Uzun zamandır takip ettiğimiz bir konuyla ilgili olarak –bilerek- yeni bir analiz hazırlamadık. Bu konu da şu: Almanya’da yaşayan Türklerin evlerinde çıkan yangınlar ve can kayıpları.
Bu vahşeti yapanların, Alman gizli servisine bağlı olarak çalışan ırkçı bir birim olduğu ortaya çıktı. Yani delilleri ile beraber ortaya çıktı ki, özellikle Türklere karşı işlenen cinayetlerin ve çıkarılan yangınların arkasında istihbaratla bağlantılı bir birim var. Bu bağlantıyı Alman Başbakanı Merkel de itiraf ederek: “Bunun Almanya için büyük utanç ve yüz karası olduğunu” belirtti.
Almanya’da çıka(rıla)n yangınlarda hayatını kaybeden Türkler ile ilgili olarak gerek Avrupa medyasında gerekse Türk medyasında bir çok haber yapılarak konu gündeme getirildi. Yangınlar ve can kayıpları örtbas edilemedi. Bu durumda Alman Başbakanı Merkel panik havası içersinde alelacele açıklama ile konuyu kapatmaya çalıştı. Ancak en azından en yetkili ağızdan bu yangınları bilinçli çıkaran “Nasyonel sosyalist Yeraltı” örgütün Alman istihbaratı ile olan bağlantısı ortaya çıktı. Böylece şimdiye kadar Alman polisi ve yetkilileri, "olayların ırkçı bir bağlantı ile işlendiği iddialarının doğru olmadığı" tezi de çökmüş oldu.
29 Mayıs 1993 tarihinde Almanya'nın Solingen şehrinde, bir Türk ailesinin evinin kundaklanması sonucu 5 vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Solingen Faciası sembol olmasına rağmen daha sonra da birçok Solingen faciası gibi facialar yaşandı.
Sadece 2013’teki yangınlara bakalım:
Stuttgart yakınlarında bulunan Backnang kentinde Türk kökenli bir ailenin yaşadığı apartmanda çıkan yangında 8 kişi hayatını kaybetti.
Yine Köln kentinde bir apartmanda çıkan yangında iki kişi öldü.
Almanya'nın Bremen kentinde Türk bir aileye ait evde yangın çıktı.
Almanya'nın Ettlingen Kasabası'nda Türk ailenin yaşadığı binada yangın meydana geldi.
…
Yangınlar genelde Türklerin oturduğu binalarda çıkıyor. Diğer bir özellik de genelde bu yangınlar binanın EN ÜST katında yani ÇATI katında çıkıyor.
Stuttgart yakınlarında çıkan yangında 8 kişi birden vefat edince hükümetimizden cılız bir ses yükselmişti:
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Almanya'nın Köln kentinde Türklerin yaşadığı bir apartmanda çıkan yangınla ilgili olarak: “Bu yangınlar çıkmak için Türklerin evini nasıl tespit ediyor, anlamakta zorlanıyorum.” demişti.
Bu enteresan bir durumdu, ortalığın ayağa kaldırılması gerekirken, cılız tavırlar ortaya konulmuştu. Acaba bu cılız tepkinin sebebi neydi? Bu sessizliğin Almanya’daki Deniz feneri davası ile bir bağlantısı var mı, bilemiyoruz. Aslında basın olayların üstüne bu kadar gitmese, o cılız açıklamalar da herhalde yapılmayacaktı. Özellikle Avrupa basını da bu yangınları gündemde tuttu. Hükümetimizden, Türk vatandaşlarına yönelik bilinçli yapılan bu olaylar için daha gür seslerin çıkmasını beklerdik. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir Türk’ün burnu kanasa bile, bunun hesabını sormamız gerekir. Büyük Devlet böyle olur!
Almanya Eyalet Yüksek Mahkemesi bu yangınla ilgili olarak davaya Türk Medyasını almak istememiştir. Kamuoyunun baskısı fazla olunca Almanya geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Almanya’da görülen davaya Türk medyasının alınmamaya çalışılması ise basın üzerinde restleşmeye gidilmiştir. Almanların yangınları sıradan, tesadüf olarak göstermesi ve : “ne var yani her yerde yangın çıkar” söylemleri dikkate şayandır. Bu açıklamalardan kısa bir süre sonra 20 Nisan 2013’te İstanbul Küçükçekmece'de bir evde çıkan yangında, ilk belirlemelere göre 5'i çocuk 6 kişi hayatını kaybetti. Haberin ayrıntısında şu ibareler vardı: “3 katlı apartmanın EN ÜST katında henüz bilinmeyen nedenle yangın çıktı.” Yangının önce elektrikli sobadan çıktığı söylenmiş ancak ailenin açıklamasında elektrik sobasının çalışmadığı anlaşılmıştır. İlginçtir yangında ölenler arasında Almanya’dan izne gelenler de vardı.
İlginçtir aynı gün Habertürk TV editörü Ecevit Kılıç'ın Kadıköy'deki evinin en ÜST KATINDAKİ dairede doğalgaz patlaması sonucu yangın çıktı.
Bu olayları böyle peş peşe anlatmamızdaki maksadımız, üst üste gelen bu olaylar arasındaki bağlantı. Bu tesadüfleri irdeliyoruz. İki olay arasında bağ kurmak gibi bir niyetimiz yok.
Niyetimiz, ya da daha açık bir ifade ile anlatmak istediğimiz, hiçbir ülkeye güvenmediğimiz gibi, Almanya’ya da güvenmediğimizi söylemek. Çünkü bu ülkenin geçmişi sinsiliklerle dolu olduğunu bildiğimiz için, onlara şöyle diyoruz: Bu ülkede her şeyden şüphelenen beyinler var! Atılan adımları, kurulan tuzakları bu milletin içinde bilenler var!
Şimdi, başka bir konuya geçelim: Alman istihbaratının en önemli özelliklerinden bir tanesi; Türkiye’deki İslamcı teşkilatların ve tarikatların üzerindeki etkisidir. Bu konuda yapılmış çalışmalar da bulunmaktadır. Burada özellikle şunu vurgulamak lazım, Alman istihbaratı özellikle Nakşi tarikatına karşı özel bir ilgi göstermiş, bu tarikatın arşivleri ile yakından ilgilenmiştir.
Alman istihbaratının, Almanya’da kurulan –sözde- İslam Federe Devleti’ne olan yardımları da bilinen bir gerçek. Alman istihbaratı, Türkiye’nin temel dinamikleri ile her zaman yakından ilgilenmiş, zaman zaman müdahil olmaya çalışmış, bu konuda özellikle İngiltere ve Fransa ile rekabete girmiştir. Bu rekabet zaman zaman da işbirliği ile sonuçlanmıştır.
Almanya’nın PKK’ya destek verdiği de bilinen bir gerçek.
Az önce anlattım Almanya’nın Türkiye’deki İslami yapılar üzerindeki çalışmasını. Yurt dışına para transferlerinin yıllarca tarikat bazında olduğunu gören Almanya, hem tarihsel bir güç, hem inanç gücü, hem de sermaye gücü karşısında planlar geliştirerek aşamalı bir şekilde çalışmalar yapmıştır. Bu olayların tarihi köklerine baktığımızda özellikle 1. Dünya Savaşı’na girmemize neden olarak bilindiği gibi Almanlara ait olan Goeben ve Breslau gemilerinin adları değiştirilerek, Yavuz ve Midilli isimlerini alarak Karadeniz’e açılmışlar ve Rusya kıyılarını bombalamışlardı. Almanların oldu bittisi o zamanda Osmanlı için facia ile sonuçlanmıştı. Yine o dönemde Sarıkamış faciasında da Enver Paşa’yı yanlış yönlendiren Alman Genelkurmay Başkanı General Bronsart idi.
Son yirmi yıldır özellikle Almanya’dan büyük paralar toplayıp, Türkiye’de şirket kuranlar, yeşil sermaye diye adlandırılan bu yapı bir şekilde iflas etmiş, olan Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarına olmuş, daha doğrusu bunlara inanan İslami kesime, Müslümanlara olmuştur. Ne enteresandır ki, iflas edenler yıllar sonra tekrar büyük paralarla ülkede söz sahibi olmuşlardır. Bu şirketlere, büyük paralar kaptıran Müslümanların hakları teslim edilmediği halde, bu güruh yeni holdingler kurarak tekrar karşımıza çıkmışlardır. Ne hazindir ki, bir tarikatın önde geleni de fetva ile bu projelere destek olmuştur.
Şimdi bütün bu oyunlarda Alman parmağı aramayalım dersek, o zaman başka bir parmak aramamız lazım o da bir kısım Müslümanların parmağı. Hangi parmak olduğuna siz karar verin.
Almanya’nın Türkiye’deki tarikatların cebindeki eline dikkat etmek lazım. Bu eli artık görmek lazım.
Son bir soru: İsviçre bankalarındaki gizli hesapları olanlar, Almanya’dan izin almak zorundalar mı? Almanlar bu kayıtları ne yapıyorlar?
Emir Yıldızdan
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle