29 EKİM 1923 TÜRK CUMHURİYETİ
Modern anlamda Cumhuriyet fikri 1789-1799 yıllarında Fransa’da Mutlak Monarşiye ve Katolik Kilisesine karşı öne sürülmüş bir özgürlük mücadelesidir. Bu tarihlere kadar bireyleri, toplumları ve milletleri tek bir kişinin yönettiği gibi ayrıca yozlaşmış din kurumlarının da sömürdüğü hatta baskı altına aldığı gerçeği bilinmektedir. Yurttaşların genel anlamda kanunlar ile sınırları belirlenmiş yasal hakları pek yoktur. Halkın ödev bakımından krala-devlete karşı vergi, askerlik vb. yükümlülükleri yerine getirme zorunlulukları mevcuttur. Vatandaşlar açısından birçok olumsuz sonuçlara sebep olan bu yönetim şeklinde zaman zaman meydana gelen taht kavgaları ve hükümranlık savaşları milleti topyekün etkileyebilmekte kanlı eylemlere hatta devletin yok olup gitmesine sebebiyet vermektedir. İşte görüldüğü üzere birkaç kişinin veya zümrenin siyasi ve menfi istikballeri bütün bir ulusun da sonunu getirebilmektedir.
Türk tarihi açısından konuyu ele alacak olursak Osmanlı İmparatorluğundan başlamamız gerekir. Osmanlı Devleti hilafet yetkisini de elinde tutan ve padişah tarafından yönetilen mutlak monarşi konumunda bir imparatorluktur. Son devrinde devletin içinde baş gösteren yönetim krizlerini çözmek için 1808 Sened-i İttifak ile başlayan reformları sırasıyla; Tanzimat Fermanı (3 Kasım1839), Islahat Fermanı (28 Şubat 1856), I. Meşrutiyet (23 Aralık 1876), II. Meşrutiyet (23 Temmuz 1908) takip etmiştir. Bu reformlar devletin çöküşünü geciktirmiş olsa da engelleyememiştir. 600 yıllık tarihinde şanlı günleri olduğu gibi talihsiz kaderini de yaşayan devlet; taht kavgaları, kurumların yozlaşması, liyakatsiz kişilerin devlet yönetimine atanması, ekonomik ve sosyal dokunun tahrip edilmesi, iç karışıklıklar ve savaşlar sonucunda 19. yüzyıl itibari ile hakimiyetini yitirmiş, topraklarının büyük bölümünü kaybetmiştir. Yaşanan bu olumsuz hadiseler halkı bitap düşürmüştür.
Tüm bu hadiselerin beraberinde emperyalist, sömürü amacı güden İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya ve bu devletlerin uzantıları olan Yunanistan ve Rum-Ermeni çetelerinin Türk vatanının her yerini işgal ediyor olması, sayıları 167’yi bulan işgal donanmasının başkent İstanbul’da demirlemesi, Padişahın siyasi gücünün kalmayışı, Osmanlı Devletinin ve Türk milletinin yok edilmesi anlamına geliyordu. İşte tam bu esnada Filistin-Suriye-Irak cephesini savunan Yıldırım Ordular Grubu'nun Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubunun lağvedilmesi üzerine İstanbul’a hareket etti. 13 Kasım 1918'de, İtilaf Donanması'nın İstanbul önlerine demirlediği sırada Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Boğaz'a demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde, "Geldikleri gibi giderler" sözünü söyledi. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ortaya koymuş olduğu bu irade Türk devletinin ve milletinin artık dönüm noktasıydı. Çünkü ulu önder tüm bu olup bitenlerin sebep ve sonuçlarını çok iyi biliyor çağın ve Türklüğün gereklerine göre hareket etmeyi planlıyordu. Selanik Askeri Rüştiyesinden bu yana yüreğinde taşıdığı vatanı ve milleti kurtarma arzusu, Mustafa Kemal Paşanın padişahın emri ile 19 Mayıs 1919 da 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderilmesi ile hayat buldu. Mustafa Kemal Paşadan istenen Anadolu’daki halkın işgallere karşı direnişini önlemek, emperyalist devletlerin amaçlarına ulaşması noktasında engelleri ortadan kaldırmaktı. Oysa ulu önder siney-i millete dönüp “ Ya İstiklal, ya Ölüm.” Diyecekti.
İşgal altındaki Anadoluda yer yer direniş gösteren bölgesel güçler niteliğinde olan Kuvay-i Milliye yer almaktaydı. Fakat bu güçler işgal devletlerini bertaraf etmeye yeterli değildi. Ayrıca yurt genelinde halkın birlik ve beraberliğinden de pek söz edilememektedir. Mustafa Kemal Paşa İzmir, Aydın ve Manisa’nın işgal edilmesinden dolayı Havza’da 28 Mayıs 1919’da bir genelge yayınlayıp resmi görevinin ilk kez dışına çıkmıştır. Bu genelge ile bütün yurdu protestoya davet eden paşa, milli bilincin gelişmesini hedefleyip daha sonra Amasya Genelgesini yayınlayarak “ Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.“ diyecektir. Bir ihtilal beyannamesi niteliği taşıyan bu genelgeye Kazım Karabekir ve Cemal Bey gibi önemli isimler onay vermiş böylece kurtuluş savaşı resmen başlamıştır. Takvimler 23 Temmuz 1919’u gösterdiğinde Erzurum Kongresi toplanmış “ Vatanın bir bütün olup parçalanamayacağı, hiçbir mandanın kabul edilmeyeceği, geçici hükümetin kurulup ve bu hükümetin saltanatın ve hilafet makamının kurtarıcısı olduğu.” Deklare edilmiştir. Milli sınırların belirlendiği, yeni bir devletin ve egemenliğin konu edildiği bu kongre kurtuluş savaşına bütün ulusu dahil etmiştir. Sivas Kongresinde ise “ mebusan meclisinin bir an önce toplanması gerektiği fikrine varılmaş ve Kuvay-i Milliye tek çatı altında toplanmıştır.” Son Osmanlı Mebusan Meclisinin toplanıp Misak-ı Milli kararlarının alınmasını sağlayan Mustafa Kemal Paşa böylece milli ve bölünmez bir Türk vatanının sınırlarını çizmiştir. Misak-ı Milli kararlarının alınması sebebi ile İstanbul İtilaf devletleri tarafından resmen işgal edilmiştir.
Yaşanan bu elim hadiseden sonra milli egemenliği vatanın geleceğine egemen kılmak ve yurdu düşmandan topyekün arındırmak için 23 Nisan 1920'de Meclis etrafında binlerce kişi büyük bir kalabalık halinde Meclis' in açılışını beklemişlerdir. Gerekli törenlerden sonra Meclis 115 temsilci ile ilk toplantısını yapmıştır. Meclisin ilk açılış konuşmasını ise Meclis Başkalığı'na seçilen en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey gerçekleştirmiştir.
"Saygıdeğer hazır bulunanlar;
Hilafet ve hükümet merkezinin geçici kaydıyla yabancı kuvvetler tarafından işgal edildiği, bağımsızlığın her bakımdan kısıtlandığı bilinmektedir. Bu vaziyette baş eğmek, milletimizin kendisine teklif edilen yabancı esaretini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak kararlılığında olan ezelden beri hür ve bağımsız yaşayan milletimiz bu esaretini kesin ve kararlı bir biçimde reddetmiş ve derhal vekillerini toplamaya başlayarak yüce Meclisini vücuda getirmiştir. Bu yüce Meclisin reisi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlığı dahilinde, geleceğini bizzat düzenleyerek ve bütün dünyaya ilan ederek Millet Meclisini açıyorum." Diyerek milli mücadelenin amaç ve iradesini yinelemiştir. Hemen ertesi günü meclis başkanı seçilen Mustafa Kemal Paşa artık yürütme ve yasama başkanı olarak Kurtuluş Savaşını yönetme safhasına geçmiştir. Düzenli ordunun kuruluşu, Hıyanet-i Vataniye Kanunu, istiklal mahkemeleri ve Tekalifi Milliye emirleri gibi önemli kararları alarak 14 Temmuz 1683 II. Viyana kuşatmasından buyana geri çekilen Yüce Türk Ordusunu taarruz konumuna getirmiştir. 8 Kasım 1920 de kurulan düzenli ordu İsmet Paşa komutasında sırasıyla I. İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921), II. İnönü Savaşı (23 Mart-1 Nisan 1921)’nı vermiş batı cephesinde Yunan düşman kuvvetlerini yenilgiye uğratmıştır. 10-24 Temmuz 1921 tarihlerinde Yunanlıların topyekün bir saldırı ile İsmet Paşa komutasındaki Türk ordusunun yenilgiye uğratılması üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya TBMM tarafından Başkomutanlık yetkisi verilmiştir ve Gazi Paşa ordunun başına geçmiştir. 23 Ağustos 1921 tarihinde Sakarya Duatepe’de Türk ordusuna “ Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. “ emrini veren Mustafa Kemal Paşa Türk’ün taarruzunu başlatmıştır. Eskişehir-Afyon hattının doğusuna kadar püskürtülen Yunan kuvvetleri 26 Ağustos 1922’de Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Kocatepe’de taarruz emri vermesi ile Türk ordusunun yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı olduğunu hatırlatırcasına düşman kuvvetlerini önüne katarak İzmir e kadar süpürmüştür. Gazi paşanın 1 Eylül 1922’de “ Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri. “ emri ile 18 Eylüle kadar aziz vatan Yunan işgalinden tamamen temizlenmiştir. Savaşın sona ermesi ile Lozan Barış Konferansı düzenlenmiş, tüm devletler yeni Türk devletini tanımıştır. İstanbul’u işgal eden İtilaf devletleri donanması 6 Ekim 1923’te burayı terk etmiştir.
1 Kasım 1922'de kabul edilen bir kanunla, halifelik ve saltanat birbirinden ayrılıp, saltanat kaldırılmıştır. Böylece, Osmanlı Devleti hukukî olarak sona ermiş ve Türk inkılâplarının en önemlilerinden biri gerçekleştirilmiştir. Saltanatın kaldırılması ile, İstanbul'daki Osmanlı Hükümeti istifa etmiştir. Son padişah Vahdettin, 17 Kasım 1922'de İngilizlere sığınıp İstanbul'u terk etmiştir. Bunun üzerine Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, Büyük Millet Meclisi'nin kararı ile halife seçilmiştir.
Ulu önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK kendisine padişahlık ve halifelik makamının teklifini şiddetle reddetmiş, yeni kurulan Türk devletinin devlet başkanlığı sorununu çözmek, milli egemenliği hakim kılmak ve Türk milletinin karakterine en uygun çağdaş yönetim iradesini ortaya koymak üzere “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Diyerek 19 Ekim 1923’te I.TBMM’de Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Sayıları yüzbinler ile ifade edilen şehitlerimizin mübarek kanları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilelebet payidar kılınmıştır.
Atatürk’ün sözleri ile: “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” İşte Gazi Paşa bu büyük medeni vasfın bir güneş gibi doğabilmesi için fikri hür vicdanı hür egemenlik hakkının kayıtsız şartsız kendinde bulunduğu bir millet hayali ile yeni devletin yönetim şeklinin Cumhuriyet olmasına milletiyle beraber karar vermiştir. Çünkü “ Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.” Atatürk’ün de belirttiği üzere “Dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan milletler arasında demokrat doğan yegâne millet Türklerdir.” Türk çocuğunun bilmesi gereken şudur ki; “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek sizlersiniz.”
“ İhtiyaç duyduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur. “
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE.
MUHAMMED TAŞDEMİR
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle