Bu bir hikâye değil ki… Gündelik hayatın telaşı arasında o kadar “sessiz sözsüz” şeyler yaşanıyor ki çoğu zaman farkına bile varmıyoruz. Sessiz sedasız ‘küçük dokunuşları’ göremiyoruz. Artık gözlerimiz başka şeyleri görmeye alıştı. Hayatın koşuşturması bizleri hep meşgul etti, kendimizi unutturdu. Kim olduğumuzu unuttuk.
Sorumluluklarımız elbette var, ama başka vazifemiz yok mu?
Bir şiirden bir şiire geçer gibiydi hayat: Hüzün, sevinç, umut vardı. Hayatın bir anlamı, eşyanın manası, her şeyin bir hakikati vardı… Hakikat vardı.
Şimdi telefon tuşlarının arasında dolaşıyor, hep bir ‘hızı’ yakalamaya uğraşıyoruz… Nelere yakalandığımız bilmeden…
İnsanlar o kadar kin ve öfke doldu ki.
Sükunet sessizce aramızdan mı ayrıldı acaba?
Dedim ya anlatacağım bir hikâye değil ki, o ‘küçük dokunuşların’ hâlâ var olmasının sevincini paylaşmak için… Bunu en iyi şimdi Kalperenler bilir…
Geçtiğimiz günlerde TRT Ankara Radyosu, Münir Derman hakkında sohbet için beni çağırmıştı. Bende Atilla Hocamızı haberdar ettim, “birlikte katılalım” diye. Sağ olsun Atilla Murathan Hocamız: “Olur, Münir Hoca’nın olduğu her yere gelirim” dediler.
Cuma günü saat 16’da programda olacaktık. Ben konuşacağımız konularla ilgili hazırlık yapıyordum. Münir Hoca hakkında yazılmış bende olmayan bir eseri internette gördüm. “Şunu da okuyayım” dedim kendi kendime ama baktım 200 sayfa civarı. “En iyisi bunun bir çıktısını alayım, spiral cilt yaptırıp öyle okuyayım” diye içimden geçirdim.
Şimdi işyerimden kalkıp Kızılay’a gidip bu 200 sayfayı çıktı alacak zamanım da yok. Cuma vakti yaklaşıyor. “İşyerimde mi bassam” diye düşündüm. Hatta 2 sayfa bastım, sonra baskıyı durdurdum. “Yazık Devletin kâğıdına,” dedim. Vicdanım el vermedi. “Kızılay’a ineyim” diye düşündüm ama Cuma vakti iyice yaklaşmıştı, inemedim. Aklım da Münir Hoca ile ilgili o yazılanlarda kalmıştı, “bir göz atsam iyi olurdu” diye düşündüm. Ama olmadı, bakamadım.
O sıra Ankara’nın 60 km dışında oturan bir arkadaşım aradı, “Cuma’ya senin oraya geliyorum” diye. Kıramadım, hazırlık yapmam lazım, vaktim dar ama; “olur gel” dedim.
Cuma’yı kıldık. Arkadaşım bana elindeki poşeti uzattı: “Al bunu sana getirdim” dedi.
Poşeti açtım, şoke oldum.
Sabahtan beri benim basmak için çırpındığım Münir Hoca hakkında yazılmış o eser tam da istediğim gibi spiral cilt yapılmış halde elimdeydi.
Siz bu yaşananlara başka şeyler; tesadüf vs. diyebilirsiniz…
Anlatmamın sebebi; “sessiz sözsüz” o kadar şey yaşanıyor ki, yeter ki farkına varalım. O eserin benim elime ulaşmasını sağlayan “trafiği” düşünelim.
Selam olsun Kalperen kardeşlerime…
Emir Yıldızdan
buulkem@gmail.com
Twiter:@emiryildizdan
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle