En Sıcak Konular

Kafir'in Aşkı

4 Ocak 2025 13:13 tsi
Kafir'in Aşkı Kafir'in Aşkı

Kafir'in Aşkı

 

(Kafir romanının ilk bölümü üzerine, kişisel tefekkürlerimi içeren ve beni bağlayan şahsi düşüncelerim.)

Kambaba’m Oktan Keleş Bey’in yeni romanından bir bölüm paylaşılır paylaşılmaz dinledim, okudum. O kadar özel ve güzel bilgiler içeriyordu ki tekrar tekrar okudum. Emekleri için ve bu bilgileri bizim ile paylaştığı için Kambaba’ma teşekkürü borç bilirim.

Romanın bu bölümünde yer alan birkaç konunun son günlerde kafamda dönüyor olması ve sonra bu romanda karşıma çıkması beni bir kez daha şaşırtmış ve derinden etkilemişti.

Tefekkürlerimi yazıya dökmek ve bunların bir kısmını siz kıymetli dostlarla paylaşmak istedim.

 

 Kafir romanının başlarında ne diyor:

“Herkes Tanrı olma peşinde, kendine taptırma isteğinde. Baş kaldırdık “kafir” dediler bize.

 Cennet cehennem verdiler bize.

 Tanrı bizi unuttu, ya da biz Tanrı’yı…”

 

Tanrı’lık iddiası gütmek isteyen ve adeta Tanrı’yı oynayanların, kendine taptırmak isteyenlerin kurguladığı sistemde miyiz? Ve bu sistem sahipleri bizi ödül-ceza kurgusu ile kandırıp bizi hakikatten uzak mı tutuyor? Bu şekilde bize Tanrı’yı, hakikati mi unutturuyor? Yoksa anlatılan Tanrı anlatıldığı gibi değil miydi? Yoksa Tanrı ile ilgili akılımıza yatmayan birçok sorunun cevabının çıkış noktası burası mı olmalıydı? Bizi kandıran, bize oyun oynayan sahte bir Tanrı- ya da sahte tanrılar mı vardı?  Romanda Okyay’ın karşılaştığı hastahanedeki yaşlı amca : “Madem alacaktın neden verdin sevgiliyi? Verdiğini almak senin şanından mıdır?” diye aklına yatmayan sorunlardan birini dillendirip, sorguluyordu.

Tüm bu sorular kafamda dolanırken aklıma âşıklardan Kaygusuz Abdal’ın bir şiiri geldi. Acaba Kaygusuz o şiirinin bir kısmında o kendine taptırmak isteyen sahte tanrıyı, korku tanrısını mı sorguluyordu?

Kafir romanında “cennet- cehennem verdiler bize, ateşle korkuttular.” diyordu. Bakın Kaygusuz ne diyordu Koca Tanrı şiirinde:

“Kıldan bir köprü yapmışsın
  Gelsin kullar geçsin deyu
  Hele biz şöyle duralım
  Yiğitsen sen geç a Tanrı

 Yaratmışsın bağ-u cennet
 Kulların etsinler sohbet
 Cehennemi ne yarattın
 Be akılı koca Tanrı”

Ve yine bir kıtada daha o sahte Tanrı’ya mı sesleniyordu?

“Seni her yerde görürüm
  İçin dışını bilirim
  Sırrın halka faş edersem
  Halin olur nice Tanrı”

Bu şiirin değişik yorumları da var, biliyorum. Ancak Abdal Musa’dan nefeslenen Kaygusuz’un bu şiiri bir de bu gözle okununca çok daha net bir şekil alıyordu.

Gerçek Tanrı, HU, O… adına ne derseniz deyin tüm bunlardan münezzeh miydi? Öyle olması daha mantıklı değil miydi? Öyleyse anlatılanlar…

Romanın ilerleyen kısımlarında Latif Baba’nın Okyay’a kullandığı bir cümle de beni derinden etkileyip uzaklara bakmama sebebiyet vermişti: “Sen doğuştan aşıksın evlat.” Bu cümlenin ulular katındaki anlamı ve derinliği elbette çok daha derin ve güzeldir; benim bilincim bu derinliği tam manası ile kavrayacak düzeyde değil. Fakat bu cümlenin beni etkileme sebebi şuydu:

Ben bu cümleyi sık sık kullanırım. Aşk sözcükleri içeren bir şiir yazdığımda etrafımdaki insanlar espri amacı ile “Aşık mısın?” diye sorduklarında: “Ben doğuştan âşığım.” derdim hep. Her ne kadar benimkisi o ulu insanların ulu sözlerinin yanında kendi kendime söylendiğim boş bir lakırtı da olsa, Latif Baba’nın Okyay’a söylediği bu cümle yüzümde bir tebessümün oluşmasına sebebiyet vermişti…

 

Romanın ilerleyen kısımlarında Okyay’ın gece Beyazıt’tan Eminönü’ne yürürken karşılaştığı bir amca:

“Korku Tanrısı! Sistemi delecek güçtesiniz.”

“Hatırlamamak bir ceza.”

“Sistemi delecek güçtesiniz hatırla.”

“Kendi soylarını size baktırıyorlar.”

Cümlelerini sarf ederek çok önemli ve çarpıcı noktaları yüzümüze vuruyordu.

 

Korku Tanrısı! Sistemi oluşturan bu sahte Tanrı’nın adı bu muydu? Öyle ya birçoğumuz korkmuyor muyduk Tanrı’dan? Bu korkunun sebebi anlatılan ceza sistemi değil miydi?  “Ateşle korkuttular.” Cümlesi geçiyor kafir romanının başında. Kaynar kazanlar, odun yığılı ateşler, bitmeyen son bulmayan süresiz işkenceler anlatılmıyor mudu bize? Ben küçüklüğümden beri dini, mistik, tasavvufi konulara meraklı biri olarak kendi kendime devamlı okur, araştırırdım bu konuları. Tanrı’nın yapacağı iddia edilen, anlatılan işkence sahneleri korku filmlerini aratmıyordu. Öyle ya korkutursan itaat ettirirsin, ama neye? Hakikate mi yoksa sisteme mi? İşte mesele burada başlıyordu, belki birçok insan neye, nasıl bir şeye itaat ettiğini sorgulayamıyordu bile. Çünkü sorgulamaktan da korkuyordu yanarım diye. Peki amcanın dediği gibi sistemi delecek güçteysek bunun yolu ya da ilk adımı bu korku tanrısının korku imparatorluğundan korkmamak mıydı? “KORKMA!” diye başlayan istiklal marşımızın dediği gibi…

 Ben O’nu güzel anlatandan dinleyerek O’ndan korkmamayı öğrendim. Hak’tan korkmadım; haksızlık yapmaktan, gönül kırmaktan, kötü konuşmaktan korktum. “Ateşle korkuttular.” bense şöyle seslenmiştim bir şiirimde:

“Zahidler cehennemden korkup ibadet eyler
 Ateşi aşk oduna atıp yakasım gelir.”

               Âşık Avşarî

 

 

 

Yine romanda dediği gibi “Cennet cehennem verdiler bize.” Çok önceleri O’ndan korkmaktan O’nu sevmeye fırsat bile bulamıyordum. Ancak o yüce gönüllü Kam’dan O’ndan korkmamayı, O’nu sevmeyi  öğrendikten sonra şöyle demiştim bu Dünyayı oyun parkına benzettiğim bir şiirimde:

 

“Kirlenince oyunda elin-yüzün yıkarsın

Bence sen cehennemde yakmazsın da yıkarsın”

        Âşık Avşarî

 

 

Kafir romanındaki cennet-cehennem, ateşle korkutma ve sistemi delmek meseleleri kafamda birleşince aklıma henüz tamamlamadığım şiirimden bir dörtlüğü getirmişti:

“Oyunun sonunu görsem

 Bu düzene bir son versem

 Cenneti cebimde dürsem

 Cehennemi kış eylesem.”

                        Âşık Avşarî

 

Okyay’ın karşılaştığı amca “O çocuk onun mu? Kendi soylarını size baktırıyorlar.” demişti. Ve daha sonrasında Okyay ve Cenk’in karşılaştıkları varlık: “Nuh’un oğlu diye bildiği başkasının soyuydu. Sırrı gemide öğrendi. Hahahaha ezik insanlar size hep hikaye anlattılar, sözde tanrı hikayeleri.” diyordu.

Bu soy karışması meselesi akıllara Araf-172. Ayeti getiriyordu. “Hem Rabbın: Beni Ademden, bellerinden zürriyyetlerini alıb da onları nefislerine karşı şahid tutarak "Rabbınız değil miyim?" diye işhad ettiği vakıt, "evet" dediler: "şahidiz", Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz.” (Elmalılı Hamdi Yazır Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali). Daha önceden Kambaba’mın da dikkat çektiği “Ya zürriyetinden söz almadıkları?” meselesi bu kapsamda düşünülebilir miydi?

Yine İsra Suresi-3. Ayette: “Ey Nuh ile beraber yüklediğimiz kimselerin zürriyyeti!, o doğrusu çok şükredici bir kul idi.” Ayeti düşünüldüğünde Nuh’un oğlu diye bildiği ancak başkasının soyu olan çocuğu tufanda kurtarılmayan çocuğu muydu? (Elmalılı Hamdi Yazır Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali)

Yine Saffat Suresindeki 75-76-77-78. Ayetler bu kapsamda düşünüldüğünde Nuh’un soyunun kurtarıldığından bahsederken aslında Nuh’un o karışmış soydan, kendisinin olmayan soydan  kurtarıldığını anlatıyordu. Mealaen: “And olsun Nuh bize yalvarmıştı. Ne güzel karşılık vermiştik. Onu ve ehlini büyük sıkıntıdan kurtardık. Ve onun zürriyetini(soyunu) kalıcı kıldık.”

Bununla ilgili daha birçok ayet var ve hepsi bu bağlamda tefekkür edilince değişik kapılar açıyor.

 

 

Yine romanda: “… son dönemde insanların kendisinin zannettikleri bebekler aslında  başka varlıkların insan suretine büründürmüş oldukları yavruları ve insanların DNA’sıyla ve onların katkısıyla büyütüyorlar.” cümlesi düşünüldüğünde bu durum insan olmayanların aramızda olduğunu gösteriyordu.

Eminim ki çalışmanın sonlarındaki Tanrı Deliği denilen yerde geçen konuşmalar ise birçoğumuza “Yeryüzünde bir halife yaratacağım.” ayetini ve devamındaki ayetlerde anlatılan olayları hatırlatmıştır.

Burada bahsedilen yaratılan yeni sözde tanrı, korku tanrısı mıydı?

 

Kafir romanında 1.Bölüm’ün sonunda Latif Baba Okyay’a diyor ki: “Zamanı geldi. Git Tanrılarını boya.”

YOK’un Bilge Kam’ına ve sırlı boyasına selam olsun. Âşık Veysel Baba’nın bir şiirinde dediği gibi:

 “Veysel yoktan geldim yok olup geçtim

 Ben deyenler yalan gerçeği seçtim

 Bir buhar halinde göklere uçtum

 Kayıp oldum sırlı renge boyandım

 

Emekleri için ve bu bilgileri bizimle paylaştığı için Ulu Bilge’m, Usta Kam Kambaba’ma en derin saygılarımla teşekkür ediyorum. Yazımı sonlandırırken yine bir şiirim aklıma geliyor, tapındığım eski putları (korku putu, ödül putu vs.) ve o sahte dinden çıkışımı anlattığım bir şiirimin son beyiti…

“Kafir”ce görmüşlerdi bu beyiti. Kafir dediler bize…

 

“Nur yüzünü görünce esridi bu Avşarî

 Yıktı kalpte putları, dininden geçti gitti”

 

Saygılarımla…

 

Âşık Avşarî



Bu haber 1,098 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,182 µs