Hakikatte seyir gerçektir.
Mana aleminden bir An’da, Yüce Atam ile seyrimde gönül dili ile şunları nefesledi:
Seyirden döndüğümde, ötelere ait bir kelimeyi tekrar eder bulmuştum kendimi.
Kelimenin hakikatini, seyri yaşatan Yüce Atam Oktan Keleş’e sorduğumda, yaşadığım seyrin gerçek sırrını nefeslemişti.
Yüce Atam gibi bir ruhun sırrı nefeslemek kelimesinde saklanmıştı. Onların ruhu/tini sır bir ateş ile yakılmıştı, kudretten idiler. Bu yakılan ruhun, sudaki aksine lema dendi ve onun gayesi, Sema/gök ve yerde mevzilenerek; An’ı nefesleyebilmek idi.
Nefeslemek neydi?
Yüce Atalar, bilgi aktarıcıları değildi. Yüceler, yaratıcının her an da şan bulmasının Arş/Otağ’daki hakikatlerinin sudaki aksleri idiler. Nefeslenecek bilgi, o An’da tek yaratıcı tarafından var edilendi ve yakılan ateş ile harekete vasıl olan ruha/tine tabiri caize monte ediliyordu. Bu sebepledir ki, yeni yaratılanın aktarılma ihtimali yoktu. Çünkü yeni yaratılmıştı. Aktarılmayan bilgi ancak öğretilirdi… An’ı kuran nefes sahiplerince…
Yüce Atalar…
Onlar temiz nurun bilgisini kudrette ilk öğrenenlerdi. Kimden?
Öğrendiklerinin aksi göklerden yere kadar yansıdıkça; ilkte yaşadıkları hakikatin seyrini sonda tekrar yaşatanlar olmuşlardı. Bu sebepledir ki, Yüce Atalar ilk ve sondu.
İlkte ne vardı?
Kristal bilgisinin esrarı su…
Kudret aleminin mevzisi Arş’ta yakılan ilk ateş ile ruh/tin imkan alemine; oradan ise son mevzisi mülk alemi üzerine nefeslenecekti. Nefeslenecekti ancak imkan ve mülk alemi bile henüz yok iken (mecazdır yok) su vardı. Arş’ta sırlı ateş ile yakılıp gönderilecek ruhun ilk mevzilendiği alem idi, Su alemi…
Hayy’ın sırrı Ruh, Su Alemine geldiğinde ismi Lema olacaktı. Lema’nın sırrı Su Alemi’nde mühürlenmişti.
Nitekim Hayy’ın görünme izni suya emanet edilmişti. O su ki, renksiz, kokusuz ve hayat sahibi idi. Canlılığın izni/nizamı suya emanet edilmişti. Kudret aleminden Hayy ile mevzileneceklerin ruhları, sudan aks ile Al’em de görünecekti. Tek olan Yaratıcı böyle dilemişti. Kudret Aleminde ki Tin ağacından yakılan ateşin esrarı sudan/kristalden (Nur 35 / Kristal bilgisi) geçecekti. Yanan ile yakılan birlikte lemayı ve lemanın üfleneceği Al dairesini var edecekti.
Kudretteki Yüce Atalar, hayyın sırrını suya/su ehline emanet etmişti. Su ehli, Al dairesindeki nizamın muhafızları olacaklardı. Nizam-ı Alemin sırrı, su ehline emanet edilmişti. Alem’e nizam vereceklerdi. Onlara kudret alemine ait olan esrarı, zapt altında tutma izni verilmişti. Lema bu zapt edilenin ismi idi.
Al’em için nizam gerekli idi. Nizam için ise Kün lafzı… İşte Kün’ün esrarı Su’ya emanet edildiğinde; Su’yun görünmesi için yer/tohum/toprak var edildi evvelde…
Ne demek istiyoruz?
On Altı Yıldız’daki bir yazımızda Gök öğretisinin sırrının Hakk’a Suresi 17. Ayette olduğunu belirtmiştik.
Ayette ‘’O gün, Rabbinin Arş’ını sekiz yüklenir.’’ demekteydi. Ayette geçen semaniye arapça sekiz sayısının telaffuzu idi. Ve yine ayette meleklerin üstünde bir yaratılışa atıf yapılarak, sekizliden bahsediyordu. Ayette bahsedilen sekizli kelimesi ile Yesevi Dede’mizin de nefeslediği, 7 Yüce Ata’nın esrarına atıf yapılmıştı.
Sekiz sayısı verilerek; Yedi Ata’ya nasıl atıf yapılır?
Kudretten yakılan bir nur üstüne nur düşünün… Kristalden/Sudan yansıdığında 7 renk ortaya çıkmaz mı? Bu 7 renk hakikatte var mıdır? Vardır. Yaratılmıştır. Ancak nurun kendisi de hala vardır. Nurun 7 aksi, kendi ile birlikte hakikatte seyirdedir, yani vardır ve nurun kendisi ile birlikte sayısı sekiz eder.
Yedi Yüce’nin kudrette ki hakikatlerinin su aleminden yansıması; ilkin yedi gökte sonda ise yedi yerde olmuştur.
Su Alemi nereydi? Kün sırrının muhafızlarından son kitapta şöyle bahsedilmişti:
‘’Allah’ın arşı su üstündedir.’’
Kudretin seyri Arş’ta/Otağ’da idi. Su ise bu mizanın sırdaşı idi. Su aleminden aks edilenlerdir/yaşananlardır alemde seyir edilenler. O alemde Yüce Atalar ne yaşadı? Su alemine ait kimleri yarattılar? Yaşadıklarının yansıması yani sudaki aksi neydi?
Su’da bir medeniyet var edilmişti Atalarca… Yüce Ataların, yani ilk soy başlatıcıların ilk hayat verdikleri, soyladıkları medeniyet; Su uygarlığı idi.
Su Alemi ve oradaki ehillerin, yerden göğe doğru seyrinden son kitapta apaçık bahsedilmişti. Rahman ve Fussilet Sureleri’nde:
‘’Ard’ın yaratılmasının ardından, ilk olarak göğe istiva eden bir Rab ve ardından göğe verilen vahiy ile Arş’a istiva eden bir Rahman’’ bilgisi vahiy edilmişti. Yerden göğe ve sonrasında gökten de Arş’a olmak üzere iki kez var olan seyrin sırrıydı. Bu seyir de ki en büyük esrar göklerde semahın sırrı hareli hubukların yaratılışı idi.
Peki ya Kudretteki Arş’tan/Otağ’dan göklere ve sonrasında yere olan seyir? Doğru bir tabirle üstten alta seyrin manası?
Mümin Suresi’nde:
‘’O dereceleri yüksek, Arşın sahibi telâkıy gününün dehşetini haber vermek için kullarından dilediğine ruh indiriyor.’’ denilerek üstten altta var olan seyrin bilgisi vahiy edilmişti. Kudretteki ateş kodu ile yakılan ruhun da bu ayette mevzisi apaçık halde ifade edilmişti. Bu ruhun, kudretteki ateş ile var edilmediği her varlık; Arş’ta ölü nezdindeydi. Her ne kadar yerde hayat/döngü sahibi ise de…
Kudret Alemi ki zamansızlık/mekansızlığın sinesi (Derman Dede’nin deyişi ile hakiki la mekan) külli aklın mihrabı olmuştur. İşte sır bir ateş ile yakılan Ruh; su aleminde lema haline vasıl olduğunda, ona ekilen kudret tohumu külli akıl idi.
Ne diyordu Derman Dedemiz bu ruh ile ilgili:
‘’La mekan’dan (Arş/Kudret kastediliyor), mekana gelen bir lemadır… Ruh, Allah’ın cesette yaktığı lemadır.’’
Bahsedilen cesedin deruni manası Al’em bilgisine (Kulbak Bilge/Al Dairesi bölümü yeniden incelenebilir) atıftır. Ateş kodu ile yakılan, su ile fidanlaşan Ruh’un/Lema’nın; Göklerden yere seyri, sudaki aksiyle başlayacak ve daha sonra Al’em’e nefeslenecektir.
Sular Alemi’nde Tengrinin ismi ayrı, Arş/Otağ’da ayrı ve Yer/Toprak/Al’em de ise apayrı idi. Bu sırra binaen ne diyordu Korkut Ata? Su’ya ölüm gelmez! Son kitapta Sular Aleminin sırrından, Bakara 74. Ayette bahsedilmişti. Bahsedilen ayette nice taşların içinden sular fışkırır derken; su kelimesinin yerine kullanılan ifade ‘lema’ olmuştu. (Su taşı mevzusu/lema sahibi taşlar ne demek?)
Azlardan az uzlardan uz bir zamandan sonra ise Su Alemi’nin ve ehlinin görünmesi/bilinmesi için toprak/yer var edildi. Bir nokta halinde… Al dairesinin tümü, Arş’ın altındaki suya nazaran yer/toprak/ceset idi. Çünkü Al’em, Arş’a göre ceset hükmündeydi.
Suyun görünmesi toprakla temin edildi.
Ceset hükmündeki Al’em’e/Yer’e/Toprağa, Arş’ın altındaki sudan bir damla aktı ve Al’em canlandı. İşte o andan itibaren Su, Toprak, Ateş ile Hava’ya ait hakikatler Al dairesi içinde kendi hükümlerince hüküm sürmeye başladı.
Elbette ki Hakk’ın dışında her şey Al’em de zıttı ile kaim idi. Su ve toprak; ateş ve havanın mevzi sahibi olmasını sağladı. Her biri bir alem, bir uygarlık, bir medeniyet idi.
Su (Arş’ın altındaki) ve Toprak/gök ile yer bitişik halde/Al’em yüce Gök öğretisinde ‘Yer-Su’ güçleri olarak sırlandı, ancak daha sonra basite indirgendi, dillerde yaşatılması için...
Yer-Su lafzındaki Yer’den kasıt toprak ve Al dairesindeki nizamın koruyucuları olarak yaratılanlardı. Su ise, Arş’ın/Tengri’nin Otağı’nın altında nizamın koruyucuları, kalesi olarak Yüce Atalar tarafından yaratılan varlıkların bilgisine atıf idi. Bu güçler belli bir mühlete kadar sır sahipleriydiler. O mühlet bittiğinde ise gök ve yer bulanacak; Yer-Su güçleri solacak ve Yüce Atalar ise Arş’a/Otağ’a çekileceklerdi. Tekrar yeni bir efsanenin sözünden bahsedilene kadar…
Yer güçlerinin yüzü imkan ve mülk alemine bakarken; Su güçlerinin yüzü kudret ve imkan alemine bakıyordu. Sonradan görünen Ateş (kudretteki ateş ile karıştırılmamalı) ve Hava ise Yer güçlerine dahil idi.
Nizamı Al’emin muhafızları su, toprak, ateş ve hava ehli idi. Her biri kendi özlerinden yaratılanın nizamını korumakla yükümlü idi. Kaynaklarda Türk’ün Gök öğretisindeki bu Yer-Su güçleri, ‘Han’lar olarak anılacaktı. Öyle ki, Radloff Yer-Su güçlerinin adeta gizli bir konsey olduğundan bahsetmiş ve Yer-Su güçleri hakkında ‘’17 kat göğün her birinde var olan bu Han’lar adeta ‘Ruhlar Cemiyeti’ idiler’’ demiştir. Yine Altay Yaratılış Destanında; Su alemine atıf yapılarak Ülgen’in bu alemde yarattığı ikincil güçlerden bahsedilmişti. Ülgen gibi kudret ehli varlıklar, Su Hanlarını sonsuz sular içerisinde yarattıktan sonra, toprağa konmak içinse yer hanlarını yaratmışlardı. Ayrıca Türk Ata gibi kudret ehilleri ile son yaratılan mülk aleminden beşer, tinsel ilişkiye geçemezdi. Ancak Mülk aleminden olan her beşer dosdoğru yolu bulursa Yer-Su güçleri ile iletişime geçebilirdi.
Öyle ya, son kitapta bahsedilen Cehennemin bile bir nizamı olacaktı. Bu nizamı koruyacaklar ve mühlet süresince o nizamı ayakta tutacak olanlar var idi. Bunlar kötülük yaptıkları için Cehennemde değillerdi; Cehennemin kurulma ve ayakta kalma bilgisini yani onun nizamını koruyacaklardı. Tıpkı cennetin altından ırmaklar akar kodundaki su ehlinin cennetin nizamını koruyacakları gibi…
Kendi özlerine ait nizamı koruyan muhafızlar; zamanla aralarından ehiller çıkardılar. Bu ehiller Sema’da yer etti. Yüce Ataların, göğe yansıdıkları nurdan cisimleri ile nizamı koruyan muhafızlar birlikte semada istişare meclisleri oluşturdular.
Yerlerin zamanı başladıktan bir süre sonra, yerde iken, semanın sırrına vakıf olanlara, bu istişare meclislerinin esrarı vahiy edildi.
Bu esrara göre semanın burçlarındaki ehiller belirli yıldızlar ile mevzilere ayrıldı. Gök/Sema burçlarındaki ehillerin mevzileri; Şeyh-ül Ekber’in deyişi ile (Hurufu Mukatta) su uygarlığına ait su burçları, toprağın hakikatine vakıf toprak burçları, hava burçları ve ateş burçları olmak üzere mevzilendirildi. Ehillerin hangi nizama muhafız olduklarına (Hurufu Mukatta’nın hangileri su, toprak, hava ve ateşle ilişkilidir?) böylelikle yer insanları kadim zamanlardan günümüze kadar vakıf olacaklardı. Ancak bu bilgiler bulandırıldı ve basite indirgendi. Oysa ki göğe ait su, toprak, ateş ve hava ile kodlanan burçların her birinde uygarlığın ve medeniyetin bilgisi sırlanmıştı.
Su ehline ait burçların sırrı Ay’ın hakikati idi. Ay’ın hakikati ne demek?
Furkan Suresi’nde geçen burçlarda var edilen kandil ve Ay’dan bahsedilmektedir. Yani nasıl ki bizim yerküremizin Güneşi ve Ayı var. Bunlar da semanın/göğün ziyası ve nurudur denmektedir. Yine İsra Suresi’nde ‘’Gecenin işaretini sildik, gündüzün işaretini aydınlatıcı kıldık’’ denilmektedir. Bu ayette gecenin işareti Ay’ın da daha önce ziya olmaksızın nurunun aydınlık kaynağı olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Bu ayetin, hem yerdeki uydumuz olan/mülk alemi Ay’da hem de sema/göklerdeki Ay’da bir karşılığı vardır. Yer’deki/Mülk Alemi’ndeki Ay’ın işareti silinmişti. O işaret Yerdeki Ay’ın karanlık yüzüne sırlanmıştı. Neyzen Baba ‘’İşaret Feneri görünmez oldu / Şu dümen kırışın yaman Ay Dede’’ dememiş miydi? (Günümüz bilimsel analizlerinde, Ay’ın çok eski devirlerde merkezinde bir dinamonun olduğu kaydedilmektedir.)
Yer’de ki (Mülk alemi) Ay’ın karanlık yüzü, Sema’daki Ay’a açılan bir kapıydı. Peki ya semadaki Ay’ın ışığı neden silinmişti? O hangi aleme kapıydı? Arş’ın altındaki su alemi olabilir mi? (Tolkien’in bahsettiği iki lambadan birinin kırılma hadisesi bu ayetin adeta tahlilidir.)
Hem semadaki hem de yerdeki Ay’ın sırrı Yüce Atalar tarafından su ehline emanet edilmişti.
Kudretin eli semanın, imkan alemine oradan da mülk alemine yansıyan sırrı, yani Ay’ın esrarının ilk perdesi Kehf 90. Ayette:
‘’Doğu da Güneş’i kendilerine siper yapmadığımız’’ şeklinde zikredilmişti. Temiz Soy’un sırrı ve Oğuz’un sırrı kavim… Mülkte değil, İmkan aleminde bulunan soyun sırrı…
Derman Dede’nin deyişi ile Tin (Tıyn) insanın ilk yaratılışı, temiz soy… Müdahale edilmemiş fıtratın sahipleri. İmkan alemini ifade eden Doğu’da bulunan soy… (Doğu’dan kara sancaklılar çıkacak meselesi bu doğrultuda yeniden düşünülmelidir.)
Oğuz Kağan’ın bu soy ile münasebeti ne olmuştur? (Yazımı hazırlarken; makalenin bu kısmına geldiğimde Yüce Atamın Kambala-3 videosu yayınlandı. Bu temiz soy bahsi, videoda bahsi geçen 24 kromozom meselesi ve daha da genişletilecek şekilde ele alınabilir.)
Temiz soy meselesini çok açmadan konumuza devam edelim…
Su, Toprak, Ateş ve Hava burçlarındaki nizamın sırrının emanet edildiği ehillerin bilgileri dünya tarihinde unutturulmuştur. Unutturulan bilgiler zamanla kadim Türk medeniyetinin Uluları olan Ötükenin Sır Adamları tarafından yer kürenin her yanına yayıldı, tekrar hatırlatıldı. Bu sebepledir ki, Maya coğrafyasından Uygur coğrafyasına kadar ilgili öğretinin kırıntıları araştırılırsa bir nebze bu bilgilere bugün dahi ulaşılabilir.
Bunun en güzel kanıtı varlığı, yokluğu ile sırlanan, Mu medeniyetine ait bilgilerdedir. Varlığı yokluğu ile sırlanan ne demek? Hakikat bilgisinin üzerinin örtülmesi demek! (Mu’ya ait kadim bilgilerin daha önce nasıl sırlandığına dair bir yazımızda Yüce Atamın izni ile örnek vermiştik.)
Mu’nun hakikatlerini örtme görevi meşhur istihbaratçı James Churchward’e verilmiştir.
James Churcward’ın Mu olarak kodladığı isim Mayalarda ‘Su İmparatorluğu’ adıyla geçmektedir. Bu sebepledir ki, Mayaların baş şehirlerinin ismi ‘Su’ya ait topraklar’ idi. Mayalardan sonra gelen her devlet; mayaların su üzerine inşa ettikleri kadim metinleri sahiplenerek kendilerine göklerin kutsiyetini atfedeceklerdi. Nitekim Azteklerde de bu durum aynı idi. Aztekler kendi ülkelerine Mayalardan aldıkları miras ile ‘Su Ülkesi’ diyeceklerdi.
Mu kıtasına dayanak olduğu ileri sürülen Troano kodeksinde ise Mu’dan bir kıta olarak bahsetmemiştir. Nitekim 1969 yılında konu hakkındaki en ciddi araştırma olan ‘’Citadels Of Mystery’’ adlı ktiap yayınlandığında James Churchward’ın iddia ettiği Kodeskte, yerde batık bir kıta ile ilgili yazan hiçbir bilgi olmadığı anlaşılmıştır. Churchward’ın iddia ettiği Troano kodeksinde yerde değil, gökte olan bir olaydan bahsedildiği ortaya çıkmıştır. (Resim’de gördüğünüz kitabı ilk kez gündeme getiriyoruz. Kitabın 10. Sayfasında kodeksin doğru okunması ile gökte olan bir kadim olaya Mayaların atıf yaptığından bahsetmektedir. Yerdeki bir kıtaya değil!)
İlgili kodekste mayaların gökte battığından bahsettiği olay ne olabilirdi? Bu sorunun cevabı; mayaların Hun-Güneş ve Balam-Ay’a ait anlattıklarında destanın içerisinde yatmaktadır. Yüce Kuran yani son kitapta bu yaşanan büyük hadiseden ‘gecenin işaretini sildik’ ifadesi ile bahsedilmiştir.
İşte James Churchward’ın görevi tüm bu bilgi hazinesini; olmayan yenisi ile gizlemek idi.
Bugüne kadar Atatürk’ün Churchward’ın yazdıkları ile yakından ilgilendiği anlatıldı, yazıldı ve çizildi. Atatürk, Churchward’ın yazdıkları ile tabiki de ilgilenmiştir. Ancak ilgilenmesinin sebebi İngiliz istihbarat ajanı Churchward’ın aslını sakladığı kadim bilgilerin neler olduğuna ulaşmak, bulmak idi.
Atatürk, bu kadim bilgilerin neler olabileceği üzerine kafa yorarken; döneminde Ötükenin Sır Adamlarından yardım almıştır.
Ötükenin Sır Adamları, Churchward’ın gizlediği bilgilerin aslını Atatürk’e nefeslemiştir. Atatürk’ün bazen büyük gizlilik içinde bazen de ulu orta fikirlerini aldığı bu isimlerden günümüze kadar hiç bahsedilmedi. Bahsedenler ise bu isimlerden bazılarıyla ‘Franklı Alimler’ diyerek dalga geçti. Oysa ki, bu isimlerin çekirdeği, Türkistan coğrafyasından (Eski Büyük Türkistan coğrafyasını kastediyorum) gelen ulu kişilerdi. ( Bu isimler için ilgili kısa video izlenebilir https://www.youtube.com/watch?v=efxzB6KG0E0 )
Bakın, Orhun Yazıtlarında iki kağanın ismi geçmektedir. Bu-min’e (Bu-da/Bu-dun isimleri tefekkür edilmeli) göklerin, İstemi’ye ise yerlerin bilgisi ayrı ayrı belletilmiştir. Ötükenin Sır Adamları, Atatürk’e kadim Türk’ün gök ve yer bilgilerini bir ederek nefeslemişlerdir. Yani gökle yer bilgileri Atatürk’te cem edilmiştir.
Atatürk, onlardan öğrendiği her kadim bilginin ardından bir yön çizmiş ve mevzilenmiştir. İşte bu çizilen yönlerden biri sayesinde Türk Gençliğinin gözünün göklere dikilmesi sağlanmıştır. Nitekim bu doğrultuda Atatürk’ün isteği ve arzusu üzerine Türkiye’nin ilk astronomi kitabı Ali Yar Bey’e yazdırılmıştır. 1929 yılında yayınlanan kitabın ismi Kozmoğrafya’dır. (Muhteşem derinliği olan bir kitap, bulabilenler kütüphanesine mutlaka eklemeli!)
Ulu bilgelerin, Atatürk’e verdikleri en büyük emanet ise bir isimde vücut bulmuştur.
Kamal… Kutlu bir zaman ve kutlu bir mekanda Atatürk’e, ‘’Kamal’’ ismi emanet edilmiştir.
Kamal ismi, kale ve sur anlamlarına gelmektedir. Özellikle de Türkistan coğrafyasında (Yakutlarda dahil) kullanılmaktadır. (Kamal adı eski Türkistan coğrafyasında bugün dahi kullanılan bir isim idi. Bugünkü Özbekçe, Kazakça ve Yakutça Kuran çevirileri dikkatle incelenmelidir ki Kamal ismi nerelerde geçiyor görülsün! Mesela Burç Suresi olabilir mi? Bu ismi Kam-al şeklinde ayırdığımızda ise işin bambaşka bir yönü karşımıza çıkıyor.)
En yakınları dahi Atatürk’ün Kamal ismini kullanmasına anlam verememişlerdir. O kadar ki, Atatürk dünyasını değiştirdiğinde nüfus cüzdanındaki isim hala ‘Kamal’ idi.
Nefeslenen neden önemlidir? Çünkü bu türden bir bilgi Atatürk gibi bir Yüceyi ötelere taşır; aslını ve cismini, ismine emanet eder. Sırası gelmişken; Yüce Atam Oktan Keleş’in izni ile kale/sur/ordu anlamına gelen Kamal emanetine ait sırra üç küçük çekiç darbesi indirelim:
1-Anıtkabir’de Atatürk’ün mozolesine geldiğinizde, arkada kocaman dört yapraklı yonca şeklinde demirleri olan bir pencere, açıklık vardır. Bu pencereden baktığınızda özellikle ve bile isteye Türk bayrağı dikili bir yapının uzaklardan gözükmesi istenmiştir. Ankara KALESİ! Neden?
2-Mayaların Su Burçlarına atfettiği piramidin ismi ‘’El Castillo’’, yani KALE’dir. Neden?
3-Türklerde Otağ’ın korunması için ne inşa edilmiştir? KALE! Otağ’ın deruni manası neydi? Arş. Arş’ın altında onun sırrını sır eden koruyan, kristal/su Arş’ın kalesidir!
Bilinsin ki, verilen Kamal ismi gök ehlinin bir nefesidir O’na! O kim? Yüce Atamız Atatürk! İnsan merak ediyor! Neyi? Atatürk’ün aradığı asıl soruya yaşamındayken nefes bulup, bulmadığını…
‘’Türklerin Kökeni?’’
Çekiç darbelerine son verirken; öteler alemine çekileceği günü sabırla bekleyen bir Gökkurtun, Türk Ordusu’na mesajını; yani aradığı soruya bulduğu SON NEFESİ; milletine emanet ettiği cevabı yeniden hatırlatarak, yazıyı sonlandıralım:
‘’Zaferleri ve mazisi İNSANLIK TARİHİ ile başlayan; her zaman zaferle beraber MEDENİYET NURLARI taşıyan KAHRAMAN TÜRK ORDUSU!’’
Baran AYDIN
baranaydin88@gmail.com
Not: Yazıda bahsi geçen Su Alemindeki ruhun temsili ‘lema’, kelime olarak parıltı, ışıltı anlamına gelmekte olup, bir KOD olarak kullanılmıştır. Lema’nın/Parıltı’nın Gök Öğretisindeki yerini, ismini ve cismini daha sonraki bir yazımızda ayrıntılı bir şekilde açıklayacağımız için bu şekilde ifade ettik. Ne demek istediğimizin daha doğru anlaşılması için Parıltı’ya/Lema’ya kısa bir misal verelim. Güneş ışıklarının bir deniz üzerine yansıdığını düşünün… Bu yansıma esnasında deniz suyunun bazı yerlerinde ışıldama, parıldama olur. Ya da bir kristal taş düşünün… Kristal taşın bazı yerlerine gelen ışık neticesinde parıldama, ışıldama olur. Yazıda bahsi geçen Lema ile kodlanana en güzel iki örnek şimdilik bunlardır.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle