“Bir ant içtik hepimiz, hatırlasak da hatırlamasak da” böyle başlar Ant-1 romanı (http://medya.onaltiyildiz.com/ant-b01/). İşaret parmağımıza bağlanmış kırmızı bir kurdeledir o ant. Ama o kurdelenin neden, ne zaman bağlandığını hatırlıyor muyuz acaba? Andımız ne idi, o andı neden içtik, unuttuk değil mi? O kurdeleyi çıkarırsak salt doğruyu ve tekliği işaret eden parmağımız kalır. Biraz hatırlamaya ne dersiniz? O vakit Allah’ın kelamına danışalım ve sevgili Kur’an’ın nurunda arayalım yanıtları.
“Bir şeyin doğru olduğunu Tanrı yada kutsal bilinen şeyleri, kimseleri tanık göstererek belirtme veya bir şeyi yapacağı yada yapmayacağı konusunda kendi kendine söz verme, yemin, kasem”. Ant kelimesinin sözlük anlamı bu şekilde. Kur’an’da geçen “ahid (yada ahd)” kelimesi de bu anlamda kullanılmaktadır. Ahid aynı zamanda “tanıma, yükümlülük” tanımlarını da içeriyor. Ahid kelimesi bazı ayetlerde “emir” anlamında da kullanılır. Kur’an’da bir de “misak” kelimesi geçer. Bu kelime ise “ant, bağlaşma, sözleşme, işi sağlam tutma” olarak açıklanmaktadır. Bu kadar kelime bilgisi yeter. Biz parmağımıza kırmızı kurdeleyi neden bağladığımıza geçelim. Evet kurdeleyi biz kendimiz bile isteye ve kendi kendimize şahit tutarak bağladık. Kanıt: “Hani, Rabbin, âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları kendilerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" demeyesiniz (Araf/172)”. Haberimiz yok mu sizce? Ya da hatırlamıyor numarası mı yapıyoruz?
Bizi sevgi ve alaka ile yaratan Rabbim bu antlaşmanın karşılıklı olduğunu bize özellikle de bir kavmin yaptıklarından örnek vererek söylüyor açık açık: “Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun (Bakara/40)”. Yine Tevbe/111’de tüm insanlar örnek verilerek şöyle belirtilmekte: “Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. Allah'ın; Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak olarak yazdığı bir vaattır bu. Ahdine, Allah'tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu antlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük başarının ta kendisi”. Yani ahdin karşılıklı olduğu açık değil mi? Yüce Tanrının sözü tartışılmaz, biz kendi cephemizden anlamaya çalışalım olanları. Peki bu antlaşma sırasında aslında biz Rabbimizi kabul ederken hangi maddelerin altına imza attık ve hepimiz bu antlaşmayı kalben kabul ettik mi?
“Antlaşma kimlere teklif edildi?” diye soralım öncelikle. “Yemin olsun, biz daha önce Âdem'e ahit verdik de unuttu; biz onda bir azim bulamadık (Taha/115)” Anlaşılıyor ki ademoğullarından önce Adem de ant içmiş. Sonucu ve olanları biliyoruz hepimiz. Ademin oğullarından da hangi soy, hangi zürriyet olursa olsun hepsinden kendileri tanık tutularak söz alınmıştır (Araf 172). Ademoğullarına “Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır, demedim mi (Yasin/60)” diye de antlaşma maddelerinin biri hatırlatılır. Peygamberler ile de antlaşma yapılmıştır “Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: "Size Kitap'tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?". "Kabul ettik." dediler. "O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım." dedi (Ali İmran 81)”. Peygamberlerin ahidleri diğer Ademoğullarından daha ağır, öyle değil mi? Yani antlaşma içinde antlaşma, söz içinde söz. Bir konuyu unutmamak için tekrar yaparak pekiştirme gerekli. Bu da Allah tarafından gönderilen kitaplar, sayfalar, Resuller ile olmuyor mu sizce? Peygamberlerden alınan söz de oldukça sağlamdır: “Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz aldık (Ahzab/7)”. Resul gönderilen kentlerin, milletlerin çoğunda sözünde durma diye bir şey bulunmaz ve çoğu da yoldan çıkmıştır. Böyle söyler Tanrım Araf/102’de.
Söz alınanlar arasında bir de kitap verilenler var “Allah, kendilerine kitap verilenlerden şu yolda mîsak almıştı: "Onu insanlara mutlaka açık-seçik bildireceksiniz, onu saklamayacaksınız." Ama onlar Kitap'ı sırtlarının gerisine attılar, basit bir ücret karşılığı onu sattılar. Ne kötü şey satın alıyorlar! (Ali İmran/187)”. Gelelim her zaman insanlığın başına bela olan İsrailoğularına. Bu millet ile defalarca ahitleşilmesine rağmen, her seferinde bu ahdi bozmuşlardır ve Kur’an’da bu durum birçok ayette (Bakara/40) belirtilir. Aslında İsrailoğulları üzerinden verilen örnekler tüm müminlere ışık da olmalıdır. Yani “onlar gibi ahdinizi bozmayın ki onların başına gelenler sizi de yakalamasın” diye uyarı da yapılmaktadır. İsrailoğullarından, yalnızca Allah’a kulluk etmek, ana-babaya, yetimlere, yoksullara iyilik etmek, güzel konuşmak, zekat vermek (Bakara/83), birbirinin kanını dökmemek, bozgunculuk yapmamak adına (Bakara/84) defalarca söz alınmış, ama onlar işitip inkar etmiş ve kalplerinde buzağı sevgisi yaratmışlardır (Bakara/93). Ne acı, defalarca affeden Yüce Rabbim sonunda sözlerinden dönmeleri sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir (Nisa/155). Onlar kitaplarındaki kelimelerin yerlerini değiştirmiş ve kitaplarının büyük bir bölümünü de unutmuşlardır, bu nedenle lanetlenmişlerdir (Maide/13). Ayrıca kendilerine gönderilen peygamberlerin bir kısmını yalanlayıp, bir kısmını da öldürmüşlerdir (Maide/70). Ayrıca antlaşmaya kendileri de uydurma maddeler eklemektedirler: “Dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan bir ahit mi aldınız! Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a isnat ederek, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? (Bakara/80)". Bu sadece bu topluluk için geçerli değildir. Ayetleri inkar edenler de gaybı bildiğini ve Allah katında bir söz aldığını iddia ederler (Meryem/78). Kendini Hristiyan olarak tanıtan topluluklardan da söz alınmıştır. "Biz Hıristiyanlarız!" diyenlerden de mîsaklarını almıştık. Onlar da öğütlenmek üzere çağırıldıkları şeyden nasiplenmeyi unuttular. Bu yüzden, aralarına kıyamete değin düşmanlık ve şiddetli nefret saldık. Sınaat/teknoloji olarak ürettikleri şeylerin ne olduğunu Allah onlara yakında haber verecektir (Maide/14)” .
Kimler ile antlaşma yapılmamıştır peki: “Zalimler” diyelim bu sorunun yanıtına:
“Hani Rabbi, İbrahim'i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da onların hakkını vermişti de Rab şöyle demişti: "Seni insanlara önder yapacağım." İbrahim, "Soyumdan birilerini de" deyince Allah: "Benim ahdim zalimlere ulaşmaz." buyurdu (Bakara/124)”. Bunun dışında meleklere, şeytan ve avanesine de antlaşma teklif edilmemiştir.
Şimdi de antlaşma maddelerinden bazılarını sayalım mı:
- Rabbimiz olduğunu kendimizi tanık tutarak kabul ediyorum (Araf/172)
- Bozgunculuk yapmayacağım ve kötülükten sakınacağım (Ali İmran/76)
- Sözü ve yemini az bir bedelle değiştirmeyeceğim (Ali İmran/77)
- Yetimin malına tutumlu yaklaşacağım, ölçü ve tartıyı adaletli yapacağım, yalan söylemeyeceğim, başka yollara sapmadan dosdoğru yolu izleyeceğim (Enam/152)
- Allahtan cömertçe isteyip, O verdikten sonra vermede cimrilik etmeyeceğim (Tevbe/75-76)
- Verdiğim sözü az basit bit ücret ile satmayacağım (Nahl/95)
- Şeytana tapmayacağım (Yasin/60)
- … (bu kadarını hatırlasak öncelikle diye kestim)
Bu sayılanlar dışında İsrailoğullarından ve diğer kitap verilenlerden alınan fazladan sözler de hatırlatılmış Kur’an’da (Sanırım bu maddeler konusunda daha fazla uyarılmaları gerekli olduğu için). Ama bu sözler bizi hiç bağlamaz diyen çıkar mı bilemem. O zaman bakalım:
- Verdiğin nimetleri hatırlayacağım, Kitaba inanıp inkar etmeyeceğim, ayetlerini az bir bedelle satmayacağım (Bakara/40)
- Yalnızca Allah’a kulluk edeceğim, ana-babaya, yoksula-yetime iyi davranacağım, güzel söz söyleyip, dua edip zekat vereceğim, kan dökmeyeceğim, başkalarının yurdundan çıkarmayacağım (Bakara/83)
- Verilen Kitabı mutlaka insanlara açıklayacağım, onu gizlemeyeceğim (Ali İmran/187)
- Peygamberleri öldürmeyeceğim (Nisa/155)
- Kitabın kelimelerini değiştirmeyeceğim (Maide/13)
Antlaşma maddeleri gayet açık. Peki biz bunları neden ve nasıl unuttuk? Bu sorunun yanıtı bizi çözüme de götürecek. Şeytanın etkisine girmek, bu yanıtlardan ilki: “Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar (Mücadele/19)”. Kayıp gerçekten büyük. Kendi ellerimizle bizim lehimize olan bir antlaşmayı yırtıp atıyoruz. “Zikir/Kur'an bana geldikten sonra, o saptırdı beni ondan. Şeytan, insan için bir rezil edicidir (Furkan/29)”. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister (Maide/91). Musa ile Hızırın buluşmasında balığı unutturan da şeytandı hatırladınız mı? “Gördün mü? dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti (Kehf/63)”. Sahte nimetlere şükrettirerek (bkz.Ant-1) Allah ile aldatır şeytan ve avanesi. Bütün yaptıklarımızdan şeytanı suçlamayın sakın, neden bilir misin: “Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur (Zuhruf/36).” Yoldaşı biz seçiyoruz sanırım. Ancak, takva sahipleri, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda görülmesi gerekeni (gerçeği) görürler (Araf/201). Dünya hayatına dalmak (Araf/51); kötülüğü emreden, iyilikten alıkoyan ve cimrilik eden münafıklara uymak (Tevbe/67); Allah’ın dilemesine bağlamadıkça “bunu yarın yapacağım” demek (Kehf/24); ayetler hatırlatılınca onlara sırt çevirmek, kendi ellerinin yaptığını unutmak (Kehf/57, Mücadele/6); Allah’a dua edenleri alaya almak (Müminün/110); bol nimet verilmesi (Furkan/18); çocuklarını ve mallarını sürekli hesaplamak (Münafikun/9) ve hesap gününü unutmak (Sad/26, Casiye/64). İşte bunların hepsi, nasıl ve neden unuttuğumuzun yanıtı.
Başka neleri unuttuk acaba bu antlaşma dışında? Yaratılışımızın kodlarını da biliyorduk aslında. Ant-1 romanında bu durum oldukça ayrıntılı açıklanmış, dileyenler tekrar okur. “Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor. (Yasin/78) yada başka bir ayet “Hatırlamıyor mu insan; o daha önce hiçbir şey değilken, onu biz yarattık (Meryem/67). Yemin olsun, ilk yaratışı/yaratılışı bildiniz. Peki düşünüp ibret alsanız olmaz mı? (Vakıa/62)”.
Sorunun tespiti, çözümü kolaylaştıran en önemli basamaktır. Şimdi ise “Nasıl hatırlayacağız bütün bunları?” dediğinizi duyar gibiyim. İç içe kapılardan geçerek hedefe ulaşmak sanırım en doğrusu olacak. İlk kapı eşiğimiz kitabımız Kur’an. “O sadece âlemlere bir öğüttür (Enam/90,Enam/126, Araf/29)”. “Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu? (Kamer)”. Kur’anda yaklaşık 300 kadar ayette zikir kelimesi geçer. Bu kelime “hatırla, an, öğüt al ve bazı ayetlerde de Kur’an” anlamında kullanılmıştır. Gerçek, Kur'an'da türlü biçimlerde ve tekrar tekrar ifade edilir ki, düşünüp anlayabilelim (İsra/41, Taha/113). Öğüt verilerek antın maddeleri hatırlatılmaktadır. Aslında sözleşmenin kendisinin bizim için bir nimet olduğunu kabul edelim önce: “Allah'ın size olan nimetini «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, kalplerin içindekini bilmektedir (Maide/7)”. Bütün ayetler de bizim diğer kapı eşiklerimiz olsun. Kapı eşiklerini bir bir geçerken etrafımıza bir bakalım önce neleri göreceğiz, doğru gözle bakarsak tabi. Rüzgârlar esecek ve sonrasında yağan yağmurlar ile meyveler, ekinler yetişecek (Araf/57, Zümer/21). Yeryüzünde, çeşit çeşit renklerde başka şeylerinde bulunduğunu göreceğiz (Nahl/13). Geceyle gündüzü, öğüt almak isteyenlerle şükretmek isteyenler için, birbirini izler hale getirenin O olduğunu anlayacağız (Furkan/62). Peygamberlerin hayatı bizim için öğütler ile dolu olacak (Hud/120). İyiliklerin kötülükleri (günahları) giderdiğini göreceğiz (Hud/114). Allah’tan başka gökten ve yerden rızık verecek başka bir yaratıcı var olmadığını öğreneceğiz (Fatır/3).
Hatırlamamızı kolaylaştıran bazı davranış stillerini de benimsememiz lazım ki kapı eşikleri bizim için kolayca aşılır olsun. Bunun için birkaç öneri sunabilirim (tabi ki hepsi de kitaptan). İlim bize birkaç eşiği ışık hızıyla atlattırır sanırım: “Onlar o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah'ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: "Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin! Ateş azabından koru bizi!" (Ali İmran 191)”. Günahlarımızın farkına varıp, Allah’ı anıp, tövbe edelim (Ali İmran 135). Rabbimizi uygun şekilde analım: “Kendi kendine (içinden), yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma (Araf/205)”. Helal ve temiz nimetler üzerine Allah’ın adını anarak yiyelim (Maide/4). Dilimizde her zaman güzel sözler olsun: “Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. O ağaç, Rabbinin izniyle yemişlerini her zaman verir. Allah, insanlara böyle örnekler verir ki, düşünüp ibret alabilsinler. (İbrahim/24-25)”. Adaletli olalım, akrabaya yardım edelim, çirkin işlerin/fenalık ve azgınlığın da yasak olduğunu bilelim (Nahl/45). Arkadaşlarımızı iyi seçelim: “Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme (Kehf/28)”. Mümin arkadaşlarımıza hep yardımcı olalım: “Hatırlat/öğüt ver; çünkü hatırlatıp öğüt vermek müminlere yarar sağlar (Zariyat/55). Korunup sakınmaya yarayan giysinin (takva giysisi) en hayırlısı olduğunu bilelim (Araf/26).
Birçok nimeti de görebildik mi kapılardan geçerken? Toplumlara bir hatırlatıcı olarak peygamberlerin gönderilmesi en büyük nimetlerden biridir: “Sana Zülkarneyn'den de sorarlar: De ki: "Size ondan bir hatıra (zikir) okuyacağım (Kehf/83)”. Kavimlere verilen beceriler de bir nimettir: “Hatırlayın ki, Allah sizi Âd'dan sonra halefler yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. O'nun düzlüklerinde saraylar kuruyorsunuz, dağlarını yontup ev yapıyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini anın da fesat çıkararak yeryüzünü berbat etmeyin (Araf/74)”. Düşmanların dost yapılması/kalplerinin kaynaştırılması (Ali İmran/103); ezilip horlanan/ azınlık topluluklara yardım edilmesi-korunması (Enfal/26); rüzgar ve görünmeyen ordular ile düşmanların alt edilmesi (Ahzab/9); öğüt alınsın diye geçmiş toplumların hikayelerinin Kur’an’da anlatılması (TaHa/99) diğer nimetlerdendir.
Peki, hiç hatırlayamadık insanın yaratılışına kodlanan bu antlaşmayı, ne olacak? Ya da hiç denemedik hatırlamayı. “Unutan, unutulur (TaHa/126)” diyor açıkça yüce Tanrım. Sen beni unutma ben de seni unutmayayım, sen sözleşmeye uy ki ben de vaatlerimi sana göstereyim, diyor. Korkarım ki unutmaya devam edersek hafıza kaybımız geri dönüşsüz olacak “Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir (Haşr/19).
Sonuç olarak ne ortaya çıktı yazının sonunda bir toparlayalım. Yaptığın antlaşmayı hatırlamak istersek hatırlayabilirmişiz, öyle değil mi? Şimdi biraz özeleştiri lazım bize. Sevgili Kur’an’a, yazılı yazısız tarihe, doğaya ve verilen tüm nimetlere düzgünce bakabilmeyi becerseydik, bize andımızı hatırlatan parmağımızdaki kurdele çoktan çıkmıştı aslında. Ve bize öğüt almak/hatırlamak için yeterince zaman verildi, feryat etmek niye: “Feryat edip dururlar orada: "Rabbimiz, çıkar bizi de önceden yaptığımızdan başka şey yapalım. Barışa ve hayra yönelik iyi bir iş yapalım." Sizi biz, öğüt alanın öğüt alacağı bir süre ömürlendirmedik mi? Uyarıcı da geldi size…. (Fatır/37).” Özellikle de ülkemizde son zamanlarda yaşananları da göz önüne alırsak, bireysel ve toplumsal olarak bu zihniyeti (iğneği kendimize, çuvaldızı başkasına batırmadıkça) değiştirmedikçe ve insanın yaratılış fıtratında bulunan/yaratıcının yerli yerine yerleştirdiği kodları çözüp hatırlamadıkça, antlaşmanın maddeleri dışına çıktıkça hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Hepimiz belli zihniyetlerin kölesi olmaktan kurtulmadıkça, verilen nimetleri düzgün bir şekilde değerlendirmedikçe ve bize verilen hatırlatıcıları göz ardı ettikçe varacağımız yer bellidir. İşte o zaman bırakın parmağa kırmızı kurdele bağlamayı, tüm vücudu mumyalasalar nafile.
Özlem Genç
drozlemg@gmail.com
https://www.onaltiyildiz.com/?haber,6808
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle