https://www.youtube.com/watch?v=p4ZQuq15X0Q
Konuşmanın Deşifresi: (Konuşma birbir deşifre edilmeye çalışılmıştır, ancak referans noktası konuşmanın kendidir.)
Çocukların teknoloji bağımlılığı.
OKTAN KELEŞ: Evet gördüğünüz gibi bir Kambaba videosu daha çekiyoruz. Balalar burada, dostlar burada. Ata ağacımızın dalına tünedik. Mehmet nasıl güzel mi?
MEHMET: Çok güzel.
OKTAN KELEŞ: Mehmet balamız Londra’dan geldi. Yine Kemal, Özge, Feride hanım ve benim cücük balam Mehtap’ım burada. Şimdi bir soru vardı. Gezerken aklımıza takıldı ve not ettirdik. Sorar mısın Özge?
ÖZGE: Kambabam, çocukların teknoloji, bağımlılığının açıklayabilir misiniz?
OKTAN KELEŞ: Şimdi kısaca şöyle anlatalım. Çocukların teknoloji bağımlılığından mana zeki çocuklar, saatlerce konuşulacak bir konu. Ama tabiat, orman işte gördüğünüz gibi Ata ağacının üzerindeyiz böyle güzellikler varken. Asıl olan bütün tabiatın güzelliği gözümüzün önünde iken yaşamın bütün cevherleri gözümüzün önünde iken bir teknolojik eser meydana çıkardılar; cep telefonu. Şimdi anneler, ebeveynler çocuklarına bu telefonu ellerine veriyor. Neden veriyor? Sussun diye ya da yemek yesin diye. Bir iş yaptırmak maksatlı ve 3 yaşında 4 yaşında çocuk telefonu bizden çok iyi kullanıyor. Doğru mu?
ÖZGE: Doğrudur Kambabam.
OKTAN KELEŞ: Ve çocuk ağzına yemek yerken annesi telefonu elinde onu oyalıyor. Çocuk oyunlara bakıyor işte telefonda neler varsa onlarla ilgileniyor vs. Yediği yemekten haz almıyor, tat almıyor farkında değil. Sadece midesi doyuyor. Çünkü beyin yiyeceğiyle gıdayla bir bağ kurmuyor o esnada. Bu arada cep telefonu meselesine, diyelim küçücük bir tablet değil mi ? İlkel toplumlarda, kabilelerde de put yapımının başlangıç noktası dikkatinizi çekmek istiyorum bunula alakalı. Nedir o ? Eskiden totem yaparlardı. Hani bu Vudu bebek vs.felan denir ya. Aslında oyuncak bebek kavramı yoktu. Anlattığım, 50.000-100.000 sene önceki kavimlerden bahsediyoruz. İnsana benzeyen totemler yapılır. Çocukların ellerinde, büyüklerin ellerinde bu dururdu ve çocuk onunla ufakken bağ kurdurulurdu. Çünkü o kabilenin totemi idi, putuydu. O çocuk onula bağ kurar, her şeyi ondan bilirdi. Oyuncak bebek gibi düşünelim. Bugün ki gibi gelişmiş oyuncaklar yoktu taktir ederseniz. Ama totemdi bu, puttu. Ve onu sallardı. Onunla, doğada ne varsa kendisi ile bir bağ kurarak ilişkide bulunurdu. Yani psikolojik bir ilişki, bir bağ. Ve büyüdüğü zaman o çocuk artık bir putu vardı. Şimdi çok masumane gözüken bu meselede profesör olmuş uzay mekiği kullanacak yapıdaki insanlar ineğe tapıyorlar değil mi ? Bunu eğitimle falan izah edemiyoruz. Hani eski kavimlerin helvadan put yapıp, Arapların tapması meselesine alay ediyoruz ya aslında konu basit değil. Bir kültürel, tarihsel, kadimden gelen bir altyapısı var. Yoksa eğitimle alakalı olsa bugün işte birçok okumuş insan, inanç uğruna ineğe tapabiliyor. Öyle mi Mehmet?
MEHMET: Evet.
OKTAN KELEŞ: Demek ki eğitimle alakası olan bir şey değil. Ama şimdi gelelim telefon meselesinin çağımızdaki tehlikesine, çocuklar açısından. Teknolojiyi kullanacağız tabi ki. Teknolojik gelişmeleri takip edeceğiz vs. Bir de sistemin içerisinde artık. Bunu inkar edemiyoruz. Ama şimdi o totemle bağ kuran çocuk büyüdü ve artık bir putu oldu. Bugünde çocukların eline verilen o telefonlar, daha okuma yazma bilmeyen o çocuklar, daha neyin ne olduğunu öğrenemeyen, doğru ve yanlışı bilmeyen çocukların eline verdiğin zaman telefondan da adeta ne öğreniyor; bilgiler, oyunlar ve talimat almaya başlıyor. Bir bağ kuruyor psikolojik men. Ve artık kendi çevresi ile ilişkiyi tamamen kesiyor. Öyle mi Özge? Yediği yemekten haberden haberi yok. Tadını almıyor. Anne onun ağzına devamlı tıkacak tıkacak karnı doyacak, rahatsız olunca diyor ki; ben doydum. Hâlbuki yediği yemeğin tadından habersiz. Çünkü tamamen odaklanmış elindeki telefona o teknolojik, bir manada puta, bağ kuruyor. Ve o çocuk yavaş yavaş gelişecek çünkü çağımızın şu andaki hastalığı. Büyümeye başladığı zaman, teknoloji ilerlediği zaman daha da gelişmiştir bunun çıktığı zaman. Ondan talimat alacak. Ne ebeveyni tanıyacak, ne çevresini, ne doğayı, ne tabiatı, ne de anı yaşayacak. Çünkü şöyle; bütün o tabiat, dünya, kâinat, bilgiler şu anda gözümüzün önünde olmasına rağmen küçücük bir cep telefonuna, terazinin bir kısmına onu koyuyorsun bir kısma bütün yaratılmışı, onlar tableti seçiyor. Küçücük olanı değil mi? İşte bir aldatmacadır. Bu büyük bir tehlikedir. Onun için ebeveynler, anne-babalar çoluk çocuğa da bu telefon meselelerinde çok masum gözüken cep telefonu, oyun meselelerinde dikkat etmeleri gerekiyor. Doğruyu ve yanlışı sunmaları gerekiyor. Artık toplumunda bundan kopması mümkün değil. Gencin yaşlının herkesin elinde. Ama şöyle bir şey var; en azında neyin ne olduğunu anlatmak gerekiyor. Bilinçli olmak gerekiyor. Şimdi yapay zeka diyoruz, Deccal diyoruz, tepegöz diyoruz vs. bir çok kavram. Bu nesil büyüdüğü zaman o telefon ve teknolojilerden emir almaya başladığı zaman ne anneyi dinler ne babayı ne toplumu ne devleti ne milleti ne budunu hiçbir şekilde dinlemeyecek çünkü artık o tabletin, o teknolojinin, o yapay zekânın ona vermiş olduğu dünyayla bağ kuruduğu için her şeyden kopuk olacak. Anlatabiliyor muyum? Ve işte ilkel toplumlardaki put oluşumu da o çocuk totemden başlayarak bağ kurması, bugünde telefonlar aynı şekilde çok büyük bir tehlikedir. Türk budunu burada uyanı olması gerekmektedir. Anneler babalar özellikle okula gitmeyen çocukların elinde çocuğum sussun, yaramazlık yapmasın, aman işte yemeğini yesin şunu yapsın bunu yapsın diye verdikleri şeyle bağ kurduklarını ve zihinsel bütün fonksiyonlarını o tablete yönelttiklerini ve adeta kendinden de koptuğunun farkında değil. Düşün anne-baba söz geçiremiyor ama bir telefon söz geçiriyor. Doğru mu Özge?
ÖZGE: Doğru Kambaba.
OKTAN KELEŞ: İşte bütün mesele bu. Dolayısıyla da bu çok büyük bir tehlike olarak yeni nesil önünde bir engel. Buna dikkat etmelerini istiyoruz. Dolayısıyla da bununla ilgili başka bir sorun varsa alalım. Bir şey söylemek isteyen var mı bu konu ile ilgili? Anlaşıldı değil mi Mehmet? Mesele anlaşıldı. Doğru mu anlattıklarımız. Çünkü hepimiz yaşıyoruz bunu değil mi. Hepimizin yaşadığı bir mesele. Çocuk o telefonla bağ kuruyor. Büyüdüğü zaman emri de ondan alacak çünkü onda birçok bilgiler var. Ve işte düşün şimdi tepegözün çok gelişmiş olan bir yapay zekâsını, bütün bu çocukların beynine hükmetmiş olacak. Devletinden, budunundan, ailesinden, töresinden kopartmış olacak. Ee daha önceki tehlikeli oyunlar vardı. Söylemeye gerek yok isimlerini. İntihar eden çocukları düşünün.
ÖZGE: Mavi Balina
OKTAN KELEŞ: İsmini söylemiyoruz. İşte zararlı oyunlar falan. Bu benim anlattığım daha da tehlikeli bir meseleye doğru iş gidecek. Ve biz bunu 10-15 sene içerisinde göreceğiz. Bugünkü küçük çocuklar nesli 20 sene sonra büyük bir toplum haline geldiği zaman emri; anasından, babasından, devletinden almayabilir. Eğer şimdi müdahale etmezsek, bilinçli olmazsak, töreyi uygulamazsak nereden alacak? İşte yapay zekanın ele geçirmiş olduğu Deccal sistemi de, işte dijital sistemde, şu de bu de tepegöz de, oradan o teknolojiden emir alacak. Ki ondan emir alanın vicdanı olur mu veya ne gibi emirler alır. Evet teşekkürler ediyorum. Tüm balalara selamlar.
Doğada çok dolaştık; yorgunluktan öldük mü? Tekrar can mı bulduk?
KEMAL: öldüm ya.
ÖZGE: Öldük ya. (8.35)
OKTAN KELEŞ: Şimdi…
KEMAL ELMAS: Öldük mü sultanım. Bu ne biçim iş.
OKTAN KELEŞ: Bir yanlışı düzeltelim. Tabiatta dolaştığınız zaman ölünmez, yaşanır. Tekrar can buldum diyeceksin. Bunu da bize söylüyorlar; yorulduk, öldük, bittik. Hayır ölmedik. Can bulduk, yaşadık. Tengri bize bunu verdi. Şimdi gelelim, “müddessir”i sormuştun sen. Örtüsüne bürünen. İşte böylelikle bu örtüyü üzerimizden atacağız. O hitap herkese. Örtüsüne bürünen örtünüzü atın ve kalkın. Şimdi canlı bir şekilde ayağa kalkın. Teşekkürler.
Yönetim ve Yönetmek üzerine.
OKTAN KELEŞ: Yakala! Gel bakalım. Gel buraya. Tamam, gel otur. Aferin oğluma
MEHMET: Kambabam bu bayağı vahşi bir kurda benziyor. Bu yönetmek zor olmuyor mu?
OKTAN KELEŞ: Aaa… Şimdi bak. Yönetmek… Yönetmek deyince; mahlûkatı yönetmek, insanları yönetmek, insanların birbirini yönetmesi, gönülle ve nefisle. Gönüle hitap ederek yönetenler. Nefislere hitap ederek menfaati yönetenler birçok argüman var ama aklıma bir şey geldi. Biraz önce de içeride bazı konular konuşuyorduk. Ben size başka bir yoldan bir şey söyleyeyim. Yönetmenin ne kadar önemli olduğuna dair ibretlik bir olay. Konfüçyüs’te geçer bu. Bir tane yaşlı kadın 3 mezarın yanında oturmuş ağlıyormuş. Mezarları düzenliyormuş. Bir adam gelmiş. Yaşlı kadına, “Yaşlı kadın neden ağlıyorsun?” diye sormuş. Kadın, “Mezardakiler benim evlatlarım. Onların mezarlarını ziyarete geldim. Onlar için ağlıyorum oğul.” demiş. Adam sormuş,“Hayrola, neden öldüler üçü de? Sen kocamışsın bunlar ölmüş.” Kadın demiş ki, “Bu çocuğumu kaplan parçaladı.” “Öbür çocuğunu?” demiş. “Onu da kaplan parçaladı.” “Öbür çocuğunu?” “Onu da kaplan parçaladı.” Adam şaşkınlıkla, “Başka bir çocuğun var mı ?” “Bir tane daha var.” demiş. “Peki, koca kadın, neden bu beldeden çekip girmiyorsun? Bu beldenin kaplanları çok fazla ve 3 tane çocuğunu sine, yani mezara koymuş. Bunun üzerine kadın şöyle demiş, “Bu beldeden gitmem oğul. Çünkü beldenin yönetimi çok iyi ve adaletli.” Şimdi burada söylenen şey Konfüçyüs’te öğreti olarak geçer. Kötü bir yönetim, vahşi kaplandan daha kötüdür. Anlatabiliyor muyum?
MEHMET : Eyvallah.
OKTAN KELEŞ: Anladın mı?
HARUN: Anladım Kambaba.
OKTAN KELEŞ: Şimdi, kadının üç tane çocuğunu kaplan yiyor ama o beldeden ayrılmama isteğinin sebebi, nedeni; oranın iyi bir yöneticisini ve yönetiminin sisteminin olduğu ve adaletli olduğu için ayrılmam diyor. Ve üç tane çocuğunu da kaplan yemiş. Ve bir çocuğu var. İşte buradan çıkarılacak ders var.(Önündeki kurdu göstererek) Şimdi bunu yönetmekten bahsettik değil mi? İnsanlar kendi kendilerini yönetme yetisine, maharetine sahip olmadığı sürece hani koyun güzel bir hayvandır. Koyun olursan, mecazen ya bir kurt kapar ya da bir koç gelir üzerine biner. Anladın mı Nedim?
NEDİM : Eyvallah.
OKTAN KELEŞ: Yönetim, gönülle, gönüllere hitapla olacak; nefislere hitapla değil. Hoşuna gidecek sözlerle yönetim olmaz. Yöneticiler olmaz. Yalan, riya veya inançları sömürerek bir yönetim şekli olmaz. Yönetici yalan söylememeli. Ve aynı zamanda kendini, yönettiği toplumdan onların icazetini aldığı için üstün görmemeli. Onlardan biridir. Mesela ülkemizde de vardır. Bazı siyasetçiler düşünün, hatta bazı kurumlarda üst düzeyde çalışanların birçoğu, istatistik vardı… Şimdi kurumları söylemeyelim. Bazıları emekli olduktan sonra intihar ederler falan. İstatistiktir, araştırılırsa görülecektir. Neden intihar ettikleri araştırılıyor. Çünkü devletin gücü ile makamın erkin gücü ile toplumda caka satanlar, istisnaları tenzih edelim. Emekli olunca o gücü kaybedince kimse selam vermiyor. Kahveye giriyor, daha önce bir bakanken girdiği kahveye devletin gücüneherkes ayağa kalkarken, emekli olduktan sonra; haa sen benim emekli maaşıma zam yapmadın, şuradan şöyle yaptın falan düşüncesiyle halkın gönlüne girmediğinden dolayı o güç gittikten sonra itibarları gidiyor. Bu yüzden bizde de birçok siyasetçi aslında kendi siyaset alanında ölene kadar neredeyse siyaset yaparlar. Siyaset yaptığını söylerler. Aslında böyle bir olgu yoktur. Aksakal olmak bilge olmak başka bir şeydir. Siyaseti meslek ve ilkesinden dışarı çıkartarak toplum içerisinde kendine ayrı bir marj olarak ayrım yaparak mesela nedir, bazıları şimdi yine kurumları söylemiyorum. Falan dinlenme yerleri vardır, emekli olduktan sonra. Orada millet, körler sağırlar birbirini ağırlar. Aynı kişiler çünkü toplumda rahat gezemezler. Neden nefislere hitap etmiştir yönetirken. Gönüllere hitap etse idi, değil mi , o güç gittikten sonra en büyük güç gönül gücü. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Türk bilgesi ve Türk Ulusu, Hoca Ahmet Yesevi, Yunus baba, Geyikli baba, Kaygusuz Abdallar değil mi. Bunlar geyikle ceylanı bir arada tutuyor hünkarımız. Hünkar Türk Ulusu, Türk Büyüğü, Türk Bilgesi, Ötüken Ulusu Hünkar, neyi gösteriyor; zıt kutupları bir arada tutmayı. Değil mi. Şimdi siyasetçi dediğin adam gönülle hitap ederse, işte bu yol üzere olur. Yok nefislerle hareket ederse ömrünün bir bölümünde de toplumdan izole olmuş olarak, ruhi bunalım geçirerek çünkü o sevgiyi saygıyı görmüyor ve dolayısıyla da yaptığı hatanın belki farkına varıyor ama telafi edecek kadar bir ömür olmuyor. Dilerim bundan sonra Türk Çağında bütün yöneticiler, halkın onlara vermiş olduğu mühür yönetici vasfı da öyle uyduruk bir makam değildir. Gönülle hitap etsinler anlatabildim mi?
ÖZGE: Evet Kambabam.
OKTAN KELEŞ: Ve etmek zorundadırlar. Türk Budunu başına getirecek Kaan’ları iyi seçsinler. Zaten artık öyle bir çağa doğru girdik ki, öyle bir çağın ortasına doğru gidiyoruz ki Türk Kaan’ları hazırlanmaktadır. Değil mi Kurt. Yakala oğlum.
Zikir, Ötüken Türk'lüğünde Zikir.
ÖZGE: Kambabam, zikir meselesi nedir? Ötüken Türklüğünde bunun yeri nasıldır.
OKTAN KELEŞ: Şimdi zikir, biliyorsunuz ki birçok öğretide İslam Tasavvufunda da işte İslam’ın kutsal kitabında zikir; anmak, hatırlamak..bir çok manaya gelir. Hatta kitabın kendisine de atfedilir vs. Tabi burada senin anlatmak istediğini, sormak istediğini şu şekilde anlıyorum. Daha önce çok bahsettiğimiz için Ön Türklerde, Ötüken Türklüğünde zikir denilen şey nedir aslında; Tengri’yi yad etmek, anmak. Şimdi Müslümanlarda bir adet var. Başlarına felaket geldiği zaman anarlar ki kutsal kitapta da o beyan edilmiştir. Aslında Tengri bundan razı olmadığını kutsa yine o kutsal kitapta söylüyor. İşte gemide fırtına düşer beni anarsınız. Fırtına dindikten sonra unutursunuz falan. Şimdi buralara girmeyelim. Biz Türklük meselesinden girelim. Ön Türkler de Tengri’ye yakarış vardır, algış. Fakat bu aslında bir kam ayininin içerisindeki bir rütüelden çok gönlü, kalbi bir şeydir. Frekanstan bahsetmiştik ya geçen o frekansı yakalamak adına ancak Türklerde Tengri’yi anmak boşuna değildir. Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz. Geçmiş olsun Karadeniz’de yine bir sel oldu. Tabiat bir kere daha dedi ki benle iyi geçinmiyorsunuz. Seller de, değil mi bir çok işte kayıplar oldu. Canlar maalesef ki hayatını kaybetti vs. hatırlatma yapıyor Tengri, tabiat enstrümanıyla. Tengri de bizi anıyor aslında. Olaya bir de oradan bakalım. Tengri de bizi zikrediyor. Fakat Müslümanlar genelde Tengri’yi zikrederken menfaatten zikrederler ya da kalpler onu anarsa mutmain olur vs. itibariyle yapan çok yoktur. Buradaki sır Türklerde şudur; Tengri sevilen bir olgudur. Aşık olan bir insan, kendi düzeyimizden bahsedelim nasıl sevdiğini yad eder, onu devamlı düşünür, onunla beraber olmak ister değil mi. Hatta ne iş yaparsa yapsın. Geçen konuştuk değil mi Hünkar Hacı Bektaş’tan bahsettik, Türk ulusundan. İşte bir tarafında geyik, ceylan veya işte neyse bir tarafında da yırtıcı bir hayvan denilen aslan, panter, pars ne dersek diyelim o vardır ve onu idare ederken, arada dururken, zıt kutupları tutarken büyük bir efor büyük bir çaba sarf ederken dahi Tengri ile beraber olma sanatıdır o, frekansı. Yani bunu şundan söylüyorum ne iş yaparsak yapalım o frekansı elden bırakmamak gerekiyor. İki hayvanı birbirine ateşli barutu değdirmemek değimli? Bunların tabi birçok versiyonu vardır. Türklerde kam ayini esnasında yapılan şey aslında sevgidendir. Âşık nasıl aşık olduğunu anmak, düşünmek, hep onun ismini zikretmek, onunla hemhal olmak isterse mutmain olur değil mi? Bir aşık olduğunu düşünün belki sizlerde aşık olmuşsunuzdur öyle mi Mehmet? Yani büyükler öyle der ya “bir şey yöneteceksen git aşık ol öyle gel.” Bu bir öğretidir aslında bunu tabi çok aşağılara çekmenin anlamı yoktur. Oradaki ruhani hali, tinsel hali bildikleri için bilgeler eğitecekleri insanlara buralarda çok mecaz bilgiler, öğretiler sunmuşlardır örnekler vermişlerdir. Tengri ile ne alakası var bu konunun, zikirle vs. anmayla biz anma diyelim yad etme. İsmini telafuz etme kalbin nasıl mutmain oluyor sevdiğini anınca, sevdiğini düşününce bir hoşluk oluyor değil mi? İşte o sevgili Tengri olursa hep onu anmak istersin. Yoksa ondan menfaaten bir şey istemek anlamında veya bir ritüel yapmak anlamında değildir. Böyle o mutmain hali, tinsel hali yaşamak için onun adını anarsın. Boş yere de anmak doğru değildir. Dolayısıyla da kişi sevmediğini hatırlamak bile istemez. Bir cemiyette, bir toplantıda onun adı zikredilse: “ya kapat şu bahsi, şu adamdan bahsetme” deriz doğru mu? Çünkü ne olur ruhaniyetimize, tinimize bir araz gelir o arada değil mi? Hemen neşemiz kaçar ya kapatın şu adamı ya da şu kişiyi doğru mu? Nefsimiz bunalır, hoşluk gider, neşve hali olmaz,- neşe başka neşve başka- dolayısıyla da Tengri’yi Türkler, Ötüken Türklüğü sevdiği için işte kalbinin hoşluğu için yapar ama sevmeden yapmak yalan söylemektir. Bir kıza aşık oldun hep onu anmak istiyorsun, kalbin onunla olmak istiyorsun, mutmain pır pır ötüyor, kalbin çarpıyor, ellerin avuçların titriyor, terliyor falan derler ya o hali yaşarsan onun adı sende bir şey ifade eder gönlünde, tininde bir kıpırdama yapar. Onun adı anılınca pervane gibi döner deniyor mesela kelamda. Nerede bu Müslümanlar? Yoksa ayin vs.şu bu gibi meseleler aslında ilk etapta daha sonra dezenformasyona uğradığı için, uğramadığı hali işte o Tengri Tengri Tengri sevdiği için bir şey ifade ediyor. Ruhunda, tininde bir kımıldatma yapıyor. Aynı o aşık olan iki kişinin birbirinin ismini anması gibi. Hatta kendi anmasa bile bir cemiyette aşık olduğun bir insanın ismi anılsa bir de o cemiyet bunu bilmese bile yine içinde bir titreme olur değil mi? Sevdiğin, aşık olduğun insanın ismi anılır kalbinde, tininde bir kımıldama bir heyecan duyarsın değil mi? Hatta bazen belli etmemeye çalışırsın. Tengri’yi de anmak meselesi budur yoksa menfaatten şundan bundan değildir. Şimdi Tengri’de bizi diyoruz ki doğayla, tabiatla bizi anıyor aslında devamlı. Fakat bizi uyarıyor değil mi? Derelerinize, ormanlarınıza, tabiata, fıtratınızla bir yaratılan varlık aleminin bir parçası ki daha önce anlatmıştık bunu beraber bekanızı sürdüreceğiniz kendi parçanızı mıncıklamayın diyerek bizi anıyor. Şimdi dolayısıyla da hani bir de versiyon vardır. İşte beni an ben de seni anıyım. Hep yanlış anlaşılmış şeylerdir, meselelerdir. Türklerde Tengri Bilgeler özellikle anarken sevgiyle anar, sevdiğinin bir ismi olduğu için anar. Karşılıklı menfaat beklemez ondan anarken. Peki, onunla bir şey isteyeceği zaman nasıl konuşur? Sevdiğine nasıl konuşursan öyle. Burada dua ederken televizyon programında beraber yapmış olduğumuz birçok programlardan bir tanesinde sayın Namık Kemal Zeybek Bey bir şey söylemişti izleyenler hatırlar. Tanrıdan koparır gibi iste demişti. Çünkü bu bir samimiyet, bir frekans, bir birlikte olmak psikolojik halidir. O mesafe kapanmış ki o kadar yakınsın ona. Hani tasavvufta nasıl velilere naz ehli vs. denir ona. Türklerde bu Tengri zaten sevilen, sevgili gibidir. Ama bu platonik böyle romantik falan meseleleri gibi değildir dezenformasyona uğramış hallerden bahsetmiyorum. Dilenci gibi orada sürün, orada bilmem şunu yap bunu yap meselesi değildir. Tengri’yi anmak neymiş o zaman? Zikrin asıl Türklerdeki meselesi sevgiliyi anar gibi. Ama önce onunla sevgili olmak gerekir ki ismini anmayı hak edelim. Şimdi seni hiç tanımayan birisi şuradan geçerken iki de bir özge özge, Mehmet Mehmet derse ikide bir bakarsın değil mi? Üç, beş… lan sen kimsin dalga mı geçiyorsun dersin. Tabi bu beşeri bir misal oldu ama Tengri dediğin Tengri’yi yere göğe sığdıramadığın Tengri’yi anarken bile bir muhabbet ve kalbinin titremesi değil mi? Anacaksın ki o halde anacaksın ki işte bundan senin tinin rahatlık duyacak. Tekrar örnek veriyorum âşık olanların tinleri nasıl birbirinin ismi anılırken bir mecliste veya birbirine titrediği gibi olacak o hal önce olacak ki sonra anasın. Anmak Türklerde budur. Dolayısıyla da birazdan dağa çıkacağız. Dağ da bizde ne kadar seviyorsak o kadar analım bi. İşte bunları kam ayinlerinde, Türk ayinlerinde birçok isimler verilir değil mi? Dolayısıyla da aslında her yapılanın bir hikmeti, sırrı vardır. Onunla bağ kurma, o frekansı yakalamaktır. Yoksa Kızılderililer bile -amcaoğullarımız- birçok boy, soy bilgeleri budunlarına, kavimlerine, boylarına, oymaklarına bunları öğretmişlerdir. Maksat dönmek, zıplamak, hoplamak değil o işte anı yakalamak o neşvedir adeta bir düğün gibidir o. Nasıl düğün gibidir düğün de halay çekmiyor musun? Oynamıyor musun? Dikkat edelim bu zikirde halay görüntüleri gibi olanlardan bahsetmiyoruz onlar başka bir şey. Kuru deriden dostun sesi geliyor diyor Mevlana işte kudümden bahseder kuru deri üzerine gerilmiş olan o enstrümanın değil mi? Şimdi dolayısıyla dikkat edelim o esnada da adeta oyun ve neşeye Tengri kendi isminin anılmasına o frekansı indirip çıkması, ki kelamda da var ya daha önce anlattık yukarı ki frekans ve aşağıların frekansları. Ne diyor kelamda yukarıdan ineni, aşağıdan çıkanı o bilir diyor o mesela frekansa atıf ediyor. Onun için buradan bütün balalara söyleyelim önce aşık olalım, Tengri’ye aşık olmak için onu tanıyalım. Onu tanımanın yolu kendimizi tanıyalım, töremizi bilelim dolayısıyla Ötüken Türklüğünü, kadim Türklüğü, Türk töresini ve Türk ulularının yolunu takip edelim. Bakalım ne demek istemişler. Yoksa kuru Allah’ım, Tengri, tanrı ver bana şu bu değil. Bunu da söylersin ver bunu bana istiyorum. Bunda bir beis yok yani bu çok bir abes değildir ama bugün ki yapılan şey maalesef ki özellikle Müslüman toplumunda Tengri bir put gibi, bir tapılacak mesele gibi değil mi? Şimdi mesela geçtiğimiz gün balık yakaladığımız zaman dedik ya istersen, ne yaparsan yap, takla at bizi ilgilendirmez. Aerobikten öteye gitmez. Şimdi mesela bazıları diyor ki bunu ne demek istediniz. Ne demek istediğimi açıklamak zorunda değilim anlayan anladı da. Şunu bilsinler Müslümanlar yalanla, dolanla, münafıklıkla namaz kılıyorsun. “Vay o Namaz kılanların haline” diye bir hitap var. Onu demek istiyorum yani sen onu hak etmeden, o hali elde etmeden o hareketleri yapıyorsan ne oluyor? Aerobik daha nezaketli bir kelime. Robotik kelimesi biraz daha aşağılarda bir kelime çünkü cevheri metalaştırıyorsun, makineleştiriyorsun daha da aşağısını söylüyor Tengri değil mi bunu demek istedik. Yapılan tapınma ayinleri vs. işte ne yapıyorsunuz ibadet adına bir bakalım aerobik mi yapılıyor? Robotik bir hareket mi yapılıyor? Yoksa kalbinle aşık olduğun birine bir şey mi söylüyorsun, o frekansımı yapıyorsun ibadet adı altında mesele bu. Tabi biz de Türklerde, Ön Türklerde, Ötüken Türklüğünde de dediğim gibi istediğimiz zamanda o aşkı haykırabiliriz. Doğaya baktığımız zaman görüyoruz değil mi yapraklarda, sularda, bulutlarda defaatle söyledik söyleyeceğiz birçok yaratılmış hayvanlarda mesela tozda, toprakta tanrıyı, Tengri’yi cisim aynasında seyretmek isteyenler var. Cisim aynasında değil kendi aynanda seyredeceksin. Şimdi güneş var değil mi güneşe bakıyoruz doğduğu zaman güneş hep var zaten. Doğmak kelimesinin manasını biliyorsunuz ama bir de aynadan seyrediyorsun. Hakikati varken değil mi? Aynadan seyretmenin anlamı ne? sen seyretmesen de o güneş her yere ışınlarını yayıyor doğru mu? Otları, bitkileri yediğin meyveleri, sebzelerin her şeyinde güneşin yaşamında bir tesiri, etkisi var. Yani sen ona bakmasan da, sen onu anmasan da o sana bakıyor, seni anıyor Mehmet anladın mı? Bizde ki anma meselesi bu. Eğer hak edecek bir anlayışla, tinle algılamamışsak ismini niye anıyorsun. Peki, böyle halde anıyorsak düşün beşeri bir kul olarak düşün değer vermiyosundur değil mi? Sadece biri sana özge diyor. Veya işinden sebep özge bey diyor sevgiyle değil, aşkla muhabbetle değil, samimiyet yok. Ama biri geliyor Mehmetçiğim nasılsın, Mehmet balam nasılsın, özge balam nasılsın bir sevgi ve muhabbet var. Bu ismi anmayla, bu frekansla anmayla özge bey, Mehmet bey frekansı arasındaki farkı senin ruhun bile görür. Dolayısıyla hani çiçekler bile konuşarak açar ya, büyür ya şöyle diyelim çiçekler, nebatat ve bütün varlık âlemi üşür senin donuk sözlerinden. Tengri’yi de anacaksak laf ola beri gele diye değil. İşte Türklerde budur yoksa öyle… Peki, bu duyguyu elde etmek için, mutmain olmak için, deşarj olmak için bu hareketleri yapıyoruz. Onların Türklerde başka o seremonilerin bir anlamı vardır hiçbiri boş olsun diye dönülmez ya da o seremoniler yapılmaz. Hepsinin bir manası vardır cahil cühelanın karşıdan seyredip, içeriğini bilmeden “ya bunlar işte Şamanist” Şamanizm diye de bir şey söz konusu değildir Türklerde. İşte bunlar şunu yapıyor dediğin zaman, baktığın zaman bütün dinlerde bir ritüel var. Karşı tarafta senin için Şamanist diyor anlatabildim mi? Şimdi tabi bizimki biraz ironik bir kelime oldu. Onu eleştiren Müslümanlar kendilerine baksınlar, ibadetlerine baksınlar. Sevdiğin insana ne kadar samimiyetle sesleniyorsun ona baksınlar. Kim daha şaman, Şamanist. Biz Tengriciyiz.
Tengri Biz Menen!
Not: Videoyu yayına hazırlayan Fatih Erdoğan'a, konuşmayı deşifre eden Fatih Yıldız ve Yunus Emre Yıldırım'a teşekkür ederiz.
https://www.onaltiyildiz.com/?haber,8079
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle