En Sıcak Konular

E-Babil

4 Mayıs 2016 08:25 tsi
E-Babil E-Babil

E-BABİL

Fil suresi 3.ayet: Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl.  

 Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.

1. ve ersele : ve gönderdi
2. aleyhim : onların üzerine
3. tayren : kuş, uçan
4. ebâbîle : ebabil
 

 Çağlar boyunca olanları unuttu insanoğlu... Öylesine gaflete düştü ve unuttu ki, kim dosttu kim düşman bunu dahi unuttu... Belki de öyle olması gerekiyordu, bilemiyorum... Asıl düşman hala hayatta, kanlı canlı olarak hayatta ve mühleti dolmak üzere... O mühlet ki;

"İkterabetis sâatu ven şakkal kamer":Yaklaştı saat,yarıldı Kamer(AY)!   Kamer-1   
"İnnehum yeravnehu baîdâ, Ve nerâhu karîbâ": Kafirler o azabı uzak görüyorlar, biz ise onu yakın görmekteyiz. Mearic 6-7  o mühlet dolmak üzere...

Çok merak ediyorum,insanın kendisini bu kadar güvende hissetmesi ve kendisine bu kadar güvenmesini nasıl açıklarız? Üstelik ayette şu yazıyor iken:

Onların yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik. Furkan 23

Bizi topyekûn olarak yok olmaktan kurtaracak olan; güya Işık getiren, Ateş Hırsızı, Bilgi ağacının hırsızı, Lucifer, İblis, Prometheus mu olacak? Elbette hayır! Ancak bize, yani dünya(!) insanlarına dayatılan hikaye budur...Yani bize aktarılan bir takım bilgilerin yardımı ile  insanlığı ileride oluşacak mutlak kıyametten kurtaracaklar öyle mi? 

Peki öyleyse neden Nuh Tufanı'nı durduramadı o "mühim" kişi? Neden Ad, Semud, Ress, Lut, Firavunlara yardım edemedi? Neden Mu'nun batışını durduramadı? Neden toplanan on binlerce yıllık bilgi ve teknolojinin kaybolmasına izin verdi? Hiç düşündünüz mü? Cevabı çok basit: çünkü hiç bir yaptırım gücü yok, bildiği sadece insanların kulaklarına fitne ve yalan fısıldamak... Gerisini "gaza" gelen kandırılmış insanlar hallediyor tarih boyunca, ancak sonuç hep aynı: hüsran... 

Fil olayını çok merak etmiştim çocukken. Günümüzün ana muharebe tankları gibi olan o zamanın Fillerini, küçücük kuşlar ve attıkları taşlar helak etmişti... 


Fil suresi 3.ayet: Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl. 

Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.
1. ve ersele : ve gönderdi
2. aleyhim : onların üzerine
3. tayren : kuş, uçan
4. ebâbîle : ebabil

Fil suresi 4.ayet: Termîhim bi hicâratin min siccîl
1. termî-him : onların üzerine atıyorlar
2. bi hicâretin : taşları
3. min siccîlin : siccil'den, pişmiş sert tuğladan

Ayrıntılı olarak incelenirse; konunun, özetle uçan bir takım yaratıkların,yerdeki filleri ve askerleri "siccil"den taşlar ile yok edişi anlatılıyor...

3 sorum var?

1- Tayr olan yani uçan şeyler ne?
2- E-babil nedir?
3- Siccil nedir?

Şimdi teker teker bu sorulara cevap verelim ve bakalım tefekkür bizi nerelere götürecek?

TAYR: uçan şey, kuş demek. Ancak Elmalılı'nın tefsirinde; TAYR, bilindiği üzere uçan kuş demek olan "tair"in çoğuludur. nekre(sıfat) olarak getirilmesi de bunların tanınmadık, garib birtakım kuşlar olduğunu hatırlatır. Gerçekte kuşların o zamana kadar oralarda görülmemiş irili, ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım garip kuşlar olduğu da rivayet edilmiştir.

Burada hemen herkesin ortak düşüncesi; Tayr kelimesinin o güne kadar görülmedik acaip uçan şeyler olduğudur. O günlerde uçmak fiili sadece kuşlara atfedildiği için, bu uçan şeylerin de kuşlar ile özdeşleştirilmiş olması muhtemeldir. Günümüzde insanlara sorulsa; uçan o kadar çok araç gereç var ki... Uçaklar,helikopterler, drone denen insansız hava araçları,daha yukarıda uydular vs vs...

Uzun lafı kısası burada bu surede, uçuşu ve yok edici silahlara sahip olması yönünden bir kez daha Elmalılı tarafından da şöyle benzetme yapılır: Şu halde açıkta bulunan bir orduya böyle gökten uçaklarla makineli tüfek bombardımanı yapar gibi alay alay kuşlarla fırlatılan fevkalade taşların isabeti altında kalanların hali ne olacağını tasavvur etmek ise kolay olur.

Konu edilen şeyler uçan araçlardır. (Allahualem) Bu araçlar ikinci sorumuzdaki gibi uçmaktadırlar..

EBABİL: Elmalılıya göre Küme küme, çeşitli bölükler halinde, katar katar, alay alay, birçok kuşlar demek olur. Burada Ebabil, uçan bu nesnelerin küme küme bölükler halinde,belli bir akli iradenin kontrolünde uçacak şekilde dizayn edildiğini anlatır. Gerek uçma şekilleri gerekse de uçarlarken birbirlerine çarpmayacak şekilde hareket etmeleri,hepsinin planlı kontrollü bir biçimde hareket ettikleri düşüncesini doğurur...(Allahualem)

Kuran'da araştırma yaparken; Ebabil ile Babil kelimesinin neredeyse birbirine tıpatıp benzediğine tanık oldum. Peki Ebabil'in Fil suresindeki kullanımına bağlı anlamını anlattık. Babil ne demektir?

BABİL: Günümüz Irak ülkesinin sınırları içerisinde yer alan , dünyanın en eski şehri olduğu da iddia edilen efsanevi Babil Kulesi ile ünlü bir yer. Kuran'da 3 yerde önem arz edecek şekilde yer alıyor:

Bakara Suresi 102: Vettebeû mâ tetluş şeyâtînu alâ mulki suleymân, ve mâ kefera suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sıhr, ve mâ unzile alel melekeyni bibâbile hârûte ve mârût, ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yegûlâ innemâ nahnu fitnetun felâ tekfur, feyeteallemûne minhumâ mâ yuferrigûne bihî beynel mer'i ve zevcih, ve mâ hum bidârrîne bihî min ehadin illâ biiznillâh, ve yeteallemûne mâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum, ve legad alimû lemenişterâhu mâ lehû fil âhırati min halâg, ve lebié'se mâ şerav bihî enfusehum, lev kânû yağlemûn. 

Diyanet Meali: 

2.102 - Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, "Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme" demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!

Kasas 38: Ve gâle fir'avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin ğayrî, feevgıd lî yâ hâmânu alet tîni fec'al lî sarhal leallî ettaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî leezunnuhû minel kâzibîn. 

Diyanet Meali: 

28.38 - Firavun, "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Mûsâ'nın ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben onun mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum" dedi.

Mumin 36-37: Ve gâle fir'avnu yâ hâmânubni lî sarhal leallî ebluğul esbâb.  Esbâbes semâvâti feettalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî leezunnuhû kâzibâ, ve kezâlike zuyyine lifir'avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl, ve mâ keydu fir'avne illâ fî tebâb.

Diyanet Meali: 

40.37 - (36-37) Firavun dedi ki: "Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ'nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum." Böylece Firavun'a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı.

Babil şehrindeki 2 meleği anlatan bir ayet ve Babil şehrindeki kulenin yapım emrini veren firavunu anlatan 2 ayet...

Bir de Babilin; her ne kadar değiştirildiğini bilsek de eski ahit'te nasıl yer aldığına bakalım ve karşılaştırıp çapraz sorgu yapalım...

Eski Ahit,Tekvin,Bap 11:

1. Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.
2. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler.
3. Birbirlerine, "Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim" dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar.
4. Sonra, "Kendimize bir kent kuralım" dediler, "Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız."
5. RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
6. "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
7. "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
8. Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
9. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

Buraya kadar öğrendiklerimizi bir tartalım: Kuran ile eski ahit'in neredeyse birbirinin aynısı bir olayı anlattığını görüyoruz. Ben elbette Kuran'ı kendime referans alıyorum, ancak eğer Kuran'ı doğrulayan yerleri var ise bilgiyi arttıracak ise çeşitli kaynaklardan yararlanıyorum. İlim Allah'ın ilmi,"Oku"malıyım diyerek inceliyorum.

Tefekküre devam edelim:

Yukarıda zikredilen anlamı ile Babil; çeşit çeşit küme küme fırka fırka demek oluyor, böylece hiç bir grup insan bir diğerinin dediğini anlamıyor. Zaten Kuran da bize bu durumu şu 2 ayet ile gayet açık anlatıyor:

Maide 48: (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

Secde 13: Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, "Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım" sözüm gerçekleşecektir.

Dolayısıyla bizce tarihi belli olmayan bir çağda Allah, insanları çeşitli ümmetlere ayırmıştır... Bu olay Babil kentinde meydana gelmiştir. Bu büyük olayı tetikleyen şey ise; o devrin Firavununun, "gökteki  sebeplere" erişecek bir "kule" yapımına başlamasıdır. Gökteki sebeplerin izahını gerek Sn. İskender Türe gerekse de Sn. Serhat Ahmet Tan kitaplarında yapmışlardır...

Benim sormak istediğim şey ise şudur:

Babil aslında neden bu kadar önemlidir?

Bab ne demektir? : Kapı 

İl ne ekidir? : Allah'ın anlamındadır.(Cebra-il,Azra-il,İsraf-il vb...)

 O halde Bab-İl ; ALLAH'IN KAPISI anlamında düşünülünce, Babil'e geçmişte ve günümüzde verilen önem bir anda ortaya çıkar. Geçmişte Kule (bir takım araç) ile sebepleri (gök yolları) kullanarak, Musa'nın Rabbine ulaşmayı dileyenler ile günümüzde uçaklarla tanklarla askerleri ile sözde sebepler ile Irak'ı işgal edip Babil'i yağmalayanlar NE ARAMAKTADIR ve NE BULMUŞLARDIR? 

Sizi bu soruyla baş başa bırakarak 3.soruma geçiyorum:

SİCCİL: Önce ilgili ayeti hatırlayalım

Fil suresi 4.ayet: Termîhim bi hicâratin min siccîl

1. termî-him : onların üzerine atıyorlar
2. bi hicâretin : taşları
3. min siccîlin : siccil'den, pişmiş sert tuğladan

Elmalılı diyor ki: İbnü Hişam "Siyer"de demiştir ki Yunus-i Nahvî ve Ebu Ubeyde bana şöyle haber verdiler: Siccil, Arap katında şedid sueb (şiddetli katı) yani katı sert demektir. Bazı tefsirciler bunun Farsça iki kelime olup Arab'ın bir kelime yapmış olduğunu zikretmişlerdir: Senc ü cil, yani taş ve çamur. Hakikaten İbnü Cerir ve diğerleri de İbnü Abbas'tan rivayet edildiği üzere en meşhur mânâsında siccil, Farsça olan seng, gil değişimidir. Seng taş, gil çamur demek olduğu için kiremit gibi çamurdan taşlaşmış taş. Demek ki Arap bunu bir kelime yaparak katı, sert mânâsında kullanmıştır.

Kaçışıyorlar her yolda düşüşüyorlardı. Ve her sığındıkları yerde helâk oluyorlardı. Ebrehe de cesedinden isabet almıştı, onu beraberlerinde çıkardılar. Parmak ucu kadar, parça parça dökülüyorlardı. Her parça döküldükçe arkasından cerahat, irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öyle San'a'ya kadar götürdüler, bir kuş yavrusu gibi olmuştu. Zannettiklerine göre kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti." İşte genellikle rivayetlerde olayın açıklaması böyledir. Yukarda geçtiği üzere kuşların daha çok büyüklüğü ve renklerinin siyahlığı, yeşilliği, beyazlığı ve taşların insan başı kadar olanlarının da bulunduğu ve Necaşi'ye kadar gidebilen bir kişiden başka hepsinin orada yok olduğu hakkında da bazı rivayetler varsa da, meşhur olan öyledir.

İbnü İshak bunlardan başka bir de tek bir haber olarak demiştir ki: Bana Yakub b. Utbe haber verdi. Ona şöyle haber verilmiş: Arabistan'da Hasbe ve cüderi, yani kızamık ve çiçek ilk önce o sene görülmüş. Harmel, hanzal ve uşer denilen acı ağaçlar da ilk önce o sene görülmüş. Bunu İbnü Hişam, İbnü İshak'tan bu şekilde rivayet ettiği gibi, İbnü Cerir de İbnü Humeyd'den, o Seleme'den, o İbnü İshak'dan, o Yakub b. Utbe b. Muğire b. Ahnes'ten aynı şekilde rivayet etmiştir.

Görülüyor ki, bu yalnız Yakub b. Utbe'den bir tek rivayettir, o da kesin olarak değil, kendisine öyle haber verilmiş diye bilinmeyene isnad ederek zayıf bir şekilde rivayet etmiştir. Hem de fil sahiplerinin çiçekten kırıldığını söylememiş, Arabistan'da çiçek ve kızamık hastalıklarıyla üzerlik, Ebu Cehil karpuzu gibi zehirli ağaçların ilk olarak o sene görüldüğünü söylemiştir ki o doğru ise bu iki fıkra beraber düşünülmek ve bundan dolayı o hadisenin kendisi değil, o pisliklerin sebep olduğu diğer bir sonucu kabul edilmek gerekir. Ancak bundan başka olarak İbnü Cerir'in, Yakub, Hüşeym, Husayn tarikıyle İkrime'den naklen şöyle bir rivayeti vardır: İkrime kavlinde demiş ki: Yeşil kuşlardı, denizden çıkmıştı, siba başları gibi başları vardı. Ve demiş ki: Beraberlerindeki taşlarla onlara atıyorlardı. Demiş ki: Onlardan birisine isabet ettiği zaman onda çiçek hastalığı çıkıyormuş, çiçek hastalığının ilk görüldüğü gün o imiş, o günden ne önce, ne de sonra görülmemiş."

İkrime'den nakledilen bu haber öbüründen farklıdır. Bunda kuşların atmış oldukları taşların isabet ettiği kimselerde çiçek hastalığı çıkartmış olduğunu açıklamış olması itibarıyla tefsirle ilgili olan bir vecih vardır. Buna göre "asf-ı me'kul" (yenilmiş ekin) gibi kılınmaları, taşların yalnız dışardan kurşun gibi yaralama ve öldürmekten ibaret kalmayıp, aynı zamanda cesetlerinin içinden de derhal bir çiçek hastalığı patlatmak suretiyle delik deşik kırılıp serilmeleri ile de ilgili olmuş oluyor ki, bunda gariplik çatallanmış bulunuyor. Hem kuşlara taşlatmak, hem de taşların etkisiyle aynı zamanda çiçek çıkartıp kırmak, iki gariplikle olayın durumundaki acaibliği daha çok artırıyor. Karşı koymasız hedefine ulaşmak üzere bulunan saldırgan bir ordunun tam Mekke'ye girmek üzere bulunduğu bir sırada ansızın başlarına gökten taş yağdırılıvermesi garib bir olağanüstü olay olduğu gibi, öyle bir anda ansızın salgın ve eşi görülmedik bir çiçek hastalığıyla serilmeye başlayıvermesi ve teşebbüs edilen maksadın bu şekilde güdük kalıp bütün tedbirlerin bozulmuş olması da başlı başına olağan düşü bir garipliktir.

Taş yağması ne kadar garip olursa olsun yağan taşların altında kalanların yaralanması, kırılıp ölmesi tabii sayılabileceği halde, bu taşların yaralaması aynı zamanda bir de çiçek hastalığı yaparak öldürmesi normal değil, gariplik üstüne gariplik olur.

Taş, çamurdan taşlaşmış sertleşmiş taş...Hem delip geçiyor öldürüyor yaralıyor  hem de hastalık bulaşıyor . Peki başka ne gibi kaynaklarda bu kelime veya bunun etimolojik olarak çok yakını geçmektedir?

Yabancı dilde SIGIL olarak yazılan sözcük şu anlama gelir: Sihirde kullanılan bir sembol  olan Sigil mühür anlamına da gelir.Sembol genelde melek veya şeytanları simgeler.İbranicede segula olarak geçer ve hareket,kelime,sihirli nesne,talisman anlamına gelir.Sigil sembolleri,konu edilen melek veya şeytan üzerinde tam bir hakimiyet vererek istenilen etkiyi sağlar diyor yabancılar.Eski Hint'te de İskandinav runik sembollerinde de yer alır.Burada zikredilen kültürlerin pek çoğunun asıl mimarları eski Türk uygarlıkları olduğu için bu konuyu da ehline bırakarak devam ediyorum...

Ayrıca modern tıpta da Siğil olara yer alır ki; Siğil, derinin üstünde çıkan Human Papilloma Virüs " HPV olarak adlandırılan bir infeksiyondur. Siğillerin biçimi, boyutu nerede oluştuğuna göre değişiklik göstermektedir.Vücudun heryerinde meydana gelebilmektedir.Genelde deri ile aynı renge sahip olarak sert, kabarık bir biçimde içlerinde nokta gibi gözüken siyah virüsler barındırırlar.

Modern tıp açıklaması ile, Elmalılı Hamdi Yazır tefsirindeki ortak noktalara dikkat çekerim.Hastalık yayan sert taşlar...

E-Babil konusunu açmamın "sebebi" ; artık insanların eskiye ait olanı hatırlayıp, geleceği kesin olan Kamer'in yarılması ve Saat'in yaklaştırılması olayına hazırlanmasıdır...Teknolojinin ilerlediği ve bu durumun insanlığa tekilliği ısrafı ve küstahlığı aşıladığı bu çağda, bizler bilgiyi üretip yönetemez isek, bizim ve çocuklarımızın hali nice olacaktır...

Dr. Cenk Düzgit

 





Bu haber 7,350 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,888 µs