Türk Bilim - 1
Milli teknoloji, milli yazılım, milli gemi projesi, yerli gıda, yerli tohum, vb. gibi somut olarak milli ve yerli ürünler üretebilmenin yanında tüm bunları temelden etkileyecek, uluslararası anlamda rekabet edilen mevcut en yüksek gelişmişlik seviyesinin de ötesine taşıyabilecek bir “yerli bilim, milli bilim, Türk bilim” felsefesi geliştirilebilir mi?
Bu yazı dizisinin amacı, bu soruya cevap aramaktır. Bahsettiğimiz milli bilim felsefesinin amacı, yeni bir bilim dalı ortaya çıkarmaya çalışmak değil; tüm bilim dallarının zihinde düşünülüş, işleniş, ele alınış ve yargıya varış süreçlerine yönelik farklı bir bakış açısı bulmaya çalışmaktır.
Batı mitolojisi, felsefesi, kültürü ve inancı ile yetişmiş zihinlerin belli bir konuda ortaya koyduğu bilimsel çıktılarla Türk mitolojisi, felsefesi, kültürü ve inancı ile yetişmiş zihinlerin aynı konuda ortaya koyduğu bilimsel çıktılar arasında fark olacak mıdır? Eğer fark olacaksa, o zaman bilim tarafsız değil midir? Kuantum mekaniğinin kurucularından Niels Bohr, zıt kutupların eşzamanlı bir şekilde uyumlu birlikteliğini Hacı Bektaş’ın bir elinde aslan bir elinde ceylan sembolleri ile ifade ettiği, mitolojisinde pars ve dağ keçisi, çift başlı kartal kültlerinin yer aldığı bir kültürde yetişmiş olsaydı, maddenin hem parçacık hem de dalga özelliklerini gösterebilmesine yönelik “Kuantum fiziğinden şok olmamış bir fizikçi, fiziği anlamamıştır” sözünü söylemez miydi? Daha da ötesi, bu bilinçle şok olacağına daha ileri seviyede bir kuram ortaya koyabilir miydi? Bugünkü tüm bilim, teknoloji ve bunların etkilediği sağlıktan ekonomiye, eğitimden tarıma, savunma sanayiinden yazılıma,vb. tüm sahalar da kuantum kuramının silikon mikroelektronik devre üretiminin temelini oluşturması nedeniyle buna bağlı olarak mevcut konumundan çok daha ileriki seviyelerde olabilir miydi? Bu soruların tümüne vereceğimiz cevap, yazı dizisi boyunca öne süreceğimiz savlarla “evet” olacaktır.
Yerli bilim felsefesi yolculuğumuza başlangıç coğrafyamız, Amerika olacaktır. Yerli bilim deyip de neden Türkiye’den değil de Amerika’dan yola çıkıyoruz? Bahsettiğimiz Amerika, sadece Abd sınırları içinde kalan topraklar değil; Kızılderili, İnka, Aztek, Maya gibi tüm Kuzey, Orta ve Güney Amerika halklarının gerçek sahibi olduğu Amerika kıtasının tümüdür. Bu kadim halkların binlerce yıldır kendi kendilerine geliştirdikleri bir yerli bilim felsefesi vardır. Öncelikle bu felsefeyi ele alıp irdeleyeceğiz. Neden? Çünkü bu halkların oluşturduğu bilim felsefesinde, Türk kültürü ve mitolojisi ile çok yakından bağlar vardır. İkinci olarak da “yerli bilim” kavramına yönelik açık yazılı kaynaklar incelendiğinde, bu konuyu dünya çapında çalışanların sadece az sayıdaki Kızılderili akademisyen olduğu görülecektir.
Başlangıç noktamız tam olarak Abd’nin Kuzey Dakota eyaletinde bulunan ve Siyu’ların (Lakota’ların) efsanevi lideri Reis Oturan Boğa’nın ruhunun yaşatıldığı Oturan Boğa Üniversitesi’dir.
Oturan Boğa Üniversitesi’nde kültürel bitki bilimci (etnobotanist) ve fen bilgisi öğretmeni olarak görev yapan Linda Kara Geyik (Linda Black Elk), “Yerli Bilim: Farklı Düşünme Yollarını Anlamak ve Bunlara Saygı Duymak” (“Native Science: Understanding and Respecting Other Ways of Thinking”) adlı bilimsel makalesinde yerli bilim kavramı ile ilgili önemli tespitlerde bulunmaktadır. Bu tespitlerden bazıları şunlardır:
“...Yerli bilimin en temel yapı taşı, incelediği tüm unsurları sadece birbirinden bağımsız ve tekil bir biçimde değil, buna ek olarak bu unsurları birbirleriyle bağlantılı ve bütüncül bir bakış açısıyla düşünmektir. Bir çok araştırmacı, yerli bilim felsefesinin bu yönde yapabileceği katkıları görmezden gelmekte, çünkü arkasındaki metodolojiyi anlamamaktadır. Halbuki yerli bilim, Batı dünyasının bilime bakış açısını tamamıyla kapsadığı gibi birtakım farklı ve ek kazanımları da beraberinde getirir.
Fotoğrafta sol tarafta, kumaş örtü üzerine işlenmiş sekiz köşeli bir yıldız deseni görülmektedir; bu desen bir çok Kızılderili kabilesi için kutsal bir semboldür. Yaşlılar, bu desenin Dakota’lı Kızılderili bir kadın tarafından en az yüz yıl kadar önce oluşturulduğunu söyler. Anlatılanlara göre bu kadın bir gece düşünde kendisini Güneş’in içinde görür ve Güneş kendisine gücünü ve iyileştirme enerjisini verir. Uyandığında Güneş’in içindeyken gördüğünü kilim ve örtülere bu desende işler. Fotoğrafta sağ tarafta ise NASA arşivinden Güneş’in içinin görüntüsü vardır.
Bu iki görüntü arasındaki benzerlik önemlidir, çünkü bilimsel bilgiye ulaşmada düşlerin de düşünceler kadar önemli olduğu gerçeğini ortaya koyar. Tüm dünyadaki yerli kabileler, düşleri bilimsel yöntemin önemli bir parçası olarak görürler (Dipnot: Linda hanımın düş kavramı ile kast ettiklerine sadece uyurken görülenler değil, uyanıkken görülen önsezi ve imgelemler de dahildir.). Bu durum, bir çok araştırmacıya tuhaf gelse de bugün Batı bilimi de zihinlerimizin uykudayken ve yüksek konsantrasyon, uyum, ahenk anlarında iken tüm verileri farklı bir şekilde işlediğini ortaya çıkarmıştır. 1865’te kimyager August Kekule, organik bir kimyasal bileşik olan benzenin kimyasal yapısını yoğun uğraşlarla çözmeye çalışır ancak başarılı olamaz.. Çözüm, uyanıkken yaptığı yoğun çalışmalar esnasında değil, düşünde kendisine belirir: Düşünde birbirlerinin kafalarını ve kuyruklarını ısırarak sarmal halinde halka şekline giren iki yılan görür. Birden uyanır ve şöyle der: ‘Benzen, halka şeklindedir!’
(Dipnot: Kendi kuyruğunu ısıran yılan sembolü (Ouroboros), kökeni binlerce yıl öncesine ait olan ve bir çok kültürün de mitolojik geçmişinde yer alan bir semboldür. Benzen örneği de mitoloji ve bilim arasındaki somut bağa önemli bir örnektir.
Şekilde, bir Maya Ouroboros’u görülmektedir.)
Bilimsel verilerin saklanmasına ve kuşaktan kuşağa iletilmesine yönelik Amerikan Yerlilerinin kullandığı ortak yazılı bir dil olmasa da verilerin kaydedilmesi ve ulaştırılması destanlarla, şarkılarla, bir takım tören ve ayinlerle yapılmaktadır. Çoğu şarkının anlaşılması zor mistik öğeler içerdiğini ifade eden popüler inanışın tersine aslında bu şarkılar, yerliler tarafından gelecek nesillere bilginin derlenmesi, anlaşılması, iletilmesi araçları olarak kullanılmıştır.
Yerli bilimin, Batı biliminden farklı olduğu başka bir nokta da doğal yaşamla iç içe olma durumudur. Biz kendimizi doğanın süreçlerinden ayrı tutmayız; ayrıca bilimde mutlak objektiflik, tarafsızlık kavramına inanmayız. Batı bilimi her ne kadar bilimde tarafsızlık kavramı ile övünse de bir çok bilim insanı araştırmalarında mutlak tarafsızlık diye bir şeyin olmadığını saptamışlardır. Kuantum fiziğinin kurucularından Niels Bohr ve Werner Heisenberg’in bir olayı gözlemlemenin, o olayı değiştirdiğini saptamaları bu duruma önemli bir örnektir. Bu, yerli halklar arasında zaten uzunca bir süredir var olan kadim bir görüştür ve bir çok yerli bilimci de bilimin üretilmesinde kendini pasif gözlemci olarak değil, aktif katılımcı olarak görür. Bir kişinin yaptığı gözlemler diğerinin yaptığı gözlemlerle her zaman bire bir aynı olmaz. İki farklı birey aynı olayı inceleyip birbirinden oldukça farklı açıklamalar yapabilir.
Son olarak hatırda tutmak gerekir ki Yerli Bilim, kendini keskin hatlarla bölümlere ayırmaz. Yerli bilim, teoride ve pratikte bütüncüllük (holizm) ilkesine göre hareket eder; bundan dolayı bitki bilimini hayvan bilimi, toprak bilimi ve mevsim biliminden ayırarak değerlendirmek imkansız gibidir. Bu konuda yapılacak çalışmaların ekolojik alanları birbiri ile yakın temas halindedir tüm problemler büyük resim göz önünde bulundurularak bütüncül bir bakış açısıyla çözülür...”
Linda hanımın bu önemli tespitleri, görüldüğü üzere bilimsel bilgiye ulaşımın düşüncenin yanında düşleme ile de gerçekleşebileceğini göstermektedir. Türkçe’de düşünmek ile düşlemek aynı kelime kökünden gelmektedir. İkisinin de kökü ‘düş’tür. Bu, bir şeyin yüksekten bir yerden düşmesi anlamına gelen bildiğimiz düşmek fiilidir. Türkler, yüzyıllar boyunca, belki de binlerce yıldır düşünme ve düşleme kelimelerini birbirine yakın anlamda kullanageldiler ise o zaman Amerikan Yerlileri’nin yerli bilim felsefelerinde olduğu gibi, bilgiye ulaşmada düşüncenin yanında düşleme eyleminden de yararlanma durumu çok eskilerden beri Türklerde de var mıdır?..
İkinci olarak, yerli bilimin temel felsefesi olan, bilim dallarının birbirinden bağımsız tekil bir şekilde değil, bütüncül olarak çaprazlama bir şekilde birbirleriyle iç içe geçecek bir bakış açısıyla değerlendirilmesi ve çalışılması her ne kadar batılı bilim insanları tarafından görmezden geliniyor gibi görünse de bu, bilinçli yapılan bir harekettir. Batı, herhangi bir değeri görmezden geliyor, örtbas etmeye çalışıyor ise muhakkak kapalı kapılar ardında haldır haldır o konuya kendisi çalışıyor demektir. Çalışmaları olgunlaştığında ve şartlar elverişli hale geldiğinde de markalaşma ve pazarlama konusunda ustalığını da kullanarak o değeri sıfırdan kendi üretmiş gibi tüm dünyaya açar. Buna bir örnek de bugün tüm dünya gündemini meşgul eden ve hemen her alandaki hakimiyeti günden güne artan yapay zeka konusudur. Aslında yapay zeka, bizim şu an ele alacağımız daha üst seviye stratejik taslak örneğinin sadece bir bacağını oluşturan kısmıdır. Bu taslağın ismi, ‘bilişsel bilim’dir (cognitive science). Şu an dünya gündeminde her ne kadar yapay zeka kadar bilinmese de, insanların algı radarlarının altında seyrederek tam olarak olgunlaşacağı zamanı beklemektedir. Bilişsel bilim ile ilgili yapılan ilk çalışma, Alfred Sloan Vakfı finansörlüğünde 1978 yılında gerçekleştirilmiştir:
Bu döküman, 1978 yılında tamamlanmış, ancak uzun yıllar basımı yapılmamış, yani gizli olarak tutulmuştur. Batı, son yarım yüzyıllık zaman dilimine kadar bilimleri genelde birbirinden bağımsız ele alarak çalışmış ve geliştirmiştir. Bundan dolayı kendi ürünü olan tüm gelişmelerde, tekilliğin ve parçalara ayırarak diğer unsurlardan bağımsız olarak ele alma felsefesinin kavramsal altyapısı vardır. Mikroskop, mikrobiyoloji ve genetik, mikroelektronik, mikroçip, kuantum(parçacık) fiziği,vb. gibi. Bu felsefe, Batı’da sadece fen bilimlerinde değil, ekonomik modellerden uluslararası ilişkiler ve siyasete ve diğer sosyal bilimler alanlarında da etkindir. Son yarım yüzyılda ise sistem bilimi ve sibernetik bilimi gibi parçaların bağımsız rollerini değil, bütüncül ilişkilerini temel alan çalışma alanları ile yavaş yavaş “yerli bilim”in bahsettiği noktaya gelebilmiştir.
Bilişsel bilim, altı adet dayanak noktasının birlikteliğinden oluşmaktadır: Felsefe, Psikoloji (Ruhbilim), Dilbilim, Bigisayar Bilimi, Antropoloji (Kültürbilim), Nörobilim (Sinirbilim). Hexagram şeklindeki orijinal taslağında birbiri ile kuvvetli bağ öngörülen birliktelikler düz çizgi ile, zayıf bağ öngörülen birliktelikler ise kesik çizgi ile gösterilmiştir. Bu stratejik yol haritasının üzerinden kırk yıl geçmiş bugünkü aktif hali ise ilk günkünün birebir aynısıdır:
Sadece görüleceği üzere, alt sol köşede Bilgisayar Bilimi terimi, Yapay Zeka terimi ile yer değiştirmiştir ki zaten yapay zeka da bilgisayar biliminin bir alt dalıdır; yani değişen bir şey olmamıştır. Yapay zeka, bu büyük yapının altı kolundan sadece bir tanesidir. 1978 tarihli belgenin içeriği incelendiğinde, o gün kararlaştırılan ve temeli atılan gelişimlerin bugün yavaş yavaş yeni teknolojiler ve gelişimler olarak sunulduğu görülecektir.
B. Bilgisayar Bilimi ana maddesi altındaki 1. ve 3. maddelerin ayrı bir önemi vardır ki bunlar görüntü işleme ve doğal dil işleme konularıdır. Bugün yapay zeka, en yoğun hangi alanlarda kullanılmaktadır? Bunlar, derin öğrenme (deep learning) yöntemleriyle görüntü işleme ve doğal dil işleme alanlarıdır… Bu konu çok detaylı ve geniş olduğundan yazı dizisinin ana eksenini kaydırmadan şimdilik bu kadar bilgi verilmesi yeterlidir.
Yazı dizisinin bu ilk bölümünü tamamlamadan önce son olarak dikkat çekmek istediğimiz başka bir husus daha vardır. Linda hanımın bahsettiği ve Güneş’in içini simgeleyen sekiz köşeli Yıldız, kutsal bir sembol olarak Kızılderili toplumlarında kullanılmaktadır. Oturan Boğa Üniversitesi’nin kütüphanesinde çekilmiş olan aşağıdaki fotoda da bu durum görülmektedir:
Duvardaki örtü, daha yakından incelendiğinde ise merkezdeki 8 köşeli yıldızın etrafında, parça deseni simetrisine sahip 16 köşeli başka bir yıldız olduğu görülecektir:
Bu durum, NASA’nın Güneş’in içini gösteren fotoğrafıyla beraber ele alındığında bize bir yerlerden tanıdık gelmektedir…
“...Asla şüphem yoktur ki, TÜRKLÜĞÜN UNUTULMUŞ MEDENİ VASFI VE BÜYÜK MEDENİ KABİLİYETİ, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR... ”, Onuncu Yıl Nutku, Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Yasin Murat Yiğit
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle