Yol hiç bitmez, merak eden zihinler için yola devam ediyoruz. Bu yazıda da merak ettiklerimiz: “Su bilgi taşır mı ve Suyun hafızası var mı?” gibi kült soruların yanıtları. Bu aşamada iki önemli şartı hatırlamamız gerekli: Bilmediğimiz/deneyimlemediğimiz olgular “yok” hükmünde sayılamaz ve ayrıca bildiklerimiz de “mutlak doğru” değildir, değişebilir. Leeuwenhoek, mikroskopu ilk kez tek hücreli parazitleri görmek için kullanmasaydı, 1600’lü yıllardan önce dünyada mikroorganizmalar ve bunların etken olduğu hastalıklar yok muydu yani? Ya da yüzlerce fizik ve kimya teorisinin günümüzde yanlış ve yanıltıcı olduğu anlaşılmadı mı? İşte tam da bu nedenlerle, yazımızda hem bilimsel verilerden hem de manevi güzelliklerden bahsederken bu iki önemli meseleyi de hep aklımızda tutmaya çalışacağız. Biri diğerinin açıklaması veya karşıtı değil, aksine tamamlayıcısıdır.
Bilimsel çalışmalar ne diyor?
Suyun hafızası var mı, yok mu? Bir kısım bilim adamı ve homeopatlar “var” derken, klasik tıpçılar ve evrimciler “kesinlikle yok” derler. Homeopati, alternatif ve tamamlayıcı bir tıp yöntemi olarak bilinmekte. Kısaca; suyun içinde aşırı seyretilmiş bazı moleküllerin yardımıyla, benzeri benzer ile tedavi etme yöntemi. Konumuz homeopati falan değil. Ancak günümüzde “Suyun hafızası” kavramı homeopatlar tarafından sahiplenilmiş. Suyun hafızasının olması ve bilgi taşıması homeopatik tedavinin yararlı olacağı anlamına da gelmez. Bu iki kavramı ayıralım ve sadece “Su bilgi taşır mı, nasıl taşır ve taşıdığı bilgiler neler olabilir?” sorularına odaklanalım. Biraz literatür bilgisinden bahsedelim.
1998 yılında Benveniste isimli başarılı ve etkin bir immunoloji uzmanının Nature dergisinde “Human basophil degranulation triggered by very dilute antiserum against IgE” isimli bir çalışması yayınlıyor. Ve bu makalede kısaca; Ig E antiserum içeren ultra seyreltilmiş solusyonun (10-120) bazofillere etki ederek alerjik reaksiyonları tetiklediğini öne sürülüyor. Klasik fizik bilgilerine göre biliyoruz ki; 10-23 kezden (Avagadro sayısı) fazla sulandırılan maddelerden elde edilen solüsyonların, ana maddenin 1 molekünü içermesi bile mümkün değil. Yani aktif madde ortada yok. Ama Benveniste’nin iddiasına göre: “Su temas ettiği maddeler hakkında bilgi tutar ve bu bilgiyi başka biyosistemlere iletir”. İşte bu anda bilim dünyasında bir tartışma alevleniyor ve bu bilim adamı “sahte bilim” yapmakla suçlanıyor. Durum oldukça uzun ve karmaşık, burada anlatmayalım. İşte “Suyun hafızası” kavramı bu yıllarda ortaya çıkıyor. 2000’li yılların başında ise aynı araştırmacı; su içinde seyrelttiği maddelerin (histamin, asetil kolin, kafein, trombin vs..) elektromanyetik sinyallerini kopyalayıp, başka bir saf suya aktarıyor ve bu yeni solüsyonun aktif hale geldiğini laboratuvar veya hayvan deneylerinde kanıtlıyor. Bu deneyler ile “Dijital biyoloji” ve “Bilgilendirilmiş su” kavramı artık hayatımızda yer almakta. Örneğin başka bir grubun yaptığı çalışmada; dijital biyoloji kullanılarak Taxol (antitümör ilaç) içeren solüsyonun saf suya aktarılan bilgisi ile insan akciğer kanseri hücrelerinin üremesinin durduğu tespit edilmiş.
