En Sıcak Konular

Sırlar Kahvesi - Okerya

22 Temmuz 2024 14:11 tsi
Sırlar Kahvesi - Okerya Ogün Emir Yayla yazdı...

Sırlar Kahvesi - Okerya

 

 

Kalperen Ocağı, nam-ı diğer Sırlar Kahvesi…

Zamanın başka aktığı, mekânın başkalaştığı bir kahve idi biz müdavimlerince. Hemen hemen her meslekten insanın geçerken uğradığı, uğrayıp konakladığı; her türlü tefekkürün yapıldığı sohbetlere, sorulmayanların sorulduğu masalara ve her soruya cevap arayan gönüllere bir yuva, bir ocak, bir mekân olmuştu Sırlar Kahvesi.

 

Gerçi, ADGUK’ta bir bölümde şöyle diyordu: ‘’eğer her sorunun cevabı olsaydı Tanrının kıymeti olmazdı.’’

Açıkçası ben de bu tespite yakın düşünürüm; bazı sorular bu Dünya’da kayda geçse de, cevapları bu Dünya’da olmayabilir. Peki ama nerede olabilirdi?

 

              Sırlar Kahvesinde bu soru soruldu. Sayın Oktan Keleş beyefendi ile aramızda şöyle bir diyalog geçmişti birkaç yıl önce:

 

-Kambabam, bir ayet grubu var aklıma çok takılıyor. Açıkçası hikmetini öğrenmek isterim bu meselenin.

 

-Nedir? Dinliyorum.

 

-Kaf Suresi’nde geçen bir bölüm. Müsaadenizle okuyayım, sonra da tespit ve sorularımı sorayım:

Herkes yanında bir sevk edici ve bir tanıkla birlikte gelir.(21)

 

Ant olsun ki sen bugünün geleceğinden gaflet içindeydin. İşte senden perdeyi kaldırdık. Artık bugün gerçeği bütün açıklığıyla görüyorsun.(22)

 

Onun yakını, "İşte bu yanımda olan şey hazırdır." der.(23)

 

"İnatçı, Kâfirlerin tamamını Cehennem'e atın."(24)

Hayra engel olan, haddi aşan, güvensizlik içinde olan.(25)

O, Allah ile birlikte başka ilah edindi. Öyleyse, onu şiddetli azaba atın.(26)

Onun yakını: "Rabb'imiz! Onu ben azdırmadım, fakat o derin bir sapkınlık içindeydi." der.(27)

"Huzurumda çekişmeyin! Size daha önce uyarımı yapmıştım." der. (28)

"Katımda söz değiştirilmez. Ben kullara asla haksızlık eden değilim."(29)

-açıkçası bu ayet grubunda beni düşündüren ve şaşırtan bazı noktalar var. Öyle bir mekâna gidiliyor ki, 21.ayete bakalım: sevk edici(1) bir tanık(2) ve kişi (3) olmak üzere 3 kişi bir mekâna geliyor. İlk başta, düz okuyunca kişinin sorgusu başlamış gibi ama diğer ayetlerden anlıyorum ki, kişi sorguya çekilmeden önce kişinin yanındakiler sorguya çekiliyor. 23.ayet buna delil olabilir. İşte bu yanımdaki hazır. Yani bu yanımdaki hazır diyen kişi de bir baskı altında. Kişiyi sürece/sorguya hazırlamış.

Devamında, kişinin yakınlarından biri 27. ayetteki meseleyi izah etmeye çalışır. Rabbimiz onu ben azdırmadım, o derin bir sapkınlık içindeydi. Bunu söyleyen kişi sanki kendisini savunmaya çalışıyor. Onun yaptıklarından beni sorumlu tutmayın, o zaten sapkınlık içindeydi, benim elimden ancak bu kadarı geliyor, der gibi.

