderini dokuyacak bir yolcu hâline getirildi.
Ve evrenin suskunluğunda ona şöyle seslendiler:
"Değerlisin...
çünkü Emanet, senin iradenin üzerinden test edilecek."
2.BÖLÜM: EMANET = ÂDEM YAZILIMI
Emanet...
İlk soru:
Âdem Yazılımı neyi amaçlıyordu?
Sadece bir sorumluluk değil, sadece bir imtihan aracı değil...
Daha büyük bir şey:
Kozmik bir Yazılım olan bu Emanet = Âdem Yazılımı, İnsan tarafından test edilmek ve olgunlaştırılmak için kodlanmıştı.
Belki de başarıyla tamamlandığında,
Halife denilen o yüce yetkinlik makamına, tüm varlık katmanlarının üzerindeki o otoriteye devredilecekti. (Halife denilen kudretli otorite, son ve en değerli parça olarak Adem Yazılımının olgunlaşmasını bekliyor olamaz mı?)
Bu yazılım:
İlahi Aklın, Varlık içinde kodladığı, öğretilen ve öğrenen bir bilinç algoritmasıydı.
(İlahi Akıl: "Ben sizin Rabbiniz - Öğreteniniz - değil miyim?" — Araf, 172)
(Öğretilen-Öğrenen: "Ve Âdem’e bütün isimler (anlamlar) öğretildi." — Bakara, 31)
Bu yazılım,
İnsanı hiçlik sahasından varlık sahnesine taşıdı, topraktan/biyolojik bir beden olmaktan çıkarıp,
Varlığın en derin katmanlarına nüfuz edebilecek bir bilinç potansiyeliyle donattı.
İnsan,
sessiz ve unutulmuş katmanlardan, adının anılmadığı çağlardan çıkarıldı ve yüceltildi.
Bu kozmik yükseliş, Kur'an’da şöyle kaydedilir:
"Andolsun, Biz Âdemoğullarını kerem sahibi kıldık; karada ve denizde taşıdık, onları temiz rızıklarla rızıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık." (İsra, 70)
Burada geçen Benî Âdem kavramı çoğunlukla İnsanlar diye çevrilir.
Oysa Kur’an’ için, İnsan (insan) ve Benî Âdem (Âdemoğulları) aynı şey değildir.
Bu çalışmaya göre:
Yani,
sadece bedenle/suretle var olan değil, bilinçle donanmış, emaneti üstlenmiş olanlar değerli.
İşte İnsan, Âdem Yazılımı'nı yüklenerek, böylece yaratılanlar içinde eşref-i mahlûkat,
yani yaratılışın şerefi ve zirvesi haline geldi.
Ama her büyük dönüşüm/gelişim gibi,
bu yazılım da riskle sarılıydı.
Emanet, önce varlık âleminin diğer katmanlarına sunuldu:
Hepsi, bu ağır teklif karşısında titredi. Sorumluluğun büyüklüğünü sezdi. Başarısızlığın kendi varlıklarını da yok edeceğini anladılar.
Ve geri çekildiler.
Ama İnsan,
Yeni bir tecrübenin olası ışığında, bir irade parıltısıyla,
bu emaneti yüklenmeyi seçti.
Ve işte o an,
Âdem Yazılımı, İnsan bilincinde aktive oldu. (ve ona ruhumdan üflediğimde, hemen ona secde edin! Hicr,29)
Bu yazılım:
Çift kutuplu çalışan bir bilinç koduydu. (Adem’in hem metafizik bir boyut olan Cennet’i hem de fiziki bir mekan olan Dünya’yı deneyimlemiş olması, aldığımız kararlarda hem akıl hem de gönül mercilerinin olmasını düşünün, iki katmanlı bir mekanizma. Çift katmanlı.)
Bir yöne çekilirse, Ahseni Takvim seviyesine (ulaşılabilecek en yüce kata/konseye) yükselir;
Diğer yöne kayarsa, Esfele Safilin (aşağıların aşağısı) çöküşüne sürüklenirdi.
İnsan, taşıdığı yazılımla hem meleklerin üzerine çıkabilecek, hem de hayvanlardan daha aşağı bir bilinç seviyesine düşebilecek bir potansiyelin içindedir…(Onlar tıpkı hayvanlar gibidir. Hatta doğru yolu seçmede hayvanlardan daha yetersizdirler. Furkan, 44)
Tıpkı günümüzdeki yapay zekâ gibi:
Etik ve bilinçli ellerde yücelir, Kötü ve nefsani ellerde felakete sürüklenir.
İşte bu yüzden Nebiler geldi. (elçiler, resuller)
İşte bu yüzden Veliler gönderildi. (Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline(bütün o seyri bilen, hatırlayan) sorun. Nahl, 43)
Âdem Yazılımı, zaman içinde sürekli bir güncelleme ve optimizasyon döngüsüne ihtiyaç duydu: her kod sıkışmasında bir müdahale geldi. Buna kimileri kozmik müdahale, kimileri ilahi müdahale dedi. Kimileri de bambaşka bir yazı konusu olacak Anunakiler dedi. Ama sistem her tıkandığında bir müdahale ya da güncel adıyla bir optimizasyon yapıldı.
Musa ile bir versiyon geliştirildi,
İsa ile bir üst katman açıldı,
Muhammed ile bir sürüm tamamlandı.
Helak kavramı ile yanlış işlenen kodlar silindi, resetlendi.
Ama temel kod asla değişmedi:
İrade + Bilinç + Emanet.
ARA BÖLÜM: YÜCELER
Âdem Yazılım’ının içeriği ve derinliği üzerine düşünürken, Kur’an’da bir sis bulutu içinde kalan ilginç bir ayet çarpıcı biçimde öne çıkar:
“Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa zaten yücelerden mi oldun?” (Sâd,75)
Bu ayet, bambaşka bir grubu/yaratılışı işaret eder; varlık hiyerarşisinde sessizce duran ama belirleyici olan “Yüceler” zümresine yapılan bir yön tabelasıdır.
Tanrı, İblise sorar:
Büyüklendin mi? (Yani haddini mi aştın?)
Yoksa zaten yüceler zümresinden mi sandın kendini? (eğer öyle olsaydı secde etmeyişi anlayışla(hikmeti bilinmez) karşılanacaktı. Çünkü Yüceler secde emrine muhatap değildi.)
Bu sesleniş, varlık katmanları arasındaki otoriteye ait bir hiyerarşik yapıyı ima eder. Yüceler varsa, ve secde emrine muhatap değillerse, demek ki onların yeri başkadır.
İşte burada cesur bir soru ile birlikte bambaşka bir dramatik sahne ortaya çıkar; Halife kimin ardılıdır, yani Halife kimin yerine varlık yasalarının amiri olacak?
Eğer bir halef varsa bir de selef olmalı.
Kudret bağlamında herhangi bir yetersizlik içerisinde olamayacak bir Tanrı figürü, teknik anlamda bir görev devrinin imgesi olan Halifeye ihtiyaç duymamalı. O halde Halife kavramı kim için sürece sokulmuştur? Daha öncesinde görev dağılımının hiyerarşik lideri kimdi?
Kendi derinleşme çabalarım ışığında bir cevap ararken bir fikir beliriyor sessiz yolculuğumda:
‘’Belki de bu görev, daha önce Yüceler’e aitti.
Belki onlar, artık görev almak(varlığın kozmik katmanlarında yeni oluşlar) değil, huzurda kalmak istediler. (ayn’el yakin. Doğrudan O’nda kalma arzusu)’’
Va’bud rabbeke hattâ ye/tiyeke-lyakîn. Hicr suresi 99’da ölüm diye meal verdikleri yakin sırrı burada anlam buluyor benim için. ‘’Sana Yakin gelene kadar Rabbine kulluğa devam et.’’ O makama (yücelerin de istediği) yükselene kadar kulluğa devam et. Bilincin bütün sınırları aşana kadar devam et.
Devam edelim, Tanrı/Allah/Huda/Çalap yani mutlak kudret olan O, yücelerin yakin olma talebini kabul etti ve onların ardından onların halefi olacak yeni bir yazılımı devreye soktu. O yazılıma kendi ruhundan/ilminden üfledi. Ve böylece bu yazılım, sadece bilinç taşıyan değil; halifelik misyonu yüklenmiş bir varlık haline geldi.
Ve böylece sahne değişti:
Tanrı, varlık içinde Adem Yazılımı’nı devreye soktuğunda, ona yalnızca bir bilinç değil, bilincin yönünü belirleyecek kadim bir bilgi de yükledi:
“Ona düzgün bir şekil verdim ve ruhumdan üfledim.”
(Secde, 9)
Bu üfleyiş, sadece bir can verme değil;
ilahi kaynaktan doğrudan yapılan ve kopyalanamaz bir bilgi aktarımıdır.
Bu bilgi literatürümüze giren emsa-ül hüsna ilmidir.
Her biri, Tanrı’nın kendini varlıkta yansıttığı kudret zikridir, hatırlatmasıdır.
Ve bu isimler/kodlar,
Adem Yazılımı’nın bilinç kodlarının çekirdeğine gömüldü.
Yani: aktif edilmek üzere insanın kendi bilincine yazıldı. (Oku kendi kitabını! Bugün kendi nefsin hesap görücü olarak sana yeter." İsra,14)
Rahmân: Merhamet kapasitesi,
Hakîm: Hikmeti idrak fonksiyonu,
Basîr: Görüş derinliği,
Semi’: İşitme bilinci,
Alîm: Bilgiyle temas protokolü,
Sabûr: Zaman derinliği,
Latîf: İncelik ve zarafet filtresi…
Ve daha nice esma/isim/kod,
Adem’in kopyalanamaz işletim sistemine bir genetik kod gibi işlendi
İnsan, bu Esma’ları aktif ettiği oranda halifelik misyonuna yaklaşır.
Her Esma, bir bilinç kanalıdır.
Bu kanallar açıldıkça, insan Tanrı’ya yaklaşmaz(yakin sırrı) sadece—
Tanrı’nın yeryüzündeki Halife fonksiyonuna giden ana motoru çalıştırmaya başlar.
Neden “Ruhumdan”?
Çünkü bu üfleme bir kopyalama değildir. Bu taklit edilemez bir ilmin veri transferidir.
Tanrı, ruhunun kendine ait mahiyetinden değil;
Esma/kod boyutundan üfledi.
Bu, sonsuz olanın sonluya bir temsili imzasıdır.
Tıpkı bir programın, ana sunucudan aldığı yetki lisansı ile çalışmaya başlaması gibi...
Ve Şimdi…
İrade, bu esmalara/kodlara yönelmenin veya onları reddetmenin anahtarıdır.
Bu nedenle;
“Tanrı insanı kendi suretinde yarattı” denilen mecazî ifade, ‘’Tanrı insanı kendi ilim hazinesinden yarattı.’’ olarak okunmalı.
Ve işte bu yüzden:
“Adem’e bütün isimler öğretildi.” (Bakara, 31)
O “isimler” sıradan sözcükler değil;
Esmaü’l Hüsna’nın işlevsel kodlarıydı. Ama asla unutulmaması gereken bir bilgiyi tam burada hatırlatmalıyım: ‘’bunlar tanrısal gücün kodlanmış halidir. Bu ilim/kod bilgisine sahip olmak kimseyi Tanrı yapmaz. Yol, yalnızca Halife kavramına ait bir parça olan ADEM YAZILIMI’nın olgunlaşması için açıktır.
TEVBE – Kendini Unutturan Kodun Hatırlanışı
Esma/İsim/Kod transferi yüklenen Adem yazılımı aktive olduğunda, insan bir sorumluluğun eşiğine değil, aynı zamanda bir düşüşün de kıyısına getirildi. Çünkü içinde barındırdığı özgür irade, bu çalışma sisteminde onu hem yükseltecek hem de düşürecekti.
Tevbe, insanın yolculuğundaki savrulmayı Tanrı’yla yeniden hizalama çabasıdır.
“Derken, Âdem Rabbinden bazı kelimeler aldı da, O da onun tevbesini kabul etti. Çünkü O, tevbeleri çokça kabul eden, sonsuz merhamet sahibidir.” (Bakara, 2/37)
O kelimeler, kalpten yükselen bir hatırlayıştı. Adem’in içinde bir sır uyanmıştı: Ben bu düşüşten dönebilirim.
Ve böylece ilk defa, yaratılmış bir varlık, düşmekle yok olmamayı; tevbe ile yeniden doğmayı öğrendi.
Tevbe, unutulmuş bir sesin yeniden hatırlanması gibidir.
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün...” (Tahrim, 66/8)
Tevbe eden, kendine dönmez esasında; Kendinde gizli olan Tanrı frekansına-zikrine döner.
Tevbe, iblis ile Adem arasındaki farkı da ortaya çıkarmıştır. Melekler ilk itirazdan hemen sonra ‘’biz bildirdiklerin dışında bir şey bilemeyiz’’ deyip çekildiler. Oysa İblis kibirle direndi, Âdem ise pişmanlıkla döndü.
“Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, şüphesiz ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf, 7/23)
Tevbe, teknik olarak kod bilgisinin, tasavvuf olarak ise kalbin yeniden yazılmasıdır.
“Gerçekten Allah, tevbeleri çokça kabul eden ve merhamet edendir.” (Bakara, 2/222)
“Şüphesiz Allah, kullarının tevbesini kabul eder, sadakaları alır, ve çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Tevbe, 9/104)
“Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de, sonra Allah’tan bağışlanma dilerse; Allah’ı bağışlayıcı ve merhametli olarak bulur.” (Nisa, 4/110)
“De ki: Ey kendilerine zulmetmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayan, çok merhametlidir.” (Zümer, 39/53)
Ve son olarak: Tevbe, kulun Tanrı’ya değil, Tanrı’nın kuluna sunduğu dönüş kapısıdır.
Her dönüş bir doğuşa gebedir. Ve her pişmanlık, yazılımın içinde saklı bir yeniden(reset) başlangıç noktasıdır.
“Sen emaneti taşıyorsun. Düşebilirsin. Ama unutma: Tevbe senin içindeki ilk an’ı hatırlatan sestir. Ve o ses, seni yeniden kıymetli kılar...”
Tevbe, insan istasyonu içinde çalışan adem yazılımının kendini kaldığı yerden resetleyerek tekrar güncellemesidir.
İşte Emanet tam olarak buydu:
Halifelik makamının olgunlaşmasını beklediği ana bilinç parçası...
Buraya kadar okuyan dostlar için;
Hiçliğin Kozmik Mühendisleri: Özet Haritası
1. Çıkış Noktası: Varlıkla Değil, Hiçlikle Başlayan İnsanlık
2. Kodlanan İlahi Yazılım: Âdem
Adem bir yazılımdır; içinde Esmaü’l Hüsna kodları ve Tevbe gibi sistem onarma komutları vardır.
3. Simülasyon Alanı: Dünya
Tanrı, bu yazılımı doğrudan sonsuzluğa değil; test alanı olarak Dünya’ya indirir.
Dünya, bu bilinç yazılımının sınanma ve geliştirilmeye açık olduğu geçici bir stüdyodur.
4. Çift Kutuplu Yapı: Ahseni Takvim ve Esfele Sâfilîn
Yazılım, kullanıcının iradesine bağlı olarak yükselir ya da düşer.
Bu potansiyel fark, Adem’i diğer varlıklardan ayırır.
5. Kritik Kod: Tevbe
Sistem hata yaptığında çökmemesi için ilahi kaynaklı bir “yeniden başlatma protokolü” kodlanmıştır: Tevbe.
Bu, ne İblis’te vardır, ne meleklerde; yalnızca İnsana özgüdür.
6. Yüceler ve Halifelik: Önceki Kuşakların Ardıllığı
Sâd 75 ayetiyle anlaşılıyor ki, halifelik bir “devir teslimdir.”
Belki de bu görev “Yüceler” denen kadim bir bilinç katmanından insana geçmiştir.
7. Kodun Derin Yapısı: Esma Bilinci
“Adem’e bütün isimler öğretildi” (Bakara, 31); bu sıradan bir bilgi değil, tanrısal güçlerin kodlanmasıdır.
Bu kodlar aktif edilmedikçe Adem Yazılımı “tam” olmaz.
8. Sonuç: İnsan = Test Eden Bilinç
İnsan, yalnızca yaşayan bir varlık değil;
Adem yazılımın ilk testçisidir.
Her kararı, kodu ya aktif eder ya da bozar.
Her yöneliş, Esma’lardan birini işler veya iptal eder.
Ve her tövbe, sistemi sıfırdan yeniden kurmak için yeni bir başlat tuşudur.
-ARA SON-
Dediğim gibi; Bu çalışma bir iddianın değil, bir arayışın ürünüdür. Buraya kadar olan düşüncelerin hepsi benim içsel yolculuğumun dışavurumudur. Varlığa dair güncel düşünce derinliğimi anlatmaya çalıştığım bu tefekkür defterinin 2.bölümünde nasip olursa;
· YAPAY ZEKA ve İNSANLIK
ve
· KURAN’DA BİZ kavramlarını işleyeceğim.
Sabrınız ve ilginiz için teşekkür ediyorum,
Sırlar Kahvesinden Ogün.
oey54@hotmail.com
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle