En Sıcak Konular

Baran Aydın

Köşe Yazarı
Baran Aydın
20 Mayıs 2021

Atatürk'ün Haritasının Sırrı Odin




“Yazının icadıdır ki, beşer kütlelerinin hayatlarını iki mühim safhaya ayırır: 1- Tarih devri, 2- Tarihten evvelki devir… Tarihten evvel dediğimiz ‘Prehistoire’ ise, yazıdan evvel geçmiş sayısız asırlar içinde, beşeriyetin tetkikidir. Tarih, coğrafya ile yan yana yürüdüğü gibi, tarihten evvelki devirler için de coğrafyanın yardımı mühimdir. Tarihten evvelki dönemde malumdur ki, dünyamızın karaları, denizleri şimdiki şekillerde değillerdi… Ancak IV üncü devirde (M.Ö. 10.000) dünya, aşağı yukarı bugünkü şekline benzedi. Altay-Pamir yaylalarının şarkında ve garbındaki iç denizleri, bilhassa işaret etmek isterim. Altayların eteklerinden itibaren, garba doğru uzanan ve bugünkü Aral, Hazar ve Azak denizlerini içine aldıktan sonra, bir boğazla Karadeniz ile birleşen Türk (Turan) denizi…” 

Okuduğunuz bilgiler, Afet İnan’ın 1932 yılında Birinci Türk Tarih Kongresi’nde verdiği konferanstaki sunumundan idi. Sunumun içeriğinden de anlaşılacağı üzere Türk Tarih Tezinin en temel direği, M.Ö. 10.000’lere kadar medeniyetin beşiğinin Orta Asya olduğu fikri idi.

Tezin içeriğinde; Orta Asya’nın merkezinde bulunan büyük kadim bir Türk denizinden bahsedilmekte idi. Çağının en gelişmiş medeniyetine sahip ve ismine harikalı soyun evlatları Ata Türkler (Atatürk isminin ilk kez kullanıldığı yer pek bilinmese de tarih kongresindeki bu makaledir!) denilen kudret sahibi insanlar; bu denizin çeşitli etkenler sonucunda kurumasıyla büyük bir göç hareketini başlatmışlardı. Ata Türkler, dünyanın kalan coğrafyasına bu göçler sebebiyle planlı bir şekilde dağılarak medeniyet götürmüşlerdir.

1931 yılında Tarih Kurumu tarafından yazılan ve okullarda okutulan Tarih-1 adlı kitapta aynı tez:

“Dünyanın başka taraflarında, insanlar daha kaya ve ağaç kovuklarında en koyu vahşet hayatı yaşarken Türk, Anayurdu Orta Asya’da kereste, maden medeniyetleri devirlerine kadar ulaşmıştı… Kafkas dağlarından Tanrı dağlarına ve oradan Gobi çöllerin boyunca şarka uzanan kadim Türk denizi, saydığımız ulu dağları örten buzların verdiği sularla besleniyordu. Cümudiyeler Devri’nin sona ermesi, Büyük Türk Denizi havzasındaki iklim şartlarını değiştirdi.” şeklinde anlatılmıştır.

Atatürk, Türk Tarih Tezinde yer alan Kadim Büyük Türk Denizi fikrine o kadar önem vermişti ki; ulu yıldıza uçtuğu güne kadar bu tezi her fırsatta Türk Gençlerine anlatmış, emanet etmiştir.

Kadim Türk Denizi’nin ve Orta Asya’daki diğer iç denizlerin kuruması düşüncesinin yansıması; üzerinde çokça tartışılan Atatürk’ün Göç Yolları haritasında vücut bulmuştur.  Bizzat Atatürk’ün gözetiminde Göç Yolları Haritası, Türk’ün gelecek nesillerine titizlikle öğretilmiştir. Türk gençlerinin hafızasına haritanın nakşedilme anlarından birine şahit olan Türk Dil Kurumu’nun eski başkanlarından Tahsin Banguoğlu yaşadığı olayı:

“Bunun üzerine Gazi tahtada asılı olan Orta Asya haritasının önüne gelerek, dersi kendisi anlatmaya başlamış.

- ‘Çok eskiden, Ortaasya’da bir iç deniz vardı. Eski Türkler, bu iç denizin etrafında ilk insan medeniyetini meydana getirmişlerdir.’ diyerek bugünkü Gobi Çölü’nün bulunduğu yerin etrafını tebeşirle çizmiş ve anlatmaya devam etmiş:

- ‘Bir müddet sonra bu deniz kurumaya başladı. Bu deniz kuruyunca, orada oturan Türkler de başka ülkelere göç etmeye başladılar.’ diyerek daha önceden daire içine aldığı Orta Asya’dan oklar ile göç yollarını göstermeye başlamış. Bir ok Sibirya’ya. Bir ok Hindistan’a. Bir ok Anadolu’ya. Bir ok Avrupa’ya. Bir ok Afrika’ya. Bir ok da Bering Boğazı’nın üzerinden geçerek Kanada ve Amerika’ya.

Sizlerin Orta Öğretim Tarih derslerinde gördüğünüz göç yolları haritasının kaynağı bu olaydır. Bu göç yolları haritası Gazi’nindir. Yanılmıyorsam bu harita halen Gazi Eğitim Enstitüsü’nde korunmaktadır.” şeklinde anlatarak gelecek nesillere aktarmıştır.

Göç Yolları Haritasına Atatürk ve ekibinin çok değer önem verdiği bilinmesine rağmen, yine Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde bu haritaya çok ciddi eleştiriler de yöneltilmiştir. Eleştirilerin bir kısmı bizzat ilk tarih kongresinde; diğer bir kısmı ise çeşitli vesileler yolu ile Zeki Velidi Togan gibi döneminin aydınları tarafından yapılmıştır. Zeki Velidi, tarih kongresinde yaptığı eleştirilerin yanında; Göç Yolları Haritasının en önemli sırrı olan 17 kum altı şehri hakkında ayrı bir kitapta yazmıştır. 

Günümüze kadar göç yolları haritası üzerine yapılan eleştirilerin temelinde neyin olduğu gözlerden bilerek kaçırılmıştır. Eleştirilerin kapsamı daha çok haritanın ‘bilimsel olmaması’ ile açıklanmıştır ki; 2021 yılında bu eleştirilerin artık bilim adına yapılan yobazlıktan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. Yani göç yolları haritasında yer alan kadim iç denizlerin varlığı günümüzde henüz yeni yeni keşfedilmeye başlanan bilimsel bir gerçek olarak literatürdeki yerini almıştır. Dolayısı ile başta Afet İnan ve Reşit Galip’in, Atatürk önderliğinde ilk tarih kongresinde sıkı sıkıya savundukları tez; günümüzde yeni yeni keşfedilen bilimsel bir hakikat olarak en azından bir bölümü kanıtlanmış durumdadır. ( Türk Tarih Tezinin bu temel savının bilimsel kanıtını Celal Şengör Hoca, Teke Tek Bilim’de açıklamıştır. https://www.youtube.com/watch?v=X7SU-RrUOQo )

Göç Yolları Haritası ile ilgili yapılan eleştirilerin, yani bilimsellik itirazlarının dışında olayın başka bir veçhesi daha vardı ki; işin bu tarafının üstü uzun yıllardır bilerek örtülmüştür. Zeki Velidi de dahil olmak üzere bu haritaya karşı çıkan tüm isimler biliyordu ki; haritanın savunulmasında ezoterik, batıni bir veçhe vardı. Haritaya itiraz seslerini yükselten isimlerin aslında göç yolları haritasına karşı çıkmalarındaki temel neden bu batıni, ezoterik veçhenin varlığı olmuştur.

Hakikatten de göç yolları haritası tamamen bilimsel ve hiç yoktan döneminin şartları gereği ortaya atılan bir tezin ürünü vs. değildi. Peki neydi? Bu harita Türk’ün (Yüce Atam’ın tanımlaması ile) ‘Yer Çağı’na ait kadim bilgeliğin özünü saklayan bir derin düşünce yapısının ürünü idi.

Ne demek istiyorum? Yüce Atamızın izni ile bir mühre daha çekiç vurmaya başlayalım…

1875 yılında Teozofi dernekleri Blavatsky önderliğinde kurulduğunda; Batı teozofisi bir yandan okült gelenek, diğer yandan Doğu gelenekleri üzerine kurulmuş, ezoterik bilgilerden yararlanan felsefî bir sistem olarak tasarlanarak; düşünce bazında halka açılmıştır. Blavatsky tarafından halka açılan bu öğretilerin temelinde Doğu’nun kadim bilgeliğine ait kodlar yer almıştır.

Teozofi hareketi öylesine etkili olmuştur ki, başta ABD olmak üzere Avrupa ve birçok Asya devletinde yoğun ilgi ve taraftar bulmuştur. Günümüzde hala Teozofi derneklerinin gizli-açık faaliyetlerini; toplumsal alandaki etkilerini görmek mümkündür. Kaldı ki bu etkilerin yansıması ile Teozofiye inanan birçok devlet adamının ülkelerinin yönetimi için sahneye çıkarıldığı dikkatle incelendiğinde görülecektir. Özellikle ABD başkanı Roosevelt’ten tutun da Hitler, Stalin, meşhur Gurdjieff’den Rene Guneon’a kadar teozofinin etki alanında kalmış nice isimler vardır.

Ülkemizde de teozofinin güçlü etkileri görülmüştür. Özellikle eski tarikat geleneklerimizi sözde uyandırdıklarını ifade ederek; aslında teozofinin ilkelerine bağlı cemiyetlerin de bir üst tasarım aracı olarak uluslararası sistemin içerisine monte edildiğini söylemeden geçmemek gerekir.

Teozofi’nin güçlü etkileri hakkında yüzlerce yazı ve makale yazılmıştır. Yazıların çoğu yüzeysel kalmıştır. Kısacası Teozofi hareketinin doğuş nedenlerinin hakikatleri henüz gün yüzüne tam manası ile çıkarılmamıştır. Bu hakikatlerin ortaya çıkarılmaması, saklanabilmesi için teozofi hareketinin kendi içerisinde üstü ustalıkla örtülen bilgiler olmuştur.

Teozofi’ye ait en kalın örtü aslına bakılırsa Madam Blavatsky ismi üzerine örtülmüştür. Bu süreçte Blavatsky’den daha fazla Teozofi’nin gelişiminin önünü açan isim adeta bilerek ön plana çıkarılmamıştır. Oysa ki, Blavatsky’nin kadim doğu bilgeliğine katkısından daha fazlasını teozofi geleneğinin içerisine katan kişi de tam da bu isim olmuştur.

Bahsettiğimiz kişinin ismi Annie Besant’tır. Bir İngiliz projesi olan Besant ile Teozofi’ye asıl istenilen yön verilmiş ve bu hareket kökleştirilmiştir. Besant’ın, Blavatsky’nin doğu bilgeliği dediği bilgeliğe en önemli katkılarından biri M.Ö. 70.000’lere tarihlediği kadim Asya coğrafyasındaki iç denizler meselesi olmuştur. 

 

Teozofi öğretisindeki kadim iç denizler meselesi neden önemlidir? Çünkü bu iç denizlerin mevcut olduğu zamanlarda dünyanın kralının bu coğrafyada hüküm sürdüğüne inanılmıştır. İç denizlerin kuruması ile saf ırkın mensup olduğu medeniyetin bir kısmı yer altına çekilmiş, bir kısmı ise büyük dağların doruklarına yerleşmiştir. İşte Teozofi öğretisi ile meşhur edilen Agarta/Agartha ve Şamballa/Shamballa inancının kökleri, bu kadim iç denizlerin kuruması bilgisinin temeli üzerine bina edilmiştir. Nitekim 1913 yılında konu ile ilgili kitabında Besant:

“Şambala, Gobi Denizi’nin (kuruyan iç denizlerden biri) kıyılarında aryan ırkının liderleri tarafından yaklaşık M.Ö. 70.000 yılında kurulmuş bir şehirdir.” şeklinde yazmıştır.

Buraya kadar anlattıklarımızdan iki sonuç çıkmaktadır:

1- Atatürk’ün şiddetle savunduğu ve Türk Tarih Tezine temel oluşturan göç yolları haritasının deruni alt yapısı ile teozofi öğretisindeki kadim kuruyan iç denizler bilgisi birebir örtüşmektedir.

2- Zeki Velidi Togan gibi isimlerin bu haritaya karşı çıkmalarındaki ana sebep; haritaya ait bu ezoterik alt yapının varlığını bilmelerinden kaynaklanmıştır.

Aslına bakılırsa; bu iki sonuçta doğrudur. Yani Atatürk’ün göç yolları haritasının ezoterik bir alt yapısı vardır. Üstelik bu ezoterik alt yapının kaynağında Agartha ve Şamballa öğretisinin de varlığı karşımıza çıkmaktadır. Ancak üstü örtülen asıl hakikat bilgisi ise; Atatürk’ün haritasının ezoterik alt yapısının teozofi öğretisi temelli olmadığı gerçeğidir.

Peki Atatürk’ün haritasındaki batıni bilgi hangi kadim öğretiye aittir?

Atatürk’ün haritasının sırrı kuzey halkları tarafından Odin olarak bilinen, Oğuz Kağan’ın yersel çağdaki öğretisine aittir. Kaldı ki, 18. yüzyılda teozofi adıyla propaganda edilen ezoterik görüşün ortaya çıkarılmasında ki esas neden; Odin’in/Oğuz Kağan’ın yersel hükümranlık dönemindeki öğretisine ait hakikatlerinin üstünün örtülmesi/meçhul bırakılması isteğinden kaynaklanmıştır.

Odin’in yersel çağa ait öğretisi ne demek? Daha da derinlere inerek; ne demek istediğimizi açıklayalım…

1764 yılında Prof. Sven Lagerbring tarafından Lund’ta yazılan “İsveççenin Türkçe İle Benzerlikleri” adlı kitabın sonuç bölümünde:

“Onur verici olup olmadığı endişesi taşımadan söyleyelim, atalarımız Odin ve yanındakiler Türk’tüler.” şeklinde yazmıştır. Kitapta Türkler hakkında yazılanlardan, 24 Şubat 2007 yılında yani Lagerbring’in doğumunun 300. yılının kutlanması için yapılan büyük akademik toplantıda dahi bahsedilmemiştir.

Kitapta Lagerbring’in ana tezi şuydu:

“Henüz Avrupa’nın ilkel hayata sahip olduğu bir çağda, Asya’nın kalbinde büyük gelişmiş bir uygarlık yer almaktadır. Bu uygarlığın merkezinde Turkland (Türk’e ait olan şehir) ismine sahip olan bir şehir bulunmaktadır. Bu şehri yöneten; üstün güçlere sahip Odin adlı bir kral halkı ile birlikte; Avrupa’ya göç edip; yüce bir medeniyeti batı kıtasına taşımıştır. Dolayısıyla Avrupa uygarlığının çağ atlamasına aslen Türk olan Odin isimli kralın ve halkının göçü sebep olmuştur. Bu göç hareketinde Odin’in yanında Türkland’dan gelenler ve Asland isimli diyarın yönetim yeri Asgarda isimli şehrin ileri gelenleri bulunmuştur.  Göç hareketinin sebebi ise Asya’daki iklim şartlarının değişerek; göllerin kurumasıdır.”

Nitekim Lagerbring ilgili kitabında, gelecekte Türk devleti tarafından tüm derin manaları ile ortaya sürülecek olan Türk Tarih Tezinin, henüz 1764 yılında Odin’e ait destanını kaynak alan bilimsel analizi ile adeta özetini yazmıştır. Artık bilerek üstü kapatılan gerçek apaçık ortadadır.

Atatürk’ün önderliğinde genç dimağlara işlenen, Türk Tarih Tezinin ezoterik/batıni bir yanı, öğretisi evet vardır. Bu öğreti, Odin’in/Oğuz Kağan’ın yersel çağa ait öğretisidir. Lagerbiring’in, Odin’e ait yazdıkları bu öğretinin en büyük kanıtıdır!

Odin’e ait öğretinin özü nedir? Bu öz ki son kitap ile birlikte tüm insanlığa deklare edilmiştir.

Son kitapta Odin/Oğuz Kağan/Zülkarneyn’e verilen yetki neydi? İster azap et, ister adalet ile hükmet…

İskandinav mitlerinde Tanrıların yönetim yeri olarak bilinen Asgarda yani Asgard’ın ismini Teozofistler meşhur Agarta ismi ile üstünü örtmüşlerdi. Asgarda’nın sırrı neydi? Odin/Oğuz Kağan, azap etme yetkisini Asgarda’ya vermişti. Bu azap etme sırrından dolayıdır ki, Asgardalılara mitolojide tanrıların gizli yurdu ismi verilmiştir. Bu şehir nerededir? Hangi boyutta yer almaktadır? Müdahale etme yetkisi ne zaman verilmiştir? Yine son kitapta helak etme amaçlı inen bazı malikler veya beşer cinsinden olmayan peygamberler Asgarda’lıdır. Asgarda yani örtülen ismi ile Agarta’nın küçük bir cüzü aynı zamanda Enok yani İdris’e de uzanmaktadır.

Odin azap etme yetkisini Asgarda da ki bilgelere vermişse; adalet ile hükmetme yetkisini kime emanet etmiştir? Teozofistlerin, Shamballa ismi ile üzerini örttüğü sır kent Kambala’da ki bilgelere!

Türk tarihinde Kambala’nın işaret fişeği olan öyle haritalar vardır ki; bunlardan biri meşhur Kaşgarlı Mahmut’un haritasıdır. Kaşgarlı’nın haritasındaki kodlar çok önemlidir. Bunlardan biri de haritanın Kambala’nın sırrına atıf olarak; Balasagun merkez alınarak çizildiği gerçeğidir. Sagun özlenen demektir. Ya bala?  Ayrıca haritadaki yön algısına çok dikkat edilmelidir. Doğu üst tarafta batı alt taraftadır. Yani insanı baz alarak konuşursak; insanın ön tarafı doğu arka tarafı batıdır. Günümüzde bu durum tam ters bir haliyle insanın ön tarafı kuzey olarak kabul edilmektedir. Neden? Nitekim Göktürk metinlerinde doğu denildiğinde, bugünkü kuzey yönü ifade edilmiş anlamına gelmektedir. Bu konu araştırılırsa görülecektir. O halde Zülkarneyn’in doğunun en doğusuna ve batının en batısına gitmesi baştan tefekkür etmek gereklidir. Çünkü bu durumda yani Türklerdeki yön algısına göre doğu başka tarafı, batı ise başka tarafı temsil etmektedir! Eğer Türk’ün yön algısı açıklanırsa; Türk geleneğinde doğu yönünün mavi renk ile temsil edilmesinin sırrı da ortaya çıkmış olur diye düşünüyorum.

Bir soru ile yazıya devam edelim…

Peki Odin’in emanetleri sadece bu kadar mıdır? Yani birbirine karşıt gibi gözüken ama aslında dengeyi sağlayan iki farklı boyuta açılan, iki farklı zihniyetin ehillerinin görevlendirilmesinden ibaret midir Odin’in emanetleri? Hayır…

Odin’in asıl mülkü ve yönetim merkezi ne Asgarda’da ne de Samballa’da idi. Odin’in asıl mülkünün ismini Prof. Sven Lagerbring, İskandinav anallarına dayanarak açıklamıştır. Asıl mülkün ismi, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını da içine alan sırlı “Türkland” idi. Ne demekti Türkland? Land İskandinav dilinde Türkçede yer alan “iye” ekine denk geliyordu. Nitekim Türkland, Türk’e ait topraklar anlamına geliyordu. Bu toprakların yönetim merkezinin ismi ise Odin’in öğretisinde yazıya geçirilmemiş, sadece ehillerinin sözlü öğretilerinde saklanmıştır. (Türkland’ın yönetim merkezinin ismi Ötüken mi? Vatikan neden Odin’i sevmez?)

Teozofi öğretileri ile Odin’in/Oğuz Kağan’ın görevlendirdiği iki boyutun farklı tezahürleri olan Asgarda ve Samballa ön plana çıkarılmışken; Odin’in tüm sırlarını barındıran ve yönetim merkezi olan asıl mülkü Türkland’ın ismi unutturulmuştur. Yine bu zihniyete göre bu iki unsur ışık ile karanlığın savaşını temsil etmektedir. Oysa ki, ne ışık ne de karanlık kötü tarafı temsil etmemektedir. Işık ile karanlık yani aslan ve ceylanın ikisi de zorunluluktur. Önemli olan aslan ile ceylanı veya ışık ile karanlığı bir arada ‘Barış’ ile tutan merkezin mevcudiyetidir! İşte Türkland, bu merkezin tecellisidir!

Türkland ismi, Odin’in yer çağındaki sırlı göçünden sonra Keltlerin başşehrinin ismi olarak karşımıza çıkmaktadır. Keltler, kuzey coğrafyasından Anadolu’da bulunan Ankara civarına yaptıkları ikinci göçlerinin ardından; Ankara civarında dört şehri kapsayan bölgeye Türkland ismini vermişlerdir. Bu durum ne manaya gelmektedir diye soranlar olabilir. Şu demektir: Keltlerin Anadolu topraklarında ilk kez kullandığı Türkland isminin kökeni, yani ülkemiz Türkiye’nin isminin kaynağı Oğuz Kağan/Odin atamızdır! (Aytunç Altındal’ın açıkladığı Kelt anallarında yazan Türkland ifadesinin sebebi budur. Dolayısı ile Türkland isminin kaynağı Keltler değil, onların Tanrılaştırdıkları Oğuz Kağan/Odin’dir!)

Devam edelim…

Yer çağında, Odin’in mülkü Türkland ve emanetlerini teslim ettiği Asgarda ile Samballa’yı birbirine bağlayan bir sembol zuhur etmiştir ki; sembolün tarihteki bilinen ismi chintemanidir.

Chi-ntemani sembolü ki, aslı Chi/Çi enerjisidir. Daha da önemlisi bu enerji tüm secde edenlerin sırrını taşımaktadır. Bu enerji ki Münir Derman’ın “seher vakti bulduğunuz takdirde ona bakarak Arş’ı izlersiniz!” dediği şebnemin ismidir. Demircilikte ve simya geleneğinde tüm metalleri ve canlı varlıkları birbirlerine dönüştürebilmeye yarayan hayat suyunun ismidir Çi… Temiz soyun kanındaki sırda Çi’deki bir cüzdür. Nitekim Oğuz Kağan’a/Odin’e, Tanrı tarafından verilen ve yüce kitabımızda her şeyin sebebi (külli şeyin sebeba) olarak kodlanan gücün; yer çağına ait cüzi bir kısmı bu enerjiye aittir. Kısacası Türkland, Asgarda ve Samballa’da Chintemani taşına ait bir sır taşınmaktadır.

Bu sebepledir ki, Çintemani sembolünün gizli veya açık olarak ortaya çıktığı vakit dilimlerine çok dikkat edilmelidir.

Türk tarihinde bu sembolü açık bir şekilde bayrak olarak kullanan en önemli devlet büyüğümüz Timur’dur. Batılıların (Resimdeki kitap batı da Almanca olarak yayımlanan en kapsamlı Timur kitabıdır.) tarih kitaplarında dahi Timur denildiğinde ilk akla gelen bu sembol olmuştur.

 

Yakın tarihimizde ise bu sembolün dünya çapında açık haliyle ortaya çıkışı Nicolas Roecrich ile olmuştur. Roecrich kimdir? İlk olarak teozofi bataklığına saplanmış daha sonrasında ise kurulan tuzağın yani insanlığa dayatılan sistemin dışına çıkabilen önemli isimlerden biridir. Roecrich’in BM, Abd ve Sovyetler Birliği ile ilgili yaptığı faaliyetler ve sonuçları başka bir yazı konusu olmakla birlikte, Roecrich tarafından tüm dünyada kadim barışın temsili olarak kullanılan sembolün Çintemani olması çok ilginçtir.

(İlgili resimlerden biri, Roecrich’in kadim kültürel barış paktına ait faaliyetlerinin, onun vefatından yıllar sonra Nursultan Nazarbayev tarafından desteklendiğinin kanıtıdır.)

Turkland, Asgarda ve Kambala’nın sırrını taşıyan bu sembolün bir de tarih içerisindeki gizli bir şekilde kullanılma hali vardır ki; bu hal Türk tarihinde beş kişiye nasip olmuştur. Bu isimlerden biri Yüce Atatürk’tür!

Yüce Atatürk’ün sadece bir kereye mahsus olarak kullandığı mühürleri vardır. Bu mühürler genel olarak bir kereye mahsus kullanılmasının ardından kırılmıştır. Bu tip mühürlerden biri bugün Anıtkabir’de yer almaktadır. İşte bu mühürlerden birinin tıpkısının kağıt üzerine basılmış hali; halktan özel isimlere emanet edilecek Nutuk’un baskılarından birine mahsus olmak üzere işlenmiştir. İlgili mühürde gizli bir şekilde kullanılan Chintemani sembolünün de yer aldığı kodlanmış bir harita mevcuttur!

İlgili mührü yayınlayarak yazıyı sonlandırıyorum…

Not: Yazıda özellikle Yer Çağı ifadesini kullanıyoruz. Çünkü Medeniyetin beşiğinin Orta Asya coğrafyası olması fikri Yer Çağı’na ait kadim bir bilgidir. Yer Çağı’ndan önceki çağa ait merkez neresidir? İstanbul… Türk’ün İstanbul’u, şerlilerin göz koyduğu adı ile Mu’ya ne olmuştur da bir çağ sonlandırılmış ve Yer Çağı’na Orta Asya merkezli olarak geçilmiştir? Kaldı ki, bu sırrı bilen Ata Türkler tarafından Odin’i anlatan eddalarda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları da Türkland sınırları içerisinde geçmektedir. 

 

BARAN AYDIN 

 https://www.onaltiyildiz.com/?haber,8483/ataturk-un-haritasinin-sirri-odin



Bu yazı 6,559 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 19 Eylül 2022 Atatürk'ün Parolası AĞ
    • 30 Mayıs 2022 Tengri'nin Sırrı: Vahyedilen Ruh
    • 26 Kasım 2021 Kayıp Oğuzname'den Göbeklitepe'ye
    • 5 Eylül 2021 İlk Kurşun'un Sırrı Teşkilat
    • 20 Mayıs 2021 Atatürk'ün Haritasının Sırrı Odin
    • 13 Şubat 2021 Hitler'in Büyük Sırrı: SSSS
    • 23 Aralık 2020 Hedef'teki Akdeniz
    • 15 Ekim 2020 TÜRK BURÇLARININ SIRRI
    • 5 Ağustos 2020 TBMMNİN SIRRI: HİLAFET
    • 13 Mayıs 2020 Munun Sırrı: KAMAL
    • 24 Nisan 2020 Türk Atanın Sırrı
    • 30 Mart 2020 Türkün Misyonu O Taçı Kırmaktır!
    • 7 Şubat 2020 Gönül İlinin Sırrı: Güneş-Dil
    • 24 Ekim 2019 Özsoy'un Sırrı: Türk Sir Budun
    • 8 Temmuz 2019 Gökkurtun Sırrı: Kadim 5 Tuzak
    • 6 Şubat 2019 Maya Krallarının Sırrı
    • 29 Ağustos 2018 Derin Abd'ye Deruni Hatırlatma
    • 24 Haziran 2018 Fatih'in Sırrı Hilal'in Şövalyeleri
    • 8 Ocak 2018 Barbarosun Sırrı: İç İçe Geçmiş Üç Hilal
    • 30 Ağustos 2017 Dokuzların Sırrı ve Ahirun

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,746 µs