En Sıcak Konular

5 Ata’nın Sırrı: Tengri Tamgası

27 Ocak 2022 20:12 tsi
5 Ata’nın Sırrı: Tengri Tamgası Ozan Aydın yazdı...

5 Ata’nın Sırrı: Tengri Tamgası

 

Ocak 2022

İzmir, Konak Pier

Bu yazı kalperinde ki Anka’yı hissedenlere ithaf edilmiştir…

‘’Dünya beni yaratmadı, ne de gök fakat beni ateşten kanatlar yarattı…’’  

Konak Pier’in iç tarafında bir kafeye oturmuş, denizde ki martıları izliyordum. Martıları izlerken gönlüme yukarıda yazılan kelimeler düşmüştü. Bu kelimeler, basit bir cümlede var oluş sırrını ifşa eden, efsanevi kuş Anka’ya aitti...

Anka’nın, kendi var oluşunun bilincine ulaşması o kadar da kolay olmamıştı. Anka, niçin var edildiğini öğrenebilmesi için, öncelikle bir yolculuğa çıkması gerekiyordu. Bu yolculuk, yerler ve gökler değiştikçe, gönüllerde efsaneleşerek, dillere destan olacaktı.

Anka, içinde ki bu bilme isteğine daha fazla dayanamayarak, öz vatanından göç etmeye karar vermişti. Sonunda en güzel şekilde var edildiği vatanından, bir süreliğine ayrılmış ve kendi isteği ile bilinmeyen alemlere göç etmişti. Anka, yabancı olduğu, bilmediği alemlere indiğinde türlü zorluklarla karşılaştı. Bu zorluklar ile baş ederken öz vatanını, yolculuğa çıkış amacını bir süreliğine unuttu. Bu süreye kimileri çağ, kimileri zaman kimileride an dedi… (Ayet: Onlar Tengri’yi unuttu, Tengri’de onları unuttu.)  

Anka’nın bu hali asıl vatanından çağrı gelene kadar sürüp gitti…

Anka, kaynağını bilmediği bu çağrıyı ilk anda garipsedi. Ne de olsa ilk hitabı unutmuştu. Ama zamanla, göç ettiği alemlere yabancı olduğunu hissetmeye başladı. İçinde anlam veremediği güçlü bir duygu ona tekrar yolculuğa çıkış amacını hatırlatmıştı. (Ayet: Tengri onları sever, onlarda Tengri’yi sever.)

Anka’nın vatanına duyduğu dayanılamaz sevgi, Anka’yı harekete geçirdi. Sonunda, öz vatanına duyduğu sevgiye dayanamayan Anka, arkasında binlerce efsane bırakarak, yeniden doğmak üzere, Ay-Yıldız’a göçtü…

Anka’nın efsaneleşen bu hikayesi, martılardan birinin attığı çığlıkla zihnimden silinmişti. Denizin maviliklerinde bir süreliğine kaybolan gözlerim, yeniden martılara odaklanmıştı.

Attığı çığlıklardan olsa gerek, galiba benden onları beslememi istiyorlar diye düşünmüştüm. Önümde duran simit ve ekmekleri parçalayarak, martılara doğru atmıştım. Martılar simitleri görünce yine çığlık atmaya başlamışlardı. Martılar bir süre daha çığlık attıktan sonra hep birlikte gökyüzüne doğru yükselmişlerdi.

Bu andan itibaren bulunduğum kafede ki insanların attığı kahkahalar, martıların çığlıklarının yerini almıştı. İster istemez masalarda oturan insanları incelemeye başlamıştım.

Birinci masada ki grup modern kardeşlerdi. Bu grubun özelliği her kavramın, her değerin içini boşaltıp, kendi istedikleri gibi dolduran sözde yenilikçilerdi. İkinci masada ki grup ise müslüman kardeşlerdi. Bu grubun en belirgin özelliği her kavramı kendine put edinen, değerleri putlaştıran sözde gelenekçilerdi. Üçüncü masada ise arafta kalan uyumsuzlar vardı. Bunlar kendilerince hayatı bir komplo olarak gören, mantığa uymayacak en küçük halleri bile komploya yoran kişilerdi.

Her grubun kendilerine göre değer verdiği sanatçılar, siyasetçiler, uzmanlar mevcuttu. Üç grupta, sığ hayatlarında kendilerince birer kültür abidesiydiler.

Konak Pier de ki bu insanlar, sanki Türkiye’nin sosyal ve psikolojik durumunun bir yansıması gibiydi. Martıları izlerken boyandığım ruh halinden eser kalmamıştı. İnsanları izlemekten ruhum sıkılmaya başlamıştı. En iyisi yola erken çıkmaktı. Deruni Baba 15:00’da Bozdağ’da olmamı istemişti. Yavaş yavaş giderim diye düşünmüştüm.

Hesabı ödeyerek Konak Pierden ayrılmış ve Bozdağ’a doğru yola çıkmıştım…

Bozdağ

Nihayet Deruni Baba ile uzun bir aradan sonra yüzyüze buluşabilmiştim. Deruni Baba’nın evinin bahçe kapısını açtıktan sonra, heralde üç-dört kere ona sarılmıştım. Tabi o anda, kurt beni çoktan koklamaya başlamıştı bile. Deruni Baba gülerek ‘’Evlat, bu kurt seni yine yere yatırmasın?’’demişti. Bende göz ucuyla kurt’a dönerek ‘’Bu seferde beni rezil edersen ödeşiriz.’’demiştim.

Birkaç saat boyunca Deruni Baba ile hasret gidermiştik. Bu zaman diliminde, özel hayatımla ilgili biriktirdiğim bütün konuları anlatmış ve onun tavsiyelerini almıştım. O da bana kendisi ile ilgili bazı olaylardan bahsetmişti. Bir nevi dertleşmiştik.

Deruni Baba saate bakarak ‘’Ooo evlat, saat gece yarısını çoktan geçmiş. Bozdağ’a çıkmak için geç oldu. Artık yarın ekipmanı toparlayıp çıkarız. Şimdi istersen son çalıştığın konuyu toparlayalım.’’demişti.

Deruni Baba’nın dört ay önce verdiği küçük bir kitabın ezoterik analizini bugün birlikte tamamlayacaktık. Deruni Baba bana doğru dönerek ‘’Evlat çizimin iyi mi? Bu sefer çizmen gereken şekillerde olacak.’’demişti. Bende ‘’Elimden geleni yaparım.’’ demiştim.

Deruni Baba nargilesinin üzerinde ki közleri indirdikten sonra anlatmaya başlamıştı…

Ocak Öğretisi

‘’Evlat, Kadim Türk kültüründe, ocak kültünün izini, en az beş bin yıl boyunca geriye giderek, arkeolojik veriler ile takip edebiliyoruz. İnsanlık ateşi bulduğundan bu yana, kutsal kabul ettikleri ateşin sönmemesi onlar için çok önemliydi. Yaşam alanlarına konulan ocaklar, ateşin sönmemesinin aracı olmuştu. Bir nevi ocak kutsal ateş ile özdeşleşmişti.

Zamanla ocaklar ev ile özdeşleşerek, evin bir birimi haline gelmişti. Ocağın yanması, evin bir anlamda ailenin, soyun, boyun, kökün devam etmesi şeklinde algılanmıştı.

Kadim Türk kültüründe ocak, ataların kutsal yadigarı idi. Ailenin Kök Ata’sı ve Kök Ana’sının tinleri, evin ortasında bulunan kutsal ocakta daima hazır bulunurdu. Bu sebeple, ocağı söndürmemek, ocağın daima yanması esastı. En kutsal törenler, kutsal ocağın etrafında yapılırdı. Kamlar, Alpler, kutsal ocağın merkezinde kılıçlarını kuşanarak ant içerlerdi.

Tarih ilerledikçe çeşitli Türk kültürlerinde, Luvilerde, Etilerde, Urartularda, Sakalarda, Hunlarda, Göktürklerde ocak geleneği devam etmişti. Türklerin çoğunun islamiyete geçmesi ile birlikte ocak geleneğide çeşitli Türk Uluların öğretilerinde yer bulmuştu.

Örneğin Bektaşi tekkelerinde meydanda kıble yönünde daima bir ocak bulunurdu. Ya da mevlevi dergahının en kutsal yeri ocağın bulunduğu mekan olarak kabul edilirdi. Bunların hepsi aslında kadim Türk kültürünün izleriydi.

Kutsal ocakların Türk geleneğinde en büyük özelliği üç ayaklı olmasıydı. Daha eski kültürlerde bu üç ayak, üç nokta şeklinde temsil ediliyordu. Türk kültüründe genellikle boynuzlu hayvanlar ocağın suretini oluşturuyordu.

Zamanla bazı çarpık medeniyetler, ocak kültünü kendi çarpık öğretilerine uyarlayarak ocağın başında kehanetler fısıldamaya başladı. Mesela Yunan medeniyeti, Tursakalar (Etrüksler) olarak bilinen öz be öz Türk kültüründen etkilenerek ocak kültünü kendilerine uyarlayarak çalmışlardı. Delphi tapınaklarının merkezinde bulunanan üç yılanlı ocakları ile kehanetler fısıldanıyordu.

Biz bu çarpık medeniyetleri bir kenara bırakıp özümüze geri dönelim…

Şimdi Türk kültüründe yani Urartularda, Etrükslerde, Sakalarda, Hunlarda, Göktürklerde kullanılan, boynuzlu hayvanların temsilinde, üç ayaklı ocakların resimlerini ve yakın zamanda Doğu Anadoluda bulunan, üç nokta ile temsil edilen, en az beş bin yıllık ocak resimlerini inceleyelim.’’demişti.

 

Deruni Baba, konuyu bilmesine rağmen, bilgi ağlarında, resimler bulununcaya kadarki heyecanından, onun öğretme aşkınada şahit oluyordum. Hem öğrenmek hem de öğretmek adına bitmek bilmeyen bir enerjisi vardı.

Resimleri bulup inceleme safhasını bitirdikten sonra, Deruni Baba kaldığı yerden anlatmaya devam ediyordu.

Tengri Tamgası

‘’Evlat, Tengri tamgası bildiğin üzere Türklerin en kadim sembollerinden biriydi. Türklerde kullanılan bu sembol, bir çok kültürede Türkler aracılığı ile iz bırakmıştı. Bu sembolü kimileri bilerek, kimileri bilmeden, kimileri de sembole kendi zihinlerine göre anlamlar yükleyerek kullanmışlardı.

Bu sembol, eski uygarlıklarda genellikle baş tanrının kullandığı ve tabletlerine işlettiği sembollerden biriydi. Genelde dört yönü fetih ya da dört yönünde fatihi, hükümdarı anlamında kullanılmıştı. Yani bir anlamda yeryüzünün dört yönüne hükmeden, Tanrı-Kralın sembolü olarak kullanılmıştı. Bu hükümdar yeryüzüne gökyüzünün izni ile hükmediyordu.

Şimdi bu kadim Türk tamgasının çeşitli kültürlerde ki izlerine bakalım…

Avrupada, Etrükslerde ve Roma’da kullanılan Tengri tamgası motifleri…

 

Anadoluda, Luvi mezar taşlarında, Yunan seramiklerinde, Hitit eserlerinde kullanılan Tengri tamgası formu…

 

Ortalık Asya’da ise çoğu kutsal mekanda bu sembolün izi vardır. Sanırım bu kadar örnek yeter.

Şimdi biz biraz daha derinlere inelim…

Bildiğin üzere, bu sembolü Hitler şeytanı çok sahiplenmişti. Hitler, bu sembolün bulunduğu, bütün coğrafyaların özellikle araştırılmasını istemişti. Ona göre, bu sembolü kullanan medeniyetler bir sırra sahipti. O yüzden bu medeniyetlerin ve bu medeniyetlerde var olan öğretilerin çok iyi araştırılması gerekiyordu. Bu yüzden Dünya’nın dört bir yanına, bir çok özel birim göndermişti.

Peki neydi Hitler’in aradığı sır?’’diyerek benden cevap istercesine gözleri ile beni süzüyordu. Benden bir cevap alamayınca, Deruni Baba anlatmaya devam ediyordu.

‘’Evlat, Hitler’in aradığı sırrı bizlere Kuran bildiriyor…

Rahman 33: Ey Cin ve İns toplulukları, gücünüz yetiyorsa göklerin ve yerin sınırlarını aşabiliyorsanız aşın! Halbuki ancak sultan bir güç olmadıkça sınırı geçemezsiniz.

Tengri tamgası gökleri ve yerin sınırını aşmak için gerekli sultan gücün bir nevi sembolüdür. Bu sembol, arz-ı mukaddes denilen kutsal toprakların sırrını barındırır.

Şimdi, Tengri Tamgasının barındırdığı sırları, kelam burcunu (Havass ilmi) kullanarak ilk kez ifşa edelim evlat…’’

 

Beş saat boyunca, Deruni Baba kağıtlara çizimler yapmış ve bende bu çizimleri bilgisayarda düzenlemiştim. Çizimler bittikten sonra, yanlarında ki açıklama kısımlarının bir kaç kez üzerinden geçmiştik. Sonunda Deruni Baba ile çalışmamıza biraz ara vermiştik.

Gecenin sessizliğini sadece iki nargile fokurtusu bozuyordu. Deruni Baba nargilesini bir süre içtikten sonra bana dönerek ‘’Evlat, istersen beşinci bilinç ve son günlerin güncel konusu metaverse kavramınada değinelim.’’demişti. Bende yeni bir kağıda anlatılanları not etmeye başlamıştım.

Meta-Atem Kültü

‘’Metaverse denilen sanal platform, tıpkı bir öncekiler gibi şuanda ortaya atılmış bir yem. Bizim bu platformda yaptığımız hamleler, seçimlerimiz, satın aldığımız arsalar, kısacası tüm tercihlerimizin analizleri yapılıyor. Bu analizlerin amacı süper zeka’yı besleyebilmek. Yeni bir bilinç türü oluşturmak için insanlar maden olarak kullanılıyor.

Metaverse denilen sanal alem insanların zihinlerini, ara aleme hazırlamak için sadece bir eğitim alanı! Ara alem inslerin ve cinlerin buluştuğu ortak alem.

Beşinci bilinç, ara aleme ulaşmanın sırlarını barındırıyor. Bu bilinç türü, insan’ın olgunlaşmamış kısmına ait olan bir bilinç türü değil. Bu bilinç türü, ocak ateşi ile olgunlaşan, Tengri’nin planında yerini alan, tabiatın kendisi olan, Adam’a ait bir bilinç türü. Tüm cihan bu bilince secde ediyor. Bu bilinç cihanda ki tüm hareketin kaynağı.

Hitler, bu bilinç türüne erişebilmek adına, bazı özel ritüeller ile sözde saf kan insanların birleşmesini sağladı. Bu birleşmelerden doğacak çoçuklarda, beşinci bilincin elde edileceği zan edildi. Günümüzde de bu bilinç türü, farklı yollar denenerek yaratılmaya çalışılıyor ki ara aleme ulaşılabilinsin.

Eski kültürlerde, beşinci bilinç, üç ilahi ilke ile temsil ediliyordu. Var oluş-Kemaliyat-Öz’e dönüş.

Bu üç ilahi ilke Antik Hint’te Vişnu-Brahma-Şiva, Antik Mısır’da Ptah-Ra-Atum/Atem şeklinde dillendirildi. Antik Mısır’da, Atem kültü, yaratılışın tüm renklerinin kaybolduğu, tek renk haline geldiği zaman dilimini ifade ediyordu.

Antik Mısır’da ki bu kült, Arap kültürüne ateme zamanı olarak geçmişti. Bedeviler akşam vakti için ateme kelimesini kulanıyorlardı. Yine arap kültüründe kıyametin akşam vaktinde başlayacağı söylencelerinin altında da Atem kültü yatıyordu. Atem zamanı, devranın terse döneceği zamanın, yok oluşun habercisi olmuştu. Günümüzde ise ters kodlama yapılarak kullanılan, Meta kelimesi ile bütün Dünya’ya ezoterik bir mesaj verilmiştir. Konsey, devranı terse döndüreceğini ilan etmiştir. Tıpkı 1880’ler ile 1940’lı yıllarda olduğu gibi.’’demişti.

Göklerin Fethi

O anda benim gözüm masada duran ince kitaba takılmıştı. Şimdi kitabın içeriğini daha iyi anlıyordum.

Türk devleti bu yıllarda oluşacak kaosa ve Konsey’in yaptığı propagandalara karşı birçok yayınla karşı propaganda yapmıştı. Bu kitapta bu yayınlardan birisiydi.

Deruni Baba zihnimi okurcasına ‘’Evet, evlat tam tahmin ettiğin gibi. Bu kitap Türk devletince karşı deklarasyon amacı ile şifrelenen kitaplardan birisiydi. Türk devleti sırrın kendisinde olduğunu, göklerin sınırını aşamayacağını Konsey’e bu kitap ve benzerleri ile o yıllarda hatırlatmıştı.

Günümüzde de bizler bir kez daha hatırlatalım. Tengri tamgası’nın sırrı Türk’tedir. Türk, O’nun adına yaratılışa hüküm verendir. O ise evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır…

Hakikatte, merkezde O’ndan başka hiçbir şey yoktur…’’diyerek susmuştu.

 

Bende o anda elimde ki kitabı, tekrar yeni bilgiler ışığında incelemeye başlamıştım.

Kitapta ki beş kahramanın adları Kanat, Kaya, Yılmaz, Yalçın ve Turan’dı. Baş kahraman Kanat’ın hayali gökleri fethetmekti.

Kanat: ‘’Hem gökten hem yeraltından gelen bir ses. Ben destanımı kağıttan farklı bir yere yazmak istiyorum. Belki toprağa, belki suya, belki göğe. Toprak ve su zamanında Türk’ün gücüne şahit oldu. Sıra gök’e geldi. Hayallerin için zihnini ve bedenini hazırla. Türk’ün başaramayacağı iş, insanlığın başaramayacağı iş demektir. Bir insanın bir kere başardığı bir işi, bir Türk bin kere başarabilir.

Gökleri fethetmek bizim nesle düşüyor…

Fethedeceğiz!!!’’

SON

NOT-1: İkiz kardeşler, Batı ve Doğu, Kazakistan’ı Yugoslavya’ya benzetemediler. Onlar hamlesini yaptı, sıra bizde...

NOT-2: İnsan’ı özne olarak kabul eden teknolojiyi, sonuna kadar destekliyoruz ve fakat İnsan’ı nesne haline getirmek isteyen teknolojiyi olabildiğince deşifre etmeye çalışıyoruz…

 

Ozan Aydın

ozann.aydin@gmail.com

Saygılarımla 



Bu haber 9,692 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,202 µs