En Sıcak Konular

Ozan Aydın

Köşe Yazarı
Ozan Aydın
2 Aralık 2019

Ejderin Sırrı: Greenwich-2



Bu yazı Yüce Türk Ordusunun Kahraman Komutanlarından birisi olan Deruni Babama ithaf edilmiştir…

AĞUSTOS  - TİRE

‘’Aradığın sırlar yerde değil gökte…’’ Deruni Baba

Ağustos ayındaydık, günlerden pazartesiydi. Çalıştığım kurumdan iki haftalık senelik izin almıştım. İznimin ikinci gününü İzmir’de ailem ile beraber geçiriyordum. Şimdilik aile üyeleri arasında ki tek eksiğimiz ikizim Barandı. Baran’ın da Salı sabahı İzmir’e gelmesiyle birlikte ailemizin eksik üyesi de tamamlanmış olacaktı.

Salı sabahı olduğunda Baran’ı otogarda karşılamaya ben gitmiştim. Otobüs perona yanaştığında, yolcular otobüsten inmeye başlamışlardı. Baran her zamanki gibi otobüsten en son inenler arasındaydı. Otobüsten inerken biraz huysuz görünüyordu. Yolun yorgunluğu yüzüne yansımıştı. Beni görünce yanıma gelerek ‘’Nasılsın kardeş?’’ diyebilmişti. Bende onun bu halini görünce ‘’Ben iyiyim de sen oldukça yorgun görünüyorsun, bugün artık bütün gün uyursun.’’ diyerek espri yapmıştım. Baranda söylediklerime gülerek ‘’Sana öyle geliyor ben yorgun değilim. Ayrıca bu aralar çok unutkan olmaya başladın, geleneğimizi ne kadarda çabuk unutuyorsun.’’ diyerek karşılık vermişti. Kardeşim ile İzmir’de bir araya geldiğimiz ilk gün, muhakkak ay-yıldız’ın sırladığı mekanlardan birine giderdik. Orada sene boyunca telefonda konuşamadıklarımızı yüz yüze konuşurduk. Artık bu durum ikimiz arasında bir gelenek halini almıştı. Baran'ın cevabında ki ince mesajı sezerek‘’Unutur muyum hiç! Ben sadece seni denedim. Akşama kadar dinlenmen için çok vaktin var.’’ demiştim.

Baran eve geldiğinde azda olsa dinlenebilmişti. Dinlendikten sonra geleneksel aile sohbetimizde yerini almıştı. O gün ailemiz ile beraber akşam yemeğine kadar evde vakit geçirmiş, özlem gidermiştik. Akşam yemeğine geçtiğimizde ise her zamanki gibi annemin lezzetli yemeklerini bir çırpıda bitirmiştik. Artık evden ayrılmanın zamanı gelmişti. Baran ile yıl boyunca tutuğumuz önemli notları ve etkilendiğimiz kitapları çantamıza koyarak, İzmir’in en özel mekanlarından birine gitmek üzere evden ayrılmıştık.

İzmir’in tatilden dolayı rahatlamış trafiğinde otuz dakikada gideceğimiz yere varmıştık. Arabamızı yakın bir alana park ettik. Oturacağımız kafeye doğru yönelerek, dışarıya konulan boş masalardan birine oturduk. Soğuk bir şeyler için sipariş verdik. Sohbette faydalanmak üzere, yanımıza aldığımız not defterlerini ve kitapları da çıkararak masanın üzerine düzenli bir şekilde sıraladık. Artık sohbet için hazırdık.

İçeceklerimiz geldiğinde, sohbetimiz çoktan başlamıştı. Ana konularımız arasında, Dünya’daki siyasi, bilimsel ve ekonomik gelişmelerin perde arkası vardı. Baran her zaman ki gibi benden daha çalışkandı. Ondan o gün çok çarpıcı bilgiler öğrenmiştim.
Beraber kaç saat konuştuk hatırlamıyorum ama bu konuşmanın sonunda kendimizi tefekkür denizinin içinde bulmuştuk. İnsan bazen dalgaya kapılıp da denize sürüklenir ya bu sırlı mekanda da tefekkür denizi bizi kendine doğru çekmişti. Adeta zaman kavramımız yok olmuş ve tefekkür denizinin ıssız sularında kaybolmak üzereydik. Tam o anlarda çalan telefon sesi ile kendimize gelmiştik.

İkimizde önümüzdeki masada duran telefon ekranında, Deruni Baba’nın ismini görünce oldukça heyecanlanmıştık. Baran kendine çeki düzen vererek acele ile telefonunu açtı. Deruni Baba her zamanki samimi sesi ile ’’ Baranım napıyorsun oğlum, nerelerdesin?’’ dedi. Baran karşılık vererek ‘’İyiyim Pirim, İzmir'deyim kardeşimle birlikteyiz oturuyoruz, siz nasılsınız?’’ demişti. Deruni Baba ve Baran’ın konuşmalarına kulak misafiri olurken o an aklıma ister istemez karınca suresinden bir ayet gelmişti. Ayet hatırladığım kadarı ile ‘’Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü kaldırıyor…’’ şeklinde başlıyordu. Baran ile düşüncelerde kayboluyorken, dar zamanımızda bize el uzatan Deruni Baba olmuştu.

Ben iç sesimi dinlerken, Deruni Baba Baran’ın sorusuna ‘’İyiyim oğlum, şuan İzmir/Tire’deyim, özledim sizleri. Müsaitseniz Ozan’ımı da al, yanıma gelin.’’ diyerek karşılık vermişti. O akşam Baran ile sohbetimiz sırasında, tatilimiz süresince Deruni Baba ile İzmir’de görüşebilmeyi umut etmiştik. Bazen dilekler gerçekten çok çabuk yaşama yansıyabiliyordu. Baran sesindeki sevincini kontrol etmeye çalışarak Deruni Baba’ya ‘’Emredersiniz Pirim. Hemen çıkıyoruz, bir isteğiniz var mı?’’ dedi. Deruni Baba ‘’Yok evladım, sağ salim yanıma gelin bana yeter, haydi görüşmek üzere’’ diyerek telefonu kapatmıştı. Telefon kapandıktan sonra, Baran ile oturduğumuz kafede ki insanların bakışlarından o an ki sevincimizi garip karşıladıklarını anlamıştık. Kendimize çeki düzen vererek, oturduğumuz kafeden kalktık. Hemen yakınımıza park ettiğimiz arabamıza bindik ve Tire’ye doğru yola koyulduk.

Saat 22:30 civarında Tire’ye varmıştık. Arabadan inip Deruni Baba’nın kaldığı taş eve doğru yürüdük. Kapıyı çaldığımızda bizi karşılayan önce sesiyle Deruni Baba’nın kurtu olmuştu. Kapı açıldığında ise Deruni Baba bizi sevecen yüzü ile karşılamış, hoş geldiniz evlatlarım demişti. Selamlaşma faslından sonra Deruni Baba o sıcak ve samimi bahçesinde ki koltuklardan ikisine oturmamız için işaret etti ve ‘’Oğlum anlatın bakalım, nasılsınız? Bu arada sıcak çayda var içmek ister misiniz?’’ dedi. Deruni Baba daha sözünü bitirmeden, Baran hemen mutfağa yönelip hem Deruni Baba’nın çayını tazelemiş hem de bana ve kendisine çay servis etmişti.

Çaylarımızı yudumlarken Baran ile beraber biriktirdiğimiz sorularımızı sormuştuk. Gerçekten o gün söylediği şeyler, sadece Türkiye’yi değil bütün Dünya’yı ilgilendiriyordu. Bu bildikleri ile Deruni Baba nasıl bu şekilde yaşayabiliyordu, gerçekten anlamak imkansızdı. O konuşmasını bitirirken‘’Evlatlarım, bu söylediklerimi zamanı gelince yazarsınız’’ demişti. Bizde başımız ile onaylayarak ‘’Emredersiniz’’ diyebilmiştik.

Deruni Baba’nın yanında zaman gerçekten çok hızlı geçiyordu. Saat 00:50 civarıydı. Yaklaşık üç saatten beri sohbet ediyorduk. Baran o sabah yoldan geldiği için tam olarak dinlenememişti. Deruni Baba onun halinden anlayarak ‘’Baran evladım sen git biraz oda da dinlen, hem yarın sabahta beraber olacağız. Yarına bana dinç lazımsın’’dedi. Baran ‘’Eyvallah Pirim, o zaman müsaadenizle ben odaya geçiyorum’’ demişti ve bana da mimik diliyle gece boyunca çayları tazelemeyi unutmamamı tembihlemişti.

Saat 01:00

Saat gece bir’e yaklaşıyordu. Deruni Baba ile bir yandan gecenin sessizliğini dinliyor bir yandan da çaylarımızı yudumluyorduk. Bir süre sonra Tire’nin sıcak gecelerini rahatlatan ılık bir rüzgar esmeye başlamıştı. Ağaçların sesi, gecenin sessizliğinin yerine geçmişti. Deruni Baba bana bakarak ‘’Oğlum tabiat hala hareket halinde. Bizde bu anları değerlendirelim inşallah. Odadan resim takımlarımı al da yanıma gel. Senin için bir resim çizeyim, baktıkça bugünü hatırlarsın.’’demişti. Bende Deruni Baba’nın odasına hızlı bir şekilde yöneldim ve resim takımlarını alıp, masasına güzelce yerleştirdim. Deruni Baba ‘’Teşekkür ederim, oğlum.’’ diyerek resmi çizmeye başlamıştı. Bir süre sonra bana doğru dönerek ‘’Ee Ozanım, sürekli sorularınızından konuştuk. Bana, biraz da yeni çalışmalarından bahset bakalım.’’ demişti. Bende mahcup bir tavırla ‘’Baba, araştırmamı istediğiniz Britanya konusunu hala çalışmaktayım. Britanya tarihi, kullandıkları ejderha sembolleri vs araştırma konularım arasında fakat tam anlamıyla bir şeyler henüz çıkartamadım.’’ demiştim. Neredeyse bir seneden beri aynı konuyu çalışıyordum. Deruni Baba’ya karşı mahcup olmuştum. Deruni Baba halimi okurcasına tebessüm ederek ‘’Oğlum, yerdekiler çaba gösterecek ki göktekiler onlara el uzatsın. Senin aradığın sırlar yerde değil gökte. Madem bu kadar çabaladın, bu gece inşallah birlikte sonlandıralım’’ demişti. Deruni Baba’nın teklifi ile ağzım kulaklarıma varmıştı. Sonunda çalışmamı bitirebilecektim ve elimden tutarak yol gösteren ise Deruni Baba olacaktı. O an Deruni Baba koltuğun üzerinde ki bilgisayarı ve yanında duran not defterini almamı işaret etti. Bende bilgisayarı ve not defterini yerinden hızlı bir şekilde alarak önümdeki masaya koymuş ve hazır bir şekilde beklemeye başlamıştım.

Yaklaşık üç yada dört dakika geçmiş olmasına rağmen artık kulaklarım Deruni Baba’nın ağzından dökülecek sözleri duymak için sabırsızlanıyordu. Gözlerim ise onun bir yandan çizmekte olduğu resimdeydi.  Deruni Baba anın sessizliği bozarak, anlatacaklarımı iyi dinle oğlum ve not almayı ihmal etme.’’ diyerek söze başlamıştı:
‘’Kadimden gelen devletin amacı Zamanın, şer odağın kontrolüne geçmesini önlemektir. Şer odağın amacı ise kadim devletin koruması altında olan Dünya üzerinde zamanın mekana düğümlendiği noktaları ele geçirebilmek ya da bu alanları zedeleyebilmektir.

Bu noktada sana geçmişten beri şer odağın en etkin olduğu Çin kültüründen bahsedeyim…

Çin kültürü, zamana müdahale edebilmek adına yaptığı çalışmaları I-Ching adlı kadim öğretiye borçludur. I-Ching, M.Ö. 2205 yılına ya da M.Ö. 1000 yılı dolayına tarihlendiği söylenen ve dünya literatürünün en önemli mistik öğretilerinden biridir. Çin toplumu üzerinde günümüzde dahi hala etkisini korumaktadır.’’ demişti. I-Ching öğretisini duymuştum ama Çin kültürü üzerinde bu kadar etkin olduğunu bilmiyordum. Zamana müdahale konusunu ise ilk defa duyuyordum. Deruni baba anlatmaya devam ediyordu:

‘’Günümüzde zaman şimdi, geçmiş ve gelecek olarak üç kola ayrılırken, I-Ching öğretisine göre zaman en az altı kola ayrılıyordu. Dönemin Çin toplumunun zaman kavramı ve günümüzün zaman kavramları birbirlerinden oldukça farklıydılar. I-Ching öğretisinde ki derin maji uygulamaları ile zamanın kollarında bazı değişiklikler yaratılarak, onu kontrol etmek mümkündü. Çin topraklarında özellikle dönemin bilginlerinin ve kahinlerinin, geomancy, lithomancy, necromancy gibi zamanı kontrol altına almayı amaçlayan maji (sistemleştirilen büyü) çalışmaları için bu kitap rehber niteliğindeydi.

Aslına bakarsan oğlum, I-Ching öğretisi, Türklerin kadim öğretilerinden birinin içerisindeki bilgilerin çarptırılarak, Türk öğretisinin içerisine yabancı ve şeytani öğretilerin uyarlanmasından ibaretti. I-Ching bir nevi günümüzün kabalasıydı. (Ehillerinin bildiği üzere günümüzde de sözde kabala öğretisinin temel amacı çeşitli maji teknikleri ile zaman çarkına ya da insan iradesine müdahale edebilmektir) Bu öğretide zamanında bir çok coğrafyaya yayılmıştı. I-Ching denilen zihin sisteminin çıkış kaynağı, yazılı kaynaklarda ilk olarak Çin toprakları olmuş ve daha sonrasında Mısır, Hindistan, Arabistan, Avrupa ve Amerika kıtasına kadar uzanan bir genişleme göstermişti.

Çinliler bu öğreti sayesinde, özellikle 1090 yılından başlayarak astronomik saati öylesine ayrıntılı ve incelikte tasvir ediyorlardı ki, o zamandan beri hala aynı gök saati yenilenip durmaktadır. Bunun yanında 1100 ve 1450 yılları arasında Çin donanması dünyamızın en güçlü donanmalarından biri olmasını bu öğretiye borçluydu. Çin gemilerinin denizde yol alması ve kaybolmamasının en büyük etkeni Çinlilerin I-Ching öğretisini kullanarak oluşturdukları gök haritalarıydı. Çinliler gök haritalarına ve astronomik saate o kadar önem veriyorlardı ki 1045 yılında güney kutbunun 20 derece güneyindeki yarımkürenin takım yıldızlarını incelemek için Doğu Hindistan'a bir bilim kurulu göndermişlerdi. Bu kurul yeni yıldızları, yeni novaları incelemişti.’’ dedi.

Bu kadar önemli bir öğreti mekan içinde Avrupa kıtasına kadar etkisini gösterirken zaman içinde de aynı yayılımı göstermiş miydi? Deruni Baba aklımı okurcasına devam ediyordu:

‘’Oğlum, Avrupa kıtası ortaçağ karanlığındaydı. Antik yunan biliminin artık işe yaramadığı bir çağda yaşamaktaydı. I-Ching öğretisinin Avrupa’nın simya, maji, felsefe ve bilim geleneğine katkısı yadsınamayacak kadar fazlaydı. Örneğin, Avrupalı müneccimler denizlerde yol alabilmek için eksiksiz gök haritalarına ihtiyaçları vardı. Kendi gök haritalarını çıkarmak için Çinli müneccimler tarafından çıkartılmış yeni yıldız listelerini ve Çinlilerin öğretilerini kullanıyorlardı.

İlerleyen yıllarda Avrupalı matematikçi ve simyacı Leibniz de bu kitaptan yararlanarak 1679 yılında on tabanlı sayı sistemi yerine iki tabanlı sayı sistemini geliştirmişti. Dindar bir kişi olan Leibniz, kendi metafizik yorumu olarak, Tanrı’nın varlı kavramını ‘’1’’ sayısı ile, Tanrı’nın hiçlik kavramını ise ‘’0’’ ile ifade etmişti. Bu sayı sisteminde hesap yapabilecek bir hesap makinesi kurmayı bile düşünmüştü.

Bir nevi bilgisayar veya dijital sistem denilen birler ve sıfırlar sistemini Dünya Leibniz’e borçludur diyebiliriz. Fakat bilinmeyen kısım Leibniz’in kurduğu sistem için yararlandığı en nadir kaynak I-Ching sistemidir. I- Ching sistemi ile iki tabanlı sayı sisteminin ilişkilerini inceleyen birçok makale ve tez bilgi ağlarında mevcut. Bunları bulup ayrıca inceleyebilirsin evladım.

Ek olarak, günümüzde Amerika’da ünlü bir kuruluşun, hala I-Ching öğretileri kullanarak zihin hastalıklarını tedavi ettiğine dair bilgiler istihbarat raporlarına yansımıştır.’’ demişti.
Deruni Baba anlatırken bir yandan nargilesini içiyor bir yandan da resmini çizmeye devam ediyordu. Bende bir yandan söylediklerini not alıyor bir yandan da çizmekte olduğu resme meraklı gözler ile bakıyordum. Deruni Baba biraz nefeslendikten sonra sessizliği bozarak anlatmaya kaldığı yerden devam ediyordu:

‘’Çin kaynaklarına göre bu kadim kitabı ya da öğretiyi onlara ulaştıran ölümsüz İmparatorları Fu-Xi idi. Onların inancına göre İmparator Fu-Xi zamana ait bütün sırları öğrenmiş bir zaman gezginiydi. Bazı Çin geleneklerine göre Fu-Xi, yanında fil hortumlarıyla donanmış dünya dışı varlıklar ile gökten gelmiş ve bu dünya dışı varlıklar, Çinli bilginlerin en az elli bin yıl kadar önceye tarih biçtikleri, kabartmalar ve yazmalar getirmişlerdi. İşte sana bahsettiğim I- Ching öğretisi ölümsüz imparator Fu-Xi ile gökten gelen bilgilere, öğretilere dayanıyordu.

İmparator Fu-Xi’nin annesi yere ait bir insan iken, babası ise zamanın efendisiydi. Çinlilerin öğretisine göre Zamanın efendisi daima bir Ejderha yani Dragondu. Ölümsüz olan bir ejderha ile ölümlü bir insan birleşmişti. Bunların birlikteliği ile doğan imparator Fu-Xi ise bedeninin üst tarafı insan ve alt tarafı ise yılana benzeyen uzayımızın dışından gelen bir varlıktı oğlum.’’demişti. Dış uzay kavramını ilk kez onun ağzından duymuştum. Bizim uzayımız dışından gelen varlıklar çoğu kez toplumlarda farklı şekillerde işleniyordu. Deruni Baba bir buluşmamızda Medusa’nın da dış uzaydan gelen varlıklardan birisi olduğunu ve onun için çeşitli ritüeller düzenlenildiğini anlatmıştı. Ama bu kadar ayrıntılı bilgiyi ondan ilk defa duyuyordum. Deruni Baba düşüncelere daldığımı görünce el işareti ile not al, zihnini bu konuya odakla diyerek konuşmasını sürdürdü:

‘’Genellikle Çin kitaplarında ejder (dragon), tanrısal bir varlık olsa da, aynı zamanda ondan bir insan olarak da bahsedilir. O dönemki şer odağın yaydığı inanca göre, İmparator Fu-Xi zamanın sırrına ermiş ve dış uzaylar arasında gezinebilen, ölümsüzlük kazanmış kozmik bir varlıktı. Aynı zamanda bizim uzayımızında sözde mimarıydı. Bu öğreti ve geleneğin izlerini hala Çin kültüründe görmen mümkün evladım. Örneğin, Çinliler zamanın efendisi olan ölümsüz imparatorlarının anısını korumak adına, asırlardır sembolik olarak bütün imparatorlarının tahtlarına‘’ejder koltuğu’’demekteler. Bu koltuğa oturan imparatorlar sözde çeşitli maddi-manevi öğretilerden geçirilerek devrin ejderi oluyordu. Bir nevi Firavunluk makamı olarak düşünebilirsin ama ejder öğretisi çok daha kadim ve tehlikeli bir öğretidir. Araştırırsan Firavunluk kültürünün altında ejderha kültünün izlerini bulabilirsin oğlum.

Şimdi sen bilgi ağlarından Fu-Xi’nin resmini bul ve incele, neye benzediğini gör bakalım ’’demişti. Bende Deruni Baba’nın istediğini yaparak bilgi ağlarında resmi bulmuş ve incelemeye başlamıştım.


Resmi incelerken, Deruni Baba’ya dönerek ‘’Baba bu inancın farklı kültürlere etkilerinden kısaca bahsettiniz. Bu kısmı biraz daha açabilir misiniz?’’ diyerek soru sormuştum. Deruni Baba sorduğum soruyla nargilesinden bir nefes alarak kaldığı yerden anlatmaya devam ediyordu:

‘’Oğlum, 1800’lü yılların sonlarına doğru Tibet'te bulunan ve Avrupa'da çeşitli şehirlerde çevirileri yapılan, şer odağın keşfettiği tabletlere göre bir zamanlar Ejderha ve Güneş tapımı geleneği dünya üzerinde medenileşmiş ve yarı vahşi bölgelerin hepsinde yankılanıyordu. Dünya’nın dört bir tarafı Ejderha ve Güneş (yıldız) tapımına ait kutsal tapınaklar ile doluydu.  Ejderler ve onların geldikleri yıldız insanlar için kutsal sayılıyordu.

Ejderhanın antik zaman boyunca ölümsüzlük, bilgelik, saklı bilgi ve sonsuzluk sembolü olduğuna inanıldı. Mısır, Babil, Hindistan büyücüleri (majisyenleri) ve kral-rahipleri kendilerini Ejder’in (Dragon) Oğulları ya da Ejder’in Oğlu olarak adlandırdılar. Büyücüler, bedenlerinin üst tarafı insan, alt tarafı yılan olan kozmik varlıklara tapındılar. Onlardan aldıkları bilgileri de tabletlere kazıdılar. Onlar yerdeki büyücülerin gökten gelen öğretmenleriydi.

Örneğin günümüzde Hindistan’da hala Naga rahipleri mevcuttur. Sanskritçede Naga Hindistan'da bazı bölgelerde yılan anlamına gelirken bazı bölgelerde de ejder anlamına gelir. Ama önemli olan Naga ve Naganiler, Hint kültüründe ilahi kozmik varlıklardır. Onların bedenlerinin yarısı insan ve yarısı da yılandır.Çin kültürüne benzer şekilde Hindistan'da da ilk imparatorluğu kuranlar Naga’lardır. Hint kültüründe bu kozmik varlıklar aklın, yaşam ve ölüm enerjisinin, büyü gücünün ve bilgeliğin sembolleri olmuşlardır. Gizli tünel ve mağara sistemlerinde yaşadıklarına inanılmaktadır.

Yüzümüzü Asya kıtasından Avrupa kıtasına çevirdiğimizde ise ejder kültüne Dünya’ya sözde demokrasinin keşfedildiği yer olarak ün salan Atina’da rastlıyoruz. Yunan Mitolojisine göre merkezi Atina olan attika bölgesinin efsanevi ilk kralı Kekrops’tur. Kekrops’ta bir ejderha ile bir insanın birlikteliğinden doğmuş belinden aşağısı yılan olan kozmik bir varlıktır. Kekrops, Ejderha’dan öğrendiklerini, gökten yere inerek Atina halkına öğretmiştir. Kekrops Atina’lılara şehir kurmasını, yazı yazmasını, toplum hayatını ve toplum kurallarını öğreten ilk sözde medeni krallarıdır. Şimdi bahsettiğim kralların resimlerini bilgi ağlarından bulup incele bakalım’’ demişti.

Ben resimleri bulup incelerken, Deruni Baba ayağa kalkmış nargile közünün yandığı alana doğru yönelmişti. Yaklaşık olarak bir saatten beri közler ateşlenmemişti. Közleri ateşlemeyi unuttuğum için kendime kızıyordum. Deruni Baba’nın arkasından Baran’ın tembihini hatırladım ve hemen yerimden kalkarak çayları tazelemek üzere üst kata doğru çıkmıştım.

Saat 02:00

Çayları tazeleyip aşağı kata getirdiğimde, Deruni Baba çoktan közlerini nargilesinin üzerine koymuş, nefeslenmeye başlamıştı. Ona çayını uzattığım sırada ‘’Allah razı olsun oğlum’’ demişti. Bende ‘’Afiyet olsun Baba’’ diyebilmiştim. Erenlerin duasını alabilmek, ne güzel bir lütuftu. Bütün bu bilgiler, araştırdığım konular, meraklar sayesinde onlar ile bu yaşamda karşılaşabilmiştim. Sonradan öğreneceğime göre bütün bu bilgiler ve sorular gönüllerin bir araya gelebilmesi için sadece güzel sebeplerden birkaçıydı.

Deruni Baba düşünceli ve suskun halimi görünce ‘’Ozan, çalışmaya devam edelim mi oğlum?’’demişti. Bende ‘’Emredersiniz’’diyerek not defterimi ve önümdeki bilgisayarı hazırlamıştım. O arada Deruni Baba da yarım bıraktığı resmini tekrar çizmeye başlamıştı.

Deruni Baba ‘’Oğlum buraya kadar anladın değil mi? Sormak istediğin soru varsa, bir şeyler yarım kalmaması adına sorabilirsin.’’ demişti. Bende ‘’ Baba, I-Ching öğretilerinden başka öğretilerde de Ejderha inancına rastlıyor muyuz?’’ diyerek defterime hızlıca not ettiğim sorulardan birisini yöneltmiştim. Deruni Baba çayından bir yudum alarak anlatmaya başlamıştı:

‘’Oğlum, Avrupa’nın simya, büyü ve felsefe tarihine katkısı olan öğretilerden birisi de Corpus Hermeticumdur (Hermetik külliyat). Bu öğreti Sabii’lerin kutsal öğretisi olarakta geçer. Toskana’lı keşiş Leonardo da Pistoia, Cosimo de’Medici’nin en büyük yardımcısı ve danışmanı olarak Medici ailesine Yunanca el yazması halinde kırk iki kitaptan oluşan hermetik külliyatı hediye etmiştir. Floransa’da Medici ailesi tarafından bu külliyat özenle saklanmıştır.

Hermetik öğretinin konuları arasında evrenin yaratılışı, evrensel akıl, ruhların kökeni, insanın özündeki tanrısallık, eski Mısırlıların dini ve büyü törenleri, tanrı heykellerini canlandırmak üzere kozmik güçleri çekmeye yarayan maji uygulamaları, taşlar ve metaller kullanılarak büyü uygulamaları, çeşitli simya sanatları ve astral (yıldızsal) büyü vardır.

Hermetik külliyattı, ünlü majisyen Hermes’in yazdığına inanılır. Ben burada sana bilinen şeyleri, Hermes’in zamanda yolculuk yapabildiği, insanları sırlı kelimeler ile iyileştirebildiği ya da ölümsüz olduğuna dair söylenceleri anlatmayacağım. Konumuz ile alakalı olan kısım, Hermes’e bütün bu bildiklerini öğreten varlığın bir Dragon yani Ejderha olmasıdır.

Bu öğretiye göre, Hermes kendisini tapınakta meditasyon ve duaya vermiştir. Tam bu anlarda Hermes’in önünde tüylerini ürperten, onda huşu yaratan bir suret görünmüştür. Bu suret kanatları gökyüzünü kaplayan, bedeninden her yöne yüce ışıklar saçan Yüce Ejderhadır. Gördüğü şeyle dehşete kapılan Hermes, Ejderha’nın önünde kendini yere atar ve kim olduğunu açıklaması için ona yalvarır. Yüce varlık kendisinin Evrenin aklı, herşeyin mutlak hakimi olduğunu bildirir. Ejderha, Hermese ‘’Zihni ve gizemlerini iyi öğren çünkü orada ölümsüzlüğün sırrı yatmaktadır’’diyerek evrenin bütün sırlarını öğretmeye başlar. Öğrettiği sırlar karşısında Hermes, Yüce Ejderha’nın, yani Evrenin Aklının önünde saygıyla eğilir. Bu sırada Yüce Ejderha, Hermese ‘’ Her insanın içinde benim aklımdan bir kıvılcım ikamet eder. Senin içinden ortaya çıkardığım bu kıvılcım, diğer insanlardaki kıvılcımı da dışarıya çıkaracaktır.’’ diyerek ona öğretisinin yaymasını emretmiştir.

Hermetik külliyatta, Ejder devrin sözde en bilgesine, sembolik anlamda ölümsüz bilgeye, zamana hükmedene, kozmik büyücüye, verilen bir koddur. Bu öğretiyi öğrenen ve bunu yaymak için görevli büyücüler ise yarı yılan ve yarı insan ile kodlanmış misyonerlerdir oğlum. Bu öğretide ki anlatım neredeyse Çin kültüründeki imparator Fu-Xi anlatısına paraleldir.’’ demişti. Ben ise daha önce Hermes’i bilmeme rağmen, ona bu bilgilerin kimin tarafından öğretildiğini hiç düşünmemiş ve araştırmamıştım. Deruni Baba susmuş, çizdiği resme konsantre olmuştu. Deruni Baba’nın resmi çizerken dikkatinin dağılmaması adına onunla beraber bende susmuştum.

Yaklaşık beş dakika boyunca resimde bir bölgeyi özenle boyamıştı. Boyama işlemini bitirdikten sonra bana bakarak tekrar kaldığı yerden anlatmaya devam ediyordu:

‘’Oğlum, 16. yüzyılda İngiltere'de hermetik külliyata, matematik ve coğrafya bilgini, büyük müneccim ve melek-büyücüsü olarak ün kazanmış olan John Dee’nin özel kütüphanesinde rastlıyoruz. Bu özel kütüphane dönemin İngiltere’sinin en ilgi gören kütüphanesiydi. Büyücü John Dee’de Hermes’in Yüce  Ejder’den öğrendiği bu çok özel bilgileri anlattığı, hermetik külliyatı kütüphanesinde özenle saklıyordu.

John Dee yaptığı çalışmalarda kütüphanesinde bulunan hermetik külliyattan oldukça yararlanmıştır. Özellikle çeşitli sözde melek çağırma ritüelleri, çeşitli simya, kara büyü teknikleri konusunda bu külliyattan da yararlanıyordu.

John Dee İngiltere’de dönemin tartışılmaz en etkili isimlerinden biriydi. Birinci Elizabeth’in tahta çıkma ve taç giyme töreninin zamanını bile o belirlemişti. Bunun yanında bir çok kehaneti de vardı. Örneğin John Dee ilk kez ‘’Britanya İmparatorluğu’’ ifadesini kullanan kişiydi. John Dee’nin 1580’li yıllarda söylemiş olduğu bu kehaneti neredeyse 200 yıl sonra gerçekleşmişti. 1707 yılında İngiltere ve İskoçya birleşerek Britanya Krallığını kurmuştu. 1800’lüyılların başında ise aralarına İrlanda'yı da katarak adlarına Britanya İmparatorluğu demişlerdi.’’ dedi. Bende araştırma konularım arasında olan Britanya adını duyduğum için heyecanlanmıştım. Britanya kelimesinin neden özenle seçildiğini anlamak için bilgi ağlarında yeterince araştırma yapmıştım ama bir sonuç elde edememiştim. Deruni Baba heyecanımı görerek, bak bu söyleyeceklerimi iyi not al, bir kelimesini dahi kaçırma diyerek anlatmaya devam ediyordu:

‘’ Oğlum, Britanya kelimesinin kökeni hakkında üç görüş vardır. Birinci görüşe göre kelime kökeninin Keltçeye ya da Galceye dayandığıdır. Bu görüşe göre kelime Porttakine ya da Pretani kelimelerinden türeyerek doğmuştur. Bir halkın adıdır ve Pretani, kendini boyamış halk anlamına gelmektedir. İkinci bir görüşe göre, kelimenin kökeni İbranicedir. Brit kökünde soylu millet, ant içen millet anlamlarına gelmektedir. Bu görüşe sahip olanlar, Brit-hannia kelimesinin kökenlerini İsrail’in kayıp kabilelerinden birisi, İsrail için ant içen kabilelerden birisinin adıyla ilişkilendirmektedirler. Bu görüş İngiltere'de 15. Yüzyılın başlarında ortaya çıkmış, İngiltere’deki Yahudi etkisi ile oluşmuş görüşlerden biridir. Üçüncü görüşe sahip olanlar ise Britanya kelimesinin kökenlerinde, Troya'lı Brütüs'ün isminin etkisinin olduğunu savunur. Truva'dan kaçan Brütüs deniz yolları ile adaya gelmiş ve burada yeni Truvayı kurmuştur. Britanya toprakları da adını ilk kurucusundan almıştır. Günümüze kadar kelime form değiştirerek, Brütüse ait olan anlamına gelen Bruta-nia kelimesi, Brita-nia şekline dönüşmüştür.

Bu görüşlerin hepsinin belli başlı kaynakları vardır. Fakat eksik olan bütün bu görüşleri tamamlayan ve bunlardan daha önemli olan kaynak, Britanya kelimesinin kökeni üzerine araştırmalar yapan L.A.Waddel adında kendini bir çok konuda eğitmiş bir istihbaratçının kitabıdır.

Şimdi bu kitaptaki bilgileri yüzyıl sonra ilk kez deşifre edelim.

L.A. Waddel’in bu çok önemli kitabında britonların, İskoçların, anglo-saksonların kökenlerini Fenikelilere dayandırmaktadır. Bu kitabın ana konusu, zamanın deniz yollarına hakim olan Fenikelilerin bu yolları kullanarak Britanya adasına geldiğidir. Waddel’e göre bu adada ki ilk yerleşim yerini kuranlar Fenikelilerdir. Hatta Britanya adasında ki gizemli taş yapıtların bile Mezopotamya'dan deniz yolları ile adaya gelen Fenikeliler tarafından yapıldığını yazmıştır. Kitapta konu hakkında tablet çözümlemeleri de yapılmıştır. Yazar kitapta Fenikelilerin, Hintlilerin, Avrupalıların kökenlerini soylu ve sözde en yüce ırk olan Aryan ırkına bağlamaktadır. (Kitap 1926 yılında basılmış ve üzerindeki nazi swastikasına dikkat edin)

Oğlum kitabın hepsini anlatacak değilim, fakat bu kitapta Britanya kelimesi hakkında ayrıntılı bir çalışma yapılmıştır. Waddel, kelimenin kökeninin Fenike'ce olduğunu söylemektedir. Çalışmasının ilerleyen bölümlerinde kelimenin özellikle Sanskritçedeki bağlantılarına da değinerek Sanskritçede, fenikecede, ibranicede ve kelt kültüründe kelimenin kökenin aynı anlamlara geldiğini çözümlemiştir. Kelime fenikece ve diğer dillerde ‘’en yüce olan, en yüce kişi ya da en soylu kişi’’ anlamlarına gelmektedir. Anlayacağın, Waddel kelimenin kökenini proto Hint-Avrupa dil ailesine bağlamıştır.’’ dedi.

Deruni Baba anlatırken bende bilgi ağlarında bir yandan kitabı bulmuştum. Deruni Baba’nın yüzündeki ciddi tavırdan sözünü kesmemem soru sormamam gerektiğini anlamıştım. Deruni Baba nefeslenmek için çayından bir yudum alarak anlatmaya devam ediyordu: 

‘’Britanyalıların köklerini Fenikelilere bağlayan sadece L.A.Waddel değildi. 1833 yılında İrlanda bölgesinde yaşayan kelt druid rahiplerinin Fenikeli aryan yılan rahip-büyücülerine dayandığını, kelt druidlerin asıl kökenlerinin fenikelilerde aranması gerektiğini yazan Henry O’Brien vardı. L.A.Waddel’den neredeyse yüzyıl önce İrlanda da bulunan gizemli taşların mimarlarının da Fenikeliler olduğunu söylemekteydi. Tabi kitaptaki bilgileri döneminde çıkan tabletlerden ve çeşitli kaynakları karşılaştırarak yazmıştı. Bilgi ağlarında bu kaynakları bulup inceleyebilirsin.


Bu kitapları deşifre ettikten sonra tekrar Britanya’ya dönelim.

Britanya, roma döneminin Kelt topraklarında tapınılan bir tanrıçaya verilen isimdi. Roma imparatorluğu döneminde Britanya bir tanrıça olarak sikkelerde resmedilmişti. Özellikle Roma imparatoru Hadrianus Britanya’nın kuzey bölgesinde Keltlerin inandıkları, tanrıça Britanya için bir tapınak inşa ettirmişti.

Bunun yanında Roma döneminden çok önce, aynı bölgede antik dönemden beri kuzey Avrupa'yı saran bir tanrıça kültü daha vardı. Bu tanrıça kültü İrlanda bölgesinde yapılan kazılar ile çıkarılan taş tabletler sonucunda ortaya çıkarıldı. Bu kelt tanrıçanın adı Brigantia'dır. Bir dönem keltlerin en yüce dedikleri, en bilge dedikleri tanrıçanın adıydı Brigantia. Brigantia, bir kısmı yılan bir kısmı insan olan bir tanrıça olarak kaynaklarda yerini almıştır. O da tıpkı Britanya gibi, hikmetin bilgeliğin ve zaferin tanrıçasıydı oğlum.’’ demişti.

Deruni Baba sözünü bitirirken, bende her zaman ki gibi bilgi ağlarında araştırmalara dalmıştım. Biraz araştırdığımda bilgi ağlarında Britanya ve Brigantia’nın benzer tanrıçalar olduğuna dair makalelere ulaşmıştım. İrlanda bölgesinde bulunan taş tabletlerin çoğunda Brigantia ismi geçmekteydi. Anladığım kadarı ile, Romalılar kelt bölgelerini yıkıma uğrattıklarında Brigantia’nın adını değiştirerek Britanya olarak kendilerine mal etmişlerdi. Antik dönemde adı Brigantia olan yılan tanrıça en yüce, en bilge olarak anılırken, roma döneminde Britanya olarak isim değiştirmişti. Yılan tanrıça Britanya antik dönemin sözde en bilgesiydi. Kelime anlamıyla da en bilge, en yüce, en soylu anlamlarına geliyordu. Tıpkı Çin kültüründe ki imparator Fu-Xi gibi.
Deruni Baba’nın anlattıklarını not defterime ve zihnime güzelce yazıyorken, o da bir yandan çizdiği resme yoğunlaşmıştı. Gece saat üç’e geliyordu. Benim zihnim yorulmaya başlamışken, onda ise yorgunluğa dair en ufak bir belirti yoktu.

Gözlerimi not defterimden ayırdığımda, dikkatimi uzun süreden beri bekleyen çay bardakları çekmişti. O anda hem çayları tazelemek hem de hareket ederek uykumu açmak üzere üst kata doğru çıkmıştım.

Saat 03:00

Çayları tazeleyip aşağı indiğimde, vücudumun hareket etmesi ile uykum açılmıştı. Deruni Baba ‘’Ozan’ım galiba yoruldun, istersen burada bırakabiliriz.’’ demişti. Benim ise konuyu derinleştirmek adına soracağım ve not aldığım bir kaç tane daha sorum vardı.

Devam edecek…

Ozan Aydın

 ozann.aydin@gmail.com 

 



Bu yazı 5,388 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 26 Temmuz 2022 Atatürk'ün Çocukluk Resmi
    • 27 Ocak 2022 5 Atanın Sırrı: Tengri Tamgası
    • 25 Ağustos 2021 Bozokun Sır Öğretisi: Kün Ay Yıldız-3
    • 24 Temmuz 2021 Bozokun Sır Öğretisi: Kün Ay Yıldız-2
    • 24 Haziran 2021 Bozokun Sır Öğretisi: Kün Ay Yıldız -1
    • 9 Aralık 2020 Simya Hanedanları ve Üç Diş Projesi
    • 4 Temmuz 2020 KARA YERİN SIRRI: NEKRONOMİKON-3
    • 27 Nisan 2020 Kara Yerin Sırrı: Nekronomikon-2
    • 17 Nisan 2020 Kara Yerin Sırrı: Nekronomikon-1
    • 2 Ocak 2020 Ejderin Sırrı: Greenwich-3
    • 2 Aralık 2019 Ejderin Sırrı: Greenwich-2
    • 18 Ekim 2019 EJDERİN SIRRI: GREENWICH-1
    • 12 Eylül 2017 ZİHİN İMPARATORLUĞU ve GOOGLE

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    13,867 µs