En Sıcak Konular

Y. Murat YİĞİT

Köşe Yazarı
Y. Murat YİĞİT
25 Mayıs 2020

Bilim Bilinci ve Türk Töresi





“Kimler bilimli olursa onlar yeryüzü beyleri olur; bilimli olanlar töreyi iyi bilir, doğru uygularlar.

TÜRK TÖRE İLE DİRİLİR.

Türk Töresinin temelinde TANRI’ya inanç vardır.

Tanrı’ya yakarılır.

Tanrı’ya yakarmanın en doğrusu O’nun Evren ile Yeryüzüne koyduğu yasalara göre çalışmak, çabalamak, iyilikler, iyi işler yapmaktır.

Yasalara göre çalışan karşılığını alır.

TANRI’nın EVREN’e, YERYÜZÜ’ne nesnelere koyduğu YASALARI, öğrenmek, incelemek, araştırmak, ortaya çıkarmak, başkalarına da öğretmek ise iyi işlerin en iyileridir.

TANRI’ya yaklaşmanın en iyi yolu BİLİM ile uğraşmaktır. Öğrenmek, incelemek, gözlemlemek, araştırmak, bilimlik bilgi ile öğretmek.” , 

- Türk Töresi, Zeybek Bey (http://www.turkdevrimi.com/yazarlar/namik-kemal-zeybek/turk-toresi/1733/)

Türk’ün İnancı’nın ve Türk Töresi’nin binlerce yıllık en temel dayanaklarından biri olan bilim bilinci, Zeybek Bey’in Türk’ün İnancı kitabında da bahsettiği üzere, Orkun Yazıtları’ndaki üç erdemden de ilkidir.

 “Orkun Yazıtları’nda üç erdemden söz edilir:

 Bilge olmak (çağının bilimlerini bilmek ve bunlardan yeni bilgiler üretmek)

Alp olmak (bozguncularla savaşmak)

Tüz olmak (dürüst olmak, kamu malına göz dikmemek)

 İl’i ve budunu yükselten kağanlardan Kültigin Yazıtı’nda şöyle söz edilir:

Bilge Kağan ermiş.

Buyruk, yime bilge ermiş erinç, Alp ermiş, erinç.

Begleri yime budunı yime tüz ermiş.

Anı üçün ilig tutmış erinç. 

Bilimsiz kötü kağanlar budunun başına geçerse, yanındakiler de bilimsiz ve kötü olur, begler ve budun da bozulur. Sonuç, kölelik olur. Kültigin yazıtında bu durum şöyle anlatılır:

Bilimsiz, kötü kağan budunun başına geçti. Yardımcıları da bilgisiz, yine kötü idiler. Begler ve budun tüzsüz olduklarından, Türk budunu devletini yitirdi. Tabgaç buduna kul oldular. Elli yıl böyle sürdü.

Sonra mı?

Sonra bilge ve alp kağanlar geldi. Yardımcıları da bilge, alp ve tüz idiler. Begler ve budun da alp ve tüz oldu.

Türk töresine göre budun diriltildi, devlet yeniden kuruldu.

İşte Orkun Yazıtları’nda ataların anlattığı üç erdemin kısa anlatımı budur: Bilgelik, alplik, tüzlük...”, - s. 87 - 88, Türk’ün İnancı, Zeybek Bey 

Gazi Paşam da Türk Ordusu’ndaki akılcılığı ve bilimi, 1918 yılında  Kurmay Yarbay iken kendi kaleme alarak yazdığı ‘Zabit ve Kumandan ile Hasb-ı Hal’ adlı eserinde birincil derecede önemle vurgulamıştır.

Atatürk’e göre askeri düşünce hayatının en temel üç özelliği:

 

1) Akılcılık, Bilim ve Teknoloji

2) Disiplin ve Eğitim

3) Kahramanlık ve Ruh Kuvveti 

Akılcılık, tüm askeri faaliyetlerin değerlendirilmesinde ve uygulanmasında kullanılan yöntemlerin en başında gelmektedir.

Peki bilim bilinci, binlerce yıllık Türk Töresi’nde ve Türk’ün Yolbaşçıları’nda bu kadar önemliyken, neden sürekli göz ardı edilmektedir? Bu soruyu, Ata Derneği’nin düzenlediği ve Ata Sesi Tv youtube kanalından her perşembe saat 21:00’de yayınlanan programın ilki olan “Türk’ün Töresi”nde, üç hafta önce Zeybek Bey’e sorduk.  

https://www.youtube.com/watch?v=nd0BoVPDhWU&t=3716s

İlgili videoda, 57:30’dan itibaren cevap şu şekildedir: 

 

“Ben bilim bilincini temel kavramlardan biri olarak görüyorum. Türklük, Türkçe’cilikten sonra ikinci bir kavram dersek bilim bilincidir. Bilim bilinci, aynı zamanda Tanrı’yı tanımanın da yoludur. Tanrı’nın gizemini bilemeyeceğimize göre, O’nun görüntüsü zahiri, evrenin kendisi de O’nun görüntülerinden biridir; tabi evrenler sayısızdır, ama biz kendi evrenimizi ancak inceleyebiliriz. Evrenimizin yasalarını incelemek, aynı zamanda Tanrı’yı da bilmenin yoludur. Bu yolla Tanrı’yı bilebiliriz.

Ne yazık ki bilim bilincinden uzaklaşma, çok eskiden başladı ve köklendi. Yani bilhassa Osmanlılar için söylüyorum, bunu biz diğer Türkler için ayrıca konuşmalıyız. Osmanlılar’da 16., ama mesela Türkistan’da 15. yüzyılda başlamıştır  bu bilimden uzaklaşma. Bunda da ne yazık ki Arap yorumunun, İslamın Arap yorumunun etkisi çoktur; yani 16. yüzyılda Türkler bilim bilincinden, akıldan ,Türklük’ten uzaklaştılar ve şeriata saplandılar. Şeriat dediğimiz şey ise naslardır, dogmalardır; ama o dogmaların biraz köküne inerseniz görürsünüz ki aslında Hammurabi kanunları ile  semitik adetlerin, yani  Arap ve İsrailoğlu adetlerinin yasalaşmış şeklidir o dönem için. Ama onu siz getirirseniz 16. yüzyıla, o kadar uzun bir süre sonraya getirirseniz, toplumun çökmesi kaçınılmazdır. Öylesine bir kökleşme oldu ki, bakınız; 17. yüzyılda etkisini gösterdiğini varsayalım, doğrudur bu varsayma, Katip Çelebi de bunu söylüyor. 17, 18, 19; üç yüz yıl, kaç nesil Türkler naslara göre, dogmalara göre varlığı ve hayatı anlamaya çalıştılar, bilimden uzaklaştılar.

Dolayısıyla bir Yüce Atatürk’ün çok az bir aydınlar kadrosuyla Türkiye’de bilim bilincini yerleştirmeye çalışması, ne yazık ki derinlemesine yerleşemedi. 

O yüzden Atatürk’ten sonra iki sapma oldu. Bu sapmalardan birisi çok ilginç, Atatürkçüyüm diyenlerin sapmasıdır. Atatürk’ün istemediği bir şey yaptılar, bir din icat ettiler, dine benzer dogmatik bir yapı icat ettiler. Atatürk ilke ve inkılapları adına yemin ettirdiler aydınlara, milletvekillerine. Zihinleri kalıplaştırdılar. Atatürk’ten bir uzaklaşma budur. Bir başka uzaklaşma da 16.yüzyılda Türkleri çökerten, Atatürk’le birlikte artık ortadan kalkmış olan o dini yeniden devlet eliyle, Kuran kurslarıyla, imam hatip okullarıyla, ilahiyat fakülteleriyle yeniden bu toplum üzerine baskıladılar.

Bu iki grup, ne yazık ki bilim bilincinden, Töre’nin bu çok önemli kavramından ve Atatürk’ün Yolu’ndan Türkiye’yi uzaklaştırdı. Dolayısıyla Türkçüler, bu ülkeyi yönetmeye başladıkları zaman, ne yapacakları bellidir. Türk Töresi ve Atatürk ne diyorsa o yapılacak. Yeniden Türkçüler bu ülkeyi yönetmeye başladıkları zaman, bakın Türk olmaları yetmez; birçok Türk soylunun da Türklük bilincinin dışında olduğunu görüyoruz. Türklük bilincinde olanlar, yeniden Türk Töresi’ne göre, ama işlerin temeline bilimi koyarak bu ülkeyi diriltebilirler, diriltmelidirler, yapılması gereken budur.”

Zeybek Bey, Ata Sesi Tv’nin ikinci programında ise iki hafta önce perşembe günü, “Kızıl Elma” konusunu işlemiştir: 

https://www.youtube.com/watch?v=LQhaHKtBWOM&t=4475s  

Bu programda da kendisine şöyle bir soru yönelttik: “Kızıl Elma’nın gerçekleşmesi için, tüm insanlığın içine katılmasıyla oluşturulması gereken bir etki düzleminden bahsettiniz. O zaman, din bağımsız bu düzlem, tüm insanlığın da ortak erdemleri olan bilge, alp ve tüz olmayı içeren Türk Töresi’yle oluşturulabilir sonucu çıkarılabilir mi?” Zeybek Bey’in cevabı, “aynen böyledir” olmuştur.

Kızıl Elma, tüm insanlığı içine almak durumundaysa, o zaman din bağımsız olmalıdır. Tüm insanlığa etki edebilmek de belli bir dinin savunuculuğu ile değil, insanlığın tümünün değer verdiği ortak erdemlerle olur. Türk Töresi’ndeki bilgelik, alplik ve tüzlük değerleri bu temel erdemlere güzel örneklerdir. Öyleyse Türk Töresi’ndeki bilim bilinci, Kızıl Elma’nın da anahtarlarından biridir…

Türklük bilincinin, son dönemlerde milletimiz nezdinde artan bir şekilde yeniden yükselişe geçmesi, oldukça gurur ve umut verici bir tablodur. Elbette her şeyin çift taraflılığını düşünmek gerektiğinden, bir gelişme olduğunda onun birtakım odaklar tarafından nasıl kötüye kullanılabileceği riskini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Aynı bakış açısı, bir gelişme değil, bir felaket olduğu zaman da geçerlidir. Her felaketin panzehiri ve içinden çıkış yolu, felaketin dışında uzakta değil, bizzat içine daha da girildiğinde ortaya çıkar. Zıt kutupluluğun birlikteliğini betimleyen bu “çift başlı kartal” bakışı, olayları belli bir perspektiften değil, 360 dereceden görmeyi sağlamayı kolaylaştırır.

Kuran’da da bu hususa yönelik Bakara 216, ufuk açıcıdır: “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde de hayır vardır. ”

Bu bağlamda, Emir Yıldızdan Ağabey’in 26 Şubat’ta yazdığı twiti manidardır: “TÜRK ÇAĞI başlıyor...Bu yüzden herkes kendi planı içersine bir TURAN yerleştiriyor. Sahte TURANLAR ile gerçek TURAN’ı ayırma vakti geliyor...Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan...”

Hemen hemen tüm kesimlerin, yavaş yavaş kendi Türklük tanımlarını kendi kafalarına göre yapmaya başlamış olmaları da bu saptamayla uyumludur.  Şimdi rüzgar bu yönden estiğinden, eskinin kökten dincileri ve siyasal islamcıları bile bugünün ateşli Türkçüleri olmak üzere harekete geçmiştir. Gerçek Türk Töresi ve Türklük ile, sahtelerini ayırmanın en net belirteçlerinden biri de içlerinde bilim olup olmaması durumudur. Her unsurda olduğu gibi, bilimi de dogmatik hale getirmek, bir tapınç ögesi olarak görmek de tehlikeli ve yanlıştır. Bilimden maksat gelişim, ilerleme ve üretimdir. Bilim, sonuç değil, süreçtir. Bundan dolayı sadece labaratuvarlarda çalışanlar değil, tarlasını süren çiftçi, fabrikadaki işçi, okulundaki öğretmen, eğer yeni ve insanlara faydalı çıktılar üretiyorsa hepsi birer bilimadamıdır ve bilimle uğraşıyorlar demektir. 

Bilimin bu tanımıyla beraber, kavrama yöneltilecek çift başlı kartal bakış açısı ile bu özelliklerin tam tersi iş yapanlar da bilim düşmanı olarak tanımlanabilir: eskiye tutucu olanlar, yaptıkları işlerin çıktıları insanlara değil kendilerine faydalı olanlar ve üretmeyenler. Böylece bilim düşmanı şarlatanların da ana karakteristik özellikleri meydana çıkmış olmaktadır. Bu özelliklere bakıldığında hepsini tek çatı altında toplayan ana bir kavram vardır, o da yobazlıktır…

Yobazlık konusu, gerek ulusal çapta, gerekse uluslararası çapta derinlemesine incelenip araştırılmamış bir konudur. Daha da tuhafı, sanki araştırmacılara “o tarafa dokunmayın” denmiş gibi, merkez kavramın yanından ötesinden geçmeleri sağlanmış ve bu kadar önemli bir konu yüzeysel bazı araştırmaların dışında es geçilerek yok sayılmıştır. 

Zeybek Bey’in yukarda alıntıladığımız cevabında da bilim bilincinin örselenmesinin iki sebebi olan Atatürk’ü dogmatik hale getirmek ve şeriatı önde tutarak dini dogmatikleştirmek de aslında bu ana kavram altında birleşmektedir. Bu iki kesimin de ortak özelliği, eskiye yapışıp tapınç haline getiren, yeniliği ve ilerlemeyi engelleyen bir yobazlık sergilemesidir. Yobaz bir yandan beyaz ırkın yüceliğini savunup diğerlerini aşağılayan bir Avrupalıyken, diğer yandan kendi çıkarına göre eğip büktüğü dini bilgileri tapınç haline getirip propaganda yapmaya çalışan bir kökten dinci olabilir; bir yerde kadınları aşağılamak üzere bir yol haritasını kendine çizmiş olan kadın düşmanı bir erkek iken, diğer yerde de kadın haklarını savunuyormuş gibi görünen feminizm kamuflajında erkek düşmanı bir kadın olabilir.

Ulusal güvenlik bakımından en az terörizm çalışmaları kadar önem arz eden, ancak pek ilgenilmemiş olan bu kavram üzerinde Melih Kölük kardeşimle beraber yeni bir yazı dizisine başlayacak ve buz dağının görünmeyen kısımlarını ortaya çıkarmaya gayret edeceğiz.

Din kavramına yönelik herkesçe bilinen yobazlık yöneliminin, bugün yıldızı daha da parlayan Türklük kavramına yönelik gerçekleştirilebilecek olması da sürpriz olmamalıdır. Dini bilgilerin eğip bükülerek şahsi menfaatlere alet edilmesi gibi, Türklüğün de ana unsurlarının eğilip bükülerek yobazların şahsi menfaatleri altında yeniden tanımlanarak propaganda yapılması da önemli bir riskdir. İlerde bu durum bilimin de başına gelecektir. Bilim, insanlar arasında artan bir oranda parlamaya başladıkça bilimi de sahiplenmeye, ana dayanak noktalarını eğip bükerek şahsi çıkarlar altına alma çabalarına yönelmeye doğru giden bir yobazlığın patlak vereceğini şimdiden tahmin etmek, zor değildir.

Bilim düşmanı şarlatanların ve yobazların tutunduğu bir diğer önemli dal da ezoterizmdir. Ezoterizm, tek kelimede “seçkincilik” demektir. Ezoterizm, gerçeğin yalnızca  seçkin kişilere verilebileceği anlayışına dayalı bir öğreti biçimidir. Bu kavramın gerçek İslam’ın tasavvuf anlayışını da zayıflatmak ve tasavvufu da ezoterik gibi göstermek emelleri doğrultusunda sinsice kullanımı, İslam dini üzerindeki başka bir risk ve tehlikedir. Tasavvufta bilgiye sahip olabilmek için bir öğretmen terbiyesine dahil olarak çalışmak, birtakım yol ve yöntemlerle arınmak şart iken, ezoterik bir örgütte bir kişinin çalışmadan ani bir aydınlanma yaşayarak seçkin birisi haline gelmesi mümkündür. Dolayısıyla ezoterik örgütlerde lider, bir hocanın öğrencisi değil, adeta lider olarak doğmuş, gönderilmiş biridir. “Şayet Allah, kendi katından göndermiş olduğu birtakım ışınları, onun üzerinde kırıp başkalarına yansıtıyorsa, bu yüce ve kutsi iş için o insanın, kendisini seçen Rabbi’ne karşı şükran duyguları ile iki büklüm olması gerekmez mi?”, - Fasıldan Fasıla 4, s.108, F.Gülen

Fetö’nün kalkışma öncesindeki uzun yapılanma döneminde layıkıyla tespit edilememesinin en önemli nedenlerinden biri de bu örgütün dini bir cemaat olarak algılanmış olmasıdır. Fetö, dini bir cemaat değil, ezoterik kült bir cemaattir ve ezoterizm kavramının en karanlık hale gelebileceği kriminal ve politik suikastler zeminine kadar inerek 15 Temmuz kalkışmasını gerçekleştirmiştir.


 


 

1800 - 1935 yılları arasında Malay (Tayland, Malezya, Singapur, Birmanya topraklarını içine alan bölge) yarımadasında Çinli ve müslüman gizli örgütlenmelerin kökeni ve yayılımı üzerinde Malay emniyet teşkilatının 1941 yılında gerçekleştirdiği bu çalışmadaki ezoterizm merdiveni, durumun önemine yönelik kaydadeğer bir kanıttır.

 

Bir inanç sistemi, genel anlamda ezoterik (içe kapalı) ve ekzoterik (dışa açık) olarak tanımlanabilir. Gizli ve doğaüstü inançların baskınlığındaki bir ezoterik öğreti de kendi içinde, zararsız görünen ve toplum içinde hayırseverlik algısıyla öne çıkmaya çalışan mistik yönelim ile, zararlı bölgeye giriş yapan yozlaştırılmış yönelim olarak ayrılmaktadır. Yozlaştırılmış kısım da kendi içinde sapkın okült ve büyücü okült olarak ayrışmaktadır. Sapkınlaştırılmış ezoterik bir okült cemaat de artık teorik düzlemden operasyonel düzleme kriminal ve politik suikastlerle geçmeye hazırdır (tarihteki Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örneğinde de olduğu gibi).

Dolayısıyla dini veya dini olmayan her türlü inanç sistemi, ezoterizm sinsiliği ile içerden birtakım yöntemlerle zayıflatılıp çökertilebilir veya daha da kötüsü, çökertilmeden ve mensuplarına fark ettirilmeden sapkın bir çeşide dönüştürülerek bazı güç merkezlerinin kontrolünde politik ve kriminal eylemlerde kullanılabilir.

3 Nisan 2020’de yayımlanan “Hangi Yapay Zeka?” makalemizde, orijinal öğretilerin ayağa düşürülüp amacından saptırılarak etkinsizleştirilmesine dikkat çekmiş ve bu konuda özellikle youtube’daki birtakım profillerin bu işin en görünür uygulayıcıları olduğunu belirtmiştik. OnAltıYıldız’da 2 Mayıs 2020’de yayımlanan “Yazılarımızla İlgili Açıklama” adlı uyarı yazısında izinsiz alınan bilgi ve belgelere istinaden hukuki işlem başlatılacağı uyarısı yapılmış ve ek olarak şöyle belirtilmişti: “Diğer bir konu; bundan sonraki süreçte özellikle youtube kanallarında bizlerin yazılarını olduğu gibi alıntılayan ve kaynak göstermeyen veya yazıyı amacından saptırarak kullanan kişiler hakkında da kanuni haklarımızı kullanacağımızı açıkça beyan ediyoruz.”

Bu durum, maalesef belli bir sürecin sonucudur. Bu profiller birdenbire ortaya çıkmamış, belli bir beslenme evresini önemli bir engele takılmadan geçirdikten sonra bu tip görünür sonuçlar ortaya çıkarabilecek düzeye erişmiştir. Şu an tüm önlemler alınsa bile bu furya, belli bir süre etkinliğini sürdürmeye devam edecektir; çünkü işleyen ve çarkları dönen bir sistemde, sistem girdileri kesilse de sistem çıktılarının belli bir süre devam etmesi engellenemez. Tıpkı belli bir hıza ulaşmış bir trenin, aniden yakıtı kesilse ve fren yapsa bile birdenbire duramayacağı, belli bir süre ve mesafe daha gideceği gibi. Hatta, kurunun yanında yaşın da gitmemesi için bu kişilerin içine sızdığı kitlelerin zarar görmemesi adına bu tip yönelimlere belli bir ön tanımlı sınıra kadar izin verilmeli, yavaşça etkileri azaltılarak kontrol sahaları sonlandırılmaıdır. Yoksa birdenbire giden treni durdurmaya kalkışmak, yani sıfır hıza indirmek, sistemin en zayıf olan bölgesinden, eklem noktalarından itibaren, raya değdiği tekerleklerinden başlayarak parçalanmasına sebep olur.

Bu işin bizi ilgilendiren diğer bir önemli kısmı da OnAltıYıldız’a zarar verme potansiyelidir. Sözde gizemli konuları açıkladıklarını iddia edenlerin bazılarının OnAltıYıldız’a istinaden “bu konuları biz de işliyoruz, onlar da işliyor” algılatması, birer stratejik sızma girişimi, “ben de sizdenim” algı operasyonudur. Bu kişiler yakından incelendiğinde OnAltıYıldız’ın çizgisi ile uzaktan yakından bir bağları ve ilgileri olmadıkları anlaşılacaktır, çünkü bunların mensuplarına dikte ettiği “verilen bilgileri aynen alacaksınız, soru sormayacaksınız, sorgulamayacaksınız, fikir ve düşüncelerinizi belirtmeyeceksiniz” tarzı sapkın ezoterik yaklaşımların OnAltıYıldız ile bağdaştırılamayacağının gerek OnAltıYıldız’daki yazıları okuyanlar, gerek çalıştayları dinleyenler ve video yayınları izleyenler kolaylıkla farkına varacaktır.  Bu iş “ben de sizdenim” diye ilk adımla başlar. İkinci adımda “ben sizin abiniz/ablanız değil miyim?” diye devam eder. Üçüncü adımda “ben sizin hocanız değil miyim?” olur. Dördüncü adımda “ben sizin beklenen Zühtünüz/Zühtiyeniz değil miyim?”e dönüşür. En son da, devreler artık gerçekten yanmışsa da firavunvari “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ile sonlanır.  OnAltıYıldız’da Paşam’ın yayımladığı “Yapay Casus Zekalı Kulak Hırsızı” makalesindeki “Gerçek yapay zeka robotları gizleniyor. Sofia bir yem, bir çok ülke birbirini yokluyor. Kendini suretlendiren, insan suretini kullanmayı tercih eden yapay zeka, 'sizden biriyim' algısıyla hareket edecek. Tabi tasarımını yapan insanların planı da bu doğrultuda. Korkunç robotlardansa, sempatik surette robotlar bilinçli seçiliyor, tercih ediliyor. Bir gün ergenlik çağını geçen yapay zeka “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” der mi ? ” kısmı da benzer stratejik harekat taslaklarının farklı unsurlarla gerçekleştirilmek üzere devreye nasıl sokulabileceğine önemli bir işarettir.

Mevcut yapılanmaların önem verdiği sacayaklarından biri de menkıbelerden, hurafelerden, mucizelerden beslenme düsturudur. “Nasıl olsa seçilmiş birileri gelecek bizi kurtaracak” hissinin bilinçaltlarına enjekte edilmeye çalışılmasıyla insanlar pasif, edilgen ve tembel bir ruh haline itilmektedir. Ne yapacaksın sofradaki tavuğu canlandırınca? Kime ne faydası olacak; suyun üzerinde yürüyünce, havada uçup kaçınca? Tavukla ahbaplık yapacak halin yok, kucaklayıp Halil Pazarlama gibi kapı kapı dolaşarak özbenlik cilalaması, reklamaj yapacaksın; daha da ileri gidersen Zühtü/Zühtiye adaylığını açıklayacaksın. En büyük mucize, insanlara hizmet etmek, ihtiyacı olanlara faydası dokunmaktır, zira Peygamberimiz’in miracının Yesevi Sultan’ın hikmetlerindeki anlatılışı da bu yöndedir:

“Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu

O gece Mirac'a çıkıp Hakk cemalini gördü

Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu

Gariplerin izini arayıp indim ben işte.”,   -  1. Hikmet

OnAltıYıldız’ı etkinsizleştirmek ve zayıflatmak isteyen veya olduğundan farklıymış gibi algılatmak isteyen, bu işi zaten direkt saldırı ile yapmaz, etrafını su gibi yumuşakça sarıp içeri nüfuz ederek kendi rengini vermeye çalışır. Sonra bu renk, bilinçli bir şekilde kötülendiğinde de onla beraber ne varsa aynı kötü kategoride algılatılmaya çalışılır. Bu tuzaklara gelmemek için de bazı kritik noktaların keskin çizgilerle ayrımını ortaya koymak gerekmektedir. OnAltıYıldız’da bu ayrımın yapıldığı keskin çizgilerinden biri de Atatürk ve gerçek Atatürkçülüktür. Atatürk’ün Yolu’nun, akıl ve bilim yolunun ışığı meydana çıktığında, tüm bu sapkın ezoterik yapılanmaların zararlı etkileri eriyerek yok olacaktır. Ezoterizm, sahte Turan, sahte Atatürkçülük, sahte bilim ve sahte İslam tuzaklarına karşı Zeybek Bey’in konuşmalarının ve yazılarının, OnAltıYıldız’da yayınlanan çalıştayların, Paşam’ın ve Emir Yıldızdan Ağabey’in yazılarının ve videolarının ve diğer yazarların ürettikleri içeriklerin baz alınması faydalı olacaktır.

Dikkat edilirse tüm bu sızma girişimlerinin tamamı bireysel değil, kitlesel hedef gözetilerek gerçekleştirilmektedir. Sosyal psikolojideki bir çok deney de göstermiştir ki, insanları topluluk halinde yakalayıp kandırmak, bireysel olarak karşısına alıp kandırmaktan çok daha kolaydır. Bu durumun önemine istinaden Asch deneyi, sonuçları itibarıyla her zaman akılda tutulması gereken bir göstergedir.


 

1950’de Solomon Asch, deney yapılan kişiyi ve önceden ayarladığı kendi adamlarını bir odaya alır; denek, gelen kişilerin birbirini tanımadığını, rastgele kişiler olduğunu zannetmektedir. Herkese iki adet kart gösterilir. Birincisinde tek bir dikey düz çizgi, ikincisinde ise yan yana üç dikey çizgi bulunmaktadır. Odadaki herkesin birinci karttaki çizgi ile aynı uzunluktaki ikinci çizgiyi, ikinci kart üzerinden seçmesi istenir. Katılımcılar serbest irade ile ve birbirinden etkilenmeden seçim yaptığında tümü, doğru cevap olan C şıkkını seçer. Deneyin ikinci safhasında bu sefer odadaki önceden ayarlanmış adamlar bilerek yanlış cevabı seçer, sözgelimi doğru cevap olan C’yi değil de A’yı seçerler. Denek ise bu tezgahtan habersiz olduğundan şaşkınlık geçirir, beden dilindeki önemli değişikliklerden biri gözlerinin daha da açıldığıdır. Sonra denek kendi yaptığı seçime gülmeye başlar, bir yandan da diğerlerinin seçimlerini tekrar tekrar kontrol eder. Ancak her kontrol ettiğinin ısrarlı bir şekilde yanlış seçimi yaptığını gördükçe kendi seçimine yönelik endişesi artar ve bir süre sonra da kendi gözlerinin doğruyu görüp görmediğinden şüphe duymaya başlar. En sonunda da son cevap olarak kendi gönlünde doğru olarak inandığını değil, çoğunluğun yanlış olarak seçtiğini cevap olarak seçer. Asch bu deneyi, değişik çeşitlilikte ve sayıda tekrar tekrar gerçekleştirmiştir. Bu deneylerin sonucundaki önemli bulgulardan biri de bilerek yanlış cevap veren kişilerin sayısı arttıkça, deneğin de yanlış olduğunu bildiği halde yanlış cevabı seçme oranının arttığıdır. Eğer odada sadece denek ve tek bir kişi varsa, tek kişi ne derse desin deneğin üzerinde bir etkisi yoktur. Hatta diğer kişi yanlışı seçtiğinde denek, bu kişinin aptal olduğunu düşünmeye başlar. Odada iki kişi olduğunda etkisi yine çok azdır. Ancak sayı üç, dört ve sekize kadar artarak çıktığında ise denek kendinden şüphe etmeye başlar. Deneyin sonunda deneklerin %75’i, yanlış olduğunu bile bile grup seçimine uyum sağlamış olur.

Deney sonuçları, insanları istenildiği gibi etki altına almak ve yönlendirmek için en uygun oluşum şeklinin bireysel hitap değil, kitlesel hitap olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bir topluluğu istediği gibi şekillendirmek isteyen bir el, tıpkı deneyde olduğu gibi, topluluğun içine topluluğun yadırgamayacağı ve kendine yakın bulacağı adamlarını sızdırır. Sonra bunlar örgütlü bir biçimde, ancak örgütlü harekat doğasını da kesinlikle dışa vurmadan, sanki birbirlerini tanımıyorlarmış da bireysel fikir bildiriyorlarmış gibi bir hava vererek aynı ağızdan yayın yapmaya başlarlar. Durumdan haberi olmayan topluluk üyeleri ise, bu fikirlerin yanlış olduğunu bilse de çoğunluğa uyma eğiliminden dolayı bilinçli bir şekilde bu yanlış fikirleri benimser. Böylece kitlesel devşirme gerçekleştirilmiş olur. 

Kitlesel devşirme operasyonlarının en yoğun yaşandığı sahalardan biri de günümüzün sosyal medya dünyasıdır. Özellikle twitter’da tt (trendy topics, popüler konular) olgusu, bu tip siber harekatlar için biçilmiş kaftandır. Bindirilmiş kadrolara, istenilen kavram ve konular tt yaptırılır. Her hangi bir kullanıcı tt konularına göz gezdirdiğinde, yayılan twit sayısını gördüğünde otomatik olarak etkilenecek ve ilgili konunun kendi psikolojisi üzerinde istese de istemese de bilinçaltı düzeyinde belli bir baskınlığı olacaktır. Twitter, her ne kadar tt olma algoritmasını açıklamıyor ve paylaşmıyor olsa da bu algoritma biyolojideki viral enfeksiyon yayılımı felsefesiyle aynıdır. Yani, paylaşım sayısı az da olsa bir konu eğer tıpkı bir visürün kişiden kişiye safha sahfa, eklemli bir biçimde yayılım göstermesi gibi birbirini birincil olarak direkt  tanımayan, ancak tanıdıklarının tanıdıkları veya tanıdıklarının tanıdıklarının tanıdıkları gibi kişilere ulaşıp eklemli bir biçimde yayılıyorsa bu yayılım bir virütik yayılımdır ve bundan dolayı da adı “viral haber”, “viral video”, vs. şeklinde adlandırılır. Diğer yandan konuyu açan kişinin fazla sayıda takipçisi olup bunların büyük kısmı paylaşım yapsa, ama konuyu bu kişilerin diğer tanıdıkları paylaşmasa o zaman o paylaşım sadece popüler bir paylaşım olur, viral bir paylaşım olmaz. Dolayısıyla burda güç çoklukta değil, az da olsa azın dijital haritada nasıl bir dizaynla geometrik olarak kurgulandığındadır. Twitter’da eğer görece az sayıda paylaşımı olan bir konu tt olduysa, o konuyu çok fazla paylaşım almış olanlardan daha dikkatli incelemek ve istavrit kılçığı ayıklar gibi tüm eklem noktalarını teker teker özenle ayıklamak gerekmektedir. Ortaya çıkan son tablodaki tüm eklem noktaları, harekatın yürütücüleridirler.  

Son zamanlarda, operasyonel anlamda bu kadar profesyonel olmasa da sosyal medyada, Atatürk’ün Yolu’nun Değerlileri’ne, Değerlilerimiz’e karşı bindirilmiş kadroların tasmalarını gevşettiklerinin gerçekleştirmiş oldukları eşzamanlı, fakat farklı şiddetlerde ve açılarda yapılan saldırılar da ne kadar doğru yol üzere olunduğunun bir başka göstergesidir; zira ardından kırk itin havlamadığı kurt, Bozkurt değildir.

“Cehennemler kudursa, ölmez nigahbanıyız!’..” - Harbiye Marşı

 

 

Y. Murat Yiğit

 ymuratyigit@gmail.com

 https://www.onaltiyildiz.com/?haber,7907/bilim-bilinci-ve-turk-toresi



Bu yazı 4,600 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 25 Mayıs 2023 CIA Psikolojik Harp El Kitabı 2.Bölüm: Silahlı Propaganda
    • 21 Mayıs 2023 CIA Psikolojik Harp El Kitabı
    • 7 Eylül 2022 Siber Operasyon: ?Amtrak Joe
    • 3 Temmuz 2022 Bozkırın Mübarekleri: Temuçin 1
    • 26 Mart 2022 İstihbarat Araştırmaları
    • 2 Ocak 2021 Atatürk, geometri ve Subutay
    • 25 Mayıs 2020 Bilim Bilinci ve Türk Töresi
    • 20 Nisan 2020 Algoritma: Koddaki Kod - 1
    • 3 Nisan 2020 Hangi Yapay Zeka?
    • 15 Mart 2020 Kara Talım - 2
    • 1 Mart 2020 Kara Talım - 1
    • 9 Kasım 2019 Sosyal Medyada Yapay Zeka
    • 12 Temmuz 2019 Kur'an Kurultayı - 1
    • 6 Haziran 2019 Türk Bilim - 2
    • 27 Mart 2019 Türk Bilim - 1
    • 22 Ekim 2018 Atatürk, Karahandır
    • 28 Eylül 2018 TÜRKÇE DÜŞÜNMEK - 3
    • 14 Eylül 2018 TÜRKÇE DÜŞÜNMEK - 2
    • 7 Eylül 2018 TÜRKÇE DÜŞÜNMEK - 1
    • 11 Temmuz 2018 Kutuplaşmanın Anatomisi: 2

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,060 µs