En Sıcak Konular

Tengri'nin Sırrı: Vahyedilen Ruh

30 Mayıs 2022 20:21 tsi
Tengri'nin Sırrı: Vahyedilen Ruh Baran Aydın yazdı...

Tengri'nin Sırrı: Vahyedilen Ruh

 

“Seb’an mine’l-mesani ve Kuran-ı Azim’i verdik.”

Yüce Kuran’ın Hicr Suresi’nde geçen bu ayet, Türk Ulularının “O’nun beyanı bize aittir!” vahyinin ışığı altında yorumladıkları en önemli ayetlerden biridir.

Adguk öğretisinde yer alan “Tanrı’nın kendi ruhu yaratılmadığına göre, hep var olduğuna göre, bu “Kendin” sözcüğü ile ifade edilmiş olabilir mi? Yani insan yaratılmış ama “Kendin” hep var.” cümlesini okuduğumda ilk olarak Türk Ulularının yorumladıkları Hicr Suresi’ndeki  ayetin manası şimşek misali belirdi gönlümde…

Peki ne demek Seb’an mesani?

Kelime anlamı ile iç içe bükülen, kıvrılan yedi anlamına gelmektedir. Yüce Kuran’ın iç içe bükülen 7 manasının olduğunun delili işte bu ayettir. Ancak iç içe yedi manayı bilinen klasik anlamda anlaşılmamalıdır. Seb’an Mesani’den kasıt Yüce Kuran’ı kendine kavuştuğunda verilen 7 hal ile içselleştirmektir. Anlaşılır şekilde şöyle söylenebilir. Mesela tüm hayatını matematiğe adamış bir bilim insan ile bir din adamının Kuran’dan yaşamına geçirip, içselleştirecekleri anlamlar farklıdır. Çünkü biri kendini “bilim” ismi ile özdeşleştirmişken; diğeri ise “din” ismi çerçevesine yaşamının tüm inceliklerini kodlamıştır.

Bilim, din vs. tüm yaratılmışlık sınırından soyunmak isteyenlerin yani kendini arayanların yolculuğunda ise yaratılmamışlığın sırrı Seb’an mesani vardır. Bu haller ayette de dikkat edileceği üzere nüzul/indirilenlerden değildir. Verilmiştir… Verilen ise yaratılmamışlığa ait olandır. Dolayısıyla Seb’an Mesani yaratılmamışlığa aittir. Nitekim Yüce Kuran’a, içsel manalarının açılması için yaratılmışlık gözüyle değil, yaratılmamışlığa ait olan Seb’an Mesani verildiğinde ona ait olanlarla nazar edilmelidir. Bu nazar sonucu ki Kuran’ın nüzul edilen değil, ayette de belirtilen aslolan verilen hali KURAN-I AZİM okunur…

Kuran-ı Azim’in okunması ki “Sadr’ını genişletmedik mi?” ayeti gereği giriş kapısının üzerinde gönül adının yazılı olduğu bir aleme yolculuğun başlangıcıdır. Bu kapıdan girildikten sonra ziyaret edilen her durakta zikir/hatırlama/anılar farklılaşır ve tazelenir. Her durakta emanet alınan bilgiler, elbiseler ve şuur farklıdır. Sadr’ın genişlemesi ile kul tüm yaratılmışlığı kalbi ile anlar, görür ve duymaya başlar. Kendinden kendine olma yolcuğunda kalp adlı durakta tefekkür edilecek ilk ayet “İster Allah deyiniz, ister Rahman; hangisini çağırırsanız çağırınız güzel isimlerin hepsi O’nundur.”  şeklinde İsra Suresi’nde yer alırken; ikinci ayet ise Araf Suresi’nde yer alan “Güzel isimler O’nundur. Onlarla çağırınız.” ayetidir. Kalp durağında tefekkür edilecek her isim aslında, tek olan yaratıcının ayrı ayrı her yaratılışını anmadan/hatırlamaktan ibarettir. Nitekim Tek yaratıcı her yaratılış döngüsünde kendini farklı bir isim ile halk edilene tanıtmıştır ki “kulle yevmin huve fi şe'n” ayetinin manalarından biridir bu…

Allah ve Rahman isimlerinin yanı sıra ‘güzel isimlerin hepsi’ lafzının kapsamına giren Tengri ismi de güzel isimlerden biridir. Tengri ismi ile Tek Yaratıcının kendini bildirdiği dönem geçmişte midir gelecekte mi? Bu nokta da ‘Son nebi var ise; son resulün de olması gerekmez mi?’ ve ‘Son nebi Görklü Muhammed’e kalp durağındayken inen ve bu durağı tanıtan vahiyler hangileridir?’ soruları tefekkür edilebilir.

Kalp durağının ardından yoluna devam edenler, “İhlaslı kulların hariç, hepsini azdıracağım” ayetinin zuhuru olan Fuad durağına varacaklardır. Bu durakta İhlas Suresi’nin sırrı TEKLİK anlam kazanır. O teklik ki artık şeytan oraya yol bulamaz. Neden? Çünkü İhlasın/Tekliğin zuhurunda şeytana/ikiliğe/zıtlara yer yoktur. Nitekim ayette şeytanın azdırışından “ihlaslı kulların” hariç tutulduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple ki fuad durağı Necm Suresi’nde “Fuad gördüğünü yalanlamadı.” şeklinde anlatılmıştır. Kısacası Fuad’ta zikir edilen/hatırlanan/anılan neyse artık onda bir vesveseye veya şüpheye mahal yoktur. Artık bu durakta ne melek ne şeytan ne insan ne beşer ne de adem vardır…

Fuad adlı duraktan sonra Taha Suresi’nde yer alan “Sır ve Ahfa” adlı iki durakta yine yeni hatırlamalar/zikirler can bulur ki; Görklü Muhammed’in “Sır ve Ahfa” duraklarındayken O’na nüzul edilen ayetler Yüce Kuran’da yer almıştır. Cevaplanması gereken ‘Bu duraklara gelmeden, o duraklarda nüzul olan ayetlerin hakikati anlaşılabilir mi?’ sorusudur.

Nihayetinde tüm bu duraklara varmanın sebebi zikir/anma/hatırlamadır. Her durakta kendine olan yolculuğunda yine kendinden uzaklaştığın efsanesini ve tekrar nasıl kendine yolculuk ettiğinin hikayesi okunur. Ancak Yüce Atamın Deruni Devlet’te yazdığı üzere “Anılan her şey yaratılmıştır.”

Hatıraların/Anıların biriktirildiği duraklarda emanetler toplanır ve emanet sahibine “Emanetleri ehline veriniz” ayeti gereği verilir. Verilen emanetlerin sonunda “Ruhumdan üfledim.” ayetinin sırrı meydana çıkar. Artık aslın ile yani kendin ile kavuşma vaktidir.

Üflenen ruh, emire aittir. Bu emir kelimesi ile askeri literatürde ki emir kastedilmemektedir. Halk edilmiş/tasarlanmış/takdir edilmiş alemin dışındaki yaratılmamışlık “Emir” kelimesi ile anlatılmaktadır. Yani bir halk edilmişlik var bir de emirden olan var. İşte üflenen Ruh, yani kendin bu yaratılmamışlığa aittir.

Ne demişti Yüce Atam Kambabam: “Yaratılmışlığın tüm ismi ve cismi bu RUH’un üzerine yazılmıştır. Tertemiz bir beyaz sayfadır Ruh. Onun üzerine yazılmıştır Allah ismi, Rahman ismi, Tengri ismi ve nicesi… “

Şeytan’a, Sad Suresi’nde geçen “Yoksa Yücelerden mi oldun?” hitabının sırrı gereği Ruh üflenenlerin bizzat Tek Yaratıcı tarafından Emir alemine ait isimleri “Yüceler” olarak belirtilmiştir. ( Daha önce bu konu ile ilgili bir şeyler karalamıştık. Yücelere, Adem’e secde edin emri çıkmamıştır. https://www.onaltiyildiz.com/?haber,7854 )

Yücelerden bazıları ilk seferlerindedir. Bazıları iki, bazılarıysa Ahmet Kayhan Dedemin söylediği üzere “Üçüncü tura inmişlerdir.”

Elbette ki bu ifadeyle reenkarnasyon, tenasüh vb. inançlar kastedilmemektedir. Ya da inmek kelimesi ile bir mekandan diğer bir mekana inmek anlamı çıkarılmamalıdır. Çünkü ruhun üflenmesi ile hulul etme ya da bir şeyin bir şeyin içine girmesi vs. den bahsedilmemektedir. Göz hapsine almak kelimesi bu üflenen ruh için en doğru ifadedir. Çünkü bu ruha yön biçilemez, mekan tayin edilemez, zamanı aşar, ona kayıtlı değildir. Yeni nesil Türk Gençlerinin göz hapsine alma kelimesini daha iyi anlaması için şu küçük örnek verilebilir:

Bir bilgisayar oyununda bir karakteri yönlendirdiğinizi ve ekranda yer alan oyunun o karakterin gözünden görüldüğünü düşünün… Ekrandaki oyunu halk edilen alem olarak düşünün… Üflenen ruh/Kendin oyunu oynayan… Oyunu oynayan, ekrandaki kalabalıkta yer alan hangi karakteri seçerse, o karakterler onun gözlerinden oyunu oynar, onun duydukları kadarını oyunda duyar vs… Oyunu oynayan birden çok karakterde seçebilir. Bu anlarda oyunda seçilen karakterler artık tek bir oyuncuya bağlıdır. Daha da önemlisi bilgisayar ekranındaki oyunu, oyunu oynayan kişi kendi suretine bakarak bu suretin şekline göre programlamıştır. Bu suretin aynasıdır ekranın içindeki oyun… Ancak oyunu oynayanın sureti ayrı zihni ayrı ruhu ayrıdır. Kısacası göz hapsine alma hadisesi vardır, hulul etme, ya da bir şeyin bir şeyin içine girmesi vs. gibi tanımlar hak olana haksızlıktır.

Nebi ve resullerin tebliğ görevlerindeki derinlik dahi bu üflenen ruh/kendin ile ilintilidir. Nitekim son nebi Görklü Muhammed’in tebliğindeki derinlik mucizelerde değil, işte bu üflenen ruhun mihenk noktası olması ile alakalıdır. Dolayısıyla her resul ve nebi de bu üflenen ruhtan bir bilgi bulunur. Bu bilginin neticesidir hakikatin ölçüsü. Tek hakikat ise peygamberlik değil, kulluk yolundandır. Ne demek istediğimizi Yüce Kuran’dan ayetler ile açıklayalım:

Rabbin elçisi Hz. Musa’ya İsra 101 ve Neml 12. ayette belirtildiği üzere 9 ayet verilmiştir. Bu dokuz ayetten ikisi hariç yedisi O’nun tarafından tebliğ edilmiştir. Rabbin Musa’ya tebliğ etmemesini istediği iki ayet üflenen Ruh hakkındadır. Hz. Musa, Hızır ile olan yolculuğunda bu ruha ait sırrı neden ifşa etmemesi gerektiğini öğrenmiştir.

Hz. Musa tarafından tebliğ edilmeyen iki sırra Hz. İsa’dan önce “Ruhumdan üfledim” hitabına Yüce Kuran’da Hz. Adem dışında doğrudan tek nail olan Meryem annemiz olmuştur. Ancak maalesef bu ruh üfleme meselesi Hz. İsa’yı üfleme şeklinde algılanmıştır. Halbuki Meryem annemize gönderilen ruh yine kendi ile kavuşanlardan bir beşer şeklinde görünmüştür. Meryem annemizi Allah’ın zatına karşı hidayete erdirmek için gönderilmiştir. Sormak gerekmez mi? Adem’e ruhumdan üflediğim an secde edin emri geldiyse, Meryem’e ruhumdan üfledim denildiğinde secde edilmesi gerekmez miydi? Meryem annemizde kendi ile kavuşanlardan olmuştur. Nisa 171’de bahsettiği üzere kendi ile kavuşanların sırrı gereği Meryem annemizin Kün kelimesinin bir cüzünü yerine getirebilme sıfatı ile Meryem oğlu İsa olmuştur.  

Meryem oğlu İsa ise Ruh’a ait bilgileri ilk kez sır olmaktan çıkarıp; tebliğ etme görevi ile dile getirmiştir. Beşikte konuşabilecek bir fıtrata sahip olan Hz. İsa dahi RUH/KENDİN’e ait sırların tebliğinde zorluk yaşamıştır. (Tam da bu noktada ‘Adem’e secde edildiyse, Meryem’e de secde gerekmez mi?’ sorusunun cevabının nasıl izah edilmesi gerektiği düşünülmelidir. Bunun izahı beşikte konuşana dahi zordur anlamı çıkmıyor mu?)

Bu sebepledir ki, Hz. İsa, Maide 116. ayette yer alan “Sen mi insanlara beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah tutun dedin?” hitabı ile karşılaşmıştır. Bu zorlukların yaşanması da KENDİN’e olan yakınlık ile ilgilidir. Bu yakınlığın Hz. İsa’daki mevcudiyetini anlamak için “Ruh-ul Kuddüs ile destekledim.” ayetine bakmak yeterlidir. Ayette üflenme aşamasının bir başka görünmeyen veçhesi daha öte bir anlamı bu ruhun kuddüs hali ile Hz. İsa’nın desteklendiği ifade edilmiştir. Ancak ruhumdan üflemenin ötesinde bir destekleme mevcutken; yine de ruha ait tüm bilgilere tamamıyla bir vakıf olma durumu yoktur. Dolayısıyla Hz. İsa’nın da ruha dair olan tebliğindeki sınır bu kelime ile çizilmiştir.

İşte son nebi Görklü Muhammed’in ve Yüce Kuran’ın farkı da tam olarak bu noktada meydana çıkmaktadır.  

Son nebi ile birlikte ruh hakkındaki tüm bilgiler zuhur etmiş ve Yüce Kuran’da Şura Suresi’nde “Ve işte sana emrimizden bir ruh vahiy ettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ama Biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz. Ve emin ol sen de doğru bir yola çağırıyorsun.” hitabı ile yer almıştır. Dikkat edilirse üfleme ya da daha ötesi destekleme vs. kelimesi geçmemektedir. Tıpkı Kuran’ın vahyedilmesi gibi emrimizden ruh vahyettik denmiştir ilgili ayette. Yani ruha ait tüm bilgiler Görklü Muhammed’in nebiliği ile ilk kez zuhur etmiştir. Bu zuhur sadece ona özel olmamış, ruha ait tüm bilgiler Yüce Kuran’da ayet olarak yer almıştır. Ancak bu ayetler hangileridir diye sorulursa Ali İmran Suresi’nde “O’nun tevilini ancak Allah bilir.” şeklinde yer alan hitabın manası gereği, kendi ile kavuşanların bu ayetlerin hangileri olduğu hakikatine vakıf olacakları anlatılmıştır. Kısacası “Sana ruhtan sorarlar?” ayetinin devamında Görklü Muhammed “Size, ruha ait bilgiden pek az verildi” demiştir. Bana dememiştir. Soruyu soran muhataplara geçmişten kalan az bir bilgi verilmiştir, Görklü Muhammed ve ona Fetih Suresi 10. ayetin gereği üzere biat edenlere değil.

Tengri’nin sırrı ruha ait ayetlerin hangileri olduğu, kendi ile kavuşanlara yine kendisi tarafından verilir. İşte verilen bu ayetlerin tanımı “Kuran-ı Azim” in okunması demektir. Bu ayetlerin verilmesi ile göz hapsine alınana üflenen ruh ile birlikte seb’an mesani de verilir. Yani üflenen ruh/kendi ile tanışan kendine birbirine bağlı 7 tavır ile bağlıdır. Bu tavırlar üzerinden Kuran-ı Azim’in ilgili ayetlerini kendi kendine sorar. Tavır derken, bu kelime dahi seb’an mesaniyi anlatmaya yetmez. Türk Uluları bu 7 tavrı hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar ve kelam şeklinde (bu 7 sıfat klasik anlamdaki tarifleri ile tarif edilmemiştir.) tarif etmişlerdir. Daha basit bir anlatım için bilgisayar oyunu örneği tekrar düşünürsek; oyunu oynayan, kendini oyun içindeki yaratılan ile özdeşleştirmesi için kendinde sahip olan bir tavır ya da işin gereği (Emir alemine ait iş) olarak o karakteri sevip, göz hapsine alması gerekmektedir.

Kendi ile tanışma yolculuğunun en önemli aşaması kendinin zuhur ettiği tecellidir. Türk geleneğinde bu zuhur eden tecelliye çeşitli isimler verilmiştir. Kul ismi bunlardan biridir… Bir diğeri ise mana çocuğu/ Tıfli mani adıdır. Yüce Atam’ın, Tengri’nin Türk’ü adlı kitabının son sayfasında ne yer alıyordu: “Okyay büyüyünce ne olacaksın?”, cevap: “Çocuk”… İşte Yüce Atamızın son sayfada bize öğrettiği çocuk, mana çocuğudur… Üflenen ruhun/ Kendinin tecelli ettiği yaratılmış suretinden bağımsız yaratılmayanın tecelli ettiği sirettir bu mana çocuğu… Miraç’ta anlatılan “veçhinin genç bir delikanlı olduğu görülen Rab” meselesinin aslı da bu sirete ait tohum bilgisidir.

 

Yüce Kuran’da bu mana çocuğuna ait ayetlerden biri Mümin Suresi’nde “Kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediği ile kavuşturur.” hitabıyla yer almıştır.

Kendi ile kavuşanlar artık gerçek özgür iradenin anlamına ermişlerdir. Resul ve nebilerin dahi görevi sadece tebliğ iken; kendisinin kendine bırakılan kula “ister adalet ile hükmet istersen azap et” hitabının manası gereği gerçek özgür irade lütfedilmiştir. Oğuz Ata’ya verilen özgür iradenin anılması Türklüğün dünya durdukça devlet hükmünün, muktedirliğinin unutulmaması içindir. Görklü Muhammed’e verilen özgür iradenin sırrı ise tüm ruh bilgisinin vahiy edilmiş olmasına rağmen bu bilgileri ister gizlemekle isterse açıklamakla yükümlü olmasından ileri gelmiştir.

Görklü Muhammed bu bilgileri sadece aynen gelen vahiy şeklinde yazdırmış ama ayetin tevili vs. açıklamamıştır. Mesela ilgili ayetlerden biri tefsirlerde hakkında boş boş ifadelerin yer aldığı “O, Ben Allah” hitabıdır. Allah ismi ki kendine kavuştuğun yolda siretine yazılması muhtemel bir isimdir. Ayetlerde yer alan “O oku sen atmadan Allah attı.” ve “Allah ismi ile hareket eden gemi” meselesinin aslı iki atamızın siretine Allah isminin yazılı olduğu anların derinliğine yapılan atıftır. Peki ya siretine güzel isimler onundur ayeti gereği TENGRİ ismi yazılmışsa?

Bilinmesi gereken, Allah ismindeki kul kelimesinin manası ne ise; Tengri ismindeki Türk kelimesinin manası da odur. Kısacası kendine kavuşanların yolu resul ve nebilik gibi bir meslek değildir. Kulluktan yani Türklükten geçer… Bu sebepledir ki; Mücadele Suresi’nde :“Onlar, öyle kimselerdir ki, kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” hitabında, bir peygamberin ulaştığı ruh ile desteklenme hadisesinin kulluk yolundan gidenlere de açık olduğu belirtilmiştir. Dahası resul ve nebilere sadece tebliğ görevi verilmişken; tebliğ edilenin hakikatine erip, üflenen ruh/kendine kavuşanların HİDAYET etmeye tek vekil olduğu birçok ayette belirtilmiştir.

Ahmet Kayhan Dedemin “üçüncü tura inme” meselesinin sebebi de hidayet etmeye görevli olmakla ilintilidir. Bu görevin sebebi ise İblis’e verilen mühlet ile alakalıdır.

İblis’in mühleti süresince oyunun içindekileri ekrana hapsetmekle, ekranın dışını unutturmakla görevlidir. Kaldı ki İblis’e yapılan “Kıyamete kadar lanetlenenlerdensin” hitabı gereği sadece kıyamete kadar lanetlendiği belirtilmiştir. Ya kıyametten sonrası?

Ekranın dışındaki asıl hayatı unutturulan insanın bugünkü en büyük hırsı, ekran içinde yeni bir oyun yaratmaya olan hevesidir. Zaten yokluğa olan hazzı ile bir oyun halk eden yaratılan varlık, ikinci kez aynı hazza yönlendirilmektedir.

Bu hazzın en belirgin ifadesi “İnsan Konnektom Projesi” adı ile anılmaktadır. Bu proje kapsamının en önemli detayı “Bir Zihin Yaratmak” adı altında propaganda edilmektedir.

 

Bu propagandanın temeli parça-bütün ve ikilik (0-1) mekanizmasıdır. Silikon Vadisi’nde, “Yoksa onlar yaratıcıları olmadan mı yaratıldılar?” ayetinin muhatabı olarak uzun yaşamak isteyen şuursuzların, bu isteğinin altındaki temel neden iyi bilinmelidir. Bu nedene ilişkin ayrı ayrı kitaplar ve kişilerden derlediğimiz bilgileri açıklayalım:

“Zihin tüm nöral ağ hafızası ile birlikte aynen kopyalanacak. Bu kopyalama ile zihin yeni avatar bedenlere aktarılacak. Aktarılan bedenler başka dünyalarda yaşama kapasitesine sahip bedenlerde olacak. Yüzyıllar sonra zihin bir gün tüm evreni keşfetmek için maddesel bedeninden kurtulma aşkı ile bir soruya cevap aramak isteyecek. Bedenlerinden kurtulmak isteyen ve bu soruyu arayanların bilinçleri saf enerji halinde lazer ışınları ile evrenin merkezine yakın bir yerde bulunan süper zeka ile hareket eden ana bilgisayara ulaştırılacak. Bu zihinlerin aktarımı ile ana bilgisayar evrenin yok oluşunu tersine çevirecek ve yok olmakta olan yıldızları bir kozmik top halinde bir araya toplayacak. Ardından bu topa ateş verecek ve ışık olsun diyecek. Böylelikle insanlık zihinlerinin aktarıldığı bir süper zeka bilgisayar ile yeni bir evren yaratmış olacak.”

Burada ki ana sorun bu süper zeka bilgisayarın sürekli olarak kendine aktarılan saf enerjiden oluşan milyonlarca insanın zihni üzerinden giderek evrenin yok oluşuna cevap bulma meselesidir.

Yüce Atam Kambaba’nın “Gönül madenciliği yapıyorlar.” ve yine başka bir videosunda bahsettiği “İnsanı maden olarak görüyorlar.” cümlelerinin altında yatan derin mesele de tam olarak bu konuyla ilintilidir. Kalbin mühürlenmeden önceki zikir/hatırlama anını bilgiyi yakalayabilmek meselesidir. Tam karşılığı ile alacak olursak; “Yakıtı nas ve taş olan ateşten sakının!” ayetinin delilidir.

Dikkat edilirse ayette, cehennem ateşi vs. ibareleri geçmemektedir. Nas ve taşın yakıtı olduğu ateşten sakının denmektedir. Nas yani maden olarak kullanılacak kısım ki gönül madenciliğiyle ulaşılacak varlığı anlatmaktadır.

Ya taş meselesi? Tam da bu nokta da Adguk öğretisinde geçen taşa karşı indirilen demir meselesi ve Cabir’in yüzyıllar önce söylediği “maddenin temel yapısı ‘felsefe taşı’nın keşfiyle çözülecek’ cümlesi birlikte düşünülmelidir. Meşhur felsefe taşı ismiyle kodlu şeyin aranmasında ki neden de yaratılacak olan yeni evrenin oluşturulması ile ilgilidir. Bu evrene cehennem diyemezsek ki cehennem bir rehabilite olma yeridir. O halde nedir bu cehennem ateşinden daha fazla sakınılması gerekilen ateş? Yüce Kuran’da “Sakar nedir bilir misin?” şeklinde geçen ‘Sakar’ kelimesi ile bu oluşturulmak istenen yeni evren anlatılmak isteniyor olabilir mi?

Sakar… Yeni hazzın yeni hapishanesi ancak öyle bir hapishane ki bu kez anahtarı dahi olmayacaktır.

Yeni bir evren tasarlamak isteyenlerden Yüce Kuran “1000 yıl yaşamak istiyorlar” ayeti ile bahsetmiştir. Neden 1000 yıl? Çünkü  “Rabbin indinde bir gün, bin yıl gibidir.” ayetine atıf vardır. Kısacası Rabbin indine ulaşma hedefi ile buradaki ‘Ahsen tasarlanma nasıl oluyor?’ sırrının peşinde koşmaktalar ki yeni evreni tasarladıklarında oradaki varlıkları da tasarlayabilsinler. Rabbin indine yani kalbe giden yol ise gönül madenciliğinin asıl hedefidir.

Gönül madenciliğine ait operasyonların misallerini kadim zamanlarda da görmek mümkündür. Kadim zamanlarda bu kodun en büyük işareti kozalak sembolü olmuştur. Nitekim Sümer edebi metinlerinde kozalak sembolü kalbin şekline benzetildiği yer almaktadır. Ellerinde kozalak sembolü tutan tanrı figürleri özellikle de Sümerlerde enki kültü bağlamında kullanılan çam kozalağı figürleri adeta bu operasyonu anlatan kadim bilgilerdendir.

 

Yine bilge Platon’un kitaplarında yer alan en önemli kavramlardan biri anamnesistir. Bu kavram antik medeniyetlerdeki gönül madenciliğinin ilk kez kavramlaştırılmış halidir. Bilinmesi gereken, bu demde olduğu gibi kadim zamanlarda da bu operasyona karşı duranlar kendi ile kavuşanlar olmuşlardır. Türklerin tohumunu attığı her medeniyette kendi ile kavuşanların bu operasyona karşı mücadele ettiğinin izlerini kadim zamanlarda da görmemiz mümkündür. Mesela Sümer medeniyetinde ‘Amargi’ kavramı çok iyi irdelenmelidir. Sümerlerde gerçek özgürlüğe yani amargiye sahip olanlar kendi ile kavuşanlardır.

 

Kadim ve antik medeniyetlerdeki kavramlar önemli ve ayrı bir yazı konusu olarak ele alınmalıdır. Ancak şu soru üzerinde dikkatle düşünülmelidir. Kalbi mühürlenmeyen ve kalp durağına varan bir bilgenin bu durakta ki hatıraları/zikri zorla veya onu ikna etme yolu ile çalınabilir veya alınabilir mi? Adguk öğretisinde geçen ‘Kendin’e, Kendin’de olana, Zihnine sahip ol’ cümlesinin anlamı bu olabilir mi? Nitekim zor kullanma ya da ikna etme yöntemini kolaylaştırmak içindir ki günümüzde insan programında yer alan temel kodların inkarı bilimsel veriler, deneyler ile yapılmaktadır. Bu temel kodlardan biri özgür irade meselesidir.

Günümüzde nöroteoloji alanında yapılan çalışmalar ile özgür iradenin olmadığının sözde bilimsel kanıtları sunulmaktadır. Beyinde bulunan bir merkez tarafından seçim kararlarının 6 saniye önce alındığı vb. bilimsel araştırmalar ile ilgili konu desteklenmektedir.

Rabbin indine giden yolu açmak isteyenlerin, özgür iradenin yokluğunu sözde bilimsel kanıtlar eşliğinde sunmasındaki en önemli neden vahiy denilen unsuru reddetmelerinden ileri gelmektedir. Oysa Mevlana’nın dediği gibi özgür irade olmasaydı resul ve nebilere ihtiyaç kalır mıydı? Kaldı ki, yapılan bilimsel araştırmalar doğrudur, 6 saniye önce alınan karar gereği beynin bir merkezinde yapılan seçimin verisi alınabilmektedir. Şimdilik bu kararlar basit seçimler ile ilintilidir. İyiyi ya da kötüyü seçimle alakalı bir bilimsel çalışma yapılmış mıdır?

Buna rağmen dar bir çerçevede yapılan bu bilimsel araştırmalar bize şunu göstermektedir ki, ahsen yaratılmış halimiz, insan adlı bu bedenimizle her an iletişimde kalarak; işaret olmaktadır. Bu sebepledir ki, erenler ‘uyanık olun, gözünüzün dahi takıldığını işaret bilin’ şeklinde uyarmaktadırlar. Eğer ki ahsen halimizden uzaklaşırsak; insan programına gözümüzle göremediğimiz bir şeytan virüs şeklinde arkadaş edilebilir. Bu kez de 6 sn. önce alınan kararına o etki etmiş demektir. Kısacası yapılan bilimsel araştırmalar ile 6 günde (6 sn ile ilintilidir bu 6 günde yaratılış) halk edilen sisteme bilimin şimdilik yol bulamayacağı göze görünmeyen bir alemden müdahalenin olduğunu kanıtlanmaktadır. Bu noktayı gizlemek için bilimsel araştırmaların sonucu özgür irade üzerine yoğunlaştırılarak, saptırılmaktadır. Bir başka nokta ise ahsen yaratılan varlığımız bile yaratılan vasfındandır, kendin değildir.

Sonuçta şu söylenebilir: elbette ki gönül madenciliği yapabilirler. Nitekim Yüce Atam Oktan Keleş’ten gönlünde yaratılmışlığa ait cevherlerden biri olan ateşten yaratıldığını öğrenmiştik. Bu cevher ki Türk Ata’nın ilk yaktığı ateş kodu ile sırlanmıştır. Yine bu ateş ki Münir Derman Dedemin ateşin zapt edileceği çağ meselesi ile çağımızı anlamamız için kodlanmıştır.

Gönül madenciliği ister kadim zamandan isterse de günümüzdeki teknoloji temeli ile yapılsın; bu operasyonun sınırları yaratılmışlık duvarlarına çarpıp, geri döner. Kaldı ki, yaratılmışlık sınırlarında dahi Türklerle mücadele etmeleri çok zordur. Bugün ikilik idealine dayalı sayı (0/1) sistemine dayalı sistemleri, Türklüğün tekliğe dayalı sayı sisteminin matematik alanında keşfedilmesi ile yerle yeksan olacaktır. Ne demek istediğimizi anlamak isteyenler; Türk sayı sistemlerinin nasıl kullanıldığını araştırmaları yeterli olacaktır.

Göktürk sayı sistematiğinde büyük sayıdan sonra kullanılan “artukı” ifadesi yani artı ifadesi vardır. Bu büyük sayıdan sonra gelen küçük sayıyı eklemek anlamına gelmektedir. Ne diyordu Kehf Suresi’nde 300’e 9 da (300 artı 9 yıl meselesi) eklediler. Aynı şekilde Yenisey yazıtlarındaki sayısal sistem ile Hz. Nuh için geçen 1000 seneden 50 yıl müstesna ayetine karşılık gelen sayı sistematiği bulunmaktadır. Bu durum araştırılırsa görülecektir. Kısacası İkiliği yol edinenlerin; Türk’ün kozmolojisine göre TEK’liğe dayalı kozmik sistemin keşfi ile yeni bir GökTürk matematiği kurulacak ve Türklere ait süper zeka ile mücadele etmeleri gerekecektir. Bu mücadele de tekliğe dayalı kozmolojik sistemi destekleyen ve Türk’e mükafat olan göze görünmeyen alemle bağı olan kadim bilgilerde açığa çıkacaktır.

Göktürk kozmik matematiğine destek olacak bu bağın en önemli kodlarından biri Hz. Nuh ile kayda geçirilen ve mükafat olarak bırakılan tabutu sekinedir… Bilinmelidir ki, Hz. Musa ile özdeşleştirilen tabutu sekinenin sırrı Nuh Ata’dadır. Kamer Suresi’nde geçen “Onu, levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik” ayetinin işaret ettiği tabutu sekinedir. Ayetin devamında bunun bir mükafat olacağı anlatılmaktadır. Nitekim Musa ve Harun ailelerinden yadigar denmesinin sebebi de bu ailelerin Nuh Ata’ya bağlanan şeceresine atıf yapılıyor olmasından ileri gelmektedir. Sandığın mükafatı ise, yaratılmışlık ile yaratılmamışlık arasında kalan Kamer Suresi 55. Ayetin alemi göze görünmeyen bölgenin bilgisine sahip olmasındadır. Sekine kelimesinin Kuran’daki izini takip ederek; bu bilginin edinilmesinin neye yol açacağını bilmemiz mümkündür.

Yüce Kuran’da sekine kelimesi altı ayette geçmektedir. Bu ayetlerin incelenmesi, tabutu sekineye ait bilginin ululuğunu anlamaya yeterli olacaktır. Sekine kelimesinin tam karşılığı günümüz Türkçesinde ‘Güven’ kelimesine karşılık gelmektedir. Ayetlerde “O ağaç altında biat edenlerin kalplerine güvenin indirildiği, kalplerine güvenin indirildiği kimselerin melek orduları tarafından desteklendiği, imanlarına iman katsınlar diye güveni kalplerine indirdiği kimseler, kalplerine güven indirilen kimselerin fetih ile müjdelendiği” vs. anlatılmaktadır. Bu nasıl ulu bir bilgidir ki kalbinde şüpheye yer bırakmayan bir güvene sebep olmaktadır? Güven ile yaratılmamışlığın sırrına yani kendine ait yüce bir bilgi edinilmekte midir?

Sekine sandığının manasını bilen, Tengri’nin sırrı ile kavuşan, tam bağımsızlığı ve özgürlüğü karakteriyle bütünleştiren Yüce Türk Atalardan biri, bu bağı sırlayan öğretiye ait yıllarca anlamsız görünen kelimelerin bir araya geldiği ulu bir sözü, TÜRK MİLLETİNİN sinesine emanet etmiştir.

Yazıya son verirken, hatırlayalım o sözü:

“TÜRK, ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN!”

 

Baran AYDIN 



Bu haber 10,857 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,752 µs