Hitler'in Büyük Sırrı: SSSS
Hitler gelmeden önce…
Alman okültist ve siyaset adamı Sebottendorf’un yazdığı, Hitler’in temelinde kendisinin ve dolayısıyla Thule Cemiyeti’nin olduğunu ilan eden kitabın adıydı Hitler gelmeden önce…
Hitler hayatta iken dahi ondan öncesine ait tüm gizemler belirli kişiler ve olaylar etrafında çerçevelenmişti. Üstelik bu çerçevenin ötesine çıkılması istenmiyordu. Hitler’i ve onun liderliğini yaptığı Nazi hareketini belirli kalıplar ve belirli çerçeveler içerisine hapsetme hamlesi aslında gerçekten Hitler’in arkasındaki güçlerin üstünü örtme çabasından ileri gelmekteydi.
Sebottendorf’un hayatta iken; belki de yaptığı en büyük operasyonda işte bu nokta ile alakalı idi. Kitabına koyduğu isim bile bu büyük operasyonun en önemli parçalarından biriydi.
Sebottendorf, büyük operasyonunda başarılı olmuş ve Hitler’i belirli bir çerçeve içerisine hapsetmişti. Sanki Hitler yoktan var edilmişti. Nitekim bu büyük operasyon öylesine başarılı olmuştu ki, günümüzde dahi Hitler’den öncesi denildiği zaman ilk akla gelen Sebottendorf’un çerçevelediği ve çıkılmamasını istediği alan idi.
Türk Çağı’na adım attığımız bu dönemde artık bu büyülü çerçevenin kırılma zamanı gelmiştir.
Yıllardır bir okültistin büyü kapanına sıkışan Hitler’in geçmişine ait büyük sırların mühürlerini Türk Devletinin izni ile bir bir sökmeye başlayalım…
Hitler gelmeden öncesiyle başlayalım… Çok öncesiyle…
Onuncu yüzyılda Peltek Notker, Cermen dillerinin kutsal sayılması ve dolayısı ile cermenlerin kutsal bir ırk olduğunu kitabında:
‘’Tötonik dil konuşan biz’’ şeklindeki ifadesi ile üstün görüyordu.
Yüzyıl sonra Notker’in içerisinde bulunan derin inanç çevresinin bir üyesi olan Bingenli Hildegard’ın izleyicilerinden bir kadın Adem ile Havva’nın, ‘Almanca’ konuştuğunu ilan etmiş ve nedenini şöyle açıklamıştı:
‘’Roman dilleri kökeninden ayrılmış ve çok çeşitlidir. Ancak tümüyle farklı bir kökten gelen Alman dili tektir. Roman dilleri, Babil’den sonra ortaya çıkmıştır. Öncesinde ki tek dil Alman dilidir.’’
On ikinci yüzyılda bu inancın zihinsel muhtevası, gün yüzüne Alman kökenli İtalyan keşiş Joachim ile ortaya çıkmıştı. Joachim’e göre insanlık çağı Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesindeki gibi üçe ayrılmıştı. Baba’nın çağı birinci reich idi. Oğul’un çağı ikinci reich idi. Üçüncü Çağ yani Kutsal Ruh’un çağında ise üçüncü reich kurulacaktı. Özellikle Joachim döneminde derinlerden gün yüzüne çıkan bir başka görüş de her üç çağa bir büyük imparatorun her defasında yeniden dirilerek liderlik edeceği inancı idi.
On dördüncü yüzyıla gelindiğinde ise ‘Yukarı Ren Devrimcisi’ mahlası ile yazılan ‘Yüz Bölümlük Kitap’ isimli bir kitap yayımlanmıştı. Bu kitabın yayımlanması ile birlikte batının eskatoloji tarihinde adeta bir dönüm noktası yaşanmıştı. Yukarı Ren Devrimcisi mahlası ile yazılan kitabın bir cemiyet işi olduğu belliydi. Bu cemiyetin en eski Cermen inancını yeniden uyandırmak istediği açıktı. Kitapta, Kara Orman’dan tekrar dirilecek olan büyük liderin, Alman yaşamını Latin yozlaşması ve Musa’nın On Emir şarlatanlığından temizleyip; Trier Kuralları /Yedi Emir kuralları ile tüm dünyayı yönetmeye başlayacağı yazıyordu. Aynı kitapta, Kutsal Ruh’un çağında kurulacak üçüncü reichin bin yıl süreceğinden bahsediliyordu. Yine Alman olmayan tüm halkların köleleştirileceği, öbür yandan Roma Katolik din adamları sınıfının kıyımdan geçirileceğini duyuruluyordu. Aynı kitapta ‘Adem, Alman’dı ve Alman dili ile konuşuyordu.’ diye ilan edilmişti. Kitapta, ‘Biz Almanlar, özgürüz, soyluyuz; güç yoluyla bütün dünyaya hükmetmiştik. Fazla zaman geçmeden Tanrının yardımıyla bütün dünyayı kadim düzene boyun eğdireceğiz’ şeklinde kadim cermen inancını diriltmeyi hedefleyen yazılar yazılmıştı.
Kitabın gün yüzüne çıkmasıyla bu inancın temellerinde ki heresi de ortaya açıkça çıkmıştı. Batı tarihinde Özgür Ruh heresisi olarak bilinen eskatolojik hareketin kökenleri işte bu en eski cermen inanç köklerinden türetilmişti. Bu heresi ile ilgili Strasbourg Piskoposu şöyle yazmıştı:
‘’Onlar, her şeyi yarattıklarını, Tanrı’dan daha fazla yarattıklarını söyler. Onlar Tanrı’dan fazlası olduğunu söylerler.’’
Cermen bilincini yansıtan bu heresinin kökleri öylesine etkiliydi ki, meşhur Alman kökenli Paracelsus:
‘’Adem’in ilk dili Almanca’dır. Almanların Wotan, Wili, We’sinin kutsal ruh çağında hakikatleri çıkacaktır. İdeal insan görmek isteyen Almanlara bakmalıdır.’’ diyerek bu kadim cermen bilincinin uyanışına en önemli katkıyı sağlayan isimlerden biri olmuştu. Ayrıca Paracelsus’ta tıpkı diğer özgür ruhçular gibi Babil’de dillerin ayrılmasından önce ortak mülkiyet kavramı ile işleyen eski üstün saf ırka dayalı cermen bilincini tekrar dirilerek uyandıracak kralı bekliyordu. En önemlisi de Paracelsus, cermen atıflarını bir adım daha geriye götürmüştü. Ona göre cermen bilincini uyandırmayı hedefleyenler henüz dünya kurulmadan önce bir cemiyet halinde görevlendirilmişlerdi. Paracelsus bu cemiyetin ne zaman kurulduğunu şu sözleri ile açıklamıştı:
‘Tanrı’nın olsun dediği gün başlamıştı ve O’nun yeksan olsun dediği gün bitecekti.’
Paracelsus’un, Kün anına dair yazdığı motto ondan iki yüzyıl sonra Gül-Haç Kardeşliği’nin mottosu olarak karşımıza çıkmıştı. Gül-Haççılar, kardeşliklerinin kuruluşunu Tanrı’nın ‘Fiat (Olsun)’ dediği ana mühürlediklerini ilan etmişlerdi. Teşkilat bu Kün anında kurulmuştu.
Kadim cermen inancının etkisi batıda ki kılcal damarlara öylesine etki etmeye başlamıştı ki, on yedinci yüzyıla gelindiğinde Klopstock kitabında:
‘’Yunan mitolojisini kapı dışarı ettim. Wotan, Thor, We ve Freya bunlar Almanların kutsal Tanrılarıdır.’’ demişti.
Tomurcuk halinden artık filiz verme devresine geçen bu derin cermen kökenli inanç, Prusyalı devlet adamı Ewald von Hertzberg’in, Berlin Bilimler Akademisinde yaptığı ‘Cermenlerin Romalılara Üstünlüğünün Nedenleri’ konulu sunumu ile bilim dünyasının tam merkezinde bir bomba etkisi yaratmıştı. Bu patlayan bombanın en bilinen tesiri, Friedrich Nietzsche gibi isimleri ortaya çıkarması olmuştu.
On yedinci yüzyıla gelindiğinde bu kadim pancermenist inanç, Almanya’da devletin kılcal damarlarında artık tamamıyla yer etmişti. Bu yer ediniş öylesine sağlam olmuştu ki; pancermenizmin en önemli isimlerinden biri olan meşhur Bismark’ı tarih sahnesine çıkarmıştır.
Pancermenist hareket, Alman devletine öylesine hızlı ve derinden işlemeye başlamıştı ki, Bismark’tan sonra ortaya çıkan Tannenberg’in görüşleri incelendiğinde; Bismark’tan Tannenberg’e ve ondan da Hitler’e gelinen sürecin pancermenist zihniyetin siyaset ve halk nezdinde bir büyüme ve gelişim dönemi olduğu çok açık bir şekilde görülecektir.
Hitler’i ortaya çıkaran zihniyetin kökenlerinin tarihsel kökleri ile ne kadar derinlerde olduğunu anlatmak için yaptığımız alıntıların yeterli olacağı kanaatindeyim.
Sebottendorf’un, bu büyüme ve gelişim sürecini saklamak istemesinde ki sebepler tarihin karanlık sayfalarıdır. Bu karanlık sayfalarda yazanları ve büyük oyunun parçasını Türk Devleti zaten zamanında görmüş ve bunun neticelerinde devletimiz nezdinde çok önemli raporlar yazılmıştır.
Bu raporlardan biri Atatürk döneminde MAH’ın çok değerli isimlerinden biri olan M. Talat Sümer tarafından yazılan ‘Balkanlılar 5 inci Kol: Pancermanizm ve Hitlerizm Propagandası’ adlı çalışmadır. Rapor daha sonra MAH/MİT çalışanlarının eğitimlerinde kullanılmak üzere kitaplaştırılmıştır.
Talat Sümer’in raporunda Hitler’in, Bismarck ile zirveye ulaşan pancermenist akımın bir sonucu olduğu, Hitler ile Bismarck’ın arasında zihniyet farkının olmadığı, Hitler’den önceki pancermenist zihniyet ile Hitler’den sonraki pan cermenist zihniyet arasında hiçbir fark olmadığı, tohumun meyve verdiği vs. gibi bilgiler belgeleri ile anlatılmaktadır.
Devletimize ait bir başka önemli raporda ise resmini gördüğünüz; Nazilerin en önemli kozu olan ve Almanların savaş gemisi yapmalarını yasak olmasına rağmen 1939 yılında yapımı tamamlanıp denize indirilen, dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı kurallarını ihlal eden ve Hitler tarafından ismi konulan görkemli savaş gemisinin adı ‘Bismarck’ olarak belirlenmiştir.
Elbette ki bu başta İngiltere olmak üzere dünya hükümetlerine büyük bir mesaj olmuştur. Aynı zamanda ilgili mesaj, Mah’ta ders olarak okutulan kitabın içerisindeki Türk Devletinin stratejik çözümlemesinin; yani pancermenist misyonun Bismarck’tan sonra Hitler tarafından devralındığının en büyük kanıtlarından birisi olarak ta kayıtlara geçmiştir.
Bismarck ile Alman devletinin yönetim sistemine hükmetmeye başlayan pancermenist akıma; 17. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar tek karşı koyabilme kudretini Türk Devleti göstermiştir. Mesela günümüzde pek bilinmese de özellikle Atatürk döneminde Balkanlarda bu akım ile mücadele etmek ve hakiki Turan zihniyetini yaymak için kurulan ‘Turan Cemiyetleri’ bu hedef ile kurulmuştur.
Resmini gördüğünüz belge Bulgaristan Turan Cemiyetine aittir. Turan Cemiyeti, Bulgaristan gibi Nazizmin propagandasına çok müsait olan yerlerde devletimize mahsus daha özel çalışmalar yürütmüştür.
Buraya kadar anlattıklarımız daha da detaylandırılabilir. Ancak özet olarak yazarsak; Hitler meyvesini ortaya çıkaran ağacın kökleri hem tarihsel geçmiş olarak hem de zihni muhtevası bakımından çok ama çok eskidir.
Sebottendorf ise bu tarihsel ve zihni muhtevanın üstünü kapatarak; tüm insanlığı sadece meyveye odaklamak istemiştir. Çünkü Sebottendorf’un nihai hedefi ağacın dalı budandığı takdirde yeniden meyve verebilmesinin önünü açmak olmuştur.
O halde şu soru sorulmalıdır:
Ağaçta ortaya çıkan meyvenin yani Hitler’in, diğer zamanlarda ya da gelecekte ortaya çıkacak yeni bir meyveden farkı neydi?
Hitler meyvesinin farkı; pancermenizmin tarihsel ve zihinsel muhtevasına bağlı kalmak şartı ile bu zihinsel eskatolojik inancın aslolan deruni misyonunun özünde saklıydı.
Yazının ikinci kısmı ile devam edelim…
Kod: Modern Teknoloji
İki önemli arkeolojik keşfe ait bilgileri ayrı ayrı sunarak başlayalım:
Bir…
1856 yılında İngiliz arkeologlar Gebelein’de sıcak çölün içinde cenin pozisyonunda gömülmüş cesetler keşfettiler. Keşfin en ilginç yönü cesetler Mısır geleneğinde yer alan mumyalanma yöntemi ile mumyalanmamış olmasındaydı. Cesetler, cenin pozisyonunda kumun içinde yatıyordu. Mumyalanmamış olmalarına rağmen sıcak çölün kızgın kumları, cesetleri doğal bir mumyalama yöntemi ile adeta doğal mumyalamaya tabii tutmuştu.
British Museum, Gebelein’de bulunan mumyaları 1901 yılında satın alarak, sergilemeye başlamıştı. O dönem bu mumyalar ile ilgili tüm bilgiler meçhuldü. 2012 yılına gelindiğinde bu mumyaların üzerindeki sis perdesi yeni modern teknolojiye ait tekniklerin yardımı ile aralanması amacıyla çalışmalar başlatıldı. 2018 yılına gelindiğinde ise en son tomografi teknolojisi ve karbon testlerine başvurularak bu mumyaların üzerindeki sis perdesi nihayet aralandı.
Son teknolojiye ait tekniklerin sonucunda cesetlerin bilinen ilk Firavun döneminden bile daha eskiye ait olduğu tespit edildi. Yani Firavun kavramının henüz olmadığı, Firavun düzeninin yaratıldığı bir döneme aitti mumyalar… Ayrıca yine modern teknolojiye ait teknikler ile doğal mumyalardan birinin kolunda statü göstergeleri olan SSSS şeklinde dövmenin olduğu görülmüştür. Mumyanın üzerindeki SSSS dövmesi ve onun aldığı yaralar göz önüne alındığında; Mumyanın Mısır’ı kuran gücün en üst düzey askeri yöneticilerinden biri olduğunun kanıtı idi.
İki…
Bir firavun düşünün ki, Nefertiti veya Kleopatra'dan kat be kat güçlü olsun. Bir erkek firavunu saf dışı bırakıp 21 sene koca Mısır'ı yönetsin. Bu kadının ismi Hatşepsut idi ve Antik Mısır'ı yöneten 18. hanedana mensup bir firavundu. Hatşepsut'un mensup olduğu hanedanın bir adeti vardı. Tüm hanedanın asil olması için herkes kardeşleri ile evlendirilirdi. Bu geleneğe uyularak Hatşepsut da kardeşi Thutmose ile evlendirildi. Eşi II. Thutmose aniden öldü. Rahipler ile de arası iyi olan Hatşepsut üvey çocuğu Thutmose'un küçük olduğunu öne sürerek tahta geçti. Üvey oğlunu savaşçı olarak yetiştiren Hatşepsut onu genelde seferlere göndererek iktidarını sürdü. Diğer firavunlar gibi törenlere katıldı ve takma sakallık kullandı. Erkek görünümlü ve erkek gibi davranan kadın firavun bir süre sonra hastalanarak iktidardan çekildi. Daha sonra ise öldü. Hatşepsut'un güçlü iktidarının ardından tahta geçen III. Thutmose, yanındaki kişilerin de etkisiyle annesinden kalan izleri silmeye başladı.
Hatşepsut’a ait izler öylesine derinden silinmeye çalışılmıştı ki alelacele mumyalanmış cesedi, firavunların mezarı yerine süt annesi ile birlikte gömülmüştü. Pek bilinmese de Mısır’da yer alan ve tüm mumyalara sayılar halindeki kodlarının saklandığı Mumya Bakanlığı’ndan dahi Hatşepsut’a ait tüm izler silinmişti. Hatşepsut’un mumyası, 1903 yılında Krallar Vadisi'nde bulundu. Bir erkeğe ait olduğu düşünülen mumyanın Hatşepsut olduğunun anlaşılması için 104 yıl geçmesi gerekti.
2007 yılında yapılan modern teknoloji teknikleri ile son DNA teknolojisine ait testlerin kullanılmasının ardından bu mumyanın bir kadına ait olduğu anlaşıldı. Kadına ait mumyanın bir dişi eksikti. Aynı dönemde Kahire müzesinin kasalarında saklı tutulan ve üzerinde Hatşepsut yazan bir sandığın içerisinden çıkan diş ile mumyanın eksik dişinin birebir eşleştiği görüldü.
Modern teknolojinin son teknikleri kullanılarak bulunan keşifler, Mısır ile ilgili son yüzyılda yapılan en büyük iki arkeolojik keşif arasına girmiştir. Peki ama Mısır ile ilgili yapılan bu iki keşfin Hitler ile olan ilişkisi neydi?
Pancermenizm, Hitler meyvesine ait deruni misyonunun ne olduğu işte tam olarak bu sorunun cevabında saklıdır.
Hitler’i motive eden deruni misyona küçük bir örnek Nazi kelimesi üzerinden verilebilir. Nazi kelimesinin anlamının, nasyonal sosyalizmin belirli hecelerinden oluşturulduğu söylenir. Ancak sanıldığının aksine Nazi kelimesinin kökleri Babil’e uzanmaktadır. Babil’in kralı Nazi-Maruttash araştırılırsa Nazi kelimesinin anlamının üstüne örtülen perde aralanacaktır! Bu durum araştırılırsa ne demek istediğimiz anlaşılacaktır. Elbette ki bu bilgi Hitler’in deruni misyonuna ait örtülen sırlar kuyusunun en sığ yerine aittir.
Yüce Atamın nefesi ile bu kuyunun daha derinlerine inelim…
Hitler ve ekibinin, yaşamları boyunca tek temel hedefi şu olmuştur:
Mısır Medeniyetini kuran gücün hakikatine ulaşmak… Yani Mısır medeniyetini tekrar canlandırmak vs. değildi amaçlanan. Hitler’in asıl arzusu Firavun zihniyetini tasarlayan, Mısır’ı Mısır yapan sistemi oluşturanların, o tohumu yaratanların gücüne sahip olmaktı. Çünkü Hitler’i iktidara getirenler bunu onun önüne nihai hedef olarak koymuştu! Dolayısıyla Hitler ve ekibinin yukarıda anlattığımız iki arkeolojik keşif ile ilgilenmesi; yapılan iki keşifte de Mısır’ı kuran güce ait önemli sırların bulunmasından kaynaklı idi.
Birinci arkeolojik keşfin Hitlerle olan ilişkisine ait cevabı; Hitler ve ekibinin, içerisinde onuncu yüzyıldan itibaren gün yüzüne çıkan pancermenist eskatolojinin büyük sırlarını, psikolojik harp unsuru olarak kodlayan propaganda kartları üzerinden verelim.
Bu kartlar içerisinden birine, günümüzde dahi hakkında hiçbir bilgi bulunmayan Hitler ve kadim Mısır ilişkisine ait en büyük sır kodlanmıştır.
Resmini görmüş olduğunuz kartta dört adet Mısır Piramidini görülmektedir. Hitler döneminde olduğu gibi günümüzde de Mısır’ın en ünlü sembolü Giza’da ki üç piramidin görselidir. Ancak bu kartta dört adet piramit görülmektedir. Ayrıca Piramitler, bir enerji meselesi ile bağdaştırılarak; 11,5 milyon metreküp ve dört sayısı ile harmanlanmıştır. (11,5 sayısı 4 ile çarpıldığında 46 rakamı ortaya çıkmaktadır. 46 rakamı 2046 yılını işaret etmektedir ve Hitler’i yetiştiren zihniyetin bu yıl ile ilgili çok önemli projeleri halen günümüzde de tıkır tıkır işlemektedir.)
Aynı konu bağlamında dünya tarihini baştan yazdıracak bilgiler ise şunlardır:
2018 yılındaki modern teknoloji teknikleri ile zar zor tespit edilen Gebelein’deki mumyanın deruni misyonuna ait bilgiler, 1925 yılından önce Hitler’i iktidara taşıyan güçler tarafından ona ve ekibine verilmiştir. Bu kadim bilgiyi edinen Hitler, 1925 yılında kurulan meşhur SS güçlerini, Gebelein’deki mumyanın Mısır öncesine ait deruni askeri misyonu ve üzerindeki dört adet SSSS dövmesinden ilham alınarak tasarlamıştır. Bu mumyanın Mısır’ı kuran güç içerisindeki askeri misyonu ne ise; Hitler, SS muhafızlarına aynı misyonu yüklemiştir! Hitler ve ekibinin dört piramit ile kodladığı mesele ise, Gebelein’de üzerinde SSSS dövmesi yer alan doğal mumyalanmış cesedin taşıdığı sırrın sembolleştirilmesinden ibarettir.
SS’e ait bu deruni misyonun bir tapınma, inanç haline geldiği Wewelsburg Kalesi, Nordik temellerden çok gizli tutulan bahsi geçen deruni misyona ait inanç üzerine bina edilmiştir. Ayrıca Wewelsburg’da olduğu gibi dünyanın birçok yerinde SS’nin gizli tapınakları da kurulmuştur. (Türkiye’de Alman Büyükelçilği’nin yakınlarında bulunan bir ev, tapınakların Türkiye’deki temsili olmuştur.)
SS ile Mısır’ı kuran güç arasındaki bu tarikat vari ilişki, Hitler ve ekibi tarafından o kadar gizli tutulmuştur ki; yıllar sonra kurulan Ahnenerbe (Ataların Mirası) teşkilatının projeleri içerisinde dünyanın tüm kadim coğrafyası yer almışken; Mısır’a ait tek bir hedefin dahi bahsi geçmemiştir!
SSSS dövmesinin anlamı çok derin bir konudur. Her bir S harfi Mısır’ı kuran güce ait büyük bir sırrın temsilidir. Gebelein’deki mumya dört büyük sırrı da bildiğinden SSSS dövmesini vücudunda taşımayı hak etmiştir. Ancak Hitler, peşinde olduğu dört büyük sırdan sadece ikisini öğrenebilmiştir. Dikkat edilirse Hitler’in askerlerine iki SS harfinin temsili verilmiştir. Mesela Hitler, peşinde olduğu ve yüce kitabımızda da yer alan Firavun’un cesedine ait sırra ulaşamadan ölmüştür. Nitekim Hitler’in bu yolda öğrenerek şahit olduğu iki gizemden biri Gebelein adamıyken; ikincisi ise kraliçe Hatşepsut ile ilgilidir!
Sıra ikinci büyük arkeolojik keşfin Hitler ile bağında…
Kahire Müzesinde, üzerinde Hatşepsut yazan ve içinde bir adet diş bulunan kasa, Hitler iktidara gelmeden önce Naziler tarafından açılmış, incelenmiş ve kasa tekrar yerine konmuştur. Açılan kasanın ardından yine daha önce bir kazı esnasında bulunan ve daha sonra kapatılan iki kadın mumyadan birine ait ceset üzerinde Naziler tarafından yeniden derin tetkikler yapılmış ve bu mumyalardan birinin bir dişinin eksik olduğu ve eksik olan dişin, kasanın içerisinde yer alan Hatşepsut’a ait diş olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Hatşepsut’un dişi meselesi öylesine önemli bir konudur ki; Hatşepsut’un dişi meselesinde Mısır’ı kuran güçlerle iletişime geçmenin yöntemi mevcuttur. Nitekim Hitler, Hatşepsut’un sırrını öğrendikten sonra Fransa’da bir dişçide hayatını tümden değiştirecek bir olaya bile isteye maruz kalmıştır. (https://www.onaltiyildiz.com/?haber,1543 ) Kısacası tıpkı Gebelein mumyasında olduğu gibi Hatşepsut’un kimliği ve kayıp dişine ait modern teknolojiye ait teknikler ile büyük zorluklarla tespit edilen hakikatler; 1925 yılından önce Hitler ve ekibinin elinde olduğu gerçeğidir.
Peki ama nasıl?
Hitleri iktidara getiren güçler, çağın çok çok ötesindeki teknolojinin bilgisine sahipti. İşte bu teknolojiye ait tüm bilgi ve sırlar Nazilere iktidara gelmelerinden önce verilmiştir. Mesela Himmler’e 1936 yılında kurdurulan Ahnenerbe (Ataların Mirası) teşkilatının tüm projeleri, ellerinde olan çağın ötesindeki bahsi geçen teknolojiye güvenerek planlanmıştır. Kısacası yazının ikinci kısmında vermiş olduğumuz kod yani modern teknoloji; Hitler’i, deruni misyon olarak diğer pancermenist meyvelerden ayıran en büyük özellik olmuştur.
Asıl cevaplanması gereken bir başka soru ise:
Hitler liderliğinde Nazileri iktidara getiren pancermenist köklerine bağlı güce, çağın ötesindeki teknolojik yardımı yapanlar kimlerdi?
Hitler’in peşinde olduğu Mısır’ı kuran güçlerdi bu teknolojik yardımı yapanlar…
Mısır’ı kuran güç ve ona ait teknoloji ise yere değil göğe aittir! Mısır’ı kuran güç, Şi-ra denilen sistemi yönetmektedir. Hitler, tüm dünyayı pancermenist zihni muhtevası üzerinden Şi-ra’nın şeytani sistemine göre yeniden tasarlamak istemiştir. Yani Hitler, bu gücün kendisini iktidara getirenlere yardımını bildiğinden; aynı güç ile iletişime geçmiş ve onlara ait düzeni dünyada tesis etme çabasına girmiştir. Nitekim insanlık tarihi ve öncesinde Baba-Oğul-Kutsal ruh üçlemesi (Wotan, Wili, We’de bir başka versiyonudur.) Şira sisteminin deruni hedefi olmuştur.
Meşhur Sebottendorf’un üzerini örtmeye çalıştığı pancermenist kökenin tarihsel ve zihni muhtevasının haricindeki deruni misyon işte tam olarak budur! Sebottendorf’un, Hitler’i büyülü bir çerçeve içerisine hapsetmek istemesinde ki neden göğe ait sırların üstünün örtülmesi isteği olmuştur.
Neden mi? Çünkü Hitler gelmeden önceyi planlayan gücün, Hitler’den sonrası için de planları vardı! Yani Hitler ile yarım kalan süreci tamamlamaya çalışacaklardı.
Yüce Atam, Tengri’nin Türk’ünde bu hakikate ait sırrı nefesledikten sonra bir uyarıda bulunmuştu.
Tengri’nin Türk’ündeki ilgili sayfada yer alan uyarıda ne yazıyordu:
“Yine gelecekler, deneyecekler!”
Pancermenizm de olduğu gibi kökleri hem tarihsel zihniyet hem de deruni misyon bakımından derinlerde olan, yani yoktan var edilmemiş farklı inanç sistemi ve ırklar üzerinden, Şira’dakilerin özel dönemlerde şeytani planları olmuştur ve hep olacaktır da! (Geçmişte Mısır, günümüzde Nazizim ve Hitler, gelecekte ise Çin buna en iyi örneklerden olacaktır.)
Sözün özü…
Evet, yine deneyecekler, gelecekler! Ancak yeniden denediklerinde tüm yaptıkları planların, kökleri farklı, misyonları aynı olan ırk ve inanç sistemleri arkasına gizlenmeye çalıştıkları büyülü çerçevelerin bir bir kırıldığına, aşikar olduklarına tanık olacaklar!
Bu kez geldiklerinde Şira’nın ötesine ait bilinci taşıyan ve Hitler’in bu sebeple saldırmaya cesaret dahi edemediği tek millet Türklerin; yine Şira’nın ötesine açılan kapı olan Ay’ın karanlık yüzüne ait sırlarının, bir kılıç gibi suretlerinin üzerinde parladığını göreceklerdir!
Baran AYDIN
https://www.onaltiyildiz.com/?haber,8364/hitler-in-buyuk-sirri-ssss
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle