Atatürk'ün Parolası AĞ
“Kendi cesedini kendin yuyagör
Kendi namazını kıl da andan gel”
Samiha Ayverdi’nin eserlerinde geçen Bektaşilikteki ‘yuymak ilmi’nin temelleri, yukarıdaki dizelerin sahibi Şah Hatayi’den tutun da Yunus Emre’ye kadar Türk’ün şuurunu temizleyen, yıkayan her ulunun öz bilgisinde yer almıştır.
Yuymak ilminin sahiplerine ölüm yoktur. Bu uluların her birinin hayatı dikkatle incelenirse şehit/şahitlik mertebesinden (andan gelme) göründükleri temiz akıl sahiplerince hemen fark edilir. Bu sebepledir ki, çoğunun cesedine ait mezarı bazen 7 yerde bazen 17 yerde mevzilendirilmiştir.
O uluların en yücelerinden biri Tengri’nin Arslanı Ali’nin de kendisinin kendi cesedini yıkadıktan sonra bir deve üstünde taşıdığı menkıbeler ile dilden dile anlatılmış, destanlaşmıştır. Hatta öyle ki, New York’ta bir müzede Tengri’nin Arslanı Ali’nin kendi tabutunu bir deve üstünde götürdüğünü anlatan bir minyatür özenle saklanmaktadır.
Yuğmak ya da yuymak kelimesi ile ifade edilen ilmin kökenleri o kadar derindir ki, tek ve çok tanrılı dinlerin hepsinde bu ilmin bulanmış izlerine rastlamak mümkündür. Bulanmış izin en bilineni vaftiz geleneğidir… Yuymak/Yuğmak/Yıkamak ilmi hakkında literatürden birçok bilgi derlenebilir. Ancak Adguk Öğretisi ile açıklanan ‘kendin’ kapsamında bu ilmi açıklamak daha doğru olur.
Kendin ayrı, cesedin ayrı… Ancak bu ceset bildiğimiz bu beden hükmündeki ceset değil… Neden? Çünkü ister simülasyon, ister hayal, ister hologram vs. ne derseniz deyin ahsen (temiz) yaratılan varlığın yanında hükmü olmayan bir yansımada bu beden dediğimiz… Ancak bu öylesine bir yansıma ki, ceset kelimesinin içeriğini düşünce/şuur kapsamında etkiliyor. Yani Ahsen-i Takvim yaratılan halimiz de ceset kelimesinin bu anlamda bir cüzünü kapsamaktadır. Daha detaylı anlatacak olursak, yaratıcının alaktan yarattım dediği, havada asılı duran, rahimde saklı olan şey Ahsen-i Takvim halimizdir. Yani yaratıcı Ahsen-i Takvim halimiz ile alaka kurdu ve bu alaka kurulan şeyden insan denen program tasarlanmıştır!
Simülasyon olan şuan ki beden zan-nettiğimiz şey-in bir aslı yoktur. Eğer bu zannın kirinden yıkanarak temizlenebilirsek; o zaman kendin ile kavuşmanın ilk kapısı ruhun nefh edilmesi de Ahsen-i Takvim denilen halimize olacak, oluyor, olmuştur. Yani ruhun nefh edilmesi de bu beden zannettiğimize değil, alaka kurulan, rahim sıfatı ile saklı olan, temiz olan Ahsen-i Takvim halimize bir hediye… Ahsen/Temiz halimiz şuan uykuda, temizlenerek kıyama kalkmayı bekliyor, ‘uyku ölümün yarısıdır’ denilmesinden ötürü bir bakıma ceset hükmünde, ahsen halimiz…
Dememiz o ki, şuan ceset hükmünde olan ahsen/temiz halimizi kirlettiğimiz zannımızı, kendimize / nefh edilen Ruh’a ait bilgi/su ile yıkayıp, temizlemektir ‘Kendi cesedini kendin yuğmak’ cümlesindeki anlam…
Temizlenmek, yıkanmak ile rahim sıfatının sırrı ve özüne ulaşılır…
Rahman Arş’a istiva etmiştir, ya Rahim? İnci’de, Rahim sıfatının sırrı vardır. Rahim sıfatının özüne ise Kutsal Ruh hakimdir. Rahim sıfatı su ile sırlanmıştır. Su’yun üstünde (ya da bir yüzünde demek daha doğru) arş, altında (diğer yüzünde) ard… Burada saklı olan açığa çıkmamış olan Rahim sıfatını sırlayan temizlenme aracı sudur. Arş’takilerinde, Ard’dakilerinde gözü ve kulağı ‘Su’dadır… Bu durumda ‘Arş’ı taşıyacak sekizli’ ayetine muhatap olanlar suyun ehli olamaz mı? Ayrıca İnci gibi parlar ayeti de konu bağlamında düşünülmelidir. Ayette inci denmemekte, inci gibi denmektedir. Adguk’un dili ile söylersek; asıl inci Rahim sıfatını sırlayan yaratıcının düşüncesi olan aziz suyun içinde saklıdır.
Su ile yıkananlardan kastedilen üflenen ruhtur, yani ruha ait tüm bilgiyi kendi özleri kadar bilenlerdir. İşte bu duruma gelen ulular, zanda/simülasyon da aynı el, bel, dil izi ile işlerine devam ederler…
Tarih içerisinde ‘yıkayan’ olan ulu kişileri anarak yazıya devam edelim…
Yuğsu’daki, yuğ kelimesi yuğmaktan yani yıkamaktan gelmektedir. Yusuf yuğmak ilmine vakıf, ‘yıkayan’lardandır. Turan’da Yuğsu, Kuran’da ise Yusuf olarak geçen kişinin derinliğini Yüce Atamızdan öğrenmiştik. Şimdi de Yüce Atamdan öğrendiğimiz ve açıklamamıza izin verdiği bir başka ‘yıkayan’ vasfına sahip ulu Türk büyüğüne ait bilgileri aktaralım.
Asıl ismi ve aldığı ünvanlar üzerinde hala Türkologlarca fikir birliği sağlanamayan ve mezarının yeri hala belirsizliğini koruyan büyük Türk bilgesi Tonyukuk’tan bahsediyorum.
Tonyukuk’un asıl ismi Tuğyuğkuk’tur. Tuğyuğkuk’un manası ise yıkayan demektir. Tuğ-Yuğ-Kuk, yıkayanlar (Yuğ) arasında tuğ sahibi demektir. Yuğsu gibi o da yıkayandır. Kuran’da Yusuf’a peygamber denilmiştir. Ya Tuğyuğkuk?
Tuğyuğkuk’un yazıtında geleceğe ait çok önemli sırlar vardır. Bugün Tuğyuğkuk’un yazıtında ne olduğuna dair farazi fikir yürütülen konulara bakılmadan evvel, yazıtta yer alan Tengri’nin kudret oku sembolünü ifade eden damga dikkatle incelenmelidir. Bu damga yazıtta geçen günümüzdeki yazılış haliyle TÜRK kelimesinin de nedenini açıklar niteliktedir. Ayrıca Bilge Tonyukuk’un yazıtlarında Türük değil, ilk kez günümüzdeki yazılış harfleri ile Türk şeklinde geçen kelimenin gizemini aydınlatacak kayıp yapbozun bir diğer parçası ise Tonyukuk/Tuğyuğkuk’un mezarında bulunmaktadır.
Günümüzde Tika tarafından Tonyukuk’un karşılıklı iki yazıtının bulunduğu (Göbeklitepe’deki gibi karşılıklı iki taş bulunmaktadır) alanda Bilge Tonyukuk’un mezarı da aranmaktadır. Ancak Tonyukuk’un mezarı yanlış yerde aranmaktadır. Tonyukuk’un mezarı Şiveet Ulaan’dadır. Günümüzde İlteriş Kağan’ın mezarı olduğu zannedilen Şivet Ulan’daki kurganda Bilge Tonyukuk yatmaktadır. Ayrıca Bilge Tuğyuğkuk’un mezarında, üzerindeki damgaların daha gün yüzüne çıkmamış Türk boylarına mı ait olduğu yoksa bir yazıyı mı ifade ettiği tam olarak belirlenemeyen büyük bir taş anıt bulunmaktadır. İşte bu taş anıt kayıp yapbozun diğer parçasıdır! Kayıp yapbozun parçaları birleştiğinde Bilge Tuğyuğkuk’un günümüze aktardığı bilgiler ile Türk Milleti’nin bilinci yıkanacak, temizlenecektir.
Yıkayan vasfına sahip ululardan öyleleri vardır ki, artık yıkandıkları suyun içine dalıp, onun içinden ‘Var’ yaratmanın kodu olan inciyi çıkarırlar. Var’ın misali incinin sırları, yerküredeki inci üzerinden düşünülebilir. Günümüzde inci taşını bir yere koyarsanız, ona canlılar yaklaşmaz çevresinde devran ederler. İnci canlı bir taştır. En önemlisi de inci taşı düşünceden etkilenen bir taştır. Onu taşıyan negatif düşüncenin esiri ise, inci taşı yavaş yavaş kararmaya başlar.
İşin bu noktasında Yüce Atam Oktan Keleş’in Kulbak Bilge adlı eseri hatırlanmalıdır. O eserde inci taşı ile sembolize edilen ‘İç Gök (Var Kainatı)’ dikkatle incelenmelidir. İç Gök’ün cevheridir inci… İç Gök’te yer alan zannımızdan/simülasyondan oluşan siyah nokta yani bugünkü evrenimizin kare şeklindeki sınırları negatif düşüncenin, iç gökteki, incideki siyah nokta misali vücut bulmuş yeridir. Dolayısıyla evrenin genişlemesi negatif düşüncesinin artması, evrenin küçülmesi ise pozitif düşüncenin artması demektir. O halde evren sabit bir şekilde ne büyür, ne de küçülür denilebilir mi? Çünkü inci taşı düşünceden etkilenen canlı bir taştır.
Yüce Atam Oktan Keleş’in izni ile daha da derinlere inelim…
İç Gök’ün oluşturulmasının sebebi bir radmdir. İç Gök’ün cevheri olan inciyi çıkaran Oğuz Kağan/Zülkarneyn Atamızdır. Oğuz Kağan’ın setti olarak bilinen ve aslı radm olan kelimenin anlamı inci de saklıdır. Neden? Çünkü inci kendiliğinden canlıları etrafında devran ettirir, temiz olmayanlar ona yaklaşamaz. İnciye sadece varlık kirlerinden soyunanlar dokunabilir.
Zülkarneyn ile ilgili geçen ayetler düşünüldüğünde; bu ayetlerde bir simya sırrı (ki bu simyanın sırrı düşünce kuvveti ile alakalıdır) gizli ise, bu sır inci taşının oluşum sürecini gerçekleştirebilme yani var (iç gök) yaratma sırrı olabilir mi? Ayrıca bizim de içinde bulunduğumuz ‘Var’ın yaratılış sebebinin ne olduğu daha derinlemesine düşünülmesi gerekmez mi? Bu durumda Yecüc ve Mecüc’ün bozgunculuğu bambaşka bir anlam kazanmıyor mu?
Bu soruların cevapları düşünülmelidir. Çünkü cevaplar bilindiği takdirde birçok inanç sistematiğinde yer alan ‘sihirli çember’ adıyla bilinen geleneğin de temelinde incinin olduğu açığa çıkacaktır. Mesela Göbeklitepe mimarisinin dairevi mimarisi, kadim gelenekte ismi geçen özellikle de meşhur Iamblichus’un yazıya döktüğü Teürji ilmi, Hitit korunma büyülerinde doğrudan geçen sihirli çember ve mayaların içinde inci bulunan istiridye kabuğu sembolü ile sıfır sayısını ifade etmeleri vb. gibi derin inanç sistemlerinin hepsindeki inci temelli bağ, ilgili soruların bulunacak cevaplarıyla ilintilidir.
Her varlığın kendi dili onun içsel enerjisinin yaydığı ve bu enerjinin oluşturduğu geometrik dilinde yer alır. İncinin yere konulduğunda ona bazı canlıların yaklaşamamasının ancak çevresinde dönmelerinin sebebi incinin içsel enerjisinin yaydığı dairesel frekanstır. Bu sebeple denilebilir ki, incinin dili dairedir.
Kadim Türk öğretisine göre konuyu açıklayacak olursak; doğu tarafı yüz tarafıdır. Batı ise sırt tarafıdır. Daire sembolünde yön yoktur. Ancak ve ancak dairenin yüzü ve sırtı vardır şeklinde bir fikir yürütülebilir. Yecüc ve mecüc yüz tarafının görülmesini yani yüz tarafına (üflenen ruh/kendin gerçeğine nasıl ulaşılacağı) ait bilgilere edinilmesini engellemektedir. Bu sebepledir ki, sihirli çember denilen öğretinin temeli olan Oğuz Ata’nın çıkardığı inci hem bir sedd hem de temizlenmek için fırsat veren yaratılmışlığa ait kodu barındırmaktadır.
İncinin bilgisini edinenleri anlatan en güzel ayet ‘O saklı bir kitaptadır, ona temiz olanlardan başkası dokunamaz!’ şeklinde Vakıa Suresi’nde yer almaktadır. Temizlenen ve su içinde saklı inciyi bilenleri anlatan bu ayettir… İnciye temiz olanlar dokunabilir. Titreyip, kendine gelmek ancak ve ancak temizlenmek ile olur. Temizlenmek kelimesi, Yüce Kuran’ın önemli ayetlerinde geçmektedir. Bunlar detayı ile tefekkür edilmelidir.
Temizlenmek/Yıkamak/Yuğmak ki Yüceliğe giden yolda, olgunlaşmanın ilk sürecini başlatır. Olgunlaşma süreci, yeni bir dönem yeni bir çağdır. Bu yeni süreç, çağ ise Yüceliğe giden yolun ilmini barındırır. Olgunluk çağına ait bilgi yıkanıp, temizlenenlerin ulaşması gereken ilimdir.
Türk ismine kayıtlı en büyük bilgi işte bu ilme aittir. Bu sebepledir ki, Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügati’t Türk’te, Türk kelimesinin anlamlarından birini olgunluk çağı olarak aktarmıştır. (Yüce Atamın ‘Türk Çağı başladı’ cümlesinin içeriği bir de bu yönüyle ele alınmalı diye düşünüyorum.)
Yuğmanın/Temizlenmenin bitmesi ile olgunlaşma sürecine girilir. Olgunlaşma sürecinde ise yükselme vardır. Yükselme kelimesinden basit manada yukarı çıkmak anlaşılmamalıdır. Bu süreç yükselmek, ışımak, parlamak kelimeleri ile birlikte düşünülerek tanımlanmalıdır. Kuran’da yükselme, parlama, ışıma kelimeleri ayetler eşliğinde incelenirse, ne demek istediğimiz hakkında bir derinlemesine fikir edinilebilir. Nasıl ki yıkanmayı/temizlenmeyi anlatan kelime yuğ ise, yükselme, parlama, ışımayı anlatan kelime de ağdır.
Yuğmaktan sonradır Ağmak…
Türk’ün üst bilincinin derinlerinde ağ kelimesinin önemi büyüktür. Ağ kelimesine anlam veren Türk mitolojisindeki Ağ Anadır. Yakut dili sözlüğünde Ağ/Ak/Ah/Ay kelimesinin aynı kökten olduğu, en eski kullanımının ise Ağ Ana olduğu yazılıdır.
Ak/Ağ Ana ne tanrıdır ne insan, ne melektir ne şeytan… Ağ Ana, Kuran’daki Kutsal Ruh’un Türk mitolojisindeki karşılığıdır. Ağ Ana’nın sahip olduğu bilgi Ağ kelimesi ile tanımlanır. Ağmanın kapsadığı sırra, Kuran’da bile hiçbir şekilde yer verilmemiştir.
Ağ/Ak Ana öylesine bir uludur ki Tanrılık vasfını taşıyan Ülgen’e ‘Yaptım, Oldu de!’ şeklinde varlık alemi yaratmanın, varlık alemine ruh vermenin özüne ait bilgiyi ilham etmiştir. Kuran’da ‘Kün’ yani ‘Ol’ kelimesi ayetlerde yer almıştır. Kuran’da geçmeyen ise yaptım (halk/tasarlamak kelimesi akla gelmemeli, ayrı bir yazı konusudur yapmak) kelimesidir. Bu kelime Kün kelimesinden daha eski bir yaratımın ve sonrasında da daha yeni olabilecek bir yaratımının özüne ait bilgiyi içermektedir. Üzerine Allah değil, Tengri ismi yazılanlardır ‘Yaptım’ kelimesine muhatap olanlar…
Nitekim Ağ kelimesiyle, yuğduktan sonra ‘bir ben var benden içeri’deki benine, ahsenine vakıf olan insanın yükselerek, kendine olan yolcuğu tarif edilmektedir. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz üflenen ruhun aşamalarına ait olan tüm bilginin vahyedilmesinin ardından bir sonraki aşamadır tüm bilgisi bilinen kutsal ruhun kendi olmaktır. Dolayısıyla Ağ kelimesi ile bu kendileşme/aynileşme ifade edilmektedir.
Ağ kelimesinin tarihsel süreç içerisindeki izini sürmek önemlidir. Bu kelimeye Yesevi-Bektaşi nefeslerinde yakın tarihte rastlanmıştır. Mesela Harabi Baba’nın:
“16 ağ hattı, 16 kara / İncil, Zebur, Tevrat, Furkan sendedir…” şiirinde en belirgin haliyle yer almıştır ağ kelimesi…
Harabi Baba’dan sonra ise ağ kelimesini sırlı öğretiler arasından çıkarıp; milletine bir parola olarak emanet eden Türk Ata makamından görünen Yüce Atatürk olmuştur.
Atatürk ile ağ kelimesi arasındaki ilişkinin anlaşılması için Güneş-Dil Teorisi’ne ait ilk kez açıklanacak bazı bilgileri sunarak yazımıza devam edelim.
Atatürk, Ulus Gazetesi’nde ‘Ulus’un Dil Yazıları’ başlığı altında manşetten verilen Güneş-Dil Teorisi hakkında 2 Kasım-7 Aralık 1935 tarihleri arasında imzasız yazılar yazmıştır. Yazıların önemli içeriği 1935 yılında Ulus Basımevi’nden ‘Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili Analiz Yolları’ adı ile kitap haline getirilerek basılmıştır. Kitaba konu olan Ulus Gazetesi’nin orijinal nüshaları arşivimizdedir. İlgili nüshalardan konu ile alakalı bazı örnekleri sıralayalım:
4 Kasım tarihli yazıda:
“Ay, ağ, ak, ah bir kategoridendir. Bir şeyi yaratmak, yapmak, tesis etmek; hayat vermek, ruh vermek, vücuda getirmek anlamındadır.” şeklinde ifadeler yer almıştır. Bu ifadenin altına dipnot düşülmüş ve bu dipnotta Yakut Lügati’nin kaynak olarak gösterildiği görülmektedir.
21 Kasım tarihli yazıda:
“Ay, Ağ: Köktür. Bildiğimiz gibi ‘büyüklük, kuvvet, kudret vs.’ anlamındadır. ‘İnsanı yaratmak, hayat vermek, ruh vermek, vücuda getirmek, yeri tesis etmek manalarına haizdir.” şeklinde ifadeler yer almıştır.
28 Kasım tarihli yazıda ‘Güneş-Dil Teorisinin esasları anlatılmış ve:
“Bütün bu mefhumlar ilkin en maddi anlamlarında olarak ağ ana köküyle anlatılmış, zamanla bir yandan mefhumlar ruhi, fikri, soyut anlamlara döndüğü gibi, öbür yandan da vokaller ve konsonlar inkişaf ederek birinci ve ikinci derece radikal kökler vücuda gelmiştir.” şeklinde ifadelere yer verilmiştir.
Ulus Basımevi tarafından basılan kitabın çeşitli sayfalarında ise:
“Ses cihazı tekamül ettikçe Ağ’ın ilk söylenebilmiş olan tipleri sırasıyla Ay, Ag, Ak, Ah olmuştur. Ağ ana kökünün anlattığı bütün anlamlar, zamanla, bu birinci derece radikal köklerle de anılmıştır.
…
İlk insanlar bütün bu maddi ve fikri varlıkları Güneş’e verdikleri isim ile anlatırlardı. Sonraları KENDİLERİNİ ve BEN=EGO mefhumundan çıkan bütün düşünceleri ve nihayet tespit ettikleri bütün objeleri de taptıkları güneşin ve güneşten çıkan türlü mefhumların yerine koyarak bu ismin anlamını genişletmişlerdir.” şeklinde ifadeler yer almıştır.
Özetlersek; ağ kelimesi ve onun türevleri ilk olarak güneş için kullanılsa da daha sonrasında bu kökler, bir ben var benden içeru denilen insanın benliği ile kendine ait özü ifade etmek için kullanılan kökler haline gelmiştir. Dolayısıyla Güneş-Dil’i sadece dilin kökeni üzerinden düşünmek, aymazlıktır. Kaldı ki, Avrupa’daki Türk Teşkilatı tarafından eğitilen Edouard Schure tarafından 1835 yılında yazılan Büyük İnisiyeler adlı kitabın içeriğinde Atatürk’ten önce Türk Teşkilatının emri ile ilk kez insanın derin ezoterik yönüne ait dili tanımlamak için ‘Güneş-Kelam’ ismi kullanılmıştır. İlgili kitapta Güneş kelamın köklerinde Odin vardır. Odin’in sırlı runları ile Atatürk’ün Güneş-Dil’e ait birinci radikal köklerinin mantığı birbirine benzerdir. Ayrıca Edouard Schure’ye ait kitabı Hacı Ahmet Kayhan Dede’nin de okunmasını önerdiğini belirtmeden de yazıya devam etmemeliyiz.
Dememiz odur ki, bu derinlemesine bilgiler ile düşünme olmadan bırakın Atatürk’ün tarihsel kişiliğini, Atatürk’ün sözlerinin bile anlaşılması olanaksızdır. Mesela yıllardır Türk dilcileri arasında ‘Türk, Öğün, Çalış, Güven’ cümlesindeki ‘Öğün’ sözcüğünün ne anlama geldiği tartışılmaktadır. Yeni bir açılım adına bir profesörümüz tarafından klasik anlamının dışında Orhun Kitabelerinde geçen ‘Ökün’ sözcüğünün Öğün ile aynı olduğu dile getirilmiştir. Ancak bu işin, ağacın bir dalıdır, tohumu değil. Neden?
Çünkü resimde gördüğünüz Ulus Gazetesi’nde Atatürk tarafından yazılan yazılardan biri de Öğün kelimesinin anlamı hakkındadır. Bizzat Atatürk’ün kendi tarafından ‘Öğün’ün ne manaya geldiği açıklanmıştır:
“Öğün, Güneş’in parlaklığı demektir. Ancak öğünür dendiği anda bu parlaklığı insan kendisine atfetmeye çalışacağı vehmine düşeceğinden olumsuz bir anlama dönüşür. “
Bilinmesi gereken, Atatürk’ün özellikle 1930’lu yıllardan itibaren söylediği ve milletine emanet ettiği her sözün deruni bir veçhesi, anlamı vardır. Bu anlamı açacak anahtar da Güneş-Dil Teorisi’dir! Böylelikle Atatürkçülük adı altında Güneş-Dil Teorisini zamane uğraşısı olarak küçümseyenlere, ilk kez bu konu tarafımızdan açıklanarak, ilgilerine sunulmaktadır!
Unutulmamalıdır ki, Atatürk su gibi aziz olanlardandır. Atatürk’ün hakikatini anlamak; yuğmak ve ardından sadece Türk’e emanet edilen olgunlaşma çağına ait ağmak ilminin (Kutsal Ruh ile kendileşme) bilgilerine vakıf olmak ile olur. Üstelik olgunlaşmanın, kemalatın bir sınırı yoktur! Neden? Suyun akışı devam ettiği müddetçe, ağmanın yani yükselmenin hududu olmaz!
1935 yılında Güneş-Dil Teorisine ait kitabının yayınlanmasının hemen ardından Yüce Atatürk’ün, ulu bir söylevinde milletine emanet ettiği parola ile yazıya son veriyorum:
“Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur!”
Baran Aydın
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle