En Sıcak Konular

Herkül Sancak Açmış

24 Temmuz 2016 08:43 tsi
Herkül Sancak Açmış Minarelerden ezanlar okunuyor, istiklal Marşımız tekrar ediyordu: KORKMA!

Oktan Keleş'in yazmış olduğu ve Türk Devleti için adeta bir DOKTRİN Kitabı olan DERUNİ DEVLET-KUTSAL HALI (2012) kitabındaki bazı bölümler  sanki bugün yaşananların bir prova olduğunu gözler önüne seriyor.

Minarelerden ezanlar okunması, Okçular Tepesi Vurgusu, KORKMA diye başlayan istiklal Marşımız vs. Kuşkusuz Oktan Keleş'in yazdığı daha büyük bir olaya işaret ediyor ama bu yazılanlardan da dersler çıkarmak lazım.

Bu dersleri de Devlet içeresindeki vatanperver insanlar çıkaracaklardır.

Oktan Keleş'in yazdıkları her zaman önemli, DEVLETİN VE MİLLETİN BEKASI İÇİN DİKKATE ALINMALI diye sık sık buradan uyarılar yaptık. TANRI CEKETLİ ADAMI burada onlarca kez tekrar tekrar verdik.

Bu işleri bilmeyen bazıları ise Oktan Keleş'in yazdıklarını küçümsemek/karalamak/ dikkate almamak gibi girişimlerde bulundular.

Oktan Keleş'i sağa sola şikayet edip, 'onunla görüşmeyin' vs. diyenleri de unutmadık ama şu an bunun sırası değil. Gün birlik olma zamanı. O şahıslar, bunları dikkate alsalardı, bunlar yaşanmazdı. Devleti nasıl zaafa uğrattıklarını yaşayarak gördüler.

Şimdi gelelim kitaptan ilgili bölüme, yorum sizin.  

...

Latif Baba,“Geldin mi?” dedi ve ekledi: “Eyüp Sultan Camii’nin arka sokağını git, oradan seni alacaklar, doğru Turan Bey’e, hadi durma, yapılacak iş çok!” dedi. Tam ayrılırken şunu söyledi: “Herkül, sancak açmış.” Latif Baba’dan Herkül elimesini ilk defa duymuştum.” Sözde Yunan Tanrısı mı acaba?” diye düşündüm.

Hemen çıktım, beni bekleyen kişiyi gördüm. O da beni tanıdı: “Buyurun Âdem Bey, çok acil gitmemiz gerekiyor. Sizde ne varsa, çok önemli olduğu kesin. Bir an önce yetiştirmeliyiz.” dedi.

Turan Bey beni ayakta karşıladı, “Hoş geldin yiğidim!” dedi ve oturttu. “Seni Oğuz Kağan’a götürecekler. Buradan alacaklar. Dikkat çekmemek gerek. Herkül ve adamları her yerde.” İkinci kez Herkül ismi geçince sordum,“Kim?” diye.

Turan Bey, “Herkül, Deccal kuruluşunun başöğretmeni. İslam dünyasında koyu bir Müslüman ve Papa’nın bir numaralı dostu. Siyonistlerin kullandığı bir münafık. Herkül’ü üçlü organizasyon yetiştirdi. Yıllarca süren operasyonlarının bir parçası idi ve şimdi dünyanın tam kalbine saldırmak için bu zamanı beklediler yıllarca. Nasıl Türk akıncıları dünyanın dört bir yanına önceden giderdi, kapıları açardı ordulara. Şeytanîlerde aynı taktikle İslam dünyasından bilinen birini kullanıyorlar. Herkül ismini üçlü ittifak verdi. Asıl ismi de Şark’ın eski çağlarından kalan bir isim. Yani kaleyi içten fethetmek.” dedi. Latif Baba’nın bir sözü aklıma gelmişti: “Şu koca koca ormanlar, ağaçların trilyonlarda biri etmeyen bir kibritle yanıyor. Dikkat et her şey içeriden olur.” demişti.

Turan Bey bunun çok büyük bir organizasyonun parçası olduğunu da söylemiş ve şöyle devam etmişti: “Öyle basit bir ajanlık meselesi değil. Bu organizasyon öyle etkisi sınırlı bir organizasyon değil. Aslında kendisi hiçbir dinden değil. Şeytanilerin ona vermiş olduğu görevi yerine getirmekle mükellef biri. Firavun ile işbirliği içinde.

Baş Şeytanînin himayesinde biri. İslâm dünyasında Müslümanlığı öven, Hıristiyanların yanında onları öven, hangi din mensubu ile bir araya gelse, onu öven biri. Gerçekte ise dinsiz biri. Üç dinden de yeterli taraftar topladı. Altın vuruşu yapmak için işaret bekliyor. O zaman dinlerin önemsiz olduğunu dünyaya açıklayacak, yeni bir formatta Herküllüğünü dünyaya ilan edecek. Şeytanîlerde bu noktada bir tane Deccal adayını Hıristiyanların, bir tanesini de Yahudilerin arasına salacaklar. BU YALANCI DECCALLER görevlerini yaparlarken Şeytaniler asıl DECCALİ çıkaracaklar. Tabii bütün bu olup bitenler, dedik ya çok büyük organizasyon ve saldırı. Bu saldırı için dünyanın kalbi Türkiye’den start verildi. Türkiye’yi geçecekler ki, dünyayı geçsinler. Turk’un sırrında tüm dünyayı korumak vardır. Bu yüzden dünyanın koruyucusunu yok etmeliler ki planlarını faaliyete geçirsinler.” dedi.

 

 Türk Devletinin sırlarını ve kodlarını bilen Fatih Sultan Mehmet'in kendi çizdiği resim...


Turan Bey’den öğrendiklerim karşısında dehşete düşmüştüm. Turan Bey’e sordum:

“İnsanlık bu Herkül’e nasıl kanıyor? Bu nasıl bir algılama ki herkes ona kanıyor? Bir Müslüman nasıl kanar? Diğer dinler hadi kandı. İslâm âlemi nasıl kanar?” Turan Bey sorumu şöyle cevapladı:

“Tarihe bak. Akıl almaz ibretler vardır tarihte. Efsaneler boşuna değil Âdem Bey. Truva atı ile kazanılan savaşı bilirsin. Truvalılar kalelerinin dışına bırakılan bu tahta atı, içeri alırlar. Gece olunca, Truvalılar, atın içine saklanmış olan askerlere gafil avlanırlar. İçimizdeki Truva atlarına dikkat etmeliyiz. Âdem Bey, Azteklerin tarihini iyi oku. Gelecek nesillere çok iyi bir örnektir Aztek tarihi. İspanyollar, Aztekleri nasıl yok ettiler, biliyor musun? İspanyol komutan Hernan Cortes, Şeytanî bir organizasyonla, onlardan aldığı telkin ve akılla şöyle plan yapmıştı: Aztek efsanelerini satır satır incelediler. Aztek eski metinlerinde öyle bir şeye rastladılar ki, işte aranılan kan bulunmuştu. Tanrı Ceketli adam. Metin şöyledir: Aztek inancında Tanrı elbisesi giymiş adamın kendilerini kurtaracaklarına dair bir efsane vardı. Hatta elbisenin şekli dahi çizilmişti. Bekledikleri bir adam çıkagelecek ve komutan olacak, Aztekler’i tüm dünyaya hâkim kılacaktı. Cortes, Aztetekler’in bu efsanesini onlara karşı kullandı. Aztek metinlerindeki bu ceketin aynısını yaptı ve emrindeki askerlere de değişik kıyafetler giydirerek, daha önce kuşattıkları ama alamadıkları yerlere elini kolunu sallayarak girdi. Aztek imparatoru Montezuma ve Aztek bilginleri Tanrı Elbiseli adamı karşılarında görünce şaşırdılar ve tüm halka bu haberi duyurdular. Nihayet bekledikleri Tanrı Elbiseli Adam’ın geldiğini duyurdular. Aztekler dünyaya sahip olmayı düşünürlerken yeryüzünden silindiler. Cortes’in foyası ortaya çıkmış ve öldürülmüştü ama iş işten geçmişti.” dedi.

Ben bu bilgiyi hafızama, Türk tarihinde, ‘kuzu postu giymiş kurt’ olarak kazıdım.

Turan Bey’den şunu da öğrenmiştim: Düşman, bir millete saldıracağı zaman, o kavmin her şeyini kullanıyor ve sömürüyordu. Dinini, tarihini, ideallerini, beklentilerini vs. Hele bu millet; fetihçi bir milletse, imparatorluk geleneği varsa ve tarihin bir cilvesi gücü elinden gitmişse… Bu milletin eski gücüne dönme ideali varsa, o millet sömürülmeye çok müsaitti. Çünkü eski zirve günlerine dönmeyi herkes isterdi.

Cortes’in giydiği bu Tanrı Ceketi, büyük bir ibretti. Elini kolunu sallayarak bugünde bu ceketleri giyenler elbette olacaktır. Dünya genelinde büyük bir organizasyon için büyük senaryolar gerekiyordu. İnsanlığın zihnine Tanrı Ceketi giydirmeleri gerekiyordu.

Bunun için önce üç büyük dinin birleştirilmesi, daha sonrada bu dinlerin sözde lağvedilmesi, daha sonra UFO dini, yani gökten gelen bir din olması adına uyarlamalar vs.

Hiç şüphesiz hak din İslam’dır. Ondan gayri dinler, İslam geldikten sonra artık hak değildirler. Kâbe’ye modern Ebrehe’nin, modern filleri de girmişti. “Yeni Mekke Projesi” adı altında. Bütün plan tıkır tıkır işliyordu. Vatikan, Siyonistler ve Şeytanîlerin planlarını tıkır tıkır ittifakla uyguluyorlardı. Onların da kendi oyunları vardı. Vatikan dünyaya Hıristiyanlığı yayacak, Müslümanlar ise İslâm’ı yayacak. Yahudilerin ise öyle bir derdi yoktur. Yahudi olmayanlar zaten insan bile değildi. Şeytanîler Herkül projesini çok iyi tasarlamışlardı. Türklük sırrında dünyayı korumak vardı. Dünyayı koruyacak unsur da Türk milleti ve onun ordusu idi. Asker millet kavramını Türk milletinden silme projeleri başlamıştı. Türk milletinin tüm değerlerine saldırılıyordu. İslâm inançları bile sorgulatılıyordu. İslâm itikadı da sorgulatılıyor, yeni neslin zihninde yeni algılatmalar yaptırılıyordu.


İSTANBUL TEHLİKE ALTINDA

İstanbul’un üzeri birden kararmıştı. Kara bulutlar dolaşıyordu. Dünya televizyonları “Flash! Flash!” Başlığı ile değişik haberler vermeye başlamışlardı. Bütün yayınlar kesilmiş, sadece bu haber veriliyordu:

NASA, açıklama yaptı, ‘Dünya dışı varlıklar, dünyaya saldırıyor olabilir. ’ diye. Dünyada değişiklikler oluyor, bazıları yoksa kıyamet mi kopuyor diyor, bazıları ise bunlar doğal olaylar diyordu. Korku psikolojisi hâkimdi.

Vatikan tüm Hıristiyan âlemini toplu ayine çağırmıştı. Diğer din mensuplarının ruhani liderleri de aynı şeyleri yapıyorlardı.

İslam dünyası adeta hazırlıksız yakalanmıştı. Bir grup, Mehdi’yi bekliyordu. Aynı esnada Papa dünya televizyonlarına şu açıklamayı yapıyordu: Beklenen Mesih bir kubbeye inecek.

TSK teyakkuza geçmişti. Bunlar bir günün içinde gerçekleşen hadiselerdi. Hiç beklenilmeyen olaylardı. Her şey sıradandı o gün. Herkes işinde gücündeyken olağanüstü şeyler olmaya başlamıştı. Sanki Kuran’daki “ANSIZIN GELİR ÇATAR” ayeti şimdi anlamını buluyordu.

Erenler kolu, ehillerine şöyle diyordu: “Meraklanmayın, Allah’ın izni ile Allah’ın dediği olur. Gerekirse Kod Mehdi devreye girer. Davud’un kılıcındaki bilgisayar kodu devreye girer.”

NASA bir açıklama daha yapıyordu: “Uzaylılar; Türkiye’den, İstanbul’dan giriş yapıyorlar.” Termal kamera ile görünmez olan varlıkları tespit ettiklerini tüm dünyaya ilan ediyorlardı.

Şeytaniler cephesinde ise Herkül, “Ben Herkül’üm, tüm dünya insanlığını kurutacağım!” diye beyanatlar vermeye başlamıştı. Dünya kaostaydı. İnsanlar korku içerisindeydiler. Beytullah, oteller zincirine dönüştürülmüştü. Mescid-i Haram’a açıktan bir papaz dahi davet edilmişti. Müslüman olmayanların giremeyeceği yere papaz giriyordu. Müslümanların çıtı çıkmıyordu.

Tüm bunlar olurken Turan Bey’in yanına gitmem gerekliydi. Erenler birliği tüm dünyadaki dua ehlini duaya çağırmıştı. İstanbul düşerse, Türkiye düşer; Türkiye düşerse dünya düşerdi. Şeytanîlere ve onun maşası Herkül’e karşı erenler duada birleşmişlerdi. Ellerinde Türk bayrakları, herkes akın akın İstanbul’a gidiyordu.

Turan Bey’in yanına döndüm. “Oğuz Kağan’a gideceksin.” dedi. Turan Bey beni bu sefer kapıda karşılamış ve adamı ile yola çıkarmıştı. Yolda haberleri dinliyordum:

Korkunç haberler geliyordu. Buzullar hızla erimiş, içinden tuhaf yaratıklar akın akın dünyaya dağılmaya başlamıştı. Uçaklar çalışmıyordu. Dünyayı İstanbul merkezli kaos kaplamıştı. Bu yaratıklar korkunç yaratıklardı. Kara kara dumanlar etrafı sarmıştı. Dünya bir gün içinde değişmişti. Dünya eski dünya değildi. Korkmuştum, bu zalimler masumlara da zarar verir miydi? Aklıma İlhami Abi’nin daha önce söylediği şu lafı gelmişti: “Kurunun yanında yaş da yanar, zarar görür. Uhud’da Okçular Tepesi’ni hatırla. Ayete konu olmuşlardı. Peygamberimiz’in (sav) sözünü dinlemeyince hem kendileri zarar görmüşlerdi, hem de Peygamberimiz (sav) zarar görmüştü.”

Oğuz Kağan’ın yanına başka bir yol ile gitmiştim.  Oğuz Kağan’ın bulunduğu geniş odaya vardığımda, yarım daire biçiminde yani Hilâl biçiminde 16 kişiyi gördüm. Yüzlerini seçemiyordum. Onların yanında da tuhaf insanlar vardı. Değişik milletlere ait insanlar vardı. Meselâ bir tanesi Kızılderili idi. Onlarda kendi halı motiflerini getirmişlerdi. Meğer hepsi Türklermiş. Onların Türk olduğunun sırrı onlarca biliniyormuş, meğerse bilmeyen sadece bizmişiz.

Oğuz Kağan, bana dönerek, “Getirdin mi Kutsal Halı parçalarını?” diye sordu. “Evet efendim.” dedim ve elimdekileri masanın üzerine bıraktım.

Masanın üzerine koyar koymaz diğer kabilelerin getirdikleri çözümlenmiş halı motifleri toparlanmış ve bana teslim edilmişti.

“Derhal bunu al git adresteki kişiye ver. Yeni çağın yeni Kutsal Halı bilgisi bunlar.” dedi Oğuz Kağan. Ve beni hızla verilen adrese doğru yola çıkardılar.

Güzergâhım Fatih Camii idi. Latif Baba ve Hilâliler oradaydı. Binlerce kişi vardı caminin avlusunda, caminin içinde. Halk şuursuzca toplanmıştı. Her yerde askerler nöbet tutuyordu.

Önemli yerler koruma altına alınmıştı. TV’ler ve radyolar dinleniyordu. Ancak bir süre sonra görüntü ve sesler gelip gitmeye başladı ve sonra tamamen kesildi. Hemen telsizler devreye girdi. Telsiz çok önemliydi artık. Ancak bir süre sonra onlarda kesildi ve devreye şahinciler girdi. Artık haberleşmeyi şahinciler sağlıyordu.

Latif Baba’nın yanına geldiğimde, “Öleceksek, hepimiz vatanımızda, şehrimizde ölürüz.” diyordu. Orada bulunan herkes birbirine sarılıyordu, çoğu insan evine kapanmıştı. Türk Genelkurmayı’nın yaptığı açıklamalar halka ulaştırılıyordu: “Türk milleti endişelenmesin!

10 yıl yetecek yiyecek, içecek Türk Silahlı Kuvvetleri’nce depolandı. Kıtlık olmayacak, sevkiyat başlayacak. Asayişi temin için tüm önlemler alındı.” İstanbul’da korkunç bir fırtına çıkmıştı. Gökyüzü kararmıştı. Dünya ne haldeydi bilinmiyordu.

Ayasofya’nın kubbelerini ve kurşunlarını sökenler emellerine ulaşıyorlardı sanki. Büyük bir toz bulutu İstanbul’u kaplamıştı. Enteresan olan şey ise, Şeytanilerin önde gelenlerinin İstanbul’un çeşitli mabetlerine girmeye çalışmalarıydı.

O gün de bir fırtına çıkmıştı. Latif Baba: “Bu fırtına gelişi güzel bir fırtına değil.” demişti. Çatılar uçuyor, belli başlı bölgelerden yangın haberleri geliyordu. Fırtına periyodikti; bir kesiliyor bir başlıyordu. Bir ara Latif Baba ile göz göze geldim. Olmaz denilenler oluyordu. Fırtına dindiğinde tekrar radyo ve TV’ler yayına başlamıştı. Bu durum gelgitler halindeydi. Nihayet şehrin elektrikleri kesilince, elektronik olan her şey durmuştu.

Sultan Ahmet Meydan’ında gökyüzü siyahlıklar içerisindeydi. Gökyüzünde hareketli ışık huzmeleriyle bir çarkın döndüğü gibi dönen bir nesne beliriverdi. Hemen Sultan Ahmet Meydanı’na geçtik. İstanbul halkı panik halindeydi. Havadan mercimek tanesi büyüklüğünde küçük küçük tanecikler yağmaya başlamıştı. Şu ayet aklıma gelmişti:

“AKLINI ÇALIŞTIRMAYANLARA GÖKTEN PİSLİK YAĞAR.” Yere düşen nesneler, toprakla temasa geçtiği an misket büyüklüğüne ulaşıyor ve her yerde hareketli nesneler oluşturuyordu. Bu nesneler insana değerse, insanlar baygınlık geçiriyordu.

Yere değen taneler adeta dev yaratıklara dönüşüyordu. Halkın kimi namaza duruyor, kimi kaçıyordu. Acaba bunlar “Dabbet-ül Arz” mıydı? Hadislerde; “Bir karış yerden çıkacağı, bir hayvan olacağı, onu görenin ondan kaçıp, namaza duracağı” geçiyordu.

Çağımızda bazılarının dediği gibi “dabbe” internet olamazdı. Çünkü internet olsaydı, insanlar internetten kaçıp namaza mı duruyorlardı? Tam tersi namazı bırakıp, internete  koşuyorlardı. Üstelik dabbe, kâfirin alnını damgalayacaktı, “bu kâfir” diye. Tüm dünyada aynı haberler yayılıyordu. Tam bir kaos ve panik hâkimdi.

Gökyüzünde çeşit çeşit yaratık şekilleri, evlere zuhur ediyordu. Sadece evlere değil, her yere. Fakat bu olanlar, bir anın içerisinde oluyordu. Havadan yağan nesneler zamanla kesiliyordu. Camilere doluşan halkın, askerî koordinenin sağladığı avantajla mümkün mertebe psikolojisi diri tutuluyordu. Düşman hem görünür hem de görünmezdi. Dünyanın çeşitli yerlerindeki haberler de kulaktan kulağa yayılıyordu. Buzulların erimesi ile çıkan yaratıklar ulaşabildikleri tüm şehirleri ele geçirmişlerdi. Tüm insanlık kendi dili ve inancında dua ediyordu. “Kimisi uzaylılar istila etti, kimi Yecüc Mecüc çıktı, kimisi de cinler istila etti.” diyor ve bu haberler ile ortalık çalkalanıyordu.

Bu sırada bizler, Hilâliler, Latif Baba ve erenlerin etrafındaydık. Turan Bey yanımda görünmüştü. Kolumdan tutarak o hengâmede, “Âdem Bey, gitmemiz gerekiyor.” dedi. Sultan Ahmet’ten Fatih’e geçtik.

Fatih’in türbesinin içerisindeyiz. Türbenin içerisinde 16 kişi ayakta. Daha önce de söylediğim gibi içeride çeşit çeşit kavimden insanlar vardı. Bu esnada kararlar alınıyordu. Bu durum böyle devam ederse ne gibi tedbirlerin alınacağı konuşuluyordu.

Ankara’dan konvoylarla bir çeşit şapka getirilmişti. Anonslar yapılıyordu: “Bütün Türk milleti bu şapkalardan giysin!” diye.

Bütün her yerde seferberlik başlamıştı. Bir tane de bana verilmişti bu şapkadan. Bakır ve demir alaşımından yapılmış, çift boynuzlu Zülkarneyn başlığı idi bu. Anlaşılan özel yapılmış bir başlıktı ve bugünler için saklanmıştı. Üzerinde kullanma talimatı vardı. Başa geçirilecekti ve boynuz şeklindeki bakır çıkıntıların kenarındaki düğmelere basılacak ve beklenilecekti. Denileni yaptım. Bir anda kulaklarıma ses geldi. Anlaşılan bu başlık hiçbir şeyden etkilenmeyen bir başlıktı. Ses şuydu:

Bu başlığı takan Türk milleti, taktıktan 45 dakika sonra size bir komut gelecek, o komutla beraber İstiklâl Marşı okunacaktır. ‘Korkma!’ diye başlayan İstiklal Marşı başladıktan sonra başlığın ortasındaki düğmeye basılacaktır.” İstiklal Marşı’nın ilk kelimesi durmadan tekrar ediyordu: Korkma! Korkma! Korkma!

Beklediğimiz bu 45 dakika sanki geçmek bilmiyordu. Telkin altındaydık. Yecüc Mecüc dünyaya saldırmıştı. İlk saldırdıkları millet de Asya ırkları ve Türk milleti idi. Ekinler, tarlalar her yer talan ediliyordu. Başımızdaki başlıktan gelen ses devam ediyordu:

“Korkma! Korkma !” diye…

Sanki o esnada bizim için hayat durmuştu. 45 dakika sonra ne olacak, bekliyorduk. Bütün Türk milletinde o başlık vardı. Gökyüzünde sanki bir yıldırımın, şimşeğin çizgisi gibi bir ışık beliriyor ve yavaş yavaş bir kapı aralanıyordu. Sanki gökyüzünden akın akın bir şeyler gelecekmiş gibiydi. Tepelerden saldıran Yecüc Mecüc gibi, tıpkı ayette anlatıldığı gibiydi.

Bu esnada her şey öylesine hızlı gelişiyordu ki… Turan Bey vasıtası ile dış dünyadan da haberler alıyorduk. Söylentiye göre Vatikan’ın tepesine Mesih gelmişti. Kudüs’e, Şam’a ve dünyanın çeşitli yerlerine de Mesih geldiği söyleniyordu. Hindistan ve Uzak Doğu inançlarındaki beklenilen kişilerin de geldiği söyleniyordu. Bir tek ortada Mehdi’ninherhangi bir yerde zuhur ettiği haberi yoktu.

Nihayet 45 dakika dolmuştu. Ortadaki düğmeye bastık. İstiklal Marşı okunmaya başlandı. Bitti. Sonra anons duyduk: “Geri sayım başlamıştır. 114 saniye sonra, Ankara’dan Genelkurmay gizli sığınağındaki ana başlık vericisi aktif hale gelecek ve başlıklarınız çalışmaya başlayacak.” Hepimiz adeta 114 saniyelik süreyi saydık. Ve 114 saniye sonucunda, “Yerin ve göğün sahibi Allah’tır!” nidası yankılandı. O esnada bütün her şey bir anda eski haline döndü. Ne Yecüc Mecüc, ne cinler, ne harabe olan yerler, ne insanlığın kaosu, ne sokaklarda insanlar vardı…

İstanbul eski haline dönmüştü. Sanki böyle bir hadise yaşanmamıştı. Başlık başımdaydı ama hayâl görmüş olamazdım. 16’larda yine türbedeydi. Turan Bey de yanımdaydı.

Başlığı tekrar geri aldılar. 16’lar heyeti, teker teker türbeden ayrılıyordu. Türbenin çıkışında Latif Baba ve İlhami Abi gözükmüştü. Her şey güllük gülistanlıktı; Pazar alışverişi yapanlar, parklarda oturanlar… Günlük hayat devam ediyordu. Ben ise olup bitenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Latif Baba’ya dönerek, şaşkınlıkla sordum, “Ne oldu?” diye. İlhami Abi 16’larla beraber caddeye çıkmış, insanların arasına karışarak gözden kaybolmuştu. Latif Baba,

“Turan Bey’in yanına git, o sana olup biteni anlatsın.” dedi.

Turan Bey’e olup biteni sordum. Turan Bey şunları söyledi: “Yaşadıklarının hepsi gerçekti. Ama sen bunları bir tatbikat gibi gör. Bir gün bu millet hazırlıksız yakalanırsa bütün bunlar bir daha gerçekleşecek.

Herkül Projesi doğrultusunda manyetik alanlar açılıp, Yecüc-Mecüc bu manyetik kapılardan geçecekti. Türk Devleti’nin 16’ları ve Derûnî yapılanması bu ilme vakıf olduğu ve Kutsal Halı bilgisinden bunları bildiğinden dolayı her şeye hazırlıklı idi. Demirci Baba’dan demir ve bakırın sırrını hatırla. Bu Zülkarneyn sırrıdır. Zülkarneyn, Kutsal Kitabımız’da da belirtildiği gibi demir bakırı eriterek Yecüc ile Mecüc ve insanlığın arasına set çekmiştir. Tıpkı kendi çağında yaşadığı gibi. O başlıklar Zülkarneyn bilgisinden bir settir. Türk Milleti ile Yecüc Mecüc arasına çekilmiş bir settir, dolayısıyla insanlık arasına.”

Turan Bey’e sordum: “Nasıl oldu da insanlık şu ana kadar yaşadıklarımızın farkına varmadı?”

“Manyetik alanlar açıldığı an aslında her şey bir anda olup bitmekte, adeta zaman durmakta. Başlık devreye girdikten sonra başlığın sırrı sayesinde açılan manyetik alanlar insan beynini etkilememekte ve hafızamızdaki zamanı durdurmuyor. Sana verilen başlık farklı olduğu için olanı biteni hatırlıyorsun.”

Anladım ki, Türk Devleti birçok önemli buluşa imza atmış ve bunu saklamayı başarmıştı. Şimdi daha iyi anladım ki; “öze saldırmak, beyne saldırmak” ne demekti? Düşman bu yüzden beyne saldırıyordu. Bundan dolayı beyne saldırı yapılıyordu. Bunu başarsaydılar tüm insanlık savunmasız kalacaktı.

Turan Bey’e sordum, “Bu İsalar, Mesihler neyin nesiydi?” diye. “Şeytaniler, Şeytanla işbirliği yaptığından dolayı Vatikan’la işbirliği yaptılar kendi planları doğrultusunda, fakat bu da geçiciydi.”

“Niye Mehdi çıkmadı?” diye sordum.

Cevap manidardı: “O hengâmede bir tane Mehdi gördün mü? Hepsi bir deliğe girmiş saklanmıştı. Gerçek Mehdi, Allah tarafından çıkarılacağı için onun zamanını Allah bilir. Yoksa böyle sahtekârlar kaçacak delik ararlar.”

Anlamıştım ki, Zülkarneyn başlıkları bir setti. Bunların hepsi Türk Kutsal Halı sırrındandı.Yine sordum: “16’lar toplandığında, çemberin dışında, sayısını hatırlayamadığım,

30-40 kadar değişik ırktan insanlar vardı. Bunların bazısı zenci, sarı, beyaz vs. idi. Ama hepsi 16’ların etrafına toplanmıştı. Bunlar kimdi?”

Turan Bey cevap verdi: “Onlar, Hakk’ın yanında olan, dünya insanlığının temsilcileri,

Hilâliler idi. Bunun sırrı, Bakara Suresi 213. ayette saklıydı: “İnsanlar tek bir ümmetti… Ve daha sonra ayrıldılar.” Turan B ey devam e tti: “Dikkat e dersen Kur’an “İNSANLAR TEK ÜMMETTİ” diyor, tek ırktı demiyor. Ümmet birçok ırkın topluluk ifadesidir. Birçok kavmin çoğul ifadesidir. Mesela “Ümmet-i Muhammed” diyoruz.

Muhammed ümmetinin içinde her türlü kavim, her türlü ırk bulunmaktadır. İşte 16’ların, Türk ırkının görevi, Allah’ın muradullahı dairesinde tekrar insanlığı, Kuran’daki tek ümmet haline getirme görevi ile memurdur. Dolayısıyla tek ümmetin içerisindeki ırklardan en üstünü Türk milleti dediğin zaman ırkçılık yapmış olmazsın. O tek ümmet içinde birçok ırk vardır ve hepsinin ayrı meziyetleri vardır. Tek ümmet haline geldiği zaman kuvvet halini alır. İşte Türk milletinin, Türk ırkının görevi tek ümmeti sağlamaktır, varlığının sebebi budur. Bu ayetin bir manası da tek topluluk ve tek ümmetten kasıt eşref-i mahlûkat topluluğudur. Bu eşref-i mahlûkatlık kaybolduğu için, Türk’ün görevi de tekrar insanları eşref-i mahlûkat haline getirmek, yani birleştirmektir.”

Turan Bey; “Tek ümmeti tekrar bir araya toparlayabilmek için terkip şudur: Önce Türk Birliği, sonra içlerinde Türk İslam Birliği, Sonra İslam Ümmeti Birliği ve sonra tüm insanların hak ve adalet içinde yaşayacağı tek ümmet birliği. Şeytaniler bunu bildiği için Türk Birliği’ne şiddetle karşı çıkarlar ve ırkçılıkla suçlarlar. Bu kadim bilgi Türk askerinde bulunduğu için beyne bunun için saldırırlar.

Düşünsene tüm insanlık Türk’ün töresi gereği bir arada yaşıyor, Türk’ün yönetiminde. Kuran’da ayet var. “Herkes Müslüman olacak” diye bir kaide yok. “DİLESEYDİM HERKESİ MÜSLÜMAN YAPARDIM” diyor Allahu Teâlâ. Türk’ün töresi Hakk’ın yanında olmaktır. Böyle bir yönetimden hangi insan kaçar ki?”

Evet, Türk milleti görevli bir milletti. Yeryüzünü fesada uğratan Şeytan ve Şeytanilerle mücadele edip, Hakk’ı ve adaleti yerine getirmekle yükümlü milletti. Bu hadise ile anlamıştım ki, uzaylılar denilen cinler kâinatta mevcuttu. Ama bildiğimiz sahtekâr ufocuların anlattığı gibi değildi konu.

Birkaç yıl sonra deniz fenerine ziyarete gitmiştim ama orada sanki bu olaylar hiç

yaşanmamış gibiydi. Sadece bu olay için bir kereliğine burası özel mi seçilmişti? Acaba 16’lar ve Oğuz Kağan bir daha nerede toplanacaktı.....

....

Oktan Keleş

Deruni Devlet-Kutsal Halı

Sh.374-392 



Bu haber 23,447 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,770 µs