BU BİR ROMANDIR
Bu roman, ASA’dan sonra çıkacak olan yeni kitabımızdan bir bölüm. Sizlere hediye olarak sunuyoruz.
Aslında bu anlatacaklarımız büyük bir tiyatro. Ama sizler, roman diye okuyun. Dünyada meydana gelen gelişmelerle ilgili senaryo yazan küresel güçler; işi iyice roman havasına sokarak ve aynı zamanda en büyük tiyatro oyuncularına taş çıkartacak şekilde oyunlarını sergilemeye başladılar:
Oyunun Adı: Ladin öldürüldü!
ABD Başkanı Obama ve kurmayları, Ladin’in öldürülme operasyonunu izlerlerken; biraz endişe biraz da gururlu bir havaları vardı. Ve nihayet operasyonun başarıyla bittiğini tüm dünya medyasına ilan ederek, Ladin’in öldürüldüğünü ifşa ediyorlardı.
Bu muhteşem tiyatroyu, tüm dünya şüpheyle izledi. Bronz çocuk Obama, kameralar karşısında Ladin’in öldürüldüğünü dünyaya ilan ettikten kısa süre sonra operasyonla ilgili tiyatro oyununu, komedi havasına sokacak peş peşe açıklamalar geldi:
1- Ladin, eşini canlı kalkan yaptı, karısının arkasına sığındı.
2- Kısa süreli bir çatışma yaşandı.
3-Öyle bir çatışmaydı ki operasyonda Amerika’nın bir helikopteri düştü.
4-Ladin, direndiği için çatışmada vurularak öldürüldü.
5-Cesed, Amerikan uçak gemisine getirilerek, İslami usullere uygun şekilde törenle denize atıldı.
6- Bu operasyon, sözde Pakistan Harp Akademileri Karargâhının yanında olmuştu.
Yine operasyonla ilgili ABD kaynaklı açıklamalarda şu ayrıntılar da verildi: Güya, Ladin’in Pakistan’da kaldığı evin aynısı, Amerika’da bir yere tatbikat yapılması amacıyla inşa edilmişti. Bu inşa edilen mekânda defalarca operasyon için hazırlık yapılmıştı.
Obama, Ladin’in öldürüldüğünü başta ABD kamuoyu olmak üzere, dünya kamuoyuna duyurduktan sonra, Amerikan halkı çılgınlarca sokaklara koşarak bu olayı kutladılar. Ne tiyatro ne tiyatro…
Daha sonra ABD kamuoyuna ilk verilen demeçler, düzeltilmeye başlanmıştı. Güya Ladin, karısının arkasına saklanmamış, çatışmamış, silahsızmış. Yine güya, Amerikalı askerlerce infaz edilmişmiş ve üzerinden 500 euro, bir telefon ve telefon numaraları çıkmış.
Operasyondan şüphelenen dünya kamuoyu, operasyonun kanıtı olarak, Obama’dan ceset görüntülerini istemiştir. Bunun üzerine Obama, görüntülerin çok berbat olduğunu, dünya kamuoyunun ve belli bir kesimin tahrike kapılmasını istemediklerini, bu yüzden yayınlamayacaklarını beyan etmiştir.
Çok komik değil mi? Sayın Obama, fotoğrafların dünyanın psikolojisini bozacağından bahsediyor. Irak’ta yapmış oldukları rezaletleri unutmuş olmalı: Irak’ta Amerikalı conilerin ve kadın askerlerin; Müslüman esirleri çırılçıplak soyup, boyunlarına zincir takıp, ayrıntılı pozlar verdirdiklerini. Ebu Garip, Guantamano ve daha başka yerlerde yüzlerce örnek verilebilir yaptıkları işkencelerle ilgili. Onlar dünya halkının psikolojisini bozmuyor mu bay Obama?
Ladin operasyonu ile ilgili bu komediye eminim ki daha da devam edilecektir. Hem de şu başlıklarla:
Bir sır daha meydana çıktı… Tesadüfler gizli bir şeyi daha meydana çıkardı… Yeni bir ayrıntı daha meydana çıktı vs vs. Dedik ya komedi diye. Dünya kamuoyunu meşgul etmeye programlı bir tiyatro oyunu bu.
Operasyondan sonra Amerikalı bir yetkili ne demişti: "Böyle bir operasyonu ancak Amerikalılar yapar," diye. Sözde seçkin timleri ile gurur duyuyorlarmış… Amerikalı yetkilinin sözünü düzeltmek yine bize düştü. Dünyada böyle tiyatroyu ancak Amerikalılar yapar. Seçkin birliklere gelince, verilen bilgiler gerçekten anlatıldığı gibiyse, silahsız kadın ve çocukların bulunduğu yerde korumasız bir adamı, hiçbir direnişle karşılaşmadan öldürmek…Bu müthiş bir operasyonsa, bunu bizim mahallenin Bekçi Murtaza Amcası bile yapar… Dedik ya bu bir komedi diye.
Şimdi biz bu tiyatroyu gerçeğine uygun olarak – birazcık- değiştirelim. Tamamını düzeltirsek maalesef bu tiyatro komedi olmaktan çıkacak. Dram olacak. Ama ne yapalım; Pişekar ve rahmetli İsmail Dümbüllü’nün orta oyununu aratacak bu tiyatroyu gerçeğine uygun düzeltmek elzemdir. Çünkü söz konusu Türkiye ve İslam dünyasıdır.
Sahne 1:
Obama ve kurmayları operasyonu canlı izlerlerken, yanlarındaki bilgisayarın üstünde bir resim duruyor buzlanmış bir şekilde. Obama ve kurmaylarının endişeli ve korku dolu mimikleriyle operasyonu izledikleri dünyaya sunuluyordu. Bu sahneyi daha sonra şöyle betimlemişlerdi: Operasyon sırasında hop oturup hop kalkıyorlardı… Oysa endişelenmelerinin ve korku dolu mimik ifadelerinin sebebi; bilgisayarın üzerinde duran buzlandırılmış o resmin ta kendisiydi.
Şimdi asıl film başlıyor: Motor…
İyi seyirler…
6 Şubat 2009. Yer Afganistan. Kandahar’ın güneyinde, geçit vermez dağların yakınında küçük bir Afgan köyü. Gizli sığınakta, hastalığı ilerlemiş, daha önce bir Amerikan operasyonundan aldığı kısmi yaralar ve fiziki koşulların zorluğundan dolayı yatan ağır hasta bir adam var.
Sadece üç kişinin bildiği, sıkı korunan ‘bu adam’ hayatını kaybediyor. Üç saatlik bir yerden getirilen doktorun teşhisi; zehirlenmeye bağlı diğer hastalıkların nüksetmesi. Hastanın ölümünü bu sebeplere bağlıyordu doktor.
Bu ölü, sıradan bir ölü değildi. Ölen bu adam, 11 Eylül olaylarının müsebbibi olarak gösterilen Usama Bin Ladin’di. Amerika’nın sahneye çıkardığı ve onun üzerinden milyonlarca Müslüman’ın vampir gibi kanını emdiği daha sonra da kontrolünden çıkan; zaman zaman izini bulup, zaman zaman kaybettiği Usama Bin Ladin’di bu. Ladin’in en güvendiği üç adamı, bu ölümü beklemelerine rağmen şok içerisindeydiler. Ölmesi halinde, Ladin’in vasiyeti; naaşının doğduğu topraklara götürülmesiydi. Düşmanlarının elinin değmeyeceği şekilde Arabistan’a götürülüp defnedilecekti El–Kaide tarafından. Gelişmeler doğrultusunda aylar, belki de yıllar sonra vaziyete göre bu gerçekler ve mezar yeri dünyaya duyurulacaktı. Plan böyleydi…
Mesele naaşı Arabistan’a götürmekti. Gizlice planlar yapıldı. Bu zorlu bir işti. Çünkü bütün bölge; CIA, MOSSAD ve diğer gizli istihbarat elemanlarınca kontrol altındaydı. Üstelik tüm bu birimlerle çalışan yerel muhbirler de işin cabası.
Şubat ayında, Afganistan’ın Kandahar bölgesinin soğuk hava koşulları ve zorlu coğrafi konumu malumdu. Bu iş için üç kişi görevlendirilmişti. Naaşın Arabistan’a götürülürken, takip edileceği güzergah çok zorluydu. Önce İran üzerinden götürülmesi düşünüldü. İran gizli istihbaratı ile temasa geçildi. Durum çok gizli bir şekilde Ahmedi Nejat’a iletildi.
Ahmedi Nejat’ın önünde iki seçenek vardı: Cenazeye sahip çıkıp, İran topraklarına getirip, bir müddet gizleyip, vasiyetin yerine getirilmesini sağlamak. Böylelikle tarihi bir fırsat eline geçmiş olacaktı. Neydi o fırsat? Şia olan İran, selefi ve Sünni cenahta sayılan El–Kaide liderinin cenazesine sahip çıkmakla Amerika’nın ve Siyonistlerin İslam dünyasında arzu ettikleri ve bu arzularını yerine getirmek için envai çeşit plan uyguladıkları Şii-Sünni savaşının, yani mezhep savaşlarının önüne geçecekti.
İkinci seçenekse, İran bu bilgiyi hiç duymamış gibi yapacaktı. Öyle de yaptı. Hiç duymamış oldu. El–Kaide’nin, sır muhafızları, cenazeyi taşıyan kişiler, naaşı Kuzey Irak’tan, gizlice o güzergah üzerinden Irak’taki elemanlarının desteğini de alarak Arabistan’a götürme seçeneğini böylelikle devreye sokacaklardı. Çünkü başka çareleri de yoktu. Afganistan’dan hava yoluyla götüremezlerdi. Hava alanları ya tahrip edilmiş ya da abluka altına alınmıştı.
Karadan Kuzey Irak’a girildi. Zorlu bir yolculuktu ve hava koşulları çok sertti. Bu arada naaşın bozulmaması için de zamanla yarışılıyordu. Plan basit gibi görünüyordu. Kuzey Irak’ın sınırlarından hemen çıkılıp, Irak’ın içlerine, oradan da bir şekilde, hava yoluyla hatırlı bir ailenin desteğiyle naaş Arabistan’a götürülecekti.
Şifreli bir mesajla Irak’taki El-Kaide üyesi olan bir kişi durumdan haberdar edilmiş ve plan uygulama safhasına geçmişti. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Barzani’ye bağlı peşmergeler, sık sık El-Kaide’ye ve bölgedeki muhalif gruplara operasyonlar yapıyordu. Bu operasyonları da CIA destekli yapıyorlardı. Bu operasyonların birinde peşmergeler, üzerinde şifreli mesaj bulunan El-Kaide üyesini öldürmüşlerdi.
O bölgede ele geçen bütün mesajlar veya istihbari bilgiler; peşmergeler marifetiyle Amerikan işbirlikçisi, Irak’taki milyonlarca Müslüman’ın tecavüze uğramasının ve kanının akmasının ortağı olan Barzani’ye direkt iletiliyordu. Barzani’de bu bilgileri; CIA, Mossad ve diğer batılı istihbarat örgütleriyle paylaşıyordu.
Şifreli mesajın basit bir kriptosu vardı. Barzani bundan haberdar olunca, sevincinden ne yapacağını bilemedi. Öğrendiği bu olayı önce kimseyle paylaşmadı. Topraklarında bulunan Ladin’in cenazesini ne yapıp, ne edip ele geçirmeliydi. Böylelikle, Ladin’in cesedini, efendisi Amerika’ya bir hediye olarak sunacak, efendisinin gözünde sağlam bir yer edinecekti.
Cenazeyi ele geçirmek için Peşmergeye bağlı bazı güvendiği birimlere, bölgede operasyon yaptırdı. Fakat başarılı olamamıştı. Cenazenin yeri bilinmiyordu. Mesajın sahibi de ölü ele geçtiğinden dolayı, cesedin yerinin tespiti mümkün görünmüyordu. Fakat bildiği bir şey vardı:Cenaze Kuzey Irak topraklarındaydı ve geçiş güzergahındaydı.
Barzani, peşmerge birliklerini topyekün alarma da geçirmiyordu. Çünkü bölgede bu şüphe çeker ve planı farklı şekilde fiyaskoyla sonuçlanabilirdi. Kuzey Irak topraklarına kısmen hakim olan başka bir terör örgütü PKK’nın kendisine bağlı muhbiri ve sadık adamıyla irtibata bizzat kendi geçerek, bu konuda yardım istedi. Bu arada Barzani, Irak’ta çok yönlü çalışan muhbir-ajan bir El-Kaide üyesiyle temasa geçti. Bu cenazenin kendisine teslimi için Amerikan hükümetinin, Ladin’in yerini ispiyon edecek kişiye vaat ettiği 25 milyon doların 4 katını teklif ederek, 100 milyon dolar karşılığında cenazenin kendisine teslimini istedi. El-Kaide’nin adamı bu teklife yanaşmadı.
Bu arada zaman daralıyor, cenazeyi taşıyan sır muhafızları, gece hareket ediyordu. Barzani bu durumu, efendisi Amerika’ya rapor etmemişti. Çünkü bu işi kendisi başarıp, efendisine sürpriz yapacaktı. Tabi başarılı olamazsa, Amerika’ya bu işi de rapor etmekten çekinmeyecekti. Bu bile, efendisine büyük bir hizmetti.
Barzani'ye, bağlı PKK’nın önde gelen adamından beklediği haber nihayet gelmişti. Cenazeyi taşıyanların yeri PKK bölgesinde tespit edilmiş ve Barzani’ye rapor edilmişti. Barzani bunun üzerine seçilmiş peşmerge ve yine seçilmiş PKK timleriyle uzun süreli bir çatışma ve operasyondan sonra cenazeyi ele geçirmişlerdi. Uzun süreli dedik; üç kişilik El-Kaide sır muhafızları cenazeyi tuzaklamışlar, ele geçmesi durumunda, cenazeyi ve kendilerini havaya uçuracaklardı. Bu da cenazenin tanınmaz hale geleceği anlamını taşıyordu, bu işlerine gelmezdi. Bu yüzden üç kişilik El-Kaide sır muhafızı; sözde seçkin peşmerge ve PKK timlerine, hem ağır zayiatlar verdirmiş, hem de kök söktürmüştü. Ancak, bir şekilde cenaze Barzani'nin eline geçmiş bulunuyordu. Ceset, gizlice Barzani’nin Erbil’deki karargahına getirildi.
Cenazeyi ele geçiren peşmerge ve PKK timleri bu naaşın Ladin’e ait olduğunu bilmiyorlardı. Nihayet cenaze bir sandığın içinde Barzani’nin Erbil’deki karargâhındaydı. Barzani tarifsiz bir sevinç içindeydi. Cenazeyi altın bir tepsi içersinde efendisine, değerli bir hazine gibi sunacaktı. O gece Erbil’de kilitli odanın önünde nöbet tutan 7 peşmerge, bilgi sızdırma riskine karşılık, cenaze CIA elemanlarına teslim edildikten hemen sonra Barzani tarafından infaz ettirilmişti. Bu işi bilen ve operasyona katılan PKK muhbiri de CIA tarafından örgüt içersinde PKK’nın elemanlarınca bir bahaneyle infaz edilmişti. Böylelikle bu işi bilen CIA ve sadece Barzani’ydi. Barzani bir kez daha efendisine sadakatini göstermişti.
Şimdi filme bir ara veriyoruz…
Ara bitti…
Cenaze gizlice Amerika’nın bölgedeki uçak gemisine götürülmüştü. Cesed, geminin özel bir bölümünde derin bir dondurucunun içinde (bir nevi morgunda) bozulmadan muhafaza ediliyordu. Ta ki, Obama’nın ve Amerika’nın Ortadoğu’da isyanlarla başlattığı planına kadar. Obama öyle bir plan yapmalıydı ki; Amerikan kamuoyunda düşen prestijini hem yukarı çıkarmalı, hem de Amerika’nın büyük Ortadoğu projesindeki hamlesini iyi yapmalıydı.
Öyle bir hamle olmalıydı ki, her zaman yaptıkları gibi bir taşla en az on kuş vurmalıydılar. Buzdolabından çıkardıkları cenaze ile Afganistan’ı işgal sebebi ortadan kalkacaktı. Böylece kahraman Afgan halkına yenildiklerini, dünyaya belli etmeyeceklerdi. Siyaseten zaten ölmüş olan Ladin’in fiziki olarak da öldürüldüğü, ilan edilecekti.
Böylelikle Ortadoğu ayaklanmaları ile ilgili yeni bir vizyon, yeni bir senaryo yazılacaktı.
Türkiye’yle tarihi ve köklü ilişkileri olan Pakistan, nükleer güç sahibi olan Müslüman bir ülkeydi. O zaman bu cenazeyi kullanarak; öyle bir hamle yapmalıydılar ki, Pakistan'ın etkinliği ortadan kaldırmalı, operasyonu oraya taşıyıp, Çin ve Rusya’nın stratejisine çomak sokmalıydılar.
Yine El-Kaide’ye Pakistan’ı hedef göstermeli ve terörü Müslümanların arasında yayarak, Ortadoğu'da ve İslam dünyasında; Şii-Sünni çatışmasını ve savaşını derinleştirip, başlatmalıydılar.
El-Kaide’ye de, batıyı hedef gösterip, batıda ses getirecek terör eylemlerine intikam adı altında zorlayacaklardır...
Obama ve ABD, buzdolabından çıkarmış olduğu bu cesetle, dünyayı yeni bir formata sokacaktı.
Obama ve ABD; İslam dünyasına yeni bir senaryo çizecek, demokrasi kartıyla bölge ülkelerini kontrol etme adına, halifelik müessesesini kurmaya çalışacaktı. Kendi yönlendireceği halifelik konusunda da Vatikan’la anlaşmıştı. Bu yüzden, Papa şu cümleleri sarf etti: İslam dünyasına halifelik tekrar gelmeli, bir muhatabımız olmalı.
Bu çok aşamalı bir plandı. Bunun için model olarak da Türkiye düşünülmeliydi. Küresel güçlerin, yaşlı bir halifeye de ihtiyaçları vardı. Neden yaşlı? Çünkü ömrü kısa olmalıydı ki, bu halifelik planı da beş-on sene sürsün. Halifenin ölümüyle, duruma göre bu müesseseyi de rafa kaldırsınlar.
Terörle kendi büyüttükleri canavarı, bir simgeyi, yok ederlerken ölüsünden de faydalanmalıydılar. Büyük Türkiye’nin konjonktürel yükselişini engellemek için bir çok planın, Türkiye merkezli olmasını hedefliyorlar. Bu yüzden halifelik konusunu sık sık gündeme getiriyorlar.
PKK’yı kart olarak ellerinde tutuyorlar. Türkiye seçim atmosferinde, saçma projelerle, sanal gündemlerle ve kaoslarla oyalanmaya çalışılıyor. Bunlar da, bu büyük planın bir parçası gibi gözüküyor.
Filmin finali:
Pakistan’da, sanal bir şekilde, göstermelik bir operasyon gerçekleştirdiler. Amerika’da benzerini inşa ettikleri mekânda aynı çatışmaları defalarca yapıp filme aldılar. Peki Pakistan’daki çatışmada ölen Ladin kimdi?
Amerika’nın, daha önceden 'Ladin’i öldürdük' dediği dublörlerinden biriydi. Pakistan’da yaralananlar da eşi ve çocukları değildi. Kendi çocuklarından birkaç tanesini kaçırmışlardı. Bu çocuklardan bazılarının, Amerika’da ilaçla beyni yıkanıp, bir çok konuşmaları, CIA’nın isteği doğrultusunda filme alındı ki, duruma göre bu filmler piyasaya sürülecekti.
Kanıt olarak resim sunamıyorlar: Çünkü buzdolabından çıkan cesede kurşun sıkıp yayınlamaları, tıpkı sahte Ladin fotomontaj resimleri gibi belli olacaktı. Makyaj yapılmış ve parçalanmış sahte cesedin resimlerini de ileride kanıt olarak sunabilirler.
Ama bütün bu planları boşa çıkartan, komedi filmini dram haline getiren ayrıntı şuydu: Obama’nın bilgisayarının üzerinde duran resim, bütün bu planları bozuyordu. Obama’nın ve kurmaylarının endişesine sebep olan buzlu resmin sırrı şuydu:
Barzani’nin hesaba katmadığı bir şey olmuştu: Cenazenin başında nöbet tutan peşmergelerden biri, o gece merak edip sandukanın kapağını kaldırmış, kefenlenmiş olan mevtanın yüzünü açmış ve dehşete düşmüştü. Karşısındaki kefenli ceset, Ladin’e aitti. Yanındaki cep telefonuyla bu anı ölümsüzleştirmiş, yani cesedin fotoğrafını çekmişti. Ertesi gün, infaz edildiğinde küçük bir ayrıntı, Barzani ve Amerika’nın başını yiyecekti.
O peşmerge, Türk ordu istihbaratından “Yüzbaşı Turan” kod adlı subayımıza muhbirlik yapıyordu. Peşmerge infaz edilmeden önce, telefonu şerefli Türk Ordusu’nun elindeydi. Obama, dünyaya bu tiyatroyu oynatırken, işte o resim, özel bir faksla kendisine gönderilmişti. (Obama ve CIA bu gönderilen resmi laboratuarda hemen incelettiler sahte olmadığını anlayınca şok geçirdiler.)
Şöyle demişti Obama: Bush gibi bipledik…
Büyük Türk Devleti tarafından da kendisi 'biplenmiştir.' Bu tiyatro oyununu, dünyada bitiren Yüce Türk Devleti olmuştur. Obama’nın ve Amerika’nın, şer güçlerin unuttuğu şuydu: Bölgede Türk Devleti'nin haberi olmadan kuş uçmazdı.
Böylelikle "çuvalın" intikamı da alınmış oldu.
Türk Ordusu'na, Türk Devleti'ne ve Yüce Türk Milleti'ne yapılan saldırıların sebeplerinden biri de Büyük Türkiye’nin cihan devleti olacağından duyulan korkudur.
Ama korkunun ecele faydası yoktur!
Allah’ın izniyle, Türkiye CİHAN DEVLETİ OLACAKTIR!
Saygılarımla.
Oktan Keleş
06.05.2011
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle