En Sıcak Konular

Emir Yıldızdan

Köşe Yazısı
Emir Yıldızdan
2 Mart 2009

BİR GÖNÜL İNSANI :RAHMİ ERAY



BİR GÖNÜL İNSANI :RAHMİ ERAY

 Bu yazı rahmetli Rahmi Eray hakkında  hazırlanan özel bir çalışma değil.Ama bu 'özel' insanın özellikle gençler tarafından bilinmesi için, onun hakkında yazılanlardan bir derleme yaptık.İnşallah bu güzel adam hakkında ayrıntılı bir kitap hazırlanır.Ve inşallah bu kitabı hazırlamak da bize nasip olur temennisini de burada belirtelim. Rahmi  Eray ile ilgili değerli ağabeyimiz Ezel Erverdi'nin bir derleme kitabı dışında da bildiğimiz kadarıyla kitap yok. "Elbistanlı Rahmi Eray " isimli kitabın  arka kapağında Ezel Bey şöyle diyor:

 "Rahmi Eray, Anadolu'nun yangın yerine döndüğü yıllarda (1918) Elbistan'da doğar. Yetimliğin mektebinde büyür. İlköğrenimini Elbistan'da, yüksek öğrenimini İ. Ü. Tıp Fakültesi'nde yapar. 1938'de geldiği İstanbul'da büyük-küçük geniş bir muhitin "ağabey"idir. Yakalandığı damar kan hastalığı, onu on sekiz sene yatağa ve durağan bir hayata mahkum eder. Etrafında bir halka oluşur. Kendi dert ve ızdırabına kimseyi ortak etmez. İnsanları doğrudan tenkit etmez, dolaylı ve genel hitaplarla karşındakilere hakikati gösterir. Namı yok, şöhreti yok, mesleği ve sıfatı yok, eseri yok, mülkü ve parası yok, adını devam ettirecek kimsesi yok. Ama örnek bir hayatı, sözleri ve davranışları var. Kendisine gelenlerin dertlerine çare bulan bir doktor gibidir.. Etrafını çevreleyen ve gittikçe çoğalan gençlere karakter aşısı yapar.. Söz vermenin, sözünde durmanın nâmus olduğunu hayatı boyunca telkîn eder.. Kimseyi doğrudan tenkid etmez, dolaylı ve genel hitaplarla karşısındakine hakîkatı gösterir.. Kindarlara merhameti, şiddetli ve hiddetli olanlara itidâli, nefse karşı aklıselîmi, âsîlere de hürmeti öğreten bir muallimdir.."

 Ferruh Bozbeyli de Rahmi Eray hakkında: "Söylediğini yapan, verdiği öğütleri kendi hayâtında tatbîk eden bir insan gördümse Rahmi Ağabey'i gördüm.. O, (insanlar sevgiye, saygıya, merhamete, barışa ve hürriyete muhtaçtır.. Ama bunu ilk veren siz olmalısınız) derdi.. (Selâmı ilk veren siz olun) derdi. (Düğümler kör düğüm olmadan çözülmeli.. İki dost arasındaki mesâfe biraz soğursa, o soğukluk artmadan çözülmelidir) derdi. Yaşadığı olaylardan fikirler imal eder, prensipler çıkarırdı."

 Prof. Ayhan Yücel  ise  bu güzel adam hakkında şöyle diyor: "O, sorduğu sorularla, doğruyu yine bize buldurmak sûretiyle hepimizi sevinç ve sükûnete kavuştururdu. Bizim haberimiz olmadan bizi, bize buldurmak suretiyle kendimizi tanımamızı kolaylaştırırdı.. Her haliyle duygu, düşünce ve hareket birliğini yaşar, etrafına telkîn eder, yakınlarında da yaşatmaya çalışırdı. İnsanların nankörlüğünden, kadir kıymet bilmediklerinden, onun için insanlara iyilik yaramadığından bahseden bir münâkaşada Rahmi Ağabey şöyle müdahele etmişti: (İnsanların unutkanlığı üzerine o kadar çok misal sayılabilir ki!.. Hele bu iyiliği unutmak husûsunda olursa, sayısız misal verilebilir.. O halde ne yapmalı? Unutan insanlara nasıl yardım etmeli? Hiç şüphe yoktur ki bu iş unutturmamakla mümkün olur.. Onun da çaresi devamlı iyilik yapmaktır. Tâ ki unutkanlık araya girmesin!.. Unutmaya fırsat doğmasın!..)

 Ercüment Konukman ise Milli Kültürümüzün kilometre taşlarından Dr. Rahmi Eray adlı makalesi'nde:

 Belki az bilinen ve beklide büyük kütleler tarafından hiç bilinmeyen ancak Türk Milliyetçiliğine büyük katkıları bulunan Türk İslam sentezini nefsinde yaşayan ve yaşatan ve öğrencilerine de yaşatmasını başaran müstesna insanlardan biride Kahraman Maraş'ın Elbistan kasabasında doğan ve Tıp tahsili için İstanbul a gelen ve burada tutulduğu amansız hastalık ;Tronboflebit- sebebi ile gençliğinin baharında yataklara düşen,ancak azminden ve imanından hiçbir şey kaybetmeyen Rahmi Ağabeydir. Yani Elbistanlı Dr. Rahmi Eray Ağabey.

Dr. Rahmi Eray Türk Milliyetçiler Derneğinin Türk Kültür Çalışmaları Derneğinin ve nihayet Milliyetçiler Derneğinin kurulmasında yaşatılmasında büyük emeği geçen isimsiz kahramanlardan biri idi.O adeta Milli Kültürümüze giden o aydınlık yolda kilometre taşlarından biri idi. Çok genç yaşta kaybettik.Mekanı cennet olsun.

 Belki de o vefatı esnasından biri Sahrayı Ceditte ve diğeri ise Karacaahmette mezarı kazılan 1. Mezar yerine cenaze getirildiği halde açılmış mezar başından alınarak Karacaahmet Mezarlığındaki hazırlanan 2. mezar yerine gömülen tek mevta idi.

 Dr. Rahmi Eray Kahraman Maraş`ın Elbistan kasabasından tahsil için İstanbula gelmişti. Hastalanmıştı,Doktorlar tedavisi çok zor bir kan hastalığı olan Trombo-Flebit teşhisini koymuşlardı.Buna rağmen halinden pek şikayetçi olduğu görülmemişti. .Istırap ve acı onda isyan yerine hamd ve şükür şekline dönüşmüştü.Yakınlarının ifadesine göre yüzündeki bu aydınlık, onun iç dünyasının tabii bir yansıması sayılmalı idi.

 Fatihte Malta semtinde küçük bir apartmanın 2. katında birkaç arkadaşı ile birlikte oturuyordu.1950li yılların başlarında bir gün arkadaşlar Rahmi ağabeye gidiyoruz demişlerdi.Ve beni de davet etmişlerdi.

 Bir gün bütün konforu arka ayaklarına birer tuğla konulmuş böylece öne doğru meyil verilmiş basit bir karyoladan ibaret olan bu odada yatmakta olan Rahmi Ağabeyle tanıştık.

Hastalığı sebebi ile başı aşağıda ayakları ise yukarıda ve sırt üstü hiç hareket etmeden yatması gerekli olan Rahmi ağabey bizleri güler yüzle karşıladı ve hoş geldiniz dedikten sonra irade konusunda bir tartışma başlattı.İçinde bulunduğu durum sebebi ile hayat ile ölüm arasında adeta gidip delmekte olan bir insan için,kendini durumunu hiçe sayarak günlük olayların baskısından bunalmış bir grup gence iradeden bahsetmesi,kaza ve kaderden söz etmesi bizi son derece duygulandırmıştı.

Rahmi ağabey tutumlu insandı. Hiçbir şeyi ziyan etmez ondan azami şekilde istifade etmesini bilirdi. İsrafın çok kötü bir şey olduğunu söyler ve daima bize tutumlu olmamızı telkin ederdi.Onun herkesin bildiği ``üç kademeli `` bir planı vardı.Bu plan ``Son fayda,teke irca-indirme- ve tasfiye´´ olarak özetlenebilirdi.Onun için de düğmeden iğneye ve ipliğe kadar,vidadan,makine parçalarına kadar her şeyin bulunduğu büyük bir kutusu vardı.Bu kutuya ``Son fayda kutusu´´ derdi Herkesinde bu kutuya fazlalıklarını koymasını ve bu kutudan ihtiyacı olanları da almasını isterdi.

Ona göre eşyaların da bir ömrü vardı.Ve zamanla tasfiye de edilmeli idi.Ancak tasfiye üçüncü ve son kademede olmalı idi.Son fayda`dan sonraki kadem ``teke irca,yani teke indirgeme´´ ve üçüncü kademe ise ``tasfiye´´ olmalı idi.

Rahmi ağabeyin hastalığı esnasında yatakta mutlaka hareketsiz bir şekilde yatması gerekli olan bir dönemde başından çok ilginç bir olay geçmişti.Bir gün evde beraber kaldıkları arkadaşı çarşıya alışverişe gitmişti. Giderken de Kapının anahtarını almayı unutmuştu.Gerçi Rahmi Ağabeyde yastığının altında kapının anahtarı vardı ama yataktan kalkamayacağına göre kapıyı kimseye açamayacaktı.Evde kapıyı açabilecek başka da biri de bulunmuyordu.

Allahtan ki mevsim yazdı ve odanın camı yarıya kadar açıktı.Kapının açılabilmesi için bir tek ihtimal vardı.Oda ağabeyin hiç hareket etmeden yastığının altındaki yedek anahtarı usulca alarak büyük bir dikkatle karşısında ki yarı açık pencereden bir defa da dışarıya atabilmesi idi

Rahmi ağabey bu çok rizikolu işi başarı ile sonuçlandırabilmişti.Anahtar yarı açık pencereden dışarıya atılabilmiş,aşağıda bekleyen arkadaşı da bu anahtarı alarak içeriye girebilmişti.

Ağabey bu olayı bize anlatırken ``insanların her zaman çok iyi düşünerek ve ileriyi görerek hareket etmeleri gerektiğini´´ söyler ve bu olaydan da bir ibret çıkarmamızı isterdi.

Daha sonraki yıllarda Rahmi Ağabey iyileşmiş,Tıp Fakültesini de bitirmiş ve doktor olmuştu. Hastalığı esnasında hastanede kendisine çok yakınlık gösteren bir Hemşire hanımla da evlenmişti.Göztepe de oturuyordu.Seneler sonra idi. Mevsimlerden sonbahar idi.

Rahmi ağabey bütün arkadaşlarını ve dostlarını bir hafta sonu evine davet etmiş idi.

Bu ısrarlı daveti kıramazdık.Vakit öğleye yaklaşmakta idi.Ağabey gelin demişti: Arkadaşlarınıza da söyleyin onlar da gelsinler demişti.Bizde bu davete icabet ediyorduk.

Göztepe Hamam Sokakta bahçe içindeki yarı ahşap eve ilk gelen galiba ben olmuştum.

Sokağın başına geldiğimde bir sürü çocuğun uzak bir noktaya sessizce bakmakta olduğunu görmüştüm.Bir gariplik olduğunu hissetmiştim.Evin kapısı açıktı.İnsanlar telaş içinde bakışıyorlardı.Ve bir oda da üzerine beyaz bir çarşaf örtülmüş bir mevta yatmakta idi. Rahmi ağabey hakkın rahmetine kavuşmuştu.

Rahmi Ağabey,gelin demişti,söyleyin arkadaşlarınız da gelsinler. Sanki içine doğmuştu.

Sanki bütün sevenlerini cenazesi başında toplamaya çalışmıştı.Demek ki o bizi son yolculuğuna uğurlamak için çağırmıştı. Ve öylede oldu.Cenaze evi bir anda sevenleri ile doldu taştı. Cenaze namazı Göztepe Camiinde kılındı .Rahmi ağabey sevenlerinin elleri üzerinde dualarımızla defnedileceği Sahrayı Cedid Mezarlığına doğru çıkarken Ergun Göze ve arkadaşlarından bir haber geldi. Cenaze dualar arasında Sahrayı Cedid mezarlığının önünden geçerek Karaca Ahmet Mezarlığına doğru yoluna devam etti.Ve şu anda metfun bulunduğu yere gömüldü.

Üsküdar Duvardibi durağından Bağlarbaşına doğru yürüyenler Karaca Ahmet Mezarlığının Giriş kapısından hemen yüz metre kadar sağda bir mezar taşı üzerinde şu kitabeyi göreceklerdir. ``Burada Elbistanlı Dr.Rahmi Eray yatmaktadır

Ruhuna Fatiha 1918-1958 Mekanı Cennet olsun…

 Orhan Okay'ın, gençliğinde son derece etkisinde kaldığı Rahmi Eray'ı anlattığı bir toplantıda "hasbilik" anahtar kavramlardan biridir. Orada şöyle demişti hoca: "Eski vokabülerimizde hasbi diye bir kelime vardı. Karşılık beklemeden gösterilen sevgi için, hizmet için kullanılırdı. O kavram, kelimesi ve medlulüyle, yani delalet ettiği, ifade ettiği mana ile hayatımızdan çekilip gitti. Ben hayatımda hasbi olmanın ilk örneğini Rahmi Ağabey'de buldum. Galiba son örneği de o idi."

Gerçekten de, "aramızdan ifade ettiği mana ile çekilip giden" hasbilik ne idi? Bugünkü kuşağın hemen hemen hiç tanımadığı Rahmi Eray'la beraber mi gitmişti hasbilik? Bu soruyu cevaplamak için önce Rahmi Eray'ı tanımamız gerek:

Arkadaşları arasında "Rahmi ağabey" diye anılan Rahmi Eray, amansız hastalığın kendisini yatağa çivilediği yıllarda her alanda bol bol okuyarak kendisini yetiştirmiş seçkin bir kişidir. Kişiliğinin en bariz tarafı tevazu, samimiyet, hasbilik, fikre ve varlığa hürmet, olayları tahlil ederken kendine has anlatış biçimi ve üslubu idi. Bu üstün hasletlerinden dolayı çevresindekilerin dikkatini üzerinde toplamış ve konuştuğu zaman kendisini dinleten mümeyyiz biri olmuştur.

 Orhan Okay'a göre, adeta bir ağlama duvarı, bir günah çıkarma zaviyesi haline gelen Rahmi Eray'ın evi bir tekke gibiydi. Nureddin Topçu'ya göre de manevi bir lider, bir mürşid olarak etrafını çeviren gençlerden mürekkep halkaya devamlı ve sistemli bir akl-ı selim, sabır ve karakter aşısı yapardı Rahmi Eray. Onlara ruha hürmeti, zalim ihtiraslara isyanı öğretti. Asıl zalim düşmanın içimizde nefis halinde saklı duran canavar olduğunu tanıttı. Şiddetlere itidal, kindarlara insaf tavsiye etti. Yalnızlığını kendine mürşid yapabilen Rahmi Eray, etrafındakilere sorumluluğun ilmihalini öğretti.

 Fatma Karabıyık Barbarosoğlu  ise bir makalesinde Rahmi Eray ile ilgili şunları söylemektedir:

 "1 yaşında babasını, 14 yaşında annesini kaybeden Rahmi Eray babaannesi tarafından büyütülür. Amcasının ticarette başarılı olamaması yüzünden varlıklı hayatları darlık içinde geçmek zorunda kalsa da hayatı boyunca bundan hiç şikayet etmez.

 Kumaşı müsait olanlar için hastalık en büyük mürşittir. Yatağa bağlı kalmak zorunda olduğu günlerde bol bol okur ve düşünür. Hafızasını yaprak yaprak çevrilen bir albüme dönüştürür adeta. Bu albüm gerekli şifreyi söyler söylemez bütün bilgileri açan bir albümdür. Öyle ki falan kitabın adı geçtiğinde Rahmi Eray sadece kitaptan bahsetmekle kalmaz, onu hangi iklimde okuyup bitirdiğini bile hatırlar. Çevresindeki insanların çoğunu bir kitap üzerine verdiği seminerler dolayısıyla tanımış olsa da sadece kitaplarda kalan biri değildir o.

 Yatağa bağlı kaldığı günlerde evi gençler tarafından doldurulur. Sanat konuşmak için gelenlerin günü ayrıdır, siyaset konuşmak için gelenlerin günü ayrı. Rahmi Eray hayatı hizmet etmek üzere gelinmiş kısa bir mühlet olarak gördüğü için her şart ve ortamda hizmet etmeyi hayatının gayesi kılmıştır. Mesela Şehzadebaşı'ndan tramvaya binerken biletçiye dört tam bir talebe der. Biletçi, 'Diğer üçü kimin için?' diye sorduğunda yüksek sesle üç defa kalabalıktan dolayı bilet alamadan inmek zorunda kaldığını söyler. Yanında İsmail Dayı vardır. Niçin bu kadar yüksek sesle söylediğini anlayamamıştır. Rahmi Eray açıklar: Bazı şeyleri halkın duyması için yüksek sesle konuşmak iyidir. Belli ki bu davranıştan etrafındakilerin kendilerine uygun bir rol çıkarmalarını beklemektedir.

 Eski terbiye usûlünü devam ettirir. Hikâye anlatarak muhatabın bu hikâyeden kendi eksiğini fazlasını bulup çıkarmaya dayalı eski terbiyeyi. Etrafındakilerin kumaşı kendi ibret hikâyesini bulup çıkarmaya yatkındır ki, anlattığı hikâye havada kalmaz. Bir gün sır tutmasını becerememiş birine bir hikâye anlatır. Hikâye Fransa'da geçer. Bir papazın uşağı papazdan başka kimsenin bilmediği bilinen dul bir kadının evine papazın cübbe ve papuçlarını giyerek gitmiş; kadının altınlarını çalıp, öldürmüş sonra da efendisi papaza gelerek günah çıkartmıştır.

 Papaz mahkûm edilip sürgüne gönderildiği halde, çıkarttığı günahın hakiki sahibini söylememiştir.

 Rahmi Eray hikâyesini bitirdikten sonra sır tutamamış genç "Bir papaz kadar olamadım değil mi ağabey?" der.

 Ferruh Bozbeyli Rahmi Eray'ın hayatında önemli olan üç prensipten bahseder: Tasfiye, tek'e irca, son fayda.

 Tasfiye ve tek'e irca ile lüzumsuz teferruattan kurtulmayı murad edinen Rahmi Eray son fayda ilkesiyle eşyadan azami derecede istifade etme prensibine bağlı kalmıştır. Bu prensibin derecesini en iyi ifade eden Ferruh Bozbeyli'nin anlattığı tavuk ve bulgur meselesidir.

 Bir gün bulguru ayıklayıp suya saldıktan sonra bir arkadaşları tarafından yemeğe davet edilirler. Tencerenin altını kapatıp bulguru kağıdın üzerine yayarak kurumaya bırakırlar. Bulgurlar büzüş, büzüş kurur. Rahmi Eray bulgur pilavı pişirirken her defasında birer avuç bu büzüşen bulgurdan katılarak değerlenebileceğini düşünür. Fakat birkaç zaman sonra bulgurlar küflenir. Son fayda ilkesi işleyecektir. Küflenen bulgurları güvercinlere vermesini söyler. Ne var ki güvercinler de bulguru beğenip yemez. Bir avuç bulgurun israf edilmemesi konusunda Rahmi Eray çok titizdir. Feruh Bozbeyli'ye bir tavuk alıp gelmesini tavuğun bu bulgurları yiyeceğini, kendilerinin de tavuğu yiyerek son fayda ilkesini yerine getireceklerini söyler.

 Otuz sayfalık bir risalenin bendenizde bıraktığı etkiyi anlatmam mümkün değil. Nurettin Topçu, Rahmi Eray'ı sık sık anarak onun halini kendimize hal edinebileceğimizi söylüyor: "Ölümün yaklaştığını bildiği bir zamanda Abdülaziz Efendi gibi bir mürşidin, onun derdini gizleyen yetim ruhuna uzanan eli, aradığı aydınlığa kavuşturdu: İnsanı daima kendi içine çeviren, kendi içindeki sonsuzlukta mesafeler katettiren dinî harekette iradesinin muhtaç olduğu tatmini buldu. Mistik murada, tasavvufi nasiplere kavuşuyordu... Tesbihi çok, ibadeti bol değildi; lakin her hali dua, her sözü tesbih oldu."

Erol Elmas

buulkem@gmail.com

 

 



Bu yazı 10,655 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 1 Aralık 2023 Discovery Skandalı
    • 26 Mayıs 2021 Kara Yöneticiler ve Yılanların Öcü
    • 13 Ocak 2021 30 Saat Savaşları
    • 4 Ocak 2021 Günümüzün Fuggerleri, Aşı ve Korku İmparatorları
    • 30 Mayıs 2020 Göktürklerden Hediye
    • 1 Nisan 2020 Kulbak Bilge İle Çağı Anlamak
    • 7 Aralık 2019 Turks ve Caicos Adaları
    • 19 Mayıs 2019 Barbarosun Sancağı
    • 12 Aralık 2018 NATO mu PESCO mu?
    • 17 Ağustos 2018 Papaz Kaçtı Oyunu
    • 17 Aralık 2017 Yüzyıllık İntikam
    • 13 Ağustos 2017 Gökteki Türklerle Yerdeki Türkler Birleşti!
    • 31 Temmuz 2017 Pentagon'un Planını 5 Yıl Evvel Deşifre Etmiştik
    • 21 Temmuz 2017 Gargad-DNA Görünmezliği Projesi ve Manyetik Biyoloji
    • 23 Haziran 2017 27 Uçağın Sırrı
    • 4 Mayıs 2017 LOLAN (LÜLEN)-ECE-AYSULU TÜRK'e Kavuştu!
    • 6 Şubat 2017 13 Ocak 16.40, Denktaş, İstanbul
    • 1 Ocak 2017 Tarikatlar-Cemaatler ve İstihbarat-1
    • 6 Aralık 2016 Ordu, Bütün Türk Milletidir!
    • 1 Kasım 2016 Sessiz Sözsüz Yaşananlar

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    15,966 µs