Suyun içine eklenen maddeler; nanobuble (nanokabarcık), nanopartikül ve redoks aktif maddeler (serbest oksijen radikalleri), pH değişiklikleri oluştururlar, suyun fiziksel veya elektromanyetik özelliklerini değiştirirler. Redoks aktif maddeler (süperoksit anyonları, hidrojen peroksit); hücresel işlemlerde ve bağışıklık olaylarında etkindir. Suyun konduğu cam kaptan çözünen silika; diğer maddeler ile makromoleküller oluşturur. Yine trehaloz gibi maddeler aşırı dilüsyonda bile camsı su oluştururlar. Suyun mekanik olarak indüklenmesi de peroksit gibi maddelerin oluşumunu, gazların çözünmesini, cam tüpteki silikanın çözülmesini, iletkenliğin değişmesini, nanobuble oluşumunu destekler. Bunlar bir çok çalışma ile tespit edilmiş.
Suyun elektromanyetik alanı da değişkendir ve bu alanlar su içinde hidrojen bağları oluşmasını, gazların çözünmesi ve reaktif oksijen moleküllerinin oluşumunu sağlar. Suyun bir ferroelektrik/ferromanyetik bir malzeme gibi davrandığı teorisi gündemdedir. Yani elektrik yada manyetik alana maruz bırakılan bir malzemenin bir süre ya da sürekli olarak elektriklenme/manyetizma özelliğini koruması anlamındadır. Buna bir tür hafıza da denilebilir. Yine bu tür maddelerde “histerezis” özelliğinden de bahsedilmekte. Bu fiziksel ya da kimyasal bir olayın gelişmesinde gecikme anlamındadır ve bu olgu suda deneyler ile gösterilmiştir. Bir tür mevcut bilginin geç unutulması ve yeni bilgiye aynı anda değil de daha geç tepki verilmesi olayı. Ayrıca ultra seyreltilmiş sıvıların, ana sıvıdan farklı termolüminesans verdiği de tespit edilmiştir.
Ek olarak suyun içinde 5-7 molekülden oluşan su kümelerinin varlığı kanıtlanmıştır. Ve bu su kümelerinin organizasyonlarının suyun içine katılan maddeye göre farklı olduğu tespit edilmiştir. Su kümelerindeki hidrojen bağlarının ömrü kısadır (1 pikosaniye) ve kolay koparlar. Ancak vücutta protein ve DNA, RNA iç yapısında bulunan su kümelerindeki hidrojen bağlarının ömrünün sonsuz olabileceği düşünülmektedir. Yine su, her bir biyomolekülü bir halo ile çevreler. Biyomoleküllerin elektrik alanlarını değiştir ve bu değişiklik hızla değişen hidrojen bağları ile diğer sistemlere iletilir.
Suyun hafıza özellikleri kuantum fiziği ile de açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çok uzun bir konu ve onlarca çalışma var. Kuantum fiziği ile en alakalı yanı ise şudur: Bu araştırmalarda deneyleri hazırlayanların etkin rol oynadığı ve etkilerin-sonuçların “deneyciye-gözlemciye” göre değiştiği bildirilmiştir. Özellikle 1997 de Benveniste’nin yaptığı halka açık deneylerde bu açıkça gözlenmiştir. 2000’li yılların başında dijital biyoloji deneyleri otomatik robot cihazlar kullanılarak ABD Savunma projelerinden biri olarak yapıldığında deneyciye ait faktörlerin önemli olduğu yeniden kanıtlanmıştır.
Şimdi gelelim en çarpıcı deneyler serisine. HIV virüsünü keşfederek Nobel ödülü alan Fransız virolog Luc Montagnier; DNA bilgisinin su ve elektromanyetik sinyaller (EMS) ile diğer hücrelere iletilebildiği tespit etmiş. Hasta örneklerinden alınan ve sulandırılan bakteri ve HIV virüs DNA’larındaki EMS’ler ölçülmüştür. İlk deneylerde DNA dilüsyonu içeren ve EMS yayan bir tüp yanındaki saf suya EMS yayma özelliğini de iletmiştir. Sıkı durun esas şaşırtıcı bilgi geliyor: Bir bakterinin DNA’sının EMS dosyası dijital olarak farklı bir ülkedeki laboratuvara gönderilmiş ve orada saf suya bu EMS aktarılmış, bu sudan PCR yapıldığında orijinal bakteri DNA’sı tespit edilmiştir. Soru şudur: PCR tüpüne eklenen Taq polimeraz (ortamda bakteri DNA varsa onu okuyup yeni bakteri DNA parçaları sentez eden enzim) saf sudaki genetik kodu (bilgiyi) nasıl okur? Peki bizim her hücremizde bulunan DNA polimeraz da aynı kapasiteye sahip mi? Araştırmacılar, aynı EMS’lerin tümör hücre kültürüne aktarıldığında tümör hücresinin de ilgili bakteri DNA’sını sentezlediğini ve bu DNA’ların da aynı EMS’yi yaydığı tespit etmişler. Bu çalışmanın sonundaki soru ilginç: “Acaba sudaki EMS’ler ve suda oluşan yapılar; Alzheimer, Parkinson, Multiple skleroz gibi kronik hastalıkların sebebi mi?” Bahsi geçen bu hastaların kan örneklerinde de bakteri DNA’sının yaydığı EMS’lere benzer EMS’ler tespit edilmiş.
Havada su, suda katı-jel şeklinde olan ve şeklini hatırlayan “metahidrojeller” üretilmekte günümüz teknolojisi ile. DNA zincirinden elde edilen metahidrojeller bile var (Lee JB, et al. A mechanical metamaterial made from a DNA hydrogel. Nat Nanotechnol. 2012;7(12):816-20).
“Suyun hafızası” teorilerine karşıt olanların ellerindeki argümanlar da oldukça güçlüdür aslında. Su kümelerindeki hidrojen bağlarının ömrü kısa olması (1 pikosaniye) ve kolay kopması bunlardan biridir. “Su sonsuz sayıda canlı-cansız nesne ile karşılaşmaktadır ve hangi birini, nasıl hatırlasın ki?” şeklinde sorular doğru da olabilir mantıken. Ayrıca su tamamen saf H2O olamaz ve iyonlar, gazlar, iyonlaşma ürünleri, katı partiküller içerir, bu işi daha karmaşık hale getirir. Su katı yüzeylerle, örneğin camdaki silika ya da kuartz ile etkileşir ve bunlarla bileşikler oluşturur. Bu maddeler suyun saflığını daha da bozar. Bununla birlikte, suda seyreltilmiş maddeler ile yapılan tedavilerin plasebo etkisinden farksız olmadığını söyleyen tartışmalı meta-analiz çalışmaları da mevcut. Ayrıca “bilgilendirilmiş su, mesajlı su” gibi pahalı sular satan şarlatanlar da iş başında, maalesef.
Suda serbest reaktif O2 veya O2 radikallerinin öneminden ayrıca bahsetmek lazım. Suya eklenen maddeler ile oluşan nanopartiküllerin çevresindeki su jel gibidir ve polimer özelliktedir. Polimerler kimyasal reaksiyonlara girer, enerji biriktirir, serbest radikallerin gelişmesine sebep olur. İyonlar ve serbest O2 içeren suda daha fazla H2O2 (O2 radikali) oluşur. Ayrıca uyarılmış O2’nin su, serbest radikaller tüm moleküller ile reaksiyona girdiği gösterilmiştir. Yani su ile O2 oksidasyonu. Bu işlem doğal kaynaklardaki mineral sularda hep devam eder. O2 ve sudaki bu enerji vücutta kimyasal reaksiyonlarda kullanılıyor olabilir. Aslında bu teori ve bilgiler çok eski.
1794 yılında Elizabeth Fulhame kendi çalışmalarına göre şu teoriyi sundu: “Sudaki hidrojen, oksijenli cisimleri yanıcı durumlarına geri getiren tek maddedir. Ve yanıcı cisimleri oksijenlendiren tek oksijen kaynağı sudur.” Su hem bir yakıtı okside eder, hem de maddelerin oksijenini azaltır. Yani su kolayca yanan cisimlerin oksidasyonu için bile gereklidir. Kuru havaya göre nemli havada karbon, kükürt ve fosfor daha düşük sıcaklıkta yanarlar. Yanıcı cisimleri oksijenlendiren tek oksijen kaynağı su olduğuna göre “su da yanabilir” ve bu yanma sudaki tek oksijen tarafından oluşturulur. Su oksijenasyonunun su tarafından katalize edildiği kuantum kimyasal modelleme ile de kanıtlanmıştır.
Bahsedilen bütün bu araştırmaların amacı: “Suya bilgi nasıl yüklenir ve burada hangi mekanizma etkindir?” sorularının yanıtını aramaktır.
Aklın cehveri sudur
Şimdiye kadar suyun çok dışında kaldık, dışarıdan baktık. Biraz derinlere dalalım.
Biliyoruz ki; “Hayy”ın görünür hali olan su, eski çağlardan beri her medeniyette önemli olmuş, kutsallık atfedilmiş, suları koruyan ruhlara inanılmıştır. Neden kutsaldır su? Yoksa “Su eşittir bilgi” olduğu için midir?
Hacı Bektaşi Veli; arifleri şöyle tarif eder: “Bunlar marifet kavmidir. Aslı su’dandır. Su, hem arıdır, hem arıtıcıdır. Arifler de hem arıdır (temiz ve saftır), hem de arıtıcıdır. Ariflerin ibadetleri tefekkür (düşünme) ve seyir’dir (gerçek varlığa ulaşmaktır). Cümle nesne canla dirilir, can marifetle dirilir. Marifetli can, erenler canıdır; marifetsiz can, hayvanlar canıdır”. Hakikattan bir önceki kapıdır marifet kapısı, yani ilim kapısıdır.
Şimdi gelelim vücuttaki sulara, sıvılara. Dünyayı ve canlıları oluşturan 4 temel unsurdan (ateş, toprak, hava, su) yola çıkarak insan vücudundaki sıvılar da eski Mısır ve Yunandan beri dört bölümde incelenmiş ve buna Arapçada Ahlat-ı erbaa ismi verilmiştir. Ahlât, Arapça sıvı anlamına gelen “hılt”ın çoğuludur. Vucüttaki sıvıları sayalım: Kan, yaş-sıcak olan hava ile; sarı safra, kuru-sıcak olan ateş ile; sevdâ (kara safra) soğuk-kuru olan toprak ile ve balgam ise soğuk-yaş olan su ile ilişkilendirilir. Balgam, İbn-i Sînâ’nın el-Kânûn fi’t-Tıbb’ındaki tanımlamaya göre beyin omurilik sıvısına daha çok uymaktadır. Bu sıvılar vücudumuzda denge içindedir ve birinin artması veya azalmasıyla vücutta hastalıklar ortaya çıkar (Humoral patoloji). Bu bilgilere göre bir çok tedavi yöntemi geliştirilmiştir. Ahlât-ı erbaa’nın ahlâkî ve psikolojik fonksiyonlarını da etkilediği, bu sayede insanlarda huy/karakter olarak “dört mizaç” oluştuğu ve psikolojik rahatsızlıkların da bu sıvıların vücuttaki dengesizliğinden ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Su mizaçlı kişiler, son derece sakin, soğukkanlıdırlar ve mantığı ile hareket ederler.
Derman Hocamdan: “Göz anatomisini büyük bir merakla öğreniniz. Çok şeyler öğrenmiş olursunuz. “Bu damla Su hakkı için!”. Allah : “Ben kulumla görürüm!” buyuruyor bir hadis-i kudsî de... Kulak da aynıdır iç kulakta Korti cisminde berrak bir damla su vardır. O da ses ihtizazlarını götüren tesbih gibi zincirin yüzdüğü yerdir. “Bu su hakkı için” : “Ben kulumla birlikte işitirim!” buyruluyor bir hadis-i kudsîde...”
Daha fazla söze gerek yok.
Yanıtlardan sorulara
Hatırlayın; ilkokulda öğretmenlerimiz bir sözcük ya da tümce verir ve “Bu sözcük/cümle hangi sorunun cevabıdır?” der. Yanıtlar; bizde, hepimizde, her yerde. Dünyadaki sularda, yağmurda, çiyde, karda. Damarımızdaki kanda, hücre içi sıvımızda, beynimizde dolaşan sıvıda, göz küremizde, kulağımızın içinde. Bunları fark etmek, görmek, okumak ve anlamak için biraz uğraş lazım zannımca. Siz de kendi yanıtlarınıza, görüp anladıklarınıza göre sorularınızı sorun. Şimdi benim sorularım geliyor:
Yaratılışın mayası sudur. Maya maddeyi işler, dönüştürür, yararlı hale getirir. Hamurumuz yoğrulurken bize katılan su ve bu sudaki bilgiler hala damarlarımızda, DNA’mızda dolaşıyorsa, bu bilgileri okuyanlar var mıdır?
Ya tabiatı mayalayan “çiy” bize hangi bilgileri taşımaktadır? Münir Derman Hocam şöyle der: Sudaki cömertlik Allah’a ait bir cömertliktir. İnsan ile Allah arasında Su vardır. İnsan ile arş arasında o bilmediğimiz şebnem vardır. Bir damla şebnemde arş’ın göründüğü, kısaların kısası bir zaman içinde bir mekân vaktidir, seher. Mekândan Lâ Mekân‟a göz bebeği kadar küçük su damlasında görünür arş.”
Neden Peygamberimiz “Su” ile özdeşleştirilmiştir?
Fuzuli; neden sevgili Peygamberimize “Su kasidesi”nde övgüler düzmüştür?
Peygamberimize ilk emir olan “OKU” ile acaba “Çevrendeki gördüğün suların ve kendindeki suyun içerdiği bilgileri oku, Hakkı bu şekilde anla ve onu insanlara anlat!” denmiş olabilir mi? Sonraki ayette ise “insanın alak’tan yaratıldığı” tebliğ edilir. Atık su ile oluşan ve sonra anne rahmindeki amniyon sıvısı içinde gelişen ve bir bebeğe-insana dönüşen alak. Bu Oku” emri bizim için de geçerli değil midir peki?
“Hz.Peygamber parmaklarından su akıtarak Ayı ikiye bölmüştür” der Derman Hoca. Bu bilgi nasıl müthiş bir bilgidir?
Rivayete göre; Peygamberimiz Hz.Ali’ye bazı sırlar verir. “Kimseye anlatma!” der. Hz.Ali dayanamaz kör bir kuyuya anlatır bu sırları. Kuyunun bilgi verilmiş suları taşar ve bu sularla büyüyen kargı/kamıştan yapılan “Ney” o zamandan beri bu İlahi sırları tüm cihana yaymaktadır. Bu sırlara kuyudaki su neden tepki vermiş ve çoşmuştur? Yoksa önceden bunları bildiği için heyecanlanmış mıdır?
Yukarıda bahsettik “su yanar” ve bir enerji kaynağı olarak kullanılabilir. Bu soru Derman Hocamdan: Süleyman Peygambere Allah rüzgârı emrine verdi. Havayı yani rüzgârı kullanarak muazzam bir süratle havada uçabiliyordu. Acaba bu nasıl bir vasıta idî? Havadaki oksijeni mi yakıt olarak kullanıyordu. Nasıl yürüyordu? Nuh peygambere bir gemi yapması emredilmişti. Sonra o gemi aylarca hiç yakıt ikmal etmeden suda yüzdü yüzdü durdu. Nasıl bir motoru vardı? Yakıtı neydi? Hangi enerji ile yürüyordu? Yoksa 2 hidrojen l oksijenden ibaret olan suyun oksijenini motorunda yakıt olarak mı kullanıp, hidrojeni de soğutucu olarak mı kullanıyordu?
Laboratuvar ortamında olsa bile DNA zincirinden üretilen metahidrojeller acaba normalde de çevremizde var mı? Acaba her gördüğümüz su, su mu?
Hz.Eyyüp’ün yıkandığı, içtiği ve şifa bulduğu suyun ne gibi bir özelliği vardır? Sadece H2O’ mudur o su?
Dede Korkut hikayelerindeki Salur Kazanın dediği gibi: “Hak didarını gören su” ya da Yunus Emre’nin deyişlerinde “Şol cennet'in ırmakları, Akar Allah deyu deyu” şeklinde tasvir edilen su, şu anda nerdedir? Yağmurda mı, çiyde mi, bulutta mı, gölde ya da denizde mi? Ya da bizim kanımızda mı, beynimizde, göz ya da kulak içinde mi?
Örneğin Bizim Yunus içmiştir o sulardan ve kendinden geçmiştir (esrimiş), kendisi söylüyor. İçmiş ise bilmiştir de:
Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden,
Nazar kıldı gevhere, eridi heybetinden.
Yedi kat yer yarattı o gevherin tozundan,
Yedi kat gök yarattı o gevherin buğundan.
Yedi deniz yarattı o gevher damlasından,
Dağları muhkem kıldı o deniz köpüğünden.
Muhammed'i yarattı mahluka şefkatinden,
Hem Ali'yi yarattı müminlere fazlından.
Kayıp işi kim bilir meğer Kur'an ilminden,
Yunus içti esridi o gevher denizinden.
Ve başka bir deyişinde eklemiştir: “Derya benim katremdir, Zerreler umman bana”.
Ölümsüzlüğün, gençliğin kaynağı Abı Hayat nasıl bir sudur? Yoksa hücrelerimizin genç kalması için bazı bilgiler/kodlar mı içermektedir? Bunu okuyanlar ölümsüz mü olacaktır? Hz.Musa ile Hz.Hızır’ın buluşmasında canlanan balığın, canlandığı yerde Abı Hayat mı akmaktadır?
Hoca Ahmet Yesevi Can’ın derin sulardan çıkardığı inci-mercan suyun hangi marifeti ve bilgisi ile oluşmuştur ki Can Hoca o inci-mercanlar ile insanlara hakikatı göstermeye devam etmektedir?
Biliyoruz ki; genel olarak bilimde tutarlı deney ve gözlemlerin sonuçlarından, genel sonuçlar ve tahminler çıkarılır. Yani gelecek geçmişe benzetilir (tümevarım). Bir gözlem, sonuç ne kadar sık oluyorsa veya tekrarlanıyorsa “o doğrudur” denir. Bununla birlikte; tarafsız gözlem diye bir şey yoktur. Kuantum teorisi de; “Dünya bizim gözlemlerimizden bağımsız ve ayrı değildir” der.
Suyun hafızası ile ilgili araştırmalarda deneyleri hazırlayanların ve sonrasında etkilerini gözleyenlerin etkin rol oynadığı ve sonuçların “deneyciye-gözlemciye” göre değiştiğini açıkça gösterilmiş. Peki yerdeki-gökteki tüm suları hazırlayan ve bize rahmet olarak gönderen “En büyük gözlemci-Alim” kim? Ve suyu kimlere vermiştir ya da vermemiştir? “Şayet doğru yolda gitselerdi, onlara bol su verirdik” (Cin suresi/16). “Gerçek dua ancak O’nadır. Onun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini karşılayamaz. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki su ona gelmez.” (Rad/14). “İnkar edenlere gelince onların amelleri ıssız çöllerdeki serap gibidir, susayan onu su zanneder..” (Nur/39). Bu gördüklerimiz sadece serap mı yoksa?
Sorular hiç bitmiyor değil mi? Ben sadece sordum. Yanıtları bilenlere selam olsun !
Son sorum şu: Hatırlamak istediklerimizi suya sorsak mı? Ya da derin denizlere mi dalsak?
“Hakikat bir denizdir, şeriattır gemisi
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar” (Yunus Emre).
Geldik sona
Artık bu yazımızla; tavşanın suyunun suyunu çıkardık. Tavşanın suyunun suyunun suyunu çıkarmadan son verelim. Şimdi dikkat! Girişteki fotoğraflarda bir kırmızı kayın ağacı ve bir de alıç ağacı var. Kimbilir hangi bilgileri taşıyan can suları ile sulanmış, değerli tohumlardan gelişen “kut almış” ağaçlar bunlar. Merak ettiğim şu: Bozdağlardaki kırmızı kayın ağacının dibindeki can suyunu içip, bir zamanlar seksen kişi altında oturduğumuz alıç ağacına da rengarenk çaputlar bağlayarak, Hz.Ali’nin de yardımıyla ilim şehrinin kapısından su gibi kolayca akıp geçmek ve kötülüklerin-şerlerin etki etmediği, edemediği deryalarda yıkanmak, inci-mercan çıkarmak nasip olur mu ki her birimize?Tabi ki diliyorsanız. Dileyene hikmet verilir. Nasip olursa da fark ederiz zannımca.
Yazıyı; Siriderya üzerine kırmızı kilimini serip kopuzunu çalan Korkut Dedemin duasıyla bitirmenin zamanı geldi: “Taşkın akan güzel suyunuz kurumasın”.
Saygılarımla
Dr.Özlem Genç
drozlemg@gmail.com
https://www.onaltiyildiz.com/?haber,8517/suyun-hafizasi
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle