Köşe Yazarı
Y. Murat YİĞİT
29 Ağustos 2017
Yitik Desenin Peşinde - 2
NASA’nın Kör Noktası: ‘S’ingularity
Singularity tehlikesi dünyaya ilk defa Komutan’ın onaltıyıldız’da 8 Nisan 2010’da yayımladığı ‘Singularity Tehlikesi " Bilinç Kıyameti’ adlı yazısı ile duyurulmuştur. Emir Yıldızdan ağabey de bu konunun önemine ‘Google ve Singularity’ yazısında olduğu gibi diğer bir çok yazısında da vurgu yapmıştır.
Singularity kelimesi gerek fizikte, gerek matematikte ve diğer bazı bilimlerde o bilim dalının kendi sahasında farklı manalara gelse de burda tehlike boyutundaki manası ‘teknolojik singularity’ kavramı ile esasen ortaya çıkmaktadır. Peki bu tehlikeli ‘teknolojik singularity’ kavramı ilk ne zaman ortaya çıkmıştır?.. Hangi kişiler ve/veya kurumlar böyle bir akımın doğuşuna sebep olmuş ve de bunu Ray Kurzweil’a kadar besleyip büyüterek getirmiştir?..
Bu sorunun cevabı, NASA’nın bundan 24 sene önce 1993 yılında arşivleyip raflarına kaldırdığı tozlu bir dosyanın içinde yatmaktadır:
Tarih: 30 - 31 Mart 1993. Yer: Abd’nin Ohio eyaleti, Westlake şehrindeki Holiday Inn oteli. İki gün süren bu özel sempozyumun ana sponsorluğunu, NASA Lewis Araştırma Merkezi’nin Uzay Teknolojisi Direktörlüğü üstlenmiştir. Sempozyum komitesi bu toplantının amacını, gelişmekte olan ve yeni teknolojilere katkı yapacak olan bilimadamlarının değil, 21. yüzyıla damga vuracak ve geleceğe yönelik çok daha ileri seviye fikirleri ortaya koyabilecek bilimadamlarının bir araya getirilerek bilgi alışverişinde bulunulması olarak açıklamıştır. Sempozyuma katılan ve katkı sağlayan en önemli dört bilimadamı: sanal gerçeklik alanında Myron Krueger, telerobotik ve Mars alanında Carol Stoker, robotik alanında Hans Moravec ve San Diego Devlet Üniversitesi’nden bir matematikçi, bilgisayar bilimci ve bilimkurgu yazarı olan Vernor Vinge. Burda bizi ilgilendiren her ne kadar teknolojik singularity kavramını ilk ortaya atan Vernor Vinge olsa da, bundan 24 sene önce daha ortada internet,vs. yokken veya bazı gelişmiş ülkelerde bile emekleme evresindeyken bugün yeni yeni ortaya çıkan sanal gerçeklik kavramının çalışmalarının daha o zamandan yapılmış olması da manidardır.
Sempozyum raporunun başlangıcında, robotlara duyulan aşk ile yazılan ‘duygusal’ da bir şiir bulunmaktadır:
Şiirin adı: Siberuzay Devrine Doğru:
‘Robotlarımız, sahip oldukları sonsuz çeşitlilikle bizden daha üstün varlıklar olarak evreni keşfediyorlar ve karmaşıklığın zevkini sürüyorlar.
Karbondan ve silikondan kendi gerçekliğimizi yarattığımız nöronlar matrisi ile, kendi evrimimizi kendi seçtiğimiz yönde gerçekleştiriyoruz...’ - Geoffrey Landis ��" 1993
Sempozyum raporunun tamamı 298 sayfadır, bizi esas ilgilendiren Vernor Vinge’in teknolojik singulairty makalesi ise 12 sayfadır.
Teknolojik singularity makalesi, NASA arşivinde N94 kodlu uzay bilimleri ana bölümünün içindeki 27359 nolu rafta yer almaktadır.
Vernor Vinge, makalesinin girişinde 30 sene içinde süper insanı oluşturabilmek için gerekli olan teknolojik gelişimin tamamlanacağını ve bu sürenin sonunda da insan çağının sona ereceğini iddia etmektedir. Bu iddianın gerçekleşebilmesini ise şu 4 maddedeki ilerlemelerle açıklamaya çalışmaktadır:
1. Kendi bilincinin farkına varan ‘uyanık’ bilgisayarların gelişimi.
2. Büyük bilgisayar ağlarının birer süper insan zekası birimi olarak kendi kendilerine uyanmaları.
3. Bilgisayar ve insan etkileşiminin çok yakınlaşmasından dolayı sistemi kullanan insanların da bir süper insan zekası kapasitesine erişmeleri.
4. Biyolojik bilimin doğal insan zekasını artıracak şekilde kendini geliştirmesi.
İlk 3 maddenin gerçekleşebilmesi bilgisayarların donanımlarının, yani esas olarak mikroçiplerinin geliştirilebilmesine bağlanmıştır. Bu nokta, Kurzweil’ın teknolojik singularity teorilerinin temeli olan, hemen hemen her sunumda kullandığı ve ‘ivmelenen zeka’ kavramıyla açıkladığı meşhur grafiğinin de özünü oluşturması bakımından oldukça önemlidir. Çünkü mikroçiplerin zamanla gelişimi, Moore Kanunu adı verilen bir gelecek projeksiyonuyla bu güne kadar başarıyla tahmin edilebilmiştir. Kurzweil, burdaki sistemi ve sistemin başarısını alıp kendi teorilerine uygulayarak ikna yönünü artırmaya çalışmıştır. Ama burda gözden kaçan, daha doğrusu insanların gözlerinden bilinçli olarak kaçırılmaya çalışılan başka bir ‘görünmeyeni olan görünen durum’ olan ‘kör nokta’ vardır...
Kurzweil’ın kendi sitesi olan singularity.com’dan alınan ve elektronik çiplerin gelişimini gösteren Moore kanununun grafiği aşağıdaki gibidir:
Moore kanunu, her 2 senede bir mikroçiplerin gücünün 2 katına çıkacağını öngörmektedir. Grafikte yatay x ekseni, mikroçiplerin ticari olarak kullanılmaya ilk başlandığı 1970’li yıllardan 2000’li yıllara uzanan bir zaman dilimini lineer bir şekilde yani 5’er sene artırarak göstermekte; dikey y ekseni ise mikroçip bazına düşen transistör sayısını logaritmik bir skalada yani sekmelerin her biri bir altındaki sekmenin 10 katı olacak şekilde göstermektedir. Bu veriler doğrultusunda oluşturulmuş olan yukardaki grafikte sanki mikroçiplerin gelişimi hiç bitmeyecek, sürekli devam edecek hissi uyandırmaktadır, tıpkı Kurzweil’ın singularity grafiğindeki gibi. Bu grafiği oluşturan verilerin detayı ise aşağıdaki tablodaki gibidir:
Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da Kurzweil’ın elindeki verilerin ve ortaya çıkardığı grafiklerin hepsinin doğru olduğudur, sadece geleceğe yönelik gerçekleşmemiş kendi tahminleri hariç; bu tahminlerin gerçekleşme garantisi yoktur. Peki madem adamın elindeki veriler ve çizdiği grafik doğru, o zaman bu verilerden modellediği kendi singularity projeksiyonu da mı mantıklı?..
İşte tam da bu kısımda ‘kör nokta’ hususu devreye girmektedir. Çünkü Kurzweil’ın grafiklerinde göstermediği ve sürekli yükselen ve gelişen teknoloji algısına zarar verilmesine izin vermediği başka bir doğru veri vardır. Yani Kurzweil’ın grafiği, baştan manipulatif olarak kurgulanmıştır.
Şöyle ki: Grafikte zamana göre her çip tipinin içindeki toplam transistör sayıları kullanılmıştır. Halbuki Moore kanunu iyice incelendiğinde görülecektir ki her 2 senede bir 2 kat artan transistor sayısı, çip tipine göre değil birim alana göre hesap edilmiştir. Yani grafikte y ekseninde mevcut olan ‘çip başına düşen transistör sayısı’ yerine ‘çipin içindeki birim milimetrekareye düşen transistör sayısı’ olmalıdır. Yoksa, kanuna uyulmadığından, kanunun ismi kullanılarak başka verilerle oluşturulmuş olan böyle bir grafiğin anlamı kalmayacaktır. Tabloda en eski çip olarak görünen 1971 yılı üretimi Intel 4004 çipinin alanı 12 milimetrekaredir, tablonun sonundaki 2003 yılı üretimi Intel Itanium çipinin alanı ise 374 milimetrekaredir… Dolayısı ile çip bazındaki tabloda verilen sayıların yerine, bu sayıların çiplerin alanlarına bölünmesiyle ortaya çıkan milimetrekare bazındaki transistör sayıları kullanılmalıydı. Peki bu sayılar kullanılsaydı ortaya nasıl bir grafik çıkacaktı? Kurzweil’ın görmek istediği, sürekli yukarı doğru artan bir ivmeyle giden bir grafik mi çıkacaktı yine?..
Moore kanununa uyularak çizilen yukardaki esas grafikte, Kurzweil’ı pek de memnun etmeyecek bir desen çıkmıştır. Bu desen, ‘S’ eğrisidir ve tüm teknolojik gelişimlerin ve ürün trendlerinin gerçek hayat evresini temsil eder. Her ürün veya teknoloji ilk etapta S’nin alt şapkası üzerinde bir adaptasyon süreci yaşar, bu süreçte hızlı ilerleme veya gelişme olmaz. Adaptasyon sürecini başarıyla atlatan ürün ve teknolojiler artık ivmeli bir şekilde kendilerine pazar bulmaya veya kendilerini geliştirmeye başlarlar, ama burda önemli olan kısım bu ivmelenmenin hiçbir zaman sürekli devam etme şeklinde olmadığıdır. Ömrünü tamamlayan teknolojiler veya ürünler, artık S’nin üst şapkasındaki kısmında yerlerini yeni ürünlere veya teknolojilere bırakırlar ve bu süreç, bir sonraki S eğrisi eğer başarıyla kurgulanabilirse devam eder; tıpkı Intel’in 4004 işlemciden 386 ve 486 işlemcilere, bunlardan da Xeon işlemcilere geçmesi gibi. Burda kritik olan nokta, firmalara veya teknolojilere yön verenlerin mevcut S eğrisinin ne zaman nerde üst şapkasının oluşup durma noktasına geleceğini doğru tahmin etmesi ve bu bilgiye göre teknoloji kendi sınırına ulaşmadan önce bir sonraki S eğrisinin başlangıcını oluşturacak yeni ürünlerin ve teknolojilerin arge çalışmalarını başlatabiliyor olmasıdır. Böylece ellerindeki hakimiyeti kimseye kaptırmamış olacaklardır…
Kurzweil, entegre devrelerin çağı olan 1970’lerden bugüne kadarki zamana yönelik oluşturduğu gelişim grafiğini daha gerilere de çekerek, ilk elektronik bilgisayarları da bu modelin içine aşağıdaki grafikteki gibi katmıştır, böylece tüm elektronik gelişimin kesintisiz bir süreklilikte yukarıya doğru devam ettiği savını güçlendirmiş olacaktır:
İlk grafik, bu yeni grafikte en sağ sütunda üstteki sütun resminden de anlaşılacağı üzere bu bölgeye yedirilmiştir. Entegre devrelerden transistörlere, vakum tüplerinden rölelere ve ilk elektromekanik cihazların işlediği 1900 yıllarına kadar gidilerek projeksiyon genişletilmiştir. Burda da doğrusal ve kesintisiz bir grafik varmış gibi görünse de her teknolojinin aslında kendi içinde bir S eğrisi vardır ve tüm birleşik grafik de aslında büyük bir S eğrisi şeklindedir.
Ve yine kritik bir durum da 5 seneye kadar uzmanların belirttiği üzere artık entegre devre teknolojisinin S eğrisinin üst şapkası tamamlanmış olacak ve Moore kanunu da geçerliliğini yitirmiş olacaktır. Çünkü Moore kanununa göre birim alana daha fazla transistör sığdırabilmek adına mikrometre seviyesinden mikronun binde biri olan nanometre seviyesine üretim çekildiğinde artık kuvvetli kuantum etkileri kendisini göstermeye başlayacak ve planlanan elektronik sonuçlar elde edilemeyecektir. Bundan dolayı da bir sonraki teknoloji kuantum bilgisayarlar olarak planlanmaktadır.
Artık Kurzweil’ın o meşhur singularity grafiğine gelebiliriz:
Grafikte görüldüğü gibi bilgisayar gücündeki gelişimin 2000 yıllarında bir böcek beynine, 2010 yıllarında fare beynine, 2023 yıllarında bir insan beynine ve 2045 yıllarında da tüm insanların beynine eşdeğer bir kapasiteye ulaşacağı iddia edilmektedir. Ama daha önce sistemlerin yaşam evrelerini açıkladığımız S eğrilerinde olduğu gibi bu grafiğin içinde de aslında gizli bir S eğrisi vardır ve bu gelişim gerçekte, grafikte gösterildiği gibi sürekli artan bir hızda ve yönde olamaz. Zira bu durum, NASA’nın yazımızın en başında belirtilen sempozyum raporunda üzerinde ısrarla durularak açıklanmıştır:
NASA, gelecekte hakim durumda olacak bir sonraki teknoloji çağının S eğrisi şeklinde olacağını ve mevcut teknolojinin kendi S eğrisinin üst şapkasında atıl duruma gelmesiyle bu yeni teknolojinin başlayacağını, ama bu yeni teknolojiyi başlatacakların çok farklı kafa yapısında, ileri görüşlü ve hayal gücü kuvvetli kişiler olmasını gerektiğini, bu sempozyumu da bu tip kişileri bir araya getirmek için koordine ettiğini belirtmektedir...
Peki Kurzweil’ın ve temsil ettiği singularity akımının planlarını alt üst edecek, öne sürdükleri süreklilik grafiğini kıracak S eğrisi kırınımını kim ve nasıl gerçekleştirecektir?.. Dikkat edilirse bir üstteki S eğrileri grafiğinde 2023 civarında entegre devre teknolojisinin sınıra gelerek bitme sürecine gireceğini belirtmiştik. Bu noktada Kurzweil ve temsil ettiği kişi ve kurumlar, zamanında doğru hamleyi yapıp bir sonraki çağın hakimi olabilecekler midir?..
Yoksa o kırınım anında, tüm sistemin tam da en belirsiz, kırılgan ve zayıf olduğu anda başka birilerinden bir hamle gelip hakimiyeti kendi ellerine mi alacaklardır:
Kulbak Bilge s.121: ‘...Bu tayfı da geçtik, sanırım zamanımızda İstanbul’da bir yer, tepe bir mağara ya da tünel. Oda gibi bir yer, duvarında yeşil yuvarlak bir oyuk, küçük tabak büyüklüğünde yeşil mavimsi taş disk. Temir yere çömelip eline aldı bu diski...’
Yada taşının üzerinde neden 2023 yazmaktadır?.. Ve Başbuğ Zeybek Bey, gerek 2017 sezonunun son Gönül Mimarları programında, gerek 12 Mayıs 2017’de Ankara’da katıldığı bir söyleşide neden Yada taşının araştırılmasını ısrarla teşvik etmiştir?..
Gönül Mimarları 2017 yılı son programı, 18:30’dan itibaren
Ankara " Bilimin Yıldızları söyleşisi, 14:50’den itibaren
Makalemizi bu noktada sonlandırıyoruz. Bu makalede Kurzweil’ın singularity propagandasının altında yatan dezenformasyonlar matematik ve fizik bilimleri ışığında ortaya çıkarılarak ayıklanmıştır. Bir sonraki makalede ise Kurzweil’ın daha metafizik tarafta olan propagandalarının, 16. yüzyıl ressamı Hans Holbein’ın meşhur ‘Elçiler’ tablosundaki metafizik propagandalarının ve ulusal medyada tasavvuf soslu bilim hokkabazlığı yapanların propagandalarının nasıl tek paydada birleştiği analiz edilerek ayıklanacaktır.
Yasin Murat Yiğit
Bu yazı 1,886 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
25 Mayıs 2023
CIA Psikolojik Harp El Kitabı 2.Bölüm: Silahlı Propaganda
-
21 Mayıs 2023
CIA Psikolojik Harp El Kitabı
-
7 Eylül 2022
Siber Operasyon: ?Amtrak Joe
-
3 Temmuz 2022
Bozkırın Mübarekleri: Temuçin 1
-
26 Mart 2022
İstihbarat Araştırmaları
-
2 Ocak 2021
Atatürk, geometri ve Subutay
-
25 Mayıs 2020
Bilim Bilinci ve Türk Töresi
-
20 Nisan 2020
Algoritma: Koddaki Kod - 1
-
3 Nisan 2020
Hangi Yapay Zeka?
-
15 Mart 2020
Kara Talım - 2
-
1 Mart 2020
Kara Talım - 1
-
9 Kasım 2019
Sosyal Medyada Yapay Zeka
-
12 Temmuz 2019
Kur'an Kurultayı - 1
-
6 Haziran 2019
Türk Bilim - 2
-
27 Mart 2019
Türk Bilim - 1
-
22 Ekim 2018
Atatürk, Karahandır
-
28 Eylül 2018
TÜRKÇE DÜŞÜNMEK - 3
-
14 Eylül 2018
TÜRKÇE DÜŞÜNMEK - 2
-
7 Eylül 2018
TÜRKÇE DÜŞÜNMEK - 1
-
11 Temmuz 2018
Kutuplaşmanın Anatomisi: 2
Yorumlar
+ Yorum Ekle