En Sıcak Konular

Kara Hayat’ın Aşılayıcıları 2: Zülkarneyn Seddi

20 Ocak 2021 14:16 tsi
Kara Hayat’ın Aşılayıcıları 2:  Zülkarneyn Seddi Fatih YILDIZ Yazdı...


Kara Hayat’ın Aşılayıcıları 2:  Zülkarneyn Seddi


Yazımda yine Kambala-8’den yola çıkarak Kuran ayetleri ve Türk’ün Kırmızı kitabı ışığında konuyu irdelemeye çalışacağım. Bu yazıdaki tüm doğrular Onaltıyıldız ailesine aittir yanlışlar ise bana. 

 

Bu bağlamda ele almak istediğim 2 kelime ile yola çıkmak istiyorum: “Sur” ve “üflemek” tabirleri (Sur’a Üflenmesi). Önceki yazımda soy aşılamak kavramı üzerinde durmuştum. Peki, bu 2 kavramın soy aşılamakla ne alakası var? Hatta ölülerin diriltilmesiyle ne gibi bir bağlantısı var? Bir ayetle başlayalım.

Müminun 101: “Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmayacaktır; birbirlerini de arayıp sormazlar.”

Ayette akrabalık anlamına gelen kelime “neseb” olarak kullanılıyor yani soy, nesil. Tabi burada sadece bedenin soyuyla olan bağlarının kopmasından ziyade ruhun soyuyla olan bağlarının da kopması bu ayetin bir diğer manası olabilir. Kambabam’ın dediği gibi: “Bedenin soyu ayrı, ruhun soyu ayrı.” Ayette açıkça sur’a üfleme sonrasında soy bağının ortadan kalkacağı ifade ediliyor. Soyu belirleyen faktörleri ise kan bağı, genetik faktörler, DNA vs. gibi sıralayabiliriz. Bu bağlamda DNA kavramına geçmeden önce Tengri’nin Türk’ünde, Kün-Ay efsanesinin anlatıldığı bölümde, birbirine göbek bağı ile bağlanan iki kavmin aralarındaki bağın kopacağı güne kadar birbirlerine sevgi ve muhabbet besleyeceğinin anlatıldığı bölümü hatırlayalım.

 

Abese 36: “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün…”

Görüldüğü gibi aslında Abese 36 ve Müminun 101 birbirini tamamlar nitelikte 2 ayet. Yani Tengri tarafından iki kavime verilen cezayla erkek ve kadın olmak üzere 2 cinsiyet meydana geliyor ve bunların birbirlerinden türeyeceği belirtiliyor. Aralarında biyolojik ve ruhsal bir bağ kuruluyor. Elbette ki biyolojik bağda yine DNA gibi biyolojik yöntemlerle kuruluyor.

Kuran’da DNA kelimesi direkt olarak geçiyor mudur, geçmiyor mudur bilemiyorum. Fakat 1000 yıl sonra bugün DNA dediğimiz şeye belki başka isimler takılacak. O yüzden değişmesi mümkün olan DNA isminin bizzat Kuran’da aramaktan ziyade daha çok değişmeyecek olan DNA’nın işlevi veya şekli gibi unsurlar üzerinden devam etmeyi daha doğru buluyorum.

DNA'dan ( Deoksiribonükleik Asit ) oluşan kromozomlar "ipliksi" bir yapı arzederler. Şekil ve tanımlardan yola çıkarsak DNA zihnimde 2 şeyi çağrıştırıyor: İplik ve Düğüm.

Kehf 16’da geçen “Biz ona şah damarından daha yakınız” ifadesinde “Habl” kelimesi damar anlamıyla kullanılıyor. Bu kelime, geçtiği diğer ayetlerin tamamında “iplik” anlamında kullanılmış. Diğer anlamları ise düğüm ve bağ. İplik kelimesinin Kuran’da biyolojik anlamda kullanabileceğinin bir örneğini de görmüş olarak devam edelim.

Ali İmran 103: “Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz…”

Görüldüğü gibi burada da birbirine düşman olan kavimlerin uzlaştırıldığından ve kardeş yapıldığından bahsediyor. Kardeş vurgusu yine soya bir işaret. Kün-Ay destanıyla ortak özellikler barındıran bir ayet. Allah’ın ipine sarılmak kavramının burada geçmesi ise yine DNA’sal biyolojik bir bağ olarak yorumlanabilir. Bu ipe tutunulmadığı, korunmadığı veya sağlam kalmadığı takdirde kardeşliğin de bozulacağından, tekrar ayrılığa düşeceklerinden söz etmek mümkün.


İp kelimesinin geçtiği bir başka ayet ise Taha 66 ve Şuara 44’de anlatılan, Firavun’un sihirbazlarının Musa’ya karşı yere atmış olduğu İp ve Asa. Bunun üzerine de Musa elindeki Asa’yı yere atıyor ve sihirbazların yaptıklarını yutuyor. Burada bahsi geçen ip ile kodlanan şeylerden bir tanesi DNA ve ona bağlı olan bir soy olabilir mi? Bu dönemde de Firavun’un oluşturacağı veya dirilteceği bir soydan bahsetmenin yanlış olacağını düşünmüyorum.

Sur’a üflenme tabirinde yer alan “sur” kelimesi Kuran’da: şekil, biçim, suret anlamlarıyla kullanılıyor. (surete, şekillere, biçimlere yapılacak bir üfleme)

Sur sözlükte ise:

1. seslenmek, ses çıkarmak; eğmek

2. üfürmek, üflemek

3. boynuz, boru veya borazan gibi anlamlara geliyor

Buradaki boru ve boynuz anlamlarına dikkati çekmek istiyorum. Boru’yu, aşıya ve tüpe benzetebiliriz. Yine İngilizce’de fonetik olarak benzeyen syringe kelimesi de şırınga anlamına geliyor. Boynuz konusuna ise yazının devamında değinmeye çalışacağım.

Üflemenin ne manaya geldiğini ise şöyle düşünebiliriz. Bir kam geleneği olan okuyup üflemek tabirini düşünelim. Suya okunup üflenen iyi niyetlerin suyun kristalize edilmiş yapısındaki bıraktığı olumlu etkiyi artık herkes biliyor. Okunmuş su, okunmuş pirinç veya şifa amacıyla hasta bir kişiye okunup üflenen dualar… Okunan dualar veya iyi niyetler karşıdaki kişiye veya nesneye etkisi olması için üfleniyor. Yani o bilgi, o kelimeler üfleme aracılığıyla karşıdaki kişiye aktarılıyor. Kuran’da geçen üflemek tabirini de bu mana da düşünebiliriz. Bir bilgi yükleme, veri aktarma veya üflenen şeyde değişikliğe sebep olma.

Hicr 28-29: “Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, değişken balçıktan bir beşer yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin" demişti.

Allah Adem’i yaratıyor ve üflediğim zaman ona secde edin diyor. Burada üflenen şey kavramı çok geniş bir yer tutabilir. Ruh, bilinç, ilim, cevher vs. gibi birçok yorumlar yapılabilir. Birçok manaya geldiğini yine derslerde öğrenmiştik. En nihayetinde insanı insan yapan şey üfleniyor da diyebiliriz. Meleklerinde secdesi de Âdem’in bizatihi kendisi, suretinden ziyade bu üflenen şeye.

Ali İmran 49: “Bir rasul olarak İsrailoğulları'na: "Doğrusu size Rabb'inizden bir ayet getirdim. Sizin için çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratırım. Ona üflerim, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm. Allah'ın izni ile ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yediğinizi, ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mümin iseniz kuşkusuz bunda sizin için bir ayet vardır.“

Aslında bu 2 ayette de dikkatini çekmek istediğim nokta şu: Önce yaratma eylemi gerçekleştiriliyor ve sonrasında da üfleme işlemi gerçekleştiriliyor ve devamında üfleme ile bir yükleme yapma, bilgi, ruh, bilinç canlılık aktarma söz konusu. Üfleme bahsinin geçtiği Ali İmran 49’un devamında ölüleri diriltme vurgusunun yapılması da yine önemli bir nokta.

Kuran’a göre, ölülerin nasıl diriltileceği konusu İbrahim peygamberin aklına takılıyor. Bakara 260’da "Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster." diyor İbrahim peygamber. Ayetin devamında ise “O halde 4 kuş tut, onları kendine alıştır, sonra her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra onları çağır, her biri koşarak sana gelecekler” diyor. Burada “alıştır” kelimesinin kökü ilginçtir ki “sur” kelimesi.

(“çağır” kavramı burada bana Kambala-8’de Kambabam’ın anlattığı aşıyla insanlara aktarılan parçacıkların uydular ve galaksilerden alınacak sinyallerle aktif hale getirilmesini çağrıştırdı. Yani adeta bu sinyaller, bir komut verilerek �"çağır gibi- ölülerin diriltilmesinde bir rol oynuyor.)

Bu ayette kafa kurcalayan bir soru ise şu: Kuşlar nasıl koşarak gelecek? Sa’y kelimesi koşmak, çalışmak manalarına geliyor. Neden uçmak yerine koşmak tabiri kullanılmış? Yukarıda bahsettiğim Taha 66’da da iplerin ve asanın koşmasından bahsediliyor.

Bir parantez açıp vurgu yapmak istediğim diğer bir nokta da ayette kuş kelimesinin karşılığı olan “tayr” kelimesinin, İnsan suresi 7. Ayette “salgın” anlamında kullanılması. Belki de ölüleri diriltme ve bugün ki sözde salgına bir işarettir…

Devam edecek olursak Sur’a üfürme ile İbrahim peygamber kıssasında geçen ölüleri diriltme mümkün mü? Yani üfürülecek bir bilgi ile ölüleri diriltmek, sin(kabir)’lerinden kaldırmak mümkün mü?

Yasin 51: Sura üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar.

Görüldüğü gibi bu soruya evet cevabını vermek mümkün. Sur’a üfleme ile ölüler diriltilebiliyor. Kabirlerinde yatmakta olan ölüler sura üflenmesiyle bir mana da diriliyor ve rablerine koşuyor.

Şimdi buraya kadar olan kısmı toparlayıp devam edelim. Sur: suret, şekil, boynuz gibi anlamlara geliyor. Üfleme kavramıyla kastedilen bir kod, bilgi yüklenmesi. İsa’nın kuş yaratmasında ve Âdem’in yaratılışında olduğu gibi sadece şeklen var olan bir varlığa üfleme ile canlılık katılıyor. Yine Yasin suresinde gördüğümüz gibi üfleme ile ölüler de kabirlerinden kalkabiliyor. Yani üfleme ile yaratma da yapılabiliyor, ölüler de diriltilebiliyor.

Yaygın inanışta büyülere ve cinlere karşı Felak ve Nas surelerinin etkili olduğu hep söylenir. Hatta bu bazı hadislere de dayandırılır. Çok ileri bir teknolojiyi de hiç bilmeyen ve görmeyen insanoğlu büyü olarak adlandırabilir. Biz yine büyü kavramını ileri bir teknoloji olarak düşünelim. Tüm anlatılanları da düşünerek aslında bana ilham kaynağı olan bir ayeti vurgulamak istiyorum.

Felak 4: “Düğümlere Üfleyenlerin şerrinden…”

Evet, insan DNA’sına üfleyenlerin, biyolojik müdahale yapanların, soy aşılamak isteyen şerlilerin şerrinden…

Kuranda üflemek ile ilgili ayetleri incelerken dikkatimi çeken bir başka kelime de pandemi ile birlikte hayatımızda oldukça fazla yer tutan “vaka” kelimesi oldu. Yine “sinovac” şirketi ve ürettiği  “coronavac” olarak adlandırılan aşı da karşımıza çıkan bir kelime. Tabi bunun kullanılma sebebi aslında aşı kelimesinin İngilizcesi olan vaccine(vaksin)’den geliyor. Peki, bu “vac” kelimesi Kuranda nasıl karşımıza çıkmış olabilir buna bakalım.

Hakka suresinde bu 2 kelime, üfleme ve vaka kelimeleri bir arada kullanılıyor.

Hakka 13: Böylece Sur’un/Borunun içine tek üfleme ile üflendiğinde.

Hakka 15: Artık o gün Vaka, vuku bulmuş olacaktır.

Yine bir başka ayette daha üfleme ve vaka kelimeleri bir arada kullanılıyor. (Sad 72 ve Hicr 29’da aynı ayet 2 kez tekrar edilmiş.)

Sad 72-Hicr 29: Onu biçimlendirip, ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın!

Burada ise vaka kelimesi kapanın/secde edin/üstünlüğünü kabul edin gibi anlamlarla kullanılmış.

Allahın yaratılışı anlatırken kullandığı bu yöntem ve üslup görünen o ki yine birileri tarafından taklit ediliyor. Allah, Âdem’e secde edin derken düğümlere üfleyen şerliler, aşılarla yapılacak üfleme işleminden sonra kime secde edilmesini isteyecek?

Söz konusu vaka kelimesinin bir başka kullanıldığı ayette bize bazı ipuçları verir nitelikte.

Neml 82: O söz, başlarına vuku bulduğu zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.


Tengri’nin Türk’ün de anlatıldığı üzere Oğuz Kağan debelenen dabbe’eri yerin altına, Kara Hayata hapsediyor.

Kün-Ay destanında Kantur ve Kantun isimli 2 kavmin barışmasında ve barış cezası verilmesinde Oğuz Kağan’ın rolü büyüktü. Nitekim 2 kavim yaptıkları savaşlardan ve kan dökmekten artık yorulmuşlardı ve Oğuz Kağan’dan yardım istediler. Oğuz Kağan ise bunun üzerine Tengri’ye çıktı. Döndüğünde ise antlaşma yaptılar. Erillik ve dişillik ise böylece zuhur etmiş oldu. Tüm Ulularında şahit olduğu üzere artık varlıklar birbirinden türeyecekti. Kantun’lar bunlar benden doğsun derken, Kantur’lar ise o halde biz de fiziken sizden güçlü olalım dediler. Böylece Tengri huzurunda Antlaşmayı yapmış oldular.

Bu 2 kavmin suretlerinin değişmesinde, eril ve dişil suretlere bürünmesinde, Oğuz Kağan bu işlemi gerçekleştiren kişi olabilir. Bu manada sur’a üfürülme ve suretlerin verilmesi rolünü Tengri’nin izniyle Oğuz Kağan yapmış olabilir. Tengri’nin Türk’ünde yer alan Kayı Boyu tamgasının orijinali incelenirse kollarını açmış olan Ulu bir kişi, bir elinde eril kudreti tutarken, diğer elinde dişil kudreti tutuyor.

Nitekim burada da Oğuz Kağan’ın şekil(suret) verebildiğini görüyoruz. Öte yandan Uzay’ın var edilmesinde de Oğuz Kağan’ın, Tengri’nin izniyle oynadığı rolü görüyorsunuz. Yani bugün yaşadığımız dünyanın, gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin içerisinde yer alan uzay… Zaten bugün dünyadaki birçok millette Oğuz Kağan sembolizması karşımıza çıkıyor. Tarihçiler bu tarz durumlarda genellikle zaman içinde kavimlerin birbirinden etkilenmesi yoluyla bunun gerçekleştiğini söylese de bu sefer durum daha farklı. Oğuz kağan Uzayı var eden kişi olduğuna göre bu sistem içinde var olan tüm varlıklarında mitlerinde bu durumun yer alması gayet doğal. Yani milletler birbirinden etkilenmedi. Hepsi Oğuz Kağan’dan etkilendi. NASA’nın bir dönem astronot kıyafetlerinde Kayı boyu tamgasını kullandığını unutmayalım.

Görüldüğü gibi parçalar birleşiyor. Eril ve dişil suretlere üfleyen Oğuz Kağan tarafından, ona uygun bir uzay, sistem, döngü, zaman düzenleniyor. Eril ve dişil suretler oluşturuluyorsa bu işin yine mutlaka biyolojik bir yönü var demektir. Yani bugün sahip olduğumuz DNA’nın ve onun gibi yaratılışımıza ait biyolojik faktörlerinde temeli yine buraya dayanıyor. Hatırlayalım “Kur’anca, ne kadar Arapça?” Videosunda Kambabam aynen şunları söylemişti: “ Hatta daha da ileri giderim ben yani. DNA’ları biz yazdık! Başka bir konuda girmeyelim şimdi oraya.”

Bizim uzayımızda cinsiyet kavramıyla eril ve dişil formlara uygun bir yaratılış uygun görülmüş. Peki ya diğer uzaylarda, döngülerde? Diğer uzaylarda cinsiyet kavramı buradakinden farklı ve bizim anladığımız gibi olmayabilir.


Kambala-Sorgu’da geçen “Beni sizin tanrınız yaratmadı” diyen yaratık sonrasında “Bizim gölgemiz bizim dişimizdir” diyordu…

Kırmızı Kitapta anlatılanlarla Oğuz Kağan arasındaki ilişkiyi, Sura üflemek kavramı üzerinden görüyorsunuz. Devam ettiğimizde üflemek tabirinin geçtiği bir diğer ayet ise seddin yapımının anlatıldığı Zülkarneyn ile alakalı olan Kehf suresinin 96. Ayeti. “Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Üfleyin!" dedi.

Şöyle düşünelim. Uzayı, galaksileri, zamanları etkileyecek nitelikte bir set yaptığınızı varsayın. Hatta bu set Kara Hayat ile Ak Hayat arasındaki bir engel. Bu Seddi güçlü tutmak, korumak için bu Seddi birçok değişkene bağlamanız gerekir. Ne kadar çok bilinmeyenli bir denklem olursa çözmesi de o kadar zor olur. Yani söz gelimi siz bu seddin bir yönünü doğayla bağlantılı, bir yönünü yıldızlarla, gezegenlerle bağlantılı, bir yönü yapay zekâya bağlı olmalı, bir yönü zamana ve mekâna bağlı olmalı ama onu da aşmalı, metafiziği de kapsayacak teknolojiyle, ilimle, bilimle donatılmalı. Onlarca, yüzlerce şey sayabilirsiniz bunun gibi yaratılışın birçok alanından parçalar bu sistemde olmalı. Bunu Oktan Hocama sorduğumda “Sed, başlı başına kendisi bir sistem” demişti. Tabi bu seddin bir yönü de insana bağlı olmalı belki de en önemli noktası. Hatta insanın da ötesinde insan ruhuna, canına, nefsine bağlı olmalı. Bu Seddi yıkmak isteyenler, tüm bunun gibi unsurların kodlarını bilmesi ve hepsini tek tek aşması gerekir. İyilik duvarını düşünelim. Bizler kendi canımızdan, özümüzden, nefslerimizden fedakârlık yapabildiğimiz ölçüde bu duvar güçleniyor. Kötülükler arttıkça da bu duvar zayıflıyor. Kehf 96’yı belirtmemde ki sebep bu yüzdendi. Yani Oğuz kağan Seddi yaparken üfleme işlemini insana da yapıyor. İnsana bağlı olan cevherler seddinde dayanıklılığını belirliyor. Bu set sadece teknolojik olarak dış dünyada olan bir set değil. Afakta ve enfüste olan, insanın içinde de olan bir set.

“Sur” kelimesinin sözlük anlamlarından birisi de boynuz idi. Sur’a/boynuza üfleyenler acaba bu aşılar ile Oğuz Kağana yönelik bir plan mı devreye koyuyor? Sur’a/boynuza yapılacak üflemelerle boynuz yok mu edilmeye çalışılacak? Zamanında Sed ile birlikte Yecüc Mecüc kavmini hapseden Oğuz Kağandı. Hapsettikleri Yecüc ve Mecüc’lerin ya da Baal’in intikam almak istemesi de çok doğal değil mi?  Evet, bu manada hedef boynuz!

Yine Kehf suresinin devamında settin yıkılması süreci de anlatılıyor. Kehf 99’da “O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.” Deniyor. Sanki adeta seddin yıkılmasıyla birbirine karışacak olan soylar, genler, türler, zamanlar anlatılıyor gibi. Kara hayattan gelenlerin insan bedenine karışması burada tezahür etmesi gibi. Devamında ise tekrar bir rahmani üfleme olacağının ipuçları veriliyor.

Hakikati taklit eden şeytanilerin tüm bu uğraşları bir yana DNA’yı yapan Türk Atalar, DNA’nın içine özel bir kodla uyanacak bir özellik yerleştirmişler midir? Günün birinde bir üfleme, bir beste, bir marş, bir frekansla Türk Budun’unun damarlarındaki kan uyandırılırsa? Peki ya şeytanilerin bir hedefi de o uyanışın önüne geçmekse?

“Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

 -Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK-

Saygılarımla

Fatih YILDIZ


 


 




Bu haber 6,674 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,064 µs