En Sıcak Konular

Emir Yıldızdan

Köşe Yazısı
Emir Yıldızdan
21 Mart 2011

DÜNÜN HAFIZASI VE BÜYÜK TÜRKİYE



EMİR YILDIZDAN 5. BÖLÜM

DÜNÜN HAFIZASI VE BÜYÜK TÜRKİYE


Osman Baba’nın göndermiş olduğu notları düzenleyip yayınlamıştık. Yayınlanan bu yazılar, olayın perde arkasını anlatması bakımından oldukça önemliydi. Bazı odaklar, işi sadece arkeoloji boyutuyla ele alıyordu. Arkeoloji üzerinden yürütülen “ bu savaşın” tarafları artık kartlarını açmışlardı. Herkes artık kimin neye oynadığını biliyordu. Taraf ve karşı taraf nerede durduğunun bilincindeydi.

Bazen Osman Baba’nın bunları nasıl elde ettiğini ve bu kadar bilgiye nasıl sahip olduğunu kendi kendime sorguluyordum. Normal istihbarat tekniklerini aşan bir durumdu Osman Baba’nın durumu. Dünya, tabir yerindeyse; “avuçlarındaydı” ama o bunu hiç önemsemiyordu. Vazifesini yapıyordu…

Bir cumartesi günü, evde kahvaltı yapıyordum. Daha doğrusu kahvaltıyı bitirmiş, çay içip, gazetelere bakıyordum. Üzerimde eşofmanlarla tam bir tatil keyfi yapıyordum. Zil çaldı. Pencereden bakınca gözlerime inanamadım: Osman Baba’nın yeğeni Yavuz Selim kapıdaydı. Az ötede İstanbul’da bindiğimiz minibüsü vardı. Hemen kapıya koştum, kapıyı açtım:

—Hoş geldiniz, Yavuz Selim kardeşim, dedim ve birbirimize sarıldık.

—Hoş bulduk, dedi.

Ben, “acaba Osman Baba’da arabada mı” diye başımı uzattım.

— Eren Bey, Osman Baba ile Ankara’ya geldik. Sabah Hacı Bayram’da namazı kıldık, onu bir yere bıraktım, görüşmeleri var. Öğlene doğru seni Aslanhane Camii’nde bekliyor, dedi Yavuz Selim.

— Peki, hadi gel içeri ben üstümü değiştireyim, dedim.

Yavuz’a çay ikram ettim. O, çayını içerken ben de üzerimi değiştirmeye başladım. Nasıl heyecanlanmıştım. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Rüyamda görsem inanmazdım. Osman Baba, Ankara’ya gelmiş ve benimle buluşacaktı. Kafamda bir sürü sorular vardı. Acaba neden geldi, birkaç gün kalır mı, bana misafir olur mu? Daha birçok soru.

Giyindikten sonra Yavuz Selim ile birlikte çıktık. Yavuz Selim’in minibüsüne binip, Hacettepe’nin üst tarafında bulunan Aslanhane (Ahi Şerafettin)  Cami’ne doğru yola çıktık. Yavuz Selim, aynen İstanbul’daki gibiydi. Pek konuşmuyordu, ancak ben bir şey sorarsam cevap veriyordu. Şu kısa yol sanki bitmek bilmiyordu. Bir an evvel Osman Baba’yı görmek için sabırsızlanıyordum.

Osman Baba Aslanhane Camii’ni neden buluşma yeri olarak seçmişti? Bu camide sanırım bir kez namaz kılmıştım. Kale’nin eteklerinde, güzel bir camii diye hatırlıyordum. Nihayet, Numune Hastanesi’nin önünden yukarı çıkarak, kavşaktan yukarı doğru devam ettik. Buralar son zamanlar restore edilmeye başlanmıştı. Restore edilen yapılar oldukça güzel görünüyordu. Nihayet camiinin yanına geldik, park yeri yoktu, camiinin yukarı tarafına çıkarak, aracı park ettik.

Aslanhane Camii’ne doğru yürümeye başladık. Ayaklarım kendiliğinden hızlanıyordu. Bir an evvel Osman Baba’yı görmek istiyordum. Camii’nin alt tarafındaki kapısından camiye girdik. Daha öğlen ezanı olmamıştı, ezana yarım saat kadar vakit vardı. Osman Baba’yı gördüm, mihrabın yanına oturmuş, tefekküre dalmış gibiydi. Mihrap oldukça dikkatimi çekmişti, oldukça büyüktü ve tamamı ağaçtan yapılmaydı. Caminin içersinde birçok ahşap direk vardı. Camide ahşap işlemeler ön plana çıkıyordu. İçerisi mevsimden dolayı biraz soğuktu. Osman Baba kalın bir palto giymiş, başında yün bir bere vardı. Ona doğru yürümeye başladım, sanki camiinin halıları altımdan kayıyordu, o kadar heyecanlanmıştım ki. Camii bomboştu, çıt çıkmıyordu. Ayak seslerimizi duyunca, Osman baba bize doğru baktı. Yavuz Selim geri de durdu, ben hemen eğildim Osman Baba’nın elini öptüm ve yanına oturdum. İçim içime sığmıyordu. Aklımdaki her şey uçup gitmişti sanki. Sadece huzur vardı… Sonsuz bir huzur deryasına düşmüş gibiydim. Osman Baba gülümsüyordu, elimi bırakmamıştı, dua ediyordu…

— Hoş geldiniz Osman Baba, dedim.

Duasını sanırım bitirmemişti, başını eğerek “hoş bulduk” manasında salladı. O arada, Yavuz Selim tekrar dışarı çıktı. Osman Baba duasını bitirince, tekrar bana sarıldı, sırtımı sıvazladı.

— Hoş bulduk Eren evladım, nasılsın, iyisindir inşallah, diye sordu.

— Çok şükür Osman Baba, hiç beklemiyordum ziyaretinizi, çok büyük sürpriz oldu, hâlâ kendime gelemedim, dedim.

 — Ee biz de ara sıra böyle sürprizler yaparız. Hep sen geleceksin değil ya.

— Her zaman gelirim Osman Baba, siz zahmet buyurmuşsunuz, ben zaten gelmek için bahane arıyorum, dedim.

— Biliyorum evladım. Benimkisi lâtife. Biraz işlerim vardı, onları hallettim, sonra da seni bir göreyim istedim, nasip olursa öğlenden sonra, Yavuz ile tekrar yola çıkacağız, dedi.

— Hemen mi dönüyorsunuz, bari bu gece misafirim olsaydınız? Dedim.

— Seni gördük ya evladım. Namazdan sonra biraz sohbet ederiz. Başka bir gelişimizde daha uzun uzun konuşuruz, şimdi pek vaktimiz yok, dedi.

Osman Baba’nın hemen İstanbul’a döneceğini duyunca biraz üzüldüm. Başımı önüme eğdim…

— İnşallah başka bir zaman daha uzun kalırsınız Osman Baba, dedim.

— İnşallah olur evladım. Yeis yok… Sen bizim gönlümüzdesin, dedi…

O sırada müezzin gelmiş, ses sistemini ayarlıyor, mikrofonları açıyordu… Biraz sonra yavaş yavaş cemaat gelmeye başladı. Öğlen ezanı okunmaya başladı… Yavuz Selim’de gelmiş, arka tarafta direklerin birinin dibine oturmuştu. Namazlarımızı kıldık… Hoca Efendi duayı bitirince ayağa kalktım, Osman Baba’nın kalkmasına yardım için elimi uzattım. Osman Baba elimden tutarak kalktı, elimi bırakmadan çıkışa doğru yürümeye başladık.  Ayakkabılarımızı giyip, sokağa çıktık. Osman Baba, bana dönerek:

— Nerede oturalım evladım? Dedi.

— Efendim, arzumuz sizi evimizde misafir etmek, dedim.

— İnşallah başka zaman misafir oluruz evladım, vaktimiz az, şurada biraz oturalım diyerek, camiinin karşısında kahvehaneye benzer bir yeri işaret etti.

Osman Baba’nın işaret ettiği yere doğru yürümeye başladık. Osman Baba elimden tutmuş, işaret edilen yere girmiştik. Sedir gibi bir yer vardı, oraya oturduk. Osman Baba, yavuz Selim’e dönerek:

— Arabadan benim çantamı alır mısın?

Yavuz Selim büyük bir tevazû içersinde:

—  Başüstüne Osman Baba, deyip, çantayı getirmek için dışarı çıktı.

Osman Baba ile yalnız kalmıştık. Yüzü hep mütebessimdi, gözleri sanki iki dünyanın ortasında durmuş, bir o yana bir  bu yana bakıyordu… Bana mı öyle geliyordu, bilmiyorum.

O sırada, garson gelmiş, siparişlerimizi almıştı.

— Allioni meselesini güzel işlemişsin evladım, Devletimiz herhalde memnun olmuştur, baksana senin yazından sonra ilgili bakanların sesi daha gür çıkmaya başladı.

— Efendim, siz anlatmasanız, biz nereden bilebilirdik olayların arkasındaki kişileri, onların hazırladıkları planları? Rabbim ömrünüzü uzun etsin inşallah, size çok ihtiyacımız var. Allah razı olsun sizlerden ki, bizleri uyarıyorsunuz…

— Hepimiz hizmet görüyoruz evladım, bu işin büyüğü küçüğü yok, dedi Osman Baba.

O sırada Yavuz Selim, Osman Baba’nın meşhur deri çantasını getirmişti. Sanki Devletimizle ilgili bütün sırlar o çantada gibi geliyordu bana. Yavuz Selim, çantayı Osman Baba’ya uzattı. Osman Baba çantayı aldı ve açtı. Çantanın içersinden eski tarihli 7–8 kadar gazete çıkardı. Bir kısmı sararmış, bir kısmının kenarları katlanmış eski gazeteler…

Osman Baba, gazeteleri masanın üzerine koydu. O sırada garson, bizim siparişlerimiz getirmişti. Garson, Yavuz Selim’e “bir şey içip içmeyeceğini” sordu. Yavuz Selim’de “çay” istedi.

Osman Baba, eski gazeteleri açarak, başlıklarına göz atmaya başladı. Ben ise Osman Baba’nın bir şeyler anlatacağını bildiğimden elime ajandamı ve kalemimi aldım, not tutmak için bekliyordum.

Osman Baba, çayından bir yudum aldı. Gözlerini uzaklara dikti. Gazetelerden biri elinde duruyordu. Anlatmaya başladı:

— Bak evladım, bizi balık hafızalı yapmak istiyorlar. Büyük Türkiye’ye adım adım giderken, geçmişin hafızasına bakmakta fayda var. Geçmişe bakmanın bize faydası çok; hem günümüze ışık tutulmuş olur, hem de nerelerden geçip geldiğimizi anlamamıza yardımcı olur. Büyük Türkiye’ye yaklaştıkça, bundan rahatsız olan dış güçler, birçok planlarını devreye medya aracılığı ile sokarlar ve halkın hafızasını silmeye uğraşırlar. “Türklerden bir şey olmaz, bunlar bir şey başaramazlar” gibi sözlerle psikolojik bir harp yürütürler. Bu dünde vardı, bugünde var…

Osman Baba’nın yüzünün rengi biraz değişmiş, kızdığı her halinden belli oluyordu ama mümkün olduğu kadar sesini yükseltmemeye çalışıyordu. Çayını eline aldı, bir yudum aldıktan sonra, çay bardağını elinde konuşmasını sürdürdü:

— Eski bir siyasetçimizin klişe bir lafı var: “dün dündür, bugün bugündür,” diye. Evet, dün dündü, ama dünün birçok bilgisi, yani hafızaya kaydedilmiş birçok verisi, bugüne devrediliyordu. Yani bizi hâlâ dünde bırakmaya uğraşıyorlardı. Bizi dünde tutmaya çalışanlar, medya aracılığı ile zihinlerimizi siliyordu.

Türkiye kararını vermiştir, evladım. Türkiye, başka çaresi yok, BÜYÜK TÜRKİYE olacaktır. Dünün, bugüne yansıtılan, aynı gibi gösterilmeye çalışılan metoduna rağmen. Artık dün, Türkiye için, dün de kalmıştır. Türkiye’nin bugünü ise, BÜYÜK TÜRKİYE için hazırlanmaktadır.

Osman Baba, elinde tuttuğu çay bardağından bir yudum daha aldı ve bardağı masaya bıraktı. Derin bir nefes aldı,  ben ise, Osman Baba’nın anlattıklarının bir kelimesini bile kaçırmamak için hızlı hızlı not alıyordum. Yavuz Selim ise, gözleri önünde, büyük bir edep içersinde bizi dinliyordu.

Osman Baba, kucağına koyduğu gazeteyi eline aldı:

—Bak evladım, anlattıklarım belki karışık gibi geldi sana, ama şimdi ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. Geçmişin hafıza kayıtlarına bir bakalım:

Osman Baba, elindeki gazeteyi açtı ve dikkatli bir şekilde okumaya başladı:

— 9 Şubat 1976 tarihli Milliyet Gazetesi. Manşetteki haberi görüyor musun, diyerek gazetenin haberini bana gösterdi.



Ben de not tutmayı bırakmış, başımı gazeteye doğru uzatmıştım.

— Bak, gazetede ne yazıyor: Çağlayangil, “Irak’la 6 milyon ton petrol için anlaşma yaptık,” demiş, haberin devamında da, “Bağdat’tan dönen Dışişleri Bakan’ı, iktisadi ve teknolojik işbirliği anlaşmasının da yapıldığını,” açıklamış. Aynı gazetenin diğer bir haberinde ise; ABD, “üsler için anlaşmanın ana hatları belli oldu” demiş ve haberin devamında da “Amerikalılara göre, New York’ta yeni bir Türk-Amerikan ortak anlaşmasının imzalanması bile mümkün” denilmiş. Aynı sayfada başka bir haber: “Denktaş, Waldhemim’in çağrısında pazarlık konusu yoktur, Kıbrıs müzakerelerinde Rumlar büyük sorun çıkarmaktadır,” demiş…

Osman Baba, gazeteyi okumayı bırakarak bana döndü.

— Bunlar dünün hafızası evladım. Gelelim şimdi bugüne, 2011 yılındayız değil mi? Aç gazeteleri bak, yine aynı haberleri görürsün. Kuzey Irak’la petrol anlaşmaları bugünde gündemde değil mi? Üslerle ilgili her gün gazetelerde haberler yer almıyor mu? Rumlar yine sorun çıkarmıyorlar mı?

Osman Baba elindeki gazeteyi masanın diğer köşesine koyarak, diğer gazetelerden birini eline aldı.

— Şimdi tekrar dünün hafızasına dönelim: 27 Şubat 1952 tarihli Vatan Gazetesi.



Birinci sayfada bir haber: “İngiltere Akdeniz Komutanlığını istiyor. Amerika ise komutanlığın kendisine verilmesini istiyor, Ortadoğu ülkeleri, kımıldamaya ve karışmaya başladı” diye yazıyor…

Osman Baba, eline aldığı Vatan Gazetesi’ni  az önce okuduğu diğer gazetenin üzerine bıraktı ve:

— Bugün de, o bölgede, ABD, İsrail ve İngiltere karışıklıklar çıkarmaktadırlar. Stratejik komutanlıklar içim mücadele etmiyorlar mı?

Osman Baba, eline başka bir gazete aldı.

— Eren evladım, bu gazete 11 Haziran 1951 tarihli Hürriyet Gazetesi.



Dikkat et tarihe. Şimdi haberi okuyalım: “Türkiye, Arap Devletleri ile İsrail’i barıştıracak, bundan sonra kurulacak olan Orta Doğu bloğuna ABD, geniş ölçüde yardımda bulunacak” diye yazılmış. Haberin devamını okuduğumuzda : “Arap Birliği Genel sekreteri, Azzam Paşa’nın Ankara’ya gelişi ile ilgili olarak, Orta Doğu’da siyasi istikrarın temini için, Türkiye’ye mühim bir vazife verildiği anlaşılmaktadır.” Denilmiş.

Dikkat ettin değil mi evladım tarihe: 1951. Şimdi hangi yıldayız: 2011, değişen bir şey var mı? Bugünde Türkiye, Arap ülkeleri ile İsrail arasında arabuluculuğa soyunuyor, Orta Doğu’da Türkiye’ye biçilen rol hüsranla sonuçlandı vs. türünden haberler, bugünde gazetelerde yer almaktadır. 1951 tarihli gazetenin tarihini 2011 yapsan hiç kimse fark etmez evladım. Çünkü haberler aynı. Geçmişim hafızası işte bu yüzden önemli, bizi nasıl oyaladıklarını görüyorsun değil mi? Bize rol veriyorlarmış. Biz oyunu kendimiz yazmadıktan sonra, ancak rol alırız, ne zaman ki rol veririz, işte o zaman BÜYÜK TÜRKİYE oluruz.

Osman Baba’nın yine ses tonu değişmişti. Uzun uzun yere baktı… Sonra bakışlarını benim üzerime çevirdi. Bakışları sanki içimi deliyordu, sanki vücudumun röntgeni çekiliyordu. Işığa yakalanmış tavşan gibi hissediyordum kendimi, öylece hareketsiz bekliyordum. Bu sessizliği garsonun sesi bozdu:

— Çayları tazeleyeyim mi, amca?

Osman Baba, evet anlamında başın salladı. Eline başka bir gazete aldı:

— 4 Ocak 1961 tarihli Akşam Gazetesi.


 


Manşetine bakalım: Kürt Devleti kurmak isteyenler yargılanıyor. 39’u tutuklu, 49 sanığın duruşması başladı. Müstakil bir Kürdistan kurmak ve ırk mülahazasıyla memleket bütünlüğünü parçalamak üzere teşebbüste bulunmaktan sanık 49 kişinin duruşması dün Ankara Askeri Mahkemesinde başlanmıştır…

Bugüne dönelim, yani 2011 tarihine, yorum yapmaya gerek var mı? Oyun aynı oyun evladım, oyun aynı oyun…

Osman Baba’nın bu son sözleri ağzından o kadar yavaş çıkmıştı ki, zar zor duydum. Yüzünü bir hüzün kaplamıştı. O sırada garson yeni çaylarımız getirmişti… Osman Baba, çayı eline aldı, şekeri yine ağzına attı, çayı kıtlama içmeye başladı. Eline bu sefer başka bir gazete aldı:

— Bak evladım bu da 10 Ağustos 1979 tarihli Tercüman Gazetesi.



Manşete bak hele: ABD bugüne kadar sadece Türkiye’yi cezalandırdı. ABD, Amerikan yapısı silahları, savunma amacı dışında defalarca kullanan İsrail’e yalnız uyarıda bulunuyor. İsrail, ABD’den aldığı silahlarla masum Lübnan halkına saldırı da bulundu… İsrail’e bir şey demeyen ABD, bu konuda sadece Türkiye’yi cezalandırdı…

Bugüne gelelim. İsrail yine ABD silahları ile Lübnan’a, Filistin’e saldırıyor ve ABD sadece bakıyor… Düzen hiç değişmedi evlat… Tiyatro aynı tiyatro…

Osman Baba, bu sefer eline Haftalık Gazete’yi aldı:

— Bu gazetenin tarihi de 8 Mart 1948.



“Wallas’ın yeni marifeti.” Wallas şöyle demiş: “Türkiye artık bir bombadır. Bütün dünya ateşi oradan tutuşacaktır. ABD’de tehlikeli infilak noktasına parmak uzatmıştır. Rusya’nın Türkiye ile olan münasebetleri, gelecek harbin ilk kıvılcımını koparabilecektir…”

Yine aynı tarihli gazete:



Rusya, roket ve füze denemeleri ile İstanbul’u havaya uçuracak. ABD, buna karşı Türkiye’ye füze yerleştirecek…

Tarihe bak evlat, 1948. Şimdi de ABD, Türkiye’ye İran’a karşı füze yerleştirmeye uğraşıyor. Füze kalkanı ta o zamanlarda da vardı, oyun aynı oyun, oyun aynı oyun…

Osman Baba, gazeteleri bir kenara koydu, konuşmasına devam etti:

— Dış güçlerin unuttuğu, farkına geç vardıkları gerçek şudur: Türkiye artık dünkü Türkiye değil! Bugün Türkiye artık BÜYÜK TÜRKİYE’YE doğru adım adım ilerlemektedir. Bu anlattıklarımızın, millet tarafından iyi analiz edilmesi gerekir.

Oyun aynı oyun ama Türkiye değişti…

Osman Baba, konuşmasını bu sözlerle bitirdi. Ben ise, hızlı not almaktan uyuşmuş parmağıma masaj yapıyordum. Osman Baba, çantasını düzeltti ve Yavuz Selim’e döndü:

— Yolcu yolunda gerek, Eren Evladım, bize müsaade, inşallah başka bir gelişimizde daha uzun uzun sohbet ederiz.

Ben ise, Osman Baba’dan ayrılacağım içim hüzünlüydüm. Ağzımdan belli belirsiz bir:

— İnşallah, kelimesi çıktı…

Osman Baba'nın elini öptüm, arabalarına bindirdim...

İçim hüzün dolu, eve doğru yola çıktım...

 

Erol Elmas

buulkem@gmail.com


7 Şubat 2011







Bu yazı 9,940 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 1 Aralık 2023 Discovery Skandalı
    • 26 Mayıs 2021 Kara Yöneticiler ve Yılanların Öcü
    • 13 Ocak 2021 30 Saat Savaşları
    • 4 Ocak 2021 Günümüzün Fuggerleri, Aşı ve Korku İmparatorları
    • 30 Mayıs 2020 Göktürklerden Hediye
    • 1 Nisan 2020 Kulbak Bilge İle Çağı Anlamak
    • 7 Aralık 2019 Turks ve Caicos Adaları
    • 19 Mayıs 2019 Barbarosun Sancağı
    • 12 Aralık 2018 NATO mu PESCO mu?
    • 17 Ağustos 2018 Papaz Kaçtı Oyunu
    • 17 Aralık 2017 Yüzyıllık İntikam
    • 13 Ağustos 2017 Gökteki Türklerle Yerdeki Türkler Birleşti!
    • 31 Temmuz 2017 Pentagon'un Planını 5 Yıl Evvel Deşifre Etmiştik
    • 21 Temmuz 2017 Gargad-DNA Görünmezliği Projesi ve Manyetik Biyoloji
    • 23 Haziran 2017 27 Uçağın Sırrı
    • 4 Mayıs 2017 LOLAN (LÜLEN)-ECE-AYSULU TÜRK'e Kavuştu!
    • 6 Şubat 2017 13 Ocak 16.40, Denktaş, İstanbul
    • 1 Ocak 2017 Tarikatlar-Cemaatler ve İstihbarat-1
    • 6 Aralık 2016 Ordu, Bütün Türk Milletidir!
    • 1 Kasım 2016 Sessiz Sözsüz Yaşananlar

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,066 µs