Aşağıdaki yazının sahibi olan e.b’yi Oktan Keleş’in kitaplarını okuyanlar hatırlayacaklardır. Kalemi gibi gönlü de nezih bir sanatkar... Bir gönül insanı... Tarık C.
Ruhumuzun bir yeteneği olan “sabrın” bu mübarek aylarda Allah’ın emirlerini yerine getirmede bizlere destek; nefsimizin isteklerine direnmede de kuvvet olması duasıyla…
Dalından Acele Koparana Vâh
- Yollar açık mı sanırsın
Hüsne ulaşmak için?
En güzel süsü kalbinin “sabır gül”ün.
Aşkı bulmak için
Kokusu binlerce dikene inat
Yayılır.
Sen sadece yüreğine çek.
Çek ki; bir başka patlasın tomurcuklar...
Dost’a dost eden nice garipleri,
Hangi sır?
Bilir miyiz neden
Yeşilin en koyusu biter derinliklerinde
Vadilerin?
- O zaman anlat bana vadileri. Neden yeşilin en koyusu derinliklerinde bitiyor vadilerin?
- Vadiler geniş değildir yaylalar gibi. Işığa da sarılmazlar dağ misali. Ama yürekleri derindir. Onun için sır tutarlar. Yağmurlar, nehirler hep onun kucağında dinlenir ve sinelerinden akan da hep huzurun sesidir. Her gelen, her dokunan bir yeşilini bırakır onlarda. Bunun için vadi, yeşil bir yoldur.
“(Yakub:) “Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum.” dedi.” Yusuf / 86
Geçilmez sanılan sarp dağlar arasından uzayıp gider. Yeşilde yeşiller biter; çünkü yeşil doğurgan. Yeşil yeşile ancak zamanla karışır. Zamanın yeşiliyse sabır. Asırların vadilerinde vahiy yağmurlarıyla beslenen peygamber sineleri... Yusuf’unu bekleyen, bekledikçe yeşillenen, etrafa dökülmeyen çileler.
- Beklemek; sabretmek ve hakikatin derinliklerinde sessizce yol almak mıdır hayatın, anlamı?
- Ben diyeyim, adresini sen bul.
Ömrün başka ömürler arasından gürültüsüz, riyasız sevgilerce akmalı. Yeşil nasıl sükutu dinletirse seyredenlere, sen de serinliğini serpmelisin çevrene. Gün gelecek kızacaklar sana. Anlaşılamayacaksın zaman zaman. Kin de savrulsa yüzüne öfke de, hep sakin olacaksın.
- Peki hangi kuvvet beni böylesine durduracak?
- Birlikte düşünelim: Biliyorsun Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Taif halkını İslam'a davet etmek için Taif'e gitmişti. Ama onlar İslam'ı kabul etmedikleri gibi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in oradan çıkıp gitmesini istediler. Bununla da kalmadılar; mübarek bedenini taşa tuttular. Her tarafı kan revan içinde iken dahi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e mübarek ellerini semaya kaldırtan, “Allah'ım onları affet. Bilselerdi bunu reva görmezlerdi. Onları hidayet eyle.” Dedirten o muhteşem duygunun kaynağında ne var sence?
- Sabır var.
- Ama sadece sabretmekle kalsaydı, dua eder miydi? Dikkat edersen onlar için Allah’a “affet” diye yalvartacak sabrın ötesinde daha başka bir duygu var.
Kendisine onca zulmeden Mekke halkına fetihten sonra nasıl davrandı peki? İlk önce “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu. Sonra Kureyşlilerin “Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; “Hayır yapacaksın!” deriz. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!” cevabına karşılık ne buyurdu?
“Ben de Hazret-i Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi; “Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok!” diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!”
- O zaman sabrın ötesindeki daha başka bir duygu kerem ve iyiliğin kaynağı “şefkat” oluyor.
- Evet doğru söyledin. Kerem ve iyilik deryası, şefkatin, merhametin kaynağı Canım Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem). Ah... O’nu bir anlayabilsek... Böyle bir şefkati besleyense Yunus’ça “Yaradılanı Yaratan’dan ötürü sevmek.”
Şimdi şu ayeti birlikte teemmül edelim; yani. bütün incelikleriyle kelimeler arasında bağlantılara dikkat ederek inceden inceye ve dikkatle düşünmeye çalışalım.
“..vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs, vallâhu yuhibbul muhsinîn.” Al-i İmran / 134
(..ve onlar öfkelerini yutanlardır ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.)
Şimdi sen sor, ben cevap vereyim. Teemmülümüz sesli olsun.
- Allah kimleri seviyor?
- Muhsinleri.
- Muhsin kim?
- Allah ile her an beraber olma farkındalığını taşıyan. Bu farkındalıkdan dolayı hep güzel düşünen, güzel davranan. Yani kalbinde “hüsn”ün anlamı galip olan.
- Peki hüsn nedir?
- Güzellik. Bütün kainatın yaratılma sebebi.
- Muhsinlerin vasıfları bildirilmiş mi?
- Evet. Öfkelerini yutmak ve insanları affetmek.
- Yalnız burada bir soru sormak istiyorum size. Neden öfkeyi tutmak değil de yutmak?
- Dikkat et. Farkındalık arttıkça aklın kelimeleri farklı tartmaya başladı değil mi? Tabii gözün de daha ayrıntılı görüyor.
“Kâzımînel gayza” (Öfkelerini yutanlar.)
“Kezm” içi dolu deriden yapılmış bir su kabının ağzını bağlamak anlamında. İnsanın da zarar gördüğü kimselere karşı hazmetmesi, sabretmesi aynı ağzını adeta dudaklarıyla bağlayarak kalbindeki gayzı, öfkeyi dışarı çıkarmaması gibidir.
- Sabır...sabır... Her varlıkta sabır.
- Evet. Sabır, kainattakı sükutun dilidir. Yağmur yağar, göklerin sabrı dökülür. Yer ise sabrını mecralara döşer. Yer ve gök sabırda birleşerek vadilerden akar. Ve vadileri saran sihir: Yeşil.
“Sabırlı olun. Zira bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl gülebilir? Aceleci olmayın, maksada sabırla erişilir, acele ile değil. Alelade otlar iki ay içinde, kırmızı gül ancak bir yılda yetişir.” demez mi Hz. Mevlâna?
Yeşil, ömre ömür katmanın rengi. Yeşil, Mevlâ’nın bereketi. Yeşil, vadilerin, vadilerce sinelerin sinelerce sabrın dili. İnsanda beden, toprak ve hayaller, düşünceler göklerse. Senin de hayallerin ve düşüncelerin aynı gökler gibi bedenine sabrını dökmeli....
- Ya vadi olmasını bilememişsem? Ya ortalıklara düşmüş bir garipsem? Kiminle toplayacağım güzellikleri?
- Sen kelebeğin hikayesini bilmez misin?
Tırtılın hayatı ne kadar kısa
Diyerek üzülen kişilere ah...
Oysa ki düşünsek düşmeden yasa,
Kelebek olacak ertesi sabah.
Koruğa tat veren zamanı bekle.
Sirkeyi bal eden ihsanı bekle.
Dânede nur olan “Cânân”ı bekle.
Dalından acele koparana vâh!
Sevginin ölçeği fedakarlık. Kelebekçe ruhunu uçurman için, bedenin önce tırtılın fedakarlık dilini çözmeli. Fedakarlığın, bağışlamanın menbağı rahmet ve şefkat demiştik Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den örnek verirken. Onun için bunca anlayışsızlığa, öfkeye daha buna benzer nelere dayanmak ve hala şefkatli olabilmek için tek iksir sabır... sabır... ve Allah’ın sevgisine mazhar olabilme gayreti...
Zaman geçecek olmadık yerlerde ansızın kapılar kapanacak yüzüne ve olmadık yerlerde başka kapılar açılacak birer birer? Kapılar arasındakı farkın hikmetini idrakinde çözmeye başlayacaksın. Anlamını gün be gün olaylarla öğreneceksin. Kapanan her kapıdan anlayışsızlık kaybolurken açılan her yeni kapıdan girenler, kardeş selamı verecekler sana. Sen selamlarını ala ala “Selam Sahibi”ni bir başka seveceksin.
O zaman bu sevgi seni teslimiyete, tevekküle, sabra götürecek. Bir bakmışsın tırtılın sabrında kelebekçe hikmetlere uçuyorsun.
Bir de şöyle düşün: İstediğin kadar baksan etrafına... Gözlerin esmalarda sema etmedikçe, kalbin ney gibi inlemedikçe, varlık kudümleri çalsa da neyi görür, neyi işitirsin? İstediğin kadar dolaşsan... Her adımın hayır başaklarında daneye yürümedikçe; canın başka beldelere yağmur olmak için buharlaşmadıkça, neyi anlar, neye yararsın?
Kısacası istediğin kadar çalış, didin... Bir anı, günleri beklemeden; bir günü, ayları beklemeden; ayları, yılları daha olgunlaşmadan dalından koparırsan, ömrünün hangi ürününü toplayacaksın?
Rahim, ürününü dokuz ayda veriyor. Her ağaç farklı yılların sinesinde dal dal uzuyor. Kuran 23 yılda indi. Dünya 6 günde kuruldu. Ekmek hangi aşamalardan geçe geçe sana geliyor? Halık, Mürid, Kadir olana zor mu geldi -haşa- ki ekmek ağaçları yaratmadı?
- Doğru. Bir bebeğin dişlerinin durumuna göre, mide hazmına göre beslenmesinde; bir koşucunun uzun bir mesafeyi koşabilmesi için, önceden kısa mesafeleri koşarak hazırlanmasında, hep aynı durum var. Peki neden böyle? Nedir bunun hakikati?
- Bu dünya bir imtihan dünyası değil mi? İmtihanın amacı neye bakar?
- Terbiyeye, kemale ermeye bakar.
- Peki eğitim konusunda terbiyede nasıl ilerlenilir; yani insan nasıl olgunluğa erişir?
- Yavaş yavaş, sindire sindire. İlkokuldan üniversiteye derece derece ilerleyerek.
- İşte bu derece derece, yavaş yavaş olana tedrici denir. Allah (cc)’un kainattaki en büyük İlahi kanunu da “tedricilik”tir. Tedricilik, sabrın varlığa akseden yüzü.
Şimdi de sabrın hikmetlerini çözebilmek için aklının yüzünü “Esma”ya çevir ve kalbinin eliyle tecellilerine tutun. Çünkü gördüğün her şey, adeta Allah’ın isimlerinin, sıfatlarının talim yeri.
Mesela Rahim ve Hakim isimlerine değinelim: Hem Rahim hem Hakim Olan, seni sebepsiz darlığa düşürür mü? O sebebin sonunda kul için hayırdan başka bir şey var mıdır? Midenin rızkını yaratan Allah, midenin sağlığına gore verir rızkını. Sen de midenin kıvamına gore yaparsın yemeğini. Ressam önce hayal eder, sonra tasavvurunu fırçaya döker. Kısacası her şey sabırla işlenir. Senin bedenin de ahlakın da sabırla oya oya, nakış nakış Rabbinin terbiyesiyle işlenir.
“O (Allah), bir şey irade ettiği zaman O'nun emri, sadece ona “Ol!” demektir. O, hemen olur.” Yasin / 82
Düşünsene ayette buyurduğu gibi Allah, neden her şeyi bir “ol” ile bitirmiyor? O zaman kulak ver kainatın sesine; her zerreden şu sesi duyacaksın: Sabır... sabır... sabır...
Elde ettiklerini şerden, beladan korumak için sabır. Nefsin ve Şeytan’ın şerrinden, hayasızlığın kirlerinden, yalanın, riyanın kirlerinden korunmak için sabır... İbadete sarılmakta, sürekli olmasında hep dayanağımız sabır. Dinlediğini, gördüğünü, tattığını, hissettiğini koruyamazsan yüreğinde; istediğin kadar emeklerini biriktirmeye çalış, sorumluluğunu yüreğinle üstlen. Delik deşik bir yaşamla neyi nasıl biriktirecek, nasıl taşıyacaksın?
Ve vakit gelecek “Hasat zamanı”dır diyecekler sana. Ellerine bakacaksın. Ne kazanmışsan avuçlarında onu bulacaksın. Gece ektiği, diktiği ekinini gündüz değerlendirenin mahsulü, bol olacak. Ya gündüz işlediklerini gece savurmuşsan, elinde ne kalacak?
Bahçe sahibi tohumunu eker ve bekler. Artık zerrelerin Rezzak tesbihini dinleme zamanıdır der ve toprağa tutar kulağını. Toprağın gözleri göklerdedir hep. Yağmur damlalarına hasret bitince yüzü gülecektir. Derinliklerin sayısız paylaşımında ne hırs vardır; ne gürültü… Her şey sessizdir. Bir sükunet edebinde binlerce doğumun müjdesi yayılır günden güne. Çiftçinin gözlerinde heyecan… Emeğiyle sorduklarına varlığın yüreğinden gelecek cevabı bekler. Ne ekmiş, ne kadar ekmiş?
- Aynı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Dünya ahiretin tarlasıdır.” dediği gibi mi?
- Evet. Onun için sen de bir çiftçi gibisin. Dünya da tarlan. Yaptığın hayırlar, iyilikler; ihmal ettiklerin, ertelediklerin, yaptığın kötülükler de mahsulün.
- Peki hasadı nerede alacağız? O zaman… Ahirette olmalı.
- Evet. Dünya bir mezra ise bunca tohum, bunca ekin, ekilen ve dikilen ve işlenen her şey, mevsimi gelince avuçlarına mahsul olarak konulacaktır ki; bu mevsim ahirettir.
“Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek, (yapilan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.” Enbiya / 47
- Mutluluk, heyecan, çocukça sevinmeler ve pişmanlıkların dibe vuran çöküntüleri… Demek böyle bir günde her yüzün ifadesi birbirinde çok farklı olacak.
“O gün kişi, elleri ile takdim ettiği şeye bakacak. Ve kafir olan: “Keşke ben toprak olsaydım.” diyecek.” Nebe / 40
Elimizden, dilimizden, gözümüzden, gönlümüzden hasıl olan amel dediğimiz mahsul, sırrına ancak Allah’ın vakıf olduğu bir “terazi” ile tartılacak. Hasat mevsimi denilen o gün, senin sonsuz geleceğin için öyle bir noktadır ki, o mahsul aynı zamanda senin gideceğin yerin adresini de verecek.
- Peki dünyada ne, nasıl ekilmelidir ki, ahirette biçilen mahsul de bahçe sahibinin yüzünü güldürsün.
- Hikmet kalemiyle çizilmiş bir yaşam sunulmuş önümüze. Hazinenin üstüne oturmuşuz. Hiç aklımıza gelmez mi kalkıp kapağını açmak? Az bir gayret kendisini sultan yapacakken ömrünün dilenciliğini yapan adama ne denilir bilmem? Bahçenin gerçek sahibi bahçeyi düzenlememiz için zaten her şeyi hazırlamış. Sana düşen sadece aramak, bulmak ve değerlendirmek.
Varlığı yaşatan aşk, besleyen rahmet, döndürense şevk. Seven, merhamet eden hiç yerinde sayarak kokuşur mu? İçine atılırsın hayatın; Hayy olandan vazgeçemezsin. Taş atıldığında sulara, sular halkalanır. Halkaların sayısı taşın sulara sevdası, hasreti kadardır. İnsan yaşama atılan bir taş değil ki. Onun için senin halkaların sonsuza kadar açılmalı ve genişlemeli kainat kadar.
Bak Şeyh Galip, insan denilen bu muhteşem varlığın hakikatıne nasıl varmış?
“Hoşça bak zatına kim, zübde-i âlemsin sen; (Kendine iyice bir bak ki, âlemin özüsün sen;)
Merdûm-i dîde-i ekvan olan âdemsin sen.” (Yaratılmışların gözbebeği olan insansın sen.)
- Anlattıklarınızla şu anda öyle bir hâldeyim ki sanki hayallerimde turna kanatları var; sığamıyor bir yere. Her yanım ayrı çırpınışlarla dolu gibi. Ancak hayallerimden sıyrılıp kendime bir baksam, güç olarak gördüğüm sadece güçsüzlüğüm, acizliğim, çaresizliğim olacak. Ömür çok kısa; hakikatse içinden çıkılamayacak kadar derin.
- Kısa gören senin aklın. İmtihan soruları gönüle seçiliyor. Sen gönlünü oku. Orada bulacaksın cevapları. Sabrı ayaklarına sor; ama tadını gönülde bul. Sabrı ellerine sor. Bereketini gönülden topla. Dilinin dillerden, gözünün gözlerden topladığı koruklar nerede şerbetleşir dersin? Yine gönülde.
Hakikatin tadını tadanlar, lezzetin “hayat sorularının cevabı”nda saklı olduğunu biliyorlar. Sıradan bir göz gezdirmek yerine ilmini dokuyorlar her kelimenin. Gördükleri, tuttukları yaşadıkları her eserin değerini düşünmeye, hikmetini anlamaya çalışıyorlar. Bunlar bize neden sunuldu? Kim sundu? Niçin sundu? Yaşamın hızla çevrilen sayfalarına öylesine bakanların şaşkın dünyalarından öte “bütün güzellikleri aşkın bir âlem”i nasıl görebilmeliyim diyorlar.
- Anlattıklarınızdan hep karşımıza çetin bir yolculuk ve gitmek ifadeleri çıkıyor. Niçin?
- İnsanoğlunun anne rahmine düştüğünden itibaren gerçek yurduna yolculuğu başlamıştır. Bir gencin yolculuğunun benimkinden hiçbir farkı yok. Fark etrafı izleyen nazarlarımızda; adımların, solukların seslerinde. Yolculuk dememi bir veda diye anlama. Gitmek için gelmek gerekir. Biz bebeklikten bu yana geldiğimiz yere gidiyoruz. Ama ne zaman biter bu dünyadaki yolculuğumuz, ne zaman ayrılır yollar, onu da ancak Allah bilir.
Sakın korkma! Seni bir nutfeden âdem yapan, bir damlayken deryaya akıtan; aklının sorduğu bütün bu soruları doğru cevaplamana da ehil hale getirecek (Allahu alem). İşin sırrı sabretmende. Beşer gövdesinde gerçek insana yürümende... Gönlün de bunu biliyor. Şimdi dinle ne diyor sana:
- Dön dönebildiğin kadar çaresizliğim. Kapılar açılana kadar dön. Eteklerin toplasın acizliğini. Ellerinde muhtaçlığın... Dökülmesin bir yere. Bekle.
Başım gezegenler gibi fırıl fırıl... Sinem binlerce yanardağını taşır. Dön dönebildiğin kadar hasretliğim. Bu kapı için içindeki yangın, ateşlerin. Varsın yansın bağrın. Dağılmasın korların bir yere. Bekle.
Düşüncelerim döner esmaların içinde. Aklım görmez hiçbir şeyi, dil konuşmaz. Sadece kalbim gök bağırışına gebe. Sus. Hiçbir şey söyleme. Bekle...
Nedir beni bunca döndüren duygu? Nedir bana gelen esintiler? Saçlarımda bir başka beldenin nefesi. Öyle bir çek ki ta derinliğine yüreğim. Dağılmasın hiçbir yere. Bekle.
Dön dönebildiğin kadar ayaklarım bu nurdan çemberde. Beden havalanıyor. Can şiirini yazıyor döne döne.
Döndükçe noktalaşıyor hiçliğin. Bu cümle başka... Manasında bilemediklerim.
Kalkışma hiç yorumlamaya. Harflerin dönsün sadece... Satırlar çözülmesin. Bekle.
Kalbime göründü yolculuk. Her duyuşta, her sevgide döne döne kıvrılıyor yollar... Bu menzil başka. Binlerce hıçkırık düğümlenir. Ağlayışlarım dönenir, ırmaklar akar gözlerimden. Bulutlarca dön, yağmurca dön zerrelerinde. Dökülme. Bekle.
Vuslata ermek nasıldır bilemem. Yüküm hafifler döndükçe. Hayretime açılır boyutlar. Her yeni dönüş bir kıvrılışıdır sarmaşığın. Dallarım döner, gündöndüye döner yapraklarım. Bu dönüş başka. Döndükçe başka sarılırım ışıklara. Tut yalnızlığını bakışlarında, yum hasretini. Başka güneşlere dönme. Bekle.
Gün geceye bürünür, gece güne. Ruhuma bürünür gövdem döne döne. Daire daire helezonlaşırım. İç içe içimdeki âlemler... döne döne gözbebeğimde sır olur; ben göremem. Gözbebeğim! Görebilmen için sadece dön. Bekle.
Mercan yüreğinde sabır döner kanaya kanaya diplerin sessizliğinde. Köpüklerin dilinden çözülür dalganın hüznü, döne döne. Hücrelerimde sular döner, buğulanır hayallerim. Nereye kadar bu dönüş? Durma. Buhar olana dek bekle.
İlikler boşalsa, otlar sararsa da başka toprakta filizlenecek ekinin. Daha gür, daha yeşil...
Dön garipliğim, dön başka baharlara. Başka başaklarda tane olana kadar dön. Rüzgar eser. Tane ayrılır sapından, dağılır döne done. Şimdi hasadıdır benliğin. Bu harman başka harman. Ne kadar kaldı? Bilmem ne zaman?
Sen dön sadece...
&nbs
Değerli okuyucumuz,
Bu yazı 7,997 defa okundu.
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
Yorumlar
+ Yorum Ekle