Pazarı pazartesiye bağlayan gece az sayıda Kalperenle Ocağımızda otururken açılan bir konu üzerine Ocağın havası birden değişmişti. Sutanımız gönüllü olanların sahneye çıkmasını istedi. O güne kadar her zaman ilim öğrendiğimiz, deruni sohbetler ettiğimiz yeri geldiğinde tiyatro gösterileri, oyun havaları ve meşklerle eğlendiğimiz ocağımızda Kadim Türk Savaş Sanatları üzerine bir eğitim başlamıştı. O andan sonra soluduğumuz hava ve atmosferde değişmeye başlamıştı.
Ocakta yeterli genişlikte bir alan oluşturduktan sonra gönüllü olanlar 2şerli gruplar halinde eşleşti. Gece yarısı eğitimimize de "Pars pençesi tekniği" ile başlamıştık.
Bu hareketi önemli kılan nokta karşımızdaki kişinin kilosunun, boyunun hiç bir önemi olmamasıydı. Yani düşman ne kadar güçlü olursa olsun Pars pençesi ile tek hamlede devre dışı bırakılabiliyordu. Yine öğrendiğimiz ilginç bir bilgi de bu teknikle bir insanın kaburgalarının kırılabileceği ve kalbinin tek hamlede sökülüp alınabileceğiydi.
Pars pençesi tekniğini öğrenirken hepimizin ellerinde tırnak izleri oluşmuş, birçoğumuzun da elleri kanamaya başlamıştı. Fakat sultanımızın yüksek sesle "Darbelerden çekinmeyeceksiniz, Türk acı çekmekten korkmaz" gibi sözlerini duyunca bizler daha çok motive oluyor ve eğitime ara vermeden devam ediyorduk.
Bir diğer öğrendiğimiz tekniğin ismi ise "Mühür" tekniğiydi. Yine hiç bir güç gerektirmeyen bu hareketinde yöntemi çok basitti. Tek bir hamle ile düşmanın burnu hedef alınan bu teknikte amaç düşmanı bloke etmekti. Şayet kendi kanını gören bir insan zaten psikolojik olarak zayıf duruma düşecek ve içini bir korku kaplayacaktı.
Güç uygulamadan, ince tekniklerle ve dokunuşlarla düşmanı bloke edebileceğimiz bir diğer teknikte "Turnanın Kanat Açışı" idi. Eğitim boyunca öğrendiğimiz en kolay teknik belki de buydu. Bu Tekniğinde felsefesi yine düşmanı psikolojik olarak etki altına almak üzerine kuruluydu. Yapılan tek bir hareket sonrasında düşman daha ne olduğunu anlamadan kör olduğunu hissedecek ve başında inanılmaz bir ağrı hissedecekti. Kör olduğunu düşünen birisi savaş meydanında ne kadar savaşabilirdi ki ?
Eğitim hız kesmeden devam ediyordu...
Bir sonraki tekniğin ismini duyunca zaten birçoğumuz mantığını hemen kavramıştık. Hareketin ismi "Turan Tekniği" idi. Türklerin tarih boyunca savaş meydanlarında bu taktiği kullandığını hepimiz biliyorduk. Fakat yakın dövüşte bunun nasıl kullanılacağını öğrenmek için Sultanımızı dinlemeye devam ettik. Diğer tekniklerin hepsinin felsefesi, düşmanın içinde korku oluşturup onu psikolojik olarak esir almaya dayanırken bu tekniğin amacı tam tersiydi. Düşmana bir yandan alaycı ve kızdırıcı tavırlarla yaklaşıp onu kışkırtmaya çalışırken bir yandan da çekingen tavırlarla, korkuyormuş gibi yapıp onu üstümüze çekmekti amaç. Tüm bu kışkırtmalara kanan ve korkuyormuş gibi görünmemizden cesaret alan düşman kontrolsüz bir şekilde üstümüze gelince de ani bir hareketle düşmanı nasıl alt edebileceğimizi öğrenmiştik.
O gece öğrendiğimiz bir başka teknik "Yeri öptürme" tekniğiydi. Aslında bana göre en anlamlı felsefeye sahip teknikte bu teknikti. Bir açıdan bu hareketi sağ gösterip sol vurmak olarak da düşünebiliriz. Düşmanın beklemediği bir anda beklemediği yerden yapacağımız bir hamle ile düşmana önümüzde diz çöktürebiliyor ve yeri öpmesini sağlayabiliyorduk. Neden mi yeri öptürüyorduk? Çünkü "Türk toprağı kutsaldı. Ve her düşman Türk toprağını öpmeli ve ölmeliydi."
Gece boyunca bu 5 teknik üzerine çalışmıştık. Ama eğitim elbette bu kadar değildi. Sultanımızın bu teknikler arasında verdiği bilgilerde eğitimin parçasıydı. O gece öğrendiğimiz şeylerin birisi de Türkün hiç bir zaman gözüne kestirdiği birisiyle savaşmayacağıydı. Karşısındaki kişi küfür dahi etse Türk arkasını döner ve giderdi. Türk sadece dengiyle ya da kendisinden daha güçlü birisiyle savaşırdı. Zorda ve mecbur kalmadıkça da hiç kimseyle savaşmazdı.
O gece öğrendiğimiz bir başka şeyde Sultanımızın "Türklerde kadına kibar davranılmaz" demesi olmuştu. Nasıl yani diye düşünürken cevabı da gecikmedi. Kadına kibar davranmak kadına hakarettir. Bir erkek arkadaşına,çocuğuna nasıl davranıyorsa bir kadına da öyle davranmalıdır. Çünkü çocukları yetiştiren anadır ve çocukları savaşçı olarak yetiştirmelidir. Türklerde kadın-erkek yeri gelmiş birlikte savaşmış, yeri gelmiş birlikte ülkeyi yönetmiştir. Çünkü kadın ve erkek eşitti. Kadınlara ayrı davranmak bu eşitliğe de aykırıydı. Tabi burada sultanımız kibar davranmamak derken iltifat vs etmemeyi kastetmediğini, hoş sözlerin söylendiğini ve söylenebileceğini de belirtmişti.
Gece yaklaşık 2-2.5 saat süren eğitimin ardından "tamam eğitim bitti" diyen Sultanımız "hadi bi rahatlayın kendinize gelin" dedi. Eğitime katılan 5 kişi ocağımızın vazgeçilmezi olan oyun havalarıyla eğlenip rahatlarken, Hanife hoca yanıma gelip "Gel fatih oynayalım" dedi ve karşılıklı oynamaya başladık. Kollarım havada oynamaya devam ederken, Hanife hoca öğrendiğimiz teknikle beni tek hamle de etkisiz hale getirmişti. Ne olduğunu kimse anlamamıştı. Ben zaten ne oluyor demeye kalmadan kendimi yerde bulmuştum. Biz eğitim bitti diye rehavete kapılırken Sultanımız bizlere bir başka ders daha vermişti. Sultanımız "Siz bu eğitime 5 kişi başladınız. 5 kişi olarak yola devam ettiniz. Aranıza girmeye çalışan 6. kişiye karşı hepinizin gözü açık olmak zorunda." diyerek bizlere eğitimin son dersini de vermiş oldu.
Eğitim boyunca hepimizin dikkatini çeken bir unsurda Sultanımızın tüm eğitim boyunca çok net ve ciddi duruşu olmuştu. Her tekniği sahneye gelip tek tek anlatan Sultanımız her kelimeyi de üstüne basarak, vurgulayarak konuşuyordu. Bu eğitime çok önem verdiğini hepimiz anlayabiliyorduk.
O gün öğrendiğim en önemli şeylerden birisi de zor zamanlarda ülkeyi koruyan ve yöneten Parsların ne kadar etkili olabileceğiydi. Aslında meselenin güçlü olmak olmadığını o zaman anlamıştım. Önemli olan şey işin ilmini bilmekti ve nerede, hangi tekniği uygulayacağını bildikten sonra gücün ve güçlü olmanın ya da öyle gözüküyor olmanın hiç bir anlamı yoktu. Sultanımızın sıklıkla söylediği "200 yıllık Abd süper güç oluyorsa binlerce yıllık tarihi ve töresi olan Türk'e 2 dakika yeter." sözünü şimdi daha iyi kavrıyordum.
Bunlar gibi 100'lerce Kadim tekniklerin var olduğunu öğrenmiştik. Fakat o gün öğrendiklerimiz bunların sadece 5 tanesiydi. Tüm bu teknikleri bilen bir Türk'ü düşünün. Atatürk'ün de dediği gibi Dünyaya bedel olmaz mıydı ?
Fatih Yıldız
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle