En Sıcak Konular

Tarık C.

Köşe Yazarı
Tarık C.
26 Kasım 2014

Surete Aldanmak




  Aşağıdaki yazının sahibi olan e.b’yi Oktan Keleş’in kitaplarını okuyanlar hatırlayacaklardır. Kalemi gibi gönlü de nezih bir sanatkar... Bir gönül insanı... Tarık C.


Huzur altın pencere, görmesini bilene;

Oradan seyredilir güzelliğiyle yaşam.

Cama takılı gözler lekelerle uğraşır;

Ne sabah anlamlıdır gözlerinde, ne akşam. 


Bazen yaşamın en büyük dersini saniyelik, çok basit görülen olaylardan da alabiliyoruz. O zaman düşünüyorum; öylesine bakmak değil bizden beklenilen? İstenilen, bakabilmeyi görebilmeye çeviren ne ise, o noktaya varabilmek.

 

Bakmak sadece çizgilere, sınırlara takılmak. Çizgilere takılana ufuklar ne kadar uzak. Sınırlara takılana ise özgürlük… Sadece “Tek” e bağlanan gözbebeğin özgürlüğünü, bugüne kadar kim elde edebilmiş?

 

Oysa idrak edebilene göz; bütün çizgilerin ötesinde bir hikmet, bir gönül hazinesidir ve bu sınırların ötesinde uçsuz bucaksız manalar beldesi var.


-Yani surete aldanmak, camlardaki lekelere takılmaktır mı diyorsunuz. Şeklin arkasında neler neler var da biz mi onların farkında değiliz ve onun için mi gerçeği anlayamıyoruz? 


Pencerelerimiz gökyüzüne, yeşilliklere, hayata açılırken camdaki lekelere, çerçevelerin sıyrıklarına renklerine takılarak camın ardındaki günün nasıl doğduğunu, nasıl yaşandığını ve nasıl battığını kaçırdığımızı mı demek istiyorsunuz? 


-Evet. Kimi var, nefsin parmağını bastırır gözüne; hakikat adına hiçbir şeyi görmek istemez. Kiminin de açıktır gözleri; ama nefsin şaşı gözüne takılarak sadece onun dilediğine bakar ve dileneni göremez.  


Evet. Hep yüzden okuyoruz, manasını bulduk zannediyoruz. Sadece bakıyoruz; gördüğümüzü zannediyoruz ve şekilde boğuluyoruz. 


“Parmak gökyüzünü işaret ederken, sadece aptallar parmağa bakar. 


Bu sözden yola çıkarak düşün. Parmak gibi el de kirpik de, kuş, yaprak, olaylar... hepsi bir yeri işaret etmek için var. Sana hakikatten haber vermek için var. Daha doğrusu Mülk sahibinin mülkünü göstermek için uzanan sayısız yollara işaret var. Mesele yolcunun gözlerinde, idrakinde. 


Duygular görülebilirse yazılan bir değer, görülemezse yazılan sadece harflerle dolu bir kağıt. Kainatta olanlara da bu mantıkla bak. 


“Dünya gözüyle bakan, yüzü; gönül gözü ile bakan, özü görür.” Hz. Mevlâna


-Peki öyleyse nasıl öğreneceğiz özü görebilmeyi, dışarıdan her şeye fiyat biçmenin yanlışlığını ve trajedisini nasıl anlayacağız? 

 

-Her varlığın içindeki bakışı yakalayarak.


Çünkü her can, varlığın gergefine işlenmiş farklı nakışlar gibi. Rengarenk, şekil şekil… Herbirinin içinde öyle bir nokta vardı ki; değeri derinliğine indikçe artan, istiridyeleri açıldıkça içinden mana incileri parlayan. 


-Bütün bunlardan anlamaya çalıştığım: Surete ve kıyafete aldanmayan, o dünyanın içindeki dünyaların varlığını hisseder ve görür.


Her ifade ayrı nakış

Can, derinde ince bakış

Şekil, suret aldatırmış

Arkasında niceler var. 


-Doğru. Anlatmaya çalıştığım bu. Toprağın altında her biri farklı çiçeklere, meyvelere gebe nice tohum var. Tohuma bakıp da kimse bu tohum şudur, bu da budur demeyi başarabilmiş.

 

Sen her şeyi sadece elbise, çizgi, süs mü sanıyorsun? O elbisenin içindekinin dünyası dış dünyasından ne kadar farklıdır. Salınarak yürüyenler, yanlarına varılamayanlar… Maddî dünyanın bendeleri. Bunlar ancak kendi gibi olanlara boy aynası olur. Ya tenlerin içindekiler... Ya göklere doğru şule şule parlayan sükunet erleri… 


Boy bos endam gönül seli

Salınsa da akar gibi…

Ten içinde görülesi

Gök şulesi eceler var.

 

-Hiç duydun mu hazinelere kasalarına mahfazalarına göre baha biçildiğini? Hazinenin değeri kendisindedir.   


- Nasıl mesela?

 

-Mesela: Zaman. Kıymetler ötesine aktığını bilemediğimizden değerlendiremediğimiz, şekilde bırakıp küstürdüğümüz, ellerimizden kayarak kaybettiğimiz zaman.  


Dünyayı satın alan pahalı takıntılarımız. Bir gönle varamayan ayakları lüks arabalarda dünyayı gezse de neyleyeyim? Bir yüreği ısıtamayan süslü dilleri neyleyeyim? Neyleyeyim… 


Kibrin altındaki zaaflar, gurur ve edalarla kapatmaya çalıştığımız acizliğimiz, içteki riyayı adeta haykırarak faş ettiğimiz suni, yapmacık hallerimiz…   


Bütün bu yönlerimizi ömrün arifane bakışlarından gizlemek ne mümkün. Hayat adeta bizimle oynayarak, bize gülerek geçerken yorgun, bitkin, şaşkın ve umutsuz çözülemeyen bilmecelerimiz…


Sonu yok bu yürüyüşün.

Sarhoşuyuz her gülüşün.

Gündüz hayal, gece düşün

Dev sandığın cüceler var.


-Merak ediyorum: İçimizde masumiyetin zenginliğini ve içtenliğini, devliğini yaşarken çocukluğumuz, dev cücelere neden ihtiyaç duyuyoruz? 


-Su, kaynağından çıktığında tertemizdir; ama aktıkça etrafından bir şeyleri sürükledikçe yavaş yavaş berraklığını da temizliğini de yitirir.


Onun gibi kalbinden çıkıp damarlarından akan ve her bir uzvunda ayrı bir halin olan hislerinle hakikatine varabiliyorsan bu tür şeylere ihtiyaç duymazsın. Çünkü aklınla arif, kalbindeki çocuk halinle insansındır.


Yok… ne varsa çevrende hiç düşünmeden onlara bulanıp onlarla sürükleniyorsan bu tür ihtiyaçların hiç bitmeyecek.


Ne yazık… bir insan ne kadar zekasıyla kurnaz olduğunu sansa, nefsiyle benliğini kussa da ulaşılamaz zannettiği o kofluğuyla sadece gülünecek bir haldedir.


-Allah ne benlikten, ne kurnazlıktan hoşlanır. Huzuruna çıkacağımız tek halimiz; O’na olan acizliğimizle, ihtiyacımızla mahviyetimizle şekillenen KULLUĞUMUZ olmalı o zaman. 


-Saf sular gibi çocuk birikintileri avuçlarda tutulamamışsa, dilden dökülenler gözlerde, kalplerde yankılanamamışsa, ötelerden soluk soluğa koşup gelen mana tayları, hisleri bulutlara ulaştıramamışsa onca konuşma niyedir ve neyedir hiç bilemedim. 


Dili döner, aklı alır

Bakışında canın kalır.

Gel gör ki, aşk ruhu tanır;

Coştuğu ne heceler var.


Varsın birileri konuşsun; ancak alkışlar kadardır ömürleri. Ama öyle diller de vardır ki bir hecesi bile gönülleri tutuşturabilir. Tutuşan o gönüllerle ufuklar yanar, yarınlar ışıldar. Her hece dil emanetini koruduğunca, her fikir akıl emanetini taşıdığınca taçlanır.


Unutma! Akıl çoğaldıkça, izan derinleştikçe söz azalır. Onun için ariflerin edebinde nasıl bir sır vardır ki; onlarda boşa giden tek bir söz kırıntısına, boş boş bakan hiçbir göze rastlayamazsın. 


Kırıntılar dökülmez

Bakışlar kurumaz bu sofrada.

Hadi sen de otur, iliş biraz.

Tok olsan da

Bu lokma, başka lokma…

 

Kal bizimle; demli çayla buğulansın

Konuşmalarımız.

Çay mı sıcak, sen mi daha çok?

Gözlerinden, sözlerinden anlarsın. 


-Demek insanın iç âlemi güzel olduğunda dış âleme bakışı da güzel oluyor. Dış âlemden gelen sesler her zamankinden huzurlu, gördüğü yüzler de her zamankinden güleç ve sevimli geliyor. 


-Söyler misin insanların gözlerine baktığımızda bizde etki bırakan, neden şekilleri değil de derinlikleri olur? 


-Çünkü o derinliklerde yapay olmayan, cevherini bakışlara taşıyan bir ışık vardır da ondan.

 

-Aynı dinlendiğimiz, huzur bulduğumuz kıyılar gibi. Usul usul duygularımızın vurduğu sahiller. İbret aldığımız, bizi düşündüren hikmet köşeleri. Ruhumuzun halvetinde geceleri çıkılan yolculuklar gibi… 


Ne yapayım peri yüzü,

Badem gözü, ceylan gözü.

Bebeği çoban yıldızı

Parlayan ne geceler var.


Biliyor musun görgünün, şefkatin, edebin nakış nakış işlendiği davranışlar insan olana ne yakışıyor.

 

Her nefesi, beyanının dallarında nice meyveler taşıyor… 


-Bilmez miyim herhalde o insan gerçek insandır. Böylesine“gönül bağlarının arısı” denilemez mi?


Denilse de akılların önüne bunca perdeler çekilmişken nasıl olacak bütün bunlar? Ruhları hapsederken onca cam üstüne cam, nasıl uçacak arılar? 


-Aşık olup sordukça, arif olup anladıkça bir bir çekilecek önünden perdeler. Perdeler kalktıkça Rahmet sağanağından önüne konulan onca nimeti, onca ikramı göreceksin. Bedenine ayrı, kalbine ayrı, ruhuna ayrı açılan Rabbanî sofralarda oturacaksın. 


“Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin kolay kıldığı yollara gir, diye ilham etti.” Nahl / 69 


-Peki bunlar için ben ne yapmalıyım?  


-İlk önce şunları sor kendine: Rabbimin işaret ettiği meyvelerden mi yiyorum? Adımımı her attığımda önümde açtığı doğru yollarından mı gidiyorum?  


Bal yapabilmesi için arının Rabbi’nin ona çizdiği yolda uçması gerekir. Boyun eğmezse, arının baldan nasibi yoktur. Onun için bakışın nuru, iman olmalı ki, hakikati toplayabilsin. Çünkü imanla bakan gözlerde zehir ile bal karıştırılamaz. Bal arısı balını taşır. Eşek arısı ise zehrini. 


“Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır.” Nahl / 69 


Beyan bağlarına bir dalabilsen dil balını verecek. Bu nurlu koridorlardan geçmesini bir öğrenebilsen aklından süzülen, şifa olacak. Gönlün, ballar balını bulduğunda derde derman nice kanallar açılacak bağrından. Ruhundan ruhlara cennet kuşları uçacak. Nice şafaklar doğduracak gecelerden.


Ömrü ebedî kılan, abideleşen ruhlardır. Ruhun kanatları göklere hasret. “Gökler Sahibi”ni bulana ise neyi görüyor, neyi dinliyorsa hepsi ona birer davet. 


Ne revaçta onu seçtik.

Gariplere gülüp geçtik.

Oysa bizler birer hiçtik;

Dost’a yakın yüceler var.


-Bir Hadisinde Efendimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)


“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız” buyuruyor. Sevmek nasıl gerçek imanın sebebi olabilir ki?


-Sevmek bir manada gönlün sırrını başka bir gönle emanet etmek gibidir. Biz emniyeti kaybettiğimiz için emanet edemiyoruz. Emanet edemeyen kalplerin tedirginliğini yaşadığımız için de sevmek istemiyoruz.


“Sizi bir tek candan yaratan O'dur. Sonra sizin için bir karar yeri, bir de emanet yeri vardır. Biz ayetlerimizi, anlayan bir toplum için apaçık beyan ettik.” Enam / 98


“Sizi bir tek candan YARATAN O'dur.” "Ve huvellezî ENŞEEKUM min nefsin vâhıdetin.” 


Allah hepimizi tek bir candan; Hz Âdem’den (as) var etmiş. Yani hepimiz tek bir asıldan geliyoruz. O halde ayetin belirttiğine göre kardeşiz. Tabii kardeşsek kardeşliğe de yakışanı bilmeliyiz. 


-Peki kardeşlere yakışan nedir?


-Birbirleriyle kaynaşmak, birbirlerini sevmek.

 

Burada çok hassan bir konu var: ENŞEEKÜM. Bizi bir tek candan inşa eden kim?


-Allah. 


-İnşa, yaratılmış bir asıldan ilk meydana getirme, yaratmaya başlama manasına geliyorsa, bu da Allah'ın kudretinin, il­minin, hikmetinin delili olan bir nimet oluyor demek. Peki nimet neyi ge­rektirir?


-Şükrü.


-Şükür iyiliği bilmek ve nimeti düşünüp göstermek. Her lütfedilen nimet de kendi cinsinden şükür istiyor ve bu hakikatlere rağmen birbirini adeta yiyen ve tüketen günün insanı… Buna ne demeliyiz?


-Günümüzde çoğu insanın verilen nimeti unuttuğunu, onu her alanda adeta görmezden geldiğini söyleyebilirim.


-Dediklerin maalesef doğru. İşin acı yanı, bu dediğinin ne anlama geldiğini tam kavrayamamış olmamız. Nimeti görmezden gelmek, onu örtmek. Örtmenin Arapça’da karşılığı küfür. Yani küfran-ı nimet, nimete nankörlük etmek, nimeti kullanırken nimetin sahibini unutmak demek.


Sözün özü: Allah’a (cc) O’nun ihsan ettiği nimetleri kullanarak asi olmak demek.


“Kim bir iyiliği yayarsa şükretmiş, kim de örterse nankörlük etmiş olur.” Hadis-i şerif 


Şükrün anlamı çok olmak, bir şeyle dolu olmak.  


-Bu anlama göre durumu değerlendirdiğimizde de karşımıza çıkan tablo şu mu oluyor?


Kalp şükrünü eda edemiyor ve iç dünyamız da güzel duygularla dolup taşamıyor.


-Evet. Kalbin nimeti çoğalamayınca duygular sönüyor ve gittikçe her şey anlamını yitirmeye başlıyor. Yitire yitire iç âlemimiz öylesine daralıyor ki nefes alamaz, hiçbir yere sığamaz oluyoruz.

Şimdi ayetin devamına bak; Allah (cc) ne buyuruyor?


 -“Sonra sizin için bir karar yeri, bir de emanet yeri vardır.”


 -Yani dünyada bir karar yeriniz ve insanın öleceği yerde bir emanet yeriniz vardır.


-Eyvah… Benim bildiğim, “emanetin şerefi”“tam teslim etmektedir. Bu kıran kırana yaşayışla örselenen insanlığımızı nasıl teslim edeceğiz “Sahib”ine.


 

-İşte mesele burada. Hangi yüzle bakacağız defterlerimize?


 Hadisi bir kere daha okuyalım:


“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.”


 Rahmetin açtığı yollar bizleri Selam esintileriyle dolu Cennet’e götürecek. Sırrın kilidi gönülde; anahtarı ise sevgin. Yolun gücü vicdanda; azığı ise sabrın, şükrün, Âdemliğin.


-Sevgi cennetin anahtarı… Yolun azığı sabır, şükür… Kaçımız bakıyoruz gönlümüze? Kaçımız “ne kadar azığım var”ın telaşındayız?


-Unutma: Sadece arayanlar telaştadır. İhtiyaçları olduğu için ararlar. Aradıkları noktaya varabilecek miyim kaygısını yine onlar çeker.



Sırrı güzeli aradık,

Uzakları hep taradık.

Anladık ki, açılmadık

Elde ne bilmeceler var


 -Doğru. Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını zanneden niye arasın ki… Peki eğer arayanlardan isek nelere ihtiyacımız var?


-Bilmeceyi çözebilmek için bizim menfaatsiz, katıksız, saf duyguların yoğunlaştığı ellere ihtiyacımız var. Şefkatin sarmaladığı, içimizi ısıtan sığınaklara ihtiyacımız var. Derdimizi görebilen basiret kaynağı sevgilere… Derdimizle çağlayan can ırmaklarına ihtiyacımız var.


 

“Kişinin değeri nedir?

 

-Aradığı şeydir! Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.”  Hz. Mevlâna


-Ben bu sözün, bu gerçeğin neresindeyim? Neyi arıyorum? Neyi arıyorsam, o mu oluyorum? Kiminle konuşsam, kimi dinlesem neden onun anlattıklarının, hırslarının, sitemlerinin ardında hep sevgi arayışı oluyor? Neden dilimiz, gözlerimiz, ellerimiz sevgi olamıyor? Neden ney gibi dertlenmeye aşina değiliz?

-Çünkü kendimiz sevgi değiliz? Bizim ateşimiz sadece düştüğü yeri yakıyor. Neyin ateşi ise dağları, bulutları. Onun için bizim haritamızda sadece biz varız. Kendimizi seviyor, sadece kendimizi dinliyoruz.


-Dili, gözleri, elleri sevgi olan insanlar var mı? Ney gibi dertlenmeye aşina sineler? Dünya tarlasında ekin yetiştirebilmemiz için bize örnek olacak ahlaklar.

-Olmaz mı? Onlardan çok var; ama ayrık otları arasında gizlenmiş kır çiçekleri gibidir onlar… Bulman için beton yığınlarından yeşilliklere açılmalısın. Tevazuu toprağının yüreğini dinlemelisin.  Göklerden rengini almış mineler gibi sadeliği, duruluğu taçlandırmalısın. Karıncayı ezmeyen adımlar atmalısın ki, karıncadan daha ince duygular yaralanmasın.

Olmaz mı? Onlar gecelerin sığınılası diliyle konuşur. Yıldızların parlayan gözleriyle bakarlar. Yıldızların yeri nerede?


-Göklerde. 


-O zaman kalbinle bak yücelere. O zaman “Dost Olan” dostlarını çıkartır karşına ve bulursun onları.

 

-Bulsam da nasıl ulaşacağım yıldızlara. Utanırım onlardan.


 -Utanıyorum diyerek kendini yerden yere vurma! Açlık nimete nasıl bir çağrıysa, utanmak da gerçek insanlığa çağrıdır. Kendini bilmek bu yolda ruhun en önemli gıdası. Aç ellerini; gök bahçelerine uçur dualarını, ümitlerini…


Ya Rab! Sadece “Sana” bağlanan gözbebeğin özgürlüğüyle kanatlandır bakışlarımızı. Sınırların ötesindeki uçsuz bucaksız manalar beldesine ulaştır.


Nefislerin şaşı gözüne takılarak onun dilediğine bakanlardan kılma bizleri. Gönül gözü ile bakan, varlığın içindeki bakışı yakalayanlardan eyle.


Ya Rab! Yaratılan her şey, ilhamını Sen’den alanın nazarında bir bal kaynağı değil mi? Her varlık güzel değil mi güzel görene? Çünkü hepsi Sen’dendir. Bizleri de kırlarda renk renk bitkilerin, çapalandıkça tabiat kokan özlerin cazibesiyle coştur. Öylesine coştur ki gönül arımız hikmet çiçeklerine deli divane olsun. Ondan sonra süzelim şuur peteklerine altın renginde; hakikat renginde safir güzelliğini…



e.b                       Kasım 2014



Bu yazı 16,598 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Ekim 2018 2 Aralık 2014 Olayı
    • 20 Temmuz 2017 Ordan Burdan-15
    • 28 Haziran 2017 Ordan Burdan-14
    • 20 Haziran 2017 Ordan Burdan-13
    • 10 Mayıs 2017 Ordan Burdan-12
    • 22 Nisan 2017 Ordan Burdan-11
    • 21 Mart 2017 Ordan Burdan-10
    • 5 Mart 2017 Ordan Burdan-9
    • 8 Şubat 2017 Ordan Burdan-8
    • 25 Ocak 2017 Ordan Burdan-7
    • 28 Aralık 2016 Ordan Burdan-6
    • 25 Kasım 2016 Ordan Burdan-5
    • 28 Aralık 2015 Ordan Burdan-4
    • 5 Kasım 2015 Ordan Burdan-3
    • 5 Kasım 2015 Ordan Burdan-2
    • 10 Mart 2015 ORDAN BURDAN-1
    • 26 Kasım 2014 Surete Aldanmak
    • 14 Kasım 2014 Kalperenler
    • 1 Ekim 2014 Yol
    • 21 Ağustos 2014 Oxford’a “HAYIR!” Diyorum!

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,237 µs