Bir başka husus bu ayetle ilgili olarak. Rabb kelimesi burada teolojik anlamda Allah’ı mı işaret ediyor yoksa bir başka kudreti mi? Niçin böyle diyorum? Çünkü Kuran-ı Kerim’in birçok yerinde Rabb sıfatı Allah’ı işaret etse de, şu ayette bunun bütün rabb geçen ayetleri kapsamayacağını anlıyorum: ayet şu; O ikisinden, kurtulacağını umduğu kimseye dedi ki: "Rabbinin yanında beni an." Ne var ki şeytan, ona rabbine Yusuf'tan söz etmeyi unutturdu. O da nice yıllar zindanda kaldı. (Yusuf,42)

 Yusuf Peygamberin burada rabb dediği Allah değildi. İlgilenen dostlar sureyi okuyabilir ama asıl bam teli şurada kopuyor; 28.ayette: "Huzurumda çekişmeyin! Size daha önce uyarımı yapmıştım." der.

    Bir süre sessizlik oldu, Kambaba neyi ima ettiğimi anlar gibi gülüp, devam et dedi.

-‘’yani Kambabam, haşa, eğer bu ayette Rabb diye geçen Allah ise ve bu huzurumda tartışmayın dediği yerde, bu kişiler Allah’ın karşısında ise, nasıl olur da Allah’ın huzurunda tartışma cesareti buluyorlar ki daha önce de uyarılmışlar. Bence burası Allah’ın huzuru değil zira kim Onun huzurunda tartışabilir ki? Mesela buraya şunu da eklemeliyim: O, Allah ile birlikte başka ilah edindi. Öyleyse, onu şiddetli azaba atın. Bu 26. Ayet, eğer burada Rabb diye kast edilen Allah olsaydı, ayette ‘’ O, ALLAH İLE BİRLİKTE BAŞKA BİR İLAH EDİNDİ’’ yerine ‘’O, Benimle birlikte başka bir ilah edindi’’ derdi. Burası başka bir mekân, rabb diye geçen de Allah değil. Daha önce konuştuğumuz konulardan biriydi, rabb kelimesi efendi, lider, kudret sahibi, öğreten anlamlarına da gelebiliyor. Burada başka bir şey var.’’ dedikten sonra içimden herhalde bu sorunun cevabı burada değil demiştim.

Fakat Kambabam başka bir şey dedi: ‘’merak etme oğlum, sabırlı ol. Yazıyorum bunları. Öğreneceksin.’’

Evet, öğrenmiştim dostlar. Orası başka bir mekândı ve orada Rabb diye seslenilen başka bir kudret yahut büyük bir bilge vardı.

Orası Okerya idi.

Yeni çağın bilgesi Oktan Keleş ‘’OKER TEORİSİ’’ ile birlikte yepyeni bir mekânı zihinlerimize yerleştirmişti.

Oker ne diyordu Okerya Yurdu için: bu Dünya’ya yansıyacak olanların hazırlandığı adeta bir eğitim yuvasıydı ama yine de içlerinden bazıları aldıkları eğitimin dışında hareket etti, kendi benliklerini yansıttılar. Kendilerini, kim olduklarını, nereden ve niçin yansıdıklarını unuttular.

Eğer bir yerlerde bir eğitim veriliyorsa; oralarda öğrenci, öğretmen ve bu ikisinin arasındaki akışı düzenleyecek bir başöğretmen olmalıydı. Öğrenci, eğitmenlerinden aldığı derslerin neticesi olan sınavlarındaki başarısına göre değerlendirilir. Öğrencinin kendi azmi ve yeteneği kadar, eğitmenlerinin de bu azmi ve yeteneğin doğru yönlendirilmesi konusunda bir takım sorumlulukları vardır. Başöğretmen ise öğrenci ile değil, öğretmenlerin azmi ve yeteneği ile alakadardır.

Öğrenci, öğretmenine karşı sorumlu iken; öğretmen ise başöğretmene karşı sorumludur. Şimdi Kaf suresindeki ayet grubunu tekrar okuyun dostlar. Taşlar yerine oturacaktır, eminim.

Okerya’da aldıkları eğitim sonucunda Dünya’ya yansıyanlar, aldıkları eğitim programının dışına çıktılar. Belki de dünya hayatı onlara da süslü gösterildi. ‘’şeytan size süslü gösterir’’ ayetini hatırlayın. Bu kişiler yansıma süreleri bitince eğitim yurduna geri dönüyor ve adeta bir disiplin soruşturmasına tabii tutuluyor. Hatırlayın: bir sevk edici, bir tanık olmak üzere denilen ayeti. Kişi, Okerya’da sorguya çekiliyor ve aslında –bana göre- sevk edici ve tanık denilen kişiler Okerya’daki öğretmenler. Öğrencileri ile birlikte Başöğretmenin yanına gidiyorlar. Öğrencimiz hazır. Yanımdaki hazır ayeti ile ilişkilendirin. Ama öğrencinin hali pek parlak değil. Cehenneme atın deniliyor yani bir nevi okuldan uzaklaştırma alıyor. Peki gerekçe ne? ‘’ Allah ile birlikte başka ilah edinmesi.’’ Öğrencinin bu kötü hali, öğrencinin seyrinden sorumlu olan öğretmenleri de tedirgin edince, savunma başlıyor. ‘’ya zaten bu Okerya’ya geldiğinde de pek parlak değildi, zaten tembeldi, benim suçum yok.’’ Ayet ne idi peki:  ‘’Onun yakını: "Rabb'imiz! Onu ben azdırmadım, fakat o derin bir sapkınlık içindeydi." der.(27)

Şimdi, ‘’huzurumda çekişmeyim, sizi daha önce de uyarmıştım’’ ayetini hatırlayın. Rabb dedikleri aslında Okerya’daki baş bilge/başöğretmendi. Daha önce de uyarmıştım. Bunun devamlı bir süreç olduğunun delili. Sürekli gelen giden öğrenciler var. Zaten Oker de videoda ‘’üzülmeyin, tekrar gelir, yeniden eğitim alırsınız’’ diyor.

Oker Teorisi ile Kaf suresindeki meseleyi bir manası ile anlamıştım, en azından mutmain olmuştum. Orası Okerya idi ve o kişi de Okerya Bilgesi idi.

Ama tüm bunlar olurken benim de hayatımın içinde bazı işaretler belirmişti ve bu işaretler üzerinden yaptığım okumalar ise kader/yazgı gibi kavramları derinlemesine tefekkür etmeme sebep olmuştu.

 

Konu bağlamında, yine yıllar önce Sırlar Kahvesinde bir soru sormuştum Kambaba’ya, daha doğrusu bir düşüncemi izah etmiştim:

-Kambabam, ben açıkçası klasik manadaki kadere inanmıyorum. Hatta daha iddialı olacak ama herkesin bir kaderi olduğunu düşünmüyorum. Şöyle ki, ‘’kişinin kuşunu kendi boynuna bağladık’’ ayeti bazı meallerde ‘’kişinin kaderini kendi çabasına bağlı kıldık’’ gibi çevrilir. Ben oradan şunu anlıyorum; sanki öyle bir çaba, öyle bir azim ve istek göster ki sana bir kader/yazgı tayin edelim, deniliyor. Sanki herkesin bir kaderi yokmuş gibi. Hatta bazı varoluşlar/hayatlar, sırf başkalarının kaderini gerçekleştirmek için var. Belki de biz Kalperenler, sizden öğrendiklerimizle aslında sizin yazgınızı meşrulaştırıyoruz, biz sizin kaderinizi yaşıyoruz.

Ama öğrenmek yetmiyor müstakil bir kader için, öğrenip-öğretmek ve uygulamak yani özen ve çaba gösterdiğimizde bizlere bir yazgı tayin ediliyor diye düşünüyorum dediğimde;

-kısmen haklısın ama burada gösterdiğin çaba ve gayret sana bundan sonraki yaşamında kader olarak tayin ediliyor. Tıpkı buradaki kaderinin buradan önceki yaşamında gösterdiğin gayret ile şekillenmesi gibi… diye bir cevap vermişti. Sohbetimiz bu noktada bitmişti.  Bundan önceki, şimdiki ve sonraki kaderler konusu beni çok düşündürmüştü. Nihayet yine Oker Teorisi kavramları derinlemesine anlamama yardımcı olmuştu.

Okerya’da bir eğitim veriliyordu elbette, ama herkes aynı eğitimi mi alıyordu? Yoksa herkes kendi mizacına göre mi eğitiliyordu? Asker, doktor, işçi, çiftçi, sanatçı vesaire…

Peki ama Kaderin bunlar ile ne alakası vardı? Veyahut var mıydı?

Hem Kuran-ı Kerim’in satır aralarında hem de hayatın olağan akışı sırasında bir şey fark etmiştim: Kader, bir tane değildi. En aşağı 3 kader vardı.

 

v Kader-i Mutlak

 

v Kader-i Muğlak

 

v Kader-i Mahlûk


 

Kader-i Mahlûk: Kişinin geldiği evren ile şekillenen yaşam arzusu. Çevresel faktörlerin kişinin üzerinde oluşturduğu gelecek temennisi idi. Bu kişinin kendi elleri ile inşa etmek istediği yazgı, kendi elleri ile yazdığı bir kitaptı. Okerya’dan buraya yansıyıp asli görevini unutanlar kendi kaderlerini yazmak istediler ama bu gayret/çaba vazifeye yönelik değildi, istek ve arzulara yönelikti. Bu yüzden belki de şunu çok sık duyuyoruz: elimi neye atsam kuruyor. Oker bu tip karakterler için YOKLA KENDİNİ diyor.

 

Size isabet eden musibet kendi ellerinizle yaptığınız şeyler yüzündendir. O, çoğuna da engel oluyor. (Şura, 30)

 

 

Kader-i Muğlak : Okerya’dan buraya asli görevi ile yansıyanlar ve görevlerinin bilincinde olan ruhlar; bunlar ne din tebliğ etmek, ne de kişileri irşat etmekle vazifeli değiller. Fakat bunlar hatırlatmak ile yükümlü kişiler. Bize rağmen bizim için yeniden kurgu inşa etme kudretine sahipler. Belki de Kuran-ı Kerim’de yer yer ‘’biz’’ diye bahsi geçen malikler zümresidir. Anlayanlar oldu ne demek istediğimi. Hayatın olağan akışı bazen rutinin dışına çıkar ve olaylar bizim hiçbir tasarrufumuz olmadan gelişir ama merkezinde bizler yer alırız. Bize rağmen bir takım gelişmeler gerçekleşir ve biz bu duruma şu adı veririz: HIZIR GİBİ YETİŞTİ. Biz kendimizi unutsak da birileri bizi bir yerde görmek istediğinde evreni kendi kurguları ile şekillendirmeye çalışıyor fakat bu kurgu her zaman mutlak bir sonuca ulaşamayabilir. Yıllar önce yayınlanan Tengri’nin Türk’ü kitabından bir bölümü hatırlatmak isterim: ‘’Tanrısal güce sahip olmak, Tanrı yapmaz.’’

 

Kader-i Mutlak: kişinin de, tanrısal güce sahip maliklerin de ötesinde yani Okerya’nın da üstünde bir iradenin değişmez hükmüdür. Ama bu hüküm bir noktada yine kişinin kendisi ile doğrudan bağlantılıdır. O bağlantının tasavvuf adı ise GÖNÜL’dür. Kuran-ı Kerim’de çok sık duyduğumuz bir ayet vardır: ’’kalplerde olanı yalnızca Allah bilir.’’ Hiç düşündünüz mü? Kişi, kendisine rağmen kurgulanan varlık alemine olan itirazını kalpten yapınca, Allah ona cevap veriyor. İşte o cevap bazen helak oluyor, bazen yeniden halk/oluşturma/yaratma oluyor.

 

‘’mazlumun ahı

   İndirir şahı’’ bunlar öylesine söylenen sözler değildi. Kader-i Mutlak, kişinin çabasının ve kudretinin tükendiği yerde gönülden seslenişine verilen bir cevaptır aslında.

‘’Sen ve sana uyanlarla birlikte oradan çık.’’ Yıkım/helak ayetleri böyle başlar genelde. Çünkü zulme verilecek cevap beşeri kudret anlamında fiilen tükenmişse, orada devreye giren kudret Kader-i Mutlak’tır. Bu bilmeceleri Okerya’dan bulduğum ipuçları ile çözmeye çalışıyorum, bunların hepsi bir tefekkürdür, bir iddia değildir asla.

 

    Yine Okerya’dan bir başka meseleyi açmak istiyorum: DEPRESYON

 

 

Oker şöyle diyordu: ‘’Bazıları unuttu ne için yansıdıklarını. Yansımaları kayboldu. Yansımalardan yansıyanlar oldu ama kendini yansıtanlar adeta egolarını yansıtmıştı bu Dünya’ya.’’ Nefslerini ilah edinenler ayetlerini düşünün.
Okerya bir eğitim yuvasıydı, hatırlayın. Ama öncesinde konunun anlaşılır olması açısından biraz geriye dönelim, Sırlar Kahvesi’ne.

O gün yine Sırlar Kahvesi’nin müdavimleri olarak bir araya gelmiş, sohbet ediyorduk. Herkesin bildiği bir büyüğümüz, kendisi polis olmakla birlikte sağlıklı yaşam konusunda da çok ilgili ve bilgili birisiydi. Bir meseleyi anlatırken anatomiden ve modern tıptan çok teferruatlı bilgiler verince aklımda ve gönlümde bir şeyler canlanmaya başladı. Kendisi polisti ama modern ve alternatif tıbba da çok alakalıydı. Onu bu ilgiye sürükleyen neydi? Modern bilimler hobilerimiz için şöyle der: ‘’önceki atalarımızın meslekleriydi.’’ öyle miydi yoksa şu şekil de olabilir mi? :
‘’Söz verilen güne ant olsun’’(Büruc, 2).

Acaba neler hakkında söz verdik? Okerya’da eğitim almış bir varlık, mesela tıp eğitimi alsın ama gelip burada onu unutsun, yerine güvenlik memuru olsun; acaba bizi bunaltan, depresyona sokan konulardan biri bu olabilir mi? Söz verdiğimiz/eğitimini aldığımız konu ile alakasız işlere girmemiz, doktor eğitimi alıp, çiftçi olmamız; spor eğitimi alıp tornacı olmamız; yani olmamız gereken ile olduğumuz gerçeklik arasındaki uyumsuzluğun adı mıydı depresyon? Hobi dediğimiz şeyler Okerya’dan gelen seslenişler miydi, bilinçaltı değil de, bilinç üstü bir dokunuş muydu hobilerimiz? Düşünmek gerekir. Bizi çağıran bu ses kime ait? Okerya’dan, ötelerden seslenen kim? Bize seslenen yine biz miydik?

 

‘’Beni bende demen, ben de değilim

 Bir ben vardır bende, benden içeri.’’

Oker Teorisi, açılmaz sanılan birçok kapının anahtarını sunuyordu ilgilenenlere.

Mesela, yine bunlardan birisi –SİMÜLASYON EVREN TEORİSİ- tefekkürümdü. Bugün, birbirinden bağımsız birçok otorite, evrenin simülasyon olduğu konusunda hemfikir. Teoloji ve daha özelinde Kuran-ı Kerim birçok yerde Dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğundan bahseder. Çeşitli uyarılar yapar; Dünya hayatının süsleri sizi aldatmasın- bilirseniz asıl yurt ahiret yurdudur gibi… Dünyamızın ama sanal, ama yalan, ama geçici oluşu üzerine birçok tanımlar yapılabiliyor. Peki ama neden? Neden evrenimiz simülasyon olarak tanımlanmaya çalışıyor. İsterseniz yine Sırlar Kahvesi’nden bir örnekle izah etmeye çalışayım.

    Mesleği pilotluk olan genç bir kardeşimiz ile nargile içtiğimiz sırada yorgun olduğunu fark ettim ve sordum; neden yorgunsun?

‘’abi, bugün uçuş simülasyonu vardı. Yani yerdesin ama birebir uçak kokpiti yapılmış ve ekranda çeşitli şekilde olabilecek kazalar/aksaklıklar gösteriliyor. İşte yıldırım düşüyor, kaz sürüsü çarpıyor vesaire. Simülasyonda olduğunu biliyorsun ama yine de o stresi yaşıyorsun’’ dediği anda hemen şunu sordum, uçarken neden eğitimi icra etmiyorsunuz da, yerde simülasyon odasında yapıyorsunuz?

Böyle bir şey sizlere de saçma geliyor değil mi? Niçin uçuş sırasında bu eğitimi vermiyorlar, pilot adayı uçarken daha iyi tecrübe edinmez mi? Kardeşimiz şöyle cevap verdi: ‘’olur mu abi, koca uçak. Bir hata yapsan, hem sen, hem uçuş görevlileri hem de uçak yok olup gidecek.’’

Aslında Evrenin simülasyon oluşunun kanıtı bu cevaptı bence… Yetişmiş insan gücü(olgunlaşan bilinç), zaman( Kurandaki zaman ile alakalı ayetleri düşünün) ve maliyet(anladığımız manada değil tabi).

       Evrenimiz simülasyondu çünkü buraya Büyük Düşman ile karşılaşmak için aldığımız eğitimi tatbikata geliyoruz. Burası bir oyun ve eğlenceden ibaretti. Dünya hayatı geçiciydi. Okerya’da eğitim alanlar, aldıkları eğitimi ve o eğitime olan yeteneklerini göstermek için buraya, tatbikata geliyorlardı. Olgunlaşamayanlar yani parkuru başarı ile geçemeyenler, telafisi olmayan Büyük Savaş için Okerya’da tekrar eğitime alınıyorlar. Dünya, Büyük Düşmana karşı verilecek savaşın tatbikat alanıydı. O yüzden insanlar sürekli sınava tabi tutuluyor. Kimi şöhretle, kimi zenginlikle, kimi yoklukla, kimi aşkla… herkes asli görevi konusunda sınava sokuluyordu. Çünkü gideceğimiz yerde hiçbir şeyin telafisi yok. Başarabilirsek gideceğiz tabi.

Büyük Düşman kimdi peki? Bilmiyorum ama şöyle bir bilgi vereyim; ‘’ininiz birbirinize düşman olarak’’ ayetinden sonra İblis bir daha Kuran’da karşımıza çıkmıyor. Sadece bir yerde ‘’neredeyse iblisin temennisi gerçek olacaktı’’ diyor.

Başka bir soru; ‘’göğü korunur bir tavan kıldık’’ kime karşı? Bizi kimler, kimden saklıyor, kimden koruyor. Cinler kulak hırsızlığı yapıyordu ama bu bilgileri kime satıyordu? Şimdi orada neden kuvvetli bekçiler var? Daha önce neden yoktu?

Okerya, Sıradakilerin Yurdu. Oraya da sızanlar olmuştu. Öyle diyordu Oker.

Büyük Düşman doğru bir tespit miydi? Bir gece yarısı Dadaloğlu aracığıyla Kambaba’ya bunu sormuştum: ‘’Okerya bizi Büyük Düşman’a karşı mı hazırlıyor’’ ve şöyle bir cevap gelmişti:

Evet ama Onu da yeneceğiz…

 

***

 

Sabrınız ve ilginiz için teşekkür ederim,

Sırlar Kahvesinden Ogün.


oey54@hotmail.com


Bu haber 5,216 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,535 µs