En Sıcak Konular

Merhamet

3 Eylül 2018 08:44 tsi
Merhamet Merhamet


MERHAMET



Oysa merhametlilerin en merhametlisinin
merhametini bu kadar nasıl ucuzlatırız ki...


Kötülük penceresini alabildiğine kapamak, ona duvar örmek bizim vazifemiz. Bunca kötülüğe rağmen Yaradan’ın üzerimize merhameti eksilmiyor. Önce Yaradan’ın merhametini, o sonsuz merhametini iyi algılayacağız. Ondan şüphe duymayacağız.

- Nasıl dedim. Devam etti:

- Kendi nefsimize bakarak Onun merhametini sınırlamayacağız.

 Bizim günahlarımızdan, kötülüklerimizden dolayı Onun merhametinden bir şeyin eksilmeyeceğini iyice anlayacağız. Onun bizim gibi aciz kulların işlediği günahlardan, kötülüklerden dolayı bir kul iradesi gibi kızıp merhametini eksiltmeyeceğini bileceğiz dedi.

 Hemen atıldım:

- Ama Allah’ın gazabı da var. Onu uyguladığı zaman kızmıyor mu? Merhametin yerine azabı geçip o merhamet azalmıyor mu?

Devam etti.

- Bak Âdem. Allah’ın merhameti her şeyi kuşatmıştır. kainatı, yarattıklarını, her şeyi. Bu her şey içinde gazabı da var. Yani gazabını da merhameti kuşatmıştır.

 Gazabı da merhametinin içindedir.

- Nasıl dedim.

- Bütün güzelliklerde, iyiliklerde, sevaplarda, yapacağımız tüm güzel fiillerde Yaradan’ın rahmeti gizlidir. Tüm kötülüklerde, fena işlerde, günahlarda ve şerlerde gazabı gizlidir. Kim birinci misaldeki iyiliklere, güzelliklere, sevaplara el atarsa eline “Rabb’in Rahmeti” gelir. Kim de men ettiği kötülüklere, fenalıklara, günahlara el atarsa, eline “Gazabı” gelir. Ama burada önemli nokta şudur:

 Bu iki olguyu da- Rahmet ve Gazap olgusunu da -Merhameti kuşatmıştı Yani ikisinde de merhameti vardır.  

Hemen sordum:

- Peki kötülüklerde ve fena işlerdeki gazapta nasıl merhamet var ki! Bu bir çelişki değil mi? Hadi iyi işlerde, yani rahmetinde var merhamet. Ama bu gazabında merhamet nerede? dedim.

Yine kaşlarını kaldırarak:

- Çelişki değil dedi.

Yaradan’ın rahmeti de bir şifa, gazabı da.
 Düşünsene; gazabına uğramış bir kul a

Aeta ıslah olur,bu ıslahatında. Diğer mahlukâtsa rahmet görür. Bazı kulların bu gazaptan sonra devaya uğradıkları, hatta “Allah Dostu” oldukları bile görülmüştür. Neye layıksak Yaradan onunla bizi terbiye eder.

Rab kelimesi terbiye eden anlamında olduğu gibi biz kullara bazen rahmet ve şifa olur; bazen gazap. Onun için bu gazabında merhamet vardır. Onun merhametinin olmadığı hiçbir yer yoktur. Onun içindir ki Onun merhametinden hiçbir şey eksilmez.
Cehennem bile Onun merhametinin eseridir.

- Allah Allah… Bize korku ve ümit arası yaşamamız gerektiği söylenmişti.Peki merhametinden emin olursak korku nerede kalır dedim.

Yüzüme bakarak hafif, endişeli bir ifadeyle:

- O ümitte de korkuda da merhamet var.

Öyleyse bu öyle bir merhamet ki, sen o merhametten de kork!

Yine düşündürmüştü beni bu sözler. Bu kadar yüce, tarifsiz bir merhamet aynı zamanda içime tuhaf bir ürperti, korku da vermişti. Demek ki korkuyla ümit arası; yani “Merhametle, Merhamet arasında durmak”

Ben bir an için arada durmayayım, bizzat merhamete yapışayım dedim. Nasıl olsa ikisi de merhamet. Sonra düşündüm: Merhametlilerin en merhametlisinin merhameti. Sonuçta iki kapı da Ona; yani merhametine çıkıyordu. Şimdi konuyu daha iyi anlamıştım. Merhameti her yeri, her şeyi, kainatı, sarmıştı ve  İlhami Abi’nin dediği şeyi algılamıştım: Ne yaparsak yapalım o merhamet eksilmezdi. O merhamet, ilahî bir nizamdı adeta.

Bütün kapılar sonuçta ��"iyi,kötü her şey ��"o kapıya, merhamete çıkıyordu. O ilahî Yaradan’ın sonsuz merhametine. Bu ilhamla hemen elimdeki kağıda yine Onun merhametinden şu cümleler dökülüverdi.

MERHAMET

Ey merhameti sonsuz, her şeyi kuşatmış Rabbim.

Senden merhamet istemek,
Merhametini inkâr, demek.

Aldığımız her nefeste Onun merhameti vardı. Suda, rüyada, aklıma gelen her şeyde. Zaten istemeye gerek yok ki.

Olan bir şeyi istemek, Onu inkâr etmek gibi geldi bana. İlhami Abi yüzüme bakarak tebessümle başını salladı. Bu hal ruhuma bir ferahlık vermişti. Bazı şeyleri algılama hazzı olabilirdi bu veya algılama yeteneğimi görüyordum belki de biraz. Kendimi beğenmişlik hazzı da olabilirdi. Ama niye daha önce bunları algılamamıştım.

Madem yetenekliydim de.... Yok...Yok... dedim. İlhami Abi bu konulara değinmese, bir tasarrufu olmasa bunları düşünemezdim. Bu düşüncelerimi sildim.Nasıl da nefsanî duygular hemen kabarıyor diye düşündüm.

Veren olmazsa nasıl alırdım? Neyi alırdım?

Bende bir şey yok diye nefsimi bastırdım. Duygularımı susturdum.

Bu arada İlhami Abi yine içimi okuyarak:

- Bu dedi Âdem oğullarının bir beşerî zaafı. Enelerimiz. Her noktada kendini gösteriyor. Yaradan’ın bizzat lütuflarını bile kendimizden bilip sahiplenmeye çalışıyoruz.Bak tarihe; dış dünyada “Firavun”lar, “Nemrut”lar tarih boyunca güneşi, ayı, yıldızları, insanları, her şeyi sahiplenmişler. Hatta Rabbi bile. Enelerinin yaptıkları, bu günlere ibret olmuş. Şimdi biz de iç dünyamızda bu firavun, nemrut âdetlerini sürdürüyoruz. Her olumlu, her güzel örneği kendi başarımızmış gibi kabul ediyoruz. Kendimizden biliyoruz.

- Nasıl dedim.

- Düşün: Böcekler, kuşlar, baharlar, kelebekler,aşklar, sevgiler ve bunun gibi bir çok güzellikler... İnsan ruhuna adeta can veren, renk veren bunlar olmazsa şair nereden bulacak o güzel dizeleri, heceleri? Ressam nasıl tuvaline aktaracak renkleri, o etkilendiği figürleri? Bestekâr, nasıl ruhun derinliklerine işleyecek eserlerini, nağmelerini besteleyecek?Bu ilhamlar olmazsa, bu ilhamlara sebep olan o güzellikler olmazsa ne yapacaklar? Ne besteleyecekler?Ne söyleyecekler? Bütün bunları yaparlarken ve eserlerini meydana getirirlerken bütün bu güzellikleri nasıl kendilerinden bilip sahiplenebiliyorlar? Bunlar yaratılmasaydı, o eserler nasıl meydana gelebilirdi ki? İşte adeta iç dünyamızda firavunluk yapıp bütün yaratılmışları da kendimizden bilip farkında olmadan, bunları kendimizin yarattığı iddiasında bulunuyoruz. O ilhamlara sebep olan güzellikleri Yaradan yaratmasa; yaratmasıyla kalmayıp o ilhamları vermese -bir düşün -bir hiç olan bizler acaba ne oluruz? dedi.
-“Hiç oğlu Hiç” dedim. Bütün o güzel insanlar bütün meydana getirdikleri eserlerin kaynağının O olduğunu Onun ilahî aşkı olduğunu, kendilerinde bir şey olmadığını bilir ve bu eserlerin kendilerine bir lütuf olduğunu da haykırırlar.Haykırmak için önce kesin bu gerçekle bütünleşirler. Yani Âdem, kısacası, bizlerde bir şey yok.

 Her şey Ondan bir lütuf. Veren olmazsa ne alırız?

-Peki dedim. Her şey doğru; ama hiçbir paye yok mu bu eserleri yapanlarda?

-Olmaz mı dedi. Bu paye yetmiyor mu?

 Hak eden alır.

Oktan Keleş

Bir Meczubun Rüyası sh 51-57 




Bu haber 4,984 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,271 µs