Aşağıdaki yazının sahibi olan e.b’yi Oktan Keleş’in kitaplarını okuyanlar hatırlayacaklardır. Kalemi gibi gönlü de nezih bir sanatkar... Bir gönül insanı... Tarık C.
Kulluk Davası Kulvarında Bir Koşu
Leylî demler yakışır Mecnun'um diyen "ney"e.
Gönüller ırak düşmüş, göller feryat u figan
Rüzgar mı, yoksa sıla mı dokunur yareye?
Sarılır hüzünlerim gâh handan; gâhi nalan.
Kerem'sen tutuştur canı, Aslı'na varmak için.
Sırrından akşamların düğümler çözülmeli.
Nice ateş yanıyor bağrında gecelerin;
Bekle fecirlerde fethin ayak seslerini.
Ufukları delmeli Ferhat'sa bakışların.
Çünkü Şirin yüzüne bürünüyor şafaklar…
Saçının tellerinden yayılıyorken sakın
Dağılmasın kokusu. O kokuda ruhum var.
O ruhun iradesi Sahibi'nin elinde.
O'ndan uzaklaştıkça sıkışır, almaz nefes
Nerde güzellik… nerde huzur, ferahlık nerde…
Ömrün hayat değil; gittikçe sıkan kafes.
Ciğerlerin görevi boğulmak mı kafeste?
Bir ömür, karanlığa nasıl bakar gözlerim?
Akıl neyi çözecek bu zillet mahbesinde?
Rabbim ne olur nur ver; bileyim ki nerdeyim.
- Bir ömür… Kalbin karanlığında, nefsin, tutkuların, hırsların parmaklıkları arkasında yaşamaya mahkum. Gittikçe çoğalan, çoğaldıkça ağırlaşan zincirlenmiş nefesler… dakikalar… saatler ve günler… Akıl korku içinde. Cevapsız sorularının anaforunda çığlık çığlığa. Ruh, kartalın dar bir hücreye tıkılmış hâliyle çırpınıyor. Hayali bile korkunç bir karabasan…
Bütün bunlara karşı ömürler nasıl korunur? Çözümler sunulsa da dinlesem… dinlesem… ve rahatlasam. Hür ve huzurlu bir hayata sahip olmak için yollara çıksam.
- Senin bir bedenin var değil mi? Bir de mekana sığmayan ruhun… Kartala o azametli, geniş kanatlar doruklardan uçsuz bucaksız maviliğe süzülsün, tepelerden tepelere uçsun diye verildi. Sendeki her cihaz da yaşayacağın mekana göredir. Hakim olan Allah, bu dünyayı hikmetiyle yarattı. Gözünle gördüğün, işittiğin, ellediğin, kokladığın, şahit olduğun bir âlem… Ve sen bedeninle, maddi varlığının tüm ihtiyaçlarıyla bu âleme bağlısın.
Bir de hiçbir maddî ölçüyle idrak edemeyeceğin, akıl ve hisle kavranmayan Allah'ın kanunlarının hakim olduğu, meleklerin ve ruhların bulunduğu bir âlem var. Bu âlemin malzemesi, yetiştirdiği ürünler maddeden değil, manadan. İşte ruhun ve kalbinin istekleriyle de bu mana âleminden besleniyorsun. Onun için sana hayat verene; Hayy Olan'a, her nimeti yerli yerinde ihsan edene sımsıkı bağlanmalısın.
- O zaman manası olmayan, sathi, kabukta kalan her şeyden hemen sıkılmam; hatta boğulacak gibi olmam bundan dolayı mı? Ömrümün bir mahbese; hapishaneye dönüşüp dönüşmemesi ruhumun, kalbimin sağlığıyla ve beslenmesiyle mi ilgili?
- Evet. Uzmanların belirtmesine göre sağlıksız beslenme, sağlıksız nesillere sebep oluyormuş. Düzenli beslenme ne kadar erken başlarsa çocuğun gelişimi, zekâ düzeyi ve bağışıklık sistemi de o denli güçleniyormuş. Yani bedenin gıdası bu dünyada ayakta kalmanı, sağlıklı olmanı sağlayacak. Beyin gücün, enerjin, hareketlerindeki canlılık buna bağlı.
Ama seni sen yapan gerçek manan ruhunda, kalbinde. Onları nasıl ayakta tutacaksın? Onların sağlığını nasıl koruyacaksın? Bütün mesele bu.
Bedeninin malzemesi toprak olduğu için gıdası da topraktan gelenler. Ruhunun, kalbinin ise manevi âlemden. Onun için gıdaları da manevi âlemden oluyor.
- Manevi âlemin gıdaları nedir peki? Ruhumu, kalbimi neyle beslemeliyim.
- Allah senin fıtratına, iç dünyana ayna olmak özelliği vermiş. Esmasının ve sıfatlarının buradan yansıması için. Onun için ruhun ve kalbinle her ilahi isme, sıfata muhtaçsın. Beyninin fosfora, balık yemeğe ihtiyacı olduğu gibi. Sağlıklı bir deri, ten için lazım olan proteini cevizden, baklagillerden aldığın gibi. Manevi duyguların da her bir isimden ayrı ayrı beslenecekler.
Gözünün önüne getir: Etiyle, sütüyle meyvesiyle mükemmel bir sofra... Aynı sofrayı ruhun ve kalbin için tefekkür edebilir misin?
- Mademki her İlahi isme açım… Rab, Rahim, Kadir, Malik, Vedud, Rezzak, Tevvab isimlerinden beslenebilmem için nasıl bir sofra düzenleyebilirim? En mübarek bu nimetlerin şereflendirdiği sofra ne olabilir ki…
- Sofranın cazibesi nereden gelir, bir düşün.
- Nice sofralarda oturdum. Örtüsü nakışlı, yemek takımları renkli, yemekleri leziz… Ama hiçbiri aç olduğum kadar beni cezbetmedi. Onu için açlık derim.
- Meseleyi güzel kavradın… Yaklaştın sayılır Demek ki o esmalara açlığın, ihtiyacın seni sofraya çekecek.
Kemalin, ahlakın erdemin idrakine varamayan Rab ismine ne kadar bağlanır? Hatalarını göremeyenin Tevvab'a bakışı nasıldır? Gücün, kuvvetin kendinden geldiğini sanan ancak gücü kendinden alındığında fark etmez mi? Senin açlığın; aczindir, ihtiyacın, zaafların, eksikliklerin, hataların, elinde hiçbir şeyinin olmayışıdır.
- Peki ama her insanda bu ihtiyaçlar zaten yok mu?
- Evet, var ama Sultan'a kul olduğunun farkında değil ki sofrasına koşa koşa gitsin…
Her aynaya ışık geldiğinde sırlarından akseder emdikleri. Güneşin hem ışığını; hem sıcaklığını hissedersin. Aynaya baktığında aynayı değil, içindeki nice cilveleri görürsün. Ama taşlara da odunlara da yansır güneş; ama içlerine nüfuz edemez. Baktığında güneşi değil; sadece taşı, odunu görürsün. Onca ışık yağmuru üzerinden akıp gider. Gafletin üzerinden akıp giden nice nurlar… taşlaşmış kalplerin nasiplenemediği nice esma.
Peki sofraya dönelim. Bu mübarek nimetlerin hepsini içine alacak ve ruhunu doyuracak sofra veya sofralar ne olmalı sence?
- Ben Rabbimden, Mevlâ'mdan dualarımla istiyorum. Ben Kadir, Malik'ül Mülk, Azim olan Allah'ımın azametinin önünde rükûmla eğiliyor, secdemle Rahim, Rauf, Settar limanlarına sığınıyorum. Yani namaz ibadetimle kulluğumu dile getirirken ruhumun ne kadar rahatladığını, kalbimin ne kadar emniyet içinde olduğunu hissediyorum. O zaman dualarım, namazım, ibadetlerim, hayırlı amellerim; kısacası İslam'ı yaşamam, kalbî - ruhî hayatımın önüne açılmış birer sofra oluyor.
- Peki bütün bunları yapabilmen için hangi malzemeye, hangi mutfağa ihtiyacın var?
- Malzeme iman olmazsa hiçbiri yapılamaz.
- O zaman şöyle diyelim:
- Ruhun birinci gıdası iman, sonra namaz, oruç, Kuran, marifet; yani Allah'ı bilme ilmi, İslam, sünnet, sohbet… Şimdi şuna dikkat et: Her birinin ortak bir özelliği var. Nedir, söyleyebilir misin?
- Her birinde kalbimden ve ruhumdan sanki sayısız eller uzanıyor da dualarıma yol oluyorlar diyebilirim. Sanki her duam nur oluyor, ruhum karanlıklardan sıyrılıyor diyebilirim. Sanki o dualarla yollar açılıyor yürüyorum, merdivenler uzanıyor çıkıyorum ve istiyor, verileceğinden emin iniyorum diyebilirim. Beni saran bir zırhın içinde, kokusu burnumda, lezzeti damağımda bir huzuru duyuyorum diyebilirim. Hele ruhumun kanatlanıp uçtuğu sadece kalbimle görebileceğim âlemler…
- Ne güzel deyiverdin. Dua ve nur. Ruhunun, kalbinin en önemli iki gıdası. Onlar olmazsa, ibadet etmezsen; yani bunlarla iman nurunu besleyemezsen yer ve gök senin nazarında adeta karanlığa bürünür. Karanlık, ruhuna ve kalbine en büyük bela. Bundan böyle ruhun soluklanamaz, kalbin karardıkça aydınlığı, huzuru bulamaz.
"Allah kimin hidayetini murat ederse, onun göğsünü İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar." Enam / 125
Hem Hakk'a bağlanmayanın fıtratı, şirk ile bozulur. Sadrı; yani göğsü hakka karşı kapanır. Kalbinin kapıları kapandığı için de ne zaman hak, hakikat adına bir şey duyacak olsa içini sıkıntı basar o kişinin. Artık onun ipleri nefsinin heveslerine bağlıdır; arzuları artık dünyevî renkler peşindedir.
- Onun için mi akıbetimiz böyle olmasın diye bu ayetle Rabbimiz bizi uyarıyor.
"(Onlara) Deki : "Rabbim, dualarınız olmasa size değer vermez." Furkan / 77
- Tabii. Eğer duası yoksa, eğer sonu rıza olan davası yoksa. Eğer elinden, dilinden, gözlerinden gönderdiği davet Yaradan'a değilse ne değeri vardır insanın… Kulluğunda, insanlığında, halifeyim deyişinde ileri sürdüğü tüm sözleri boştur.
- Sonuç olarak: Duamız olmazsa değerimiz yok; duamız varsa değerimiz var.
- Peki en büyük değerin nedir? Ne düşünürsün bunun hakkında?
- En büyük değerim, beni Yaratan'ın, beni ben yapanın arzusuna göre davranmam olmalı. O'nun beğenisini kazanabileceğim yolları, metotları öğrenmem. Bu yolları, metotları yine O'nun gösterdiği "Kitap"la ve "Rehber"le edinebilmem. Kulluğumun şuurunda her an dua hâlinde olmam.
- Bu kulluk makamındaki aczinle fakrınla ihtiyacınla Allah'ın Rahmetini, Kudretini, Ganiliğini davet etmen. Yani Dua ve davet.
Biliyor musun davet, dava, iddia dua kökünden geliyor.
- O zaman duâm, benim kendi kendine yetmediğimin ifadesi. Ruhumun, kalbimin ihtiyacı. O zaman bu ihtiyaçları gidermek, dua ederek, Allah'ın rahmetini, sevgisini davet etmek ömrümün davası olmalı.
"O'ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de." Araf / 197
- Evet davan kadar önem taşır duan. Ve şunu da hiç unutma: Davan, duan, davetin hep Allah için olmalı. Sonra Resulünün yolu yolun; davası davan; daveti davetin.
Ayrıca şunu da yaz yüreğine: Gerçek hayat, varış çizgisi rıza olan "kulluk davası kulvarı"nda bir koşudur.
- Bu âlemde kula düşen en büyük görev, davetse… Peki neye olacak bu davet?
- İlk önce "Allah'ı davet etmek"; O'nu hayatına ve hayatlara çağırmak olacak. Rabbim Sensin beni, bizleri idare eden, terbiye eden. Buyur hayatımın, hayatımızın her anına, Biz Sensiz hiçbir şey yapamayız demek olacak.
Sonra insanlar, çevre "Allah'a davet edilecek." Kuran'daki emirlerine, Resulünün sünnetine ve ahlakına çağrılacak.
Ve bu davetler seni kurtuluşa götürecek. Her şeyinle Allah'a teslim olmanın adı olan İslam'ın kapılarını açacak. O kapıların ardında sulhun, adaletin, insanca yaşamanın, huzurun, mutluluğun iksiri var. Onun için Ferman'ın ve İslam'ın Sultan'ı bizden bu huzur ve kurtuluş iksirini bütün insanlarla paylaşmamızı istiyor.
Onun için dualarınla niyazlarınla çağır Allah'ın güzel isimlerini. Çağır ömrüne ve ömürlere Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ahlakını, Sünnetin edebini. Davet et ki ömrün, ömürler umran olsun.
Umran olmak için; yani ömrümüzün imarı için, hatalarla, günahlarla tahrip olan mana âlemimizin tamiri için "Umre"lere gidiyoruz. Ömürlere ömür katmaya, Medine'nin bağlarından deste deste güller getiriyoruz. Ruhları ayakta tutabilmek için Kabe'den Beyt-i Mamur'a yükselen nurlu sütunları dikiyoruz hayatlarımıza.
Umre; içinde imar, tamir, ümran, ömür manalarını taşıyan bir ab-ı hayat sanki.
"Sizden, hayra davet eden, marûfu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." Âl-i İmran / 104
- Az önce dua, davet, dava ve iddianın aynı kökten geldiğini belirtmiştiniz. Davanın iddiasında ne var sizce?
- Davanın iddiasında mana var. Manasına göre kabul görür, saygı görür davan. Onun için davanın manasında Allah'a adanmak olmalı. Bu mana yoksa o dava kuru bir iddiadır. O dava bomboş bir laf, yalandır. Hedefi olmayan yolda oyalanmadır.
Davan varsa hayata karşı duruşun farklı olacaktır. Çünkü gücün, kendine güvenin iddiandan geliyor. İddiası olan dava sahibinin yüce makamdan talebi de çok güçlüdür. Kazanmak istediği davası ne kadar kıymetliyse, azizse tüm zerreleri ona kilitlenecek ve hep onu talep edecek, onun için nefes alacak, onun için ölümüne nefes verecektir.
Düşün Şirin olmasaydı Ferhat delebilir miydi dağı? Dağı delemeyen nasıl erebilir vuslatına? Dağı delmek, aklı ve bütün şartları aşan muradın adı değil midir?
Söyle bakalım: Var mı senin de uğrunda tüm engelleri kaldıracağın, karanlıkları yırtacağın bir şafak yüzlün. Eğer varsa bil ki; o şafak, senin davandır.
Keremi yakıp kül eden, ah u figanının alevinde yanmak ve Aslı'sına kavuşamamak değil miydi? Peki ya Kerem'in külleri başında kırk gün bekleyen Aslı'ya ne oldu? Dağılan Kerem'in küllerini tam kırk gün topladı ve kırkıncı gün saçı tutuşarak o da yandı. Birbirine kavuşamayan iki sevdanın, bedenleri değil; ama külleri karıştı. Buradaki kül gerçek manadır.
Bir düşün; sen ancak neyin uğrunda kül olabilirsin? Olabiliyorsan işte o senin davet edeceğin davandır.
"Leylî sözü söyle yoksa hâmûş!" Sevgiliden söz et, aksi halde sus! Fuzulî
Mecnun'san dilin, gönlün, ney gibi hislerin; her şeyin Leyla'yı söylemeli. Gayretin, şevkin hep onu dilemeli. Ayakların, yolların ona götürmeli, ellerin sadece ona uzanmalı.
Leyla'sız çölleşen varlığında bir vaha bulursan bil ki; o vaha senin hakikatindir. Çölde seraba koşarak hüsrana uğrayanlar da var. Leyla için ölümüne didinip hakikate erenler de.
Sen hangisinin peşindeysen o senin davan, davetin ve duandır.
Davan varsa, fetih kapılarını açan Kerem ol; düğümleri çöz ve çözerken yan.
Davan varsa vuslat için; Ferhat ol, engelleri kaldır.
Sözün varsa söyleyeceğin; Mecnun ol, sadece Leyla'yı konuş.
- En büyük dava Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mi?
- Evet. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in. Peki neydi davası, biliyor musun?
- Davasının iman davası olduğunu biliyorum. İnsanlığa da bu dava için gönderilmişti değil mi?
- Davanın ruhunu göklere çıkarman için ilk önce Allah'ın buyruğunu dinlemen ve uygulaman lazım. Onun için soruyorum:
Allah (cc) Kuran'ında neden sık sık kullarını Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)in davasına destek olmaya çağırıyor? Bu ayeti tefekkür et ve sonra cevabını ver.
"Ey iman edenler! Sizler Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz" Muhammed / 7
- Allah burada herkese değil, sadece iman edenlere sesleniyor. Yani imanın esasları neyse hepsine inananlara.
- Peki neden?
- Çünkü mümin de olsak ayaklarımızın kayabilme, doğru yoldan çıkabilme riskimiz var. Şeytan'a, nefsimize her an uymamız mümkün. Allah işte bu tehlikeli alanda kaybetmememiz için rahmetiyle ve hikmetiyle bize bir anlaşma sunuyor. Siz bana yardım edin, ben de size yardım edeyim. Tabii ki burada -haşa- Allah'ın yardıma ihtiyacı yok. Bu yardım bize oluyor. Neden derseniz; şöyle düşünüyorum:
Nefsimizin tembelliği ve bencilliği, bizi hareketsiz bırakırsa kalbimizin demir gibi paslanma tehlikesi var. Kalp paslanırsa sevgiyi, şefkati yansıtamaz duruma gelecek. Yani ayna olamayacak. Hem Allah'la hem başkalarıyla irtibatı kesilecek.
- Tabii irtibat kesilince de insan kendine düşen görevlerini yerine getiremeyecek. Sevgi, merhamet, güzeli anlama, iyilik etme gibi birçok yeteneğini kaybedecek ve bu kaybedişle ailesindeki, toplumdaki ilişkileri yara alacak. Yara büyüdükçe tahribatı daha da artacak. Halbuki insan Allah'ın vekili, halifesi. Birbirinden değerli kabiliyetler, değerler kendisine emanet olarak verilmiş. Emanete hıyanetlik ise Allah'ın kitabında yok.
"Allah uğrunda O'na yakışır biçimde cihad(gayretle mücadele) edin. İnsanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O'dur." Hac / 78
- Bir de tefekkürüme şunları ekleyebilirim:
Ayrıca bu aksiyon; sürekli Allah'ın yolunda çalışma, O'nun dinine, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, birbirimize yardım etmek şuuru bizim gaflete düşmemize fırsat vermiyor. Tabii ki bu mücadeledeki uyanıklık hâlimiz, Şeytan'ın oyunlarını fark etmemize ve onun oyununa gelmememize vesile oluyor.
- Biliyor musun, Kıyamet gününde bütün iman edenler Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Liva'ül Hamd sancağı altında toplanacak. Peygamberler de o sancağın altına gelecekler. Sinesi şefkat dolu öyle bir Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) var ki… Bu dünyada Sünnetiyle elimizden tutuyor. Orada da elimizden tutacak ve bırakmayacak bizi.
- Allah'ın yardımı iman edenlerle beraber. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefaati bizimle. Kuran, İslam ve Sünnet ise bizi selamete, esenliğe çağırıyor. Böylesine merhamet, böylesine akıl almaz bir ikram şöleni.
Bütün bu lütuflara, ihsanlara karşı hangi akıl, hangi yürek onların davasına duyarsız kalabilir ki…
- O zaman bütün hücrelerinle "Davam" de.
DAVAM
Sancım dolanır durur bedenimde her daim
Tavaf eder kalbimde canımda, tüm benliğim.
Bismillah Allah u Ekber… Ahde bürünürüm.
Döne döne Mevlâm'a davam ile yürürüm.
Bizler yolda sadece bir avuç cam zerresi;
Parlar ancak "Nur"unla Sana dönük çehresi
Allah'ım! Karanlığa alışık gözler fena.
Ürkütmesin, çıkmasın kovuğundan yarasa.
Endişeden sıyrılır Sana sığınan kulun.
Önemi yok katında ne mal, ne para, çulun.
Kalbim Senin Beytindir. O yer sevgiye vatan.
Gönülden başka güneş var mıdır aydınlatan?
Gökyüzüne yazılmış Rabbim İlmin, Kudret'in
Bulut olup karışsak rengine faziletin.
Ya Rab iste! Baharca vadilerden akalım.
Buharlaşıp bedenden; güneşlerden bakalım.
Çağın feryadı varsa, uyanırmış uyuyan.
Sesi yoksa ölüdür; kuldur huzurda zaman.
Gül nakışlı yüzüyle gülmelidir Efendim.
Dikenler budanmalı; O dertliyse dertliyim.
Sadece şeklî değil, "davasıyla sevmek" hak.
"Anam, babam feda" diyen ashabı örnek alsak.
Eller kanayana dek bağ derleyemez miyiz?
Sevda çağlayanından hiç gürleyemez miyiz?
Devran dönecek bir gün; renkleri değişecek.
Herkes kendi canında; kıvrım kıvrım düşecek.
Tam böyle çırpınırken "bir el" tutacak seni.
O ele layık olmaya temiz tut ellerini.
e.b
Temmuz 2013
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle