En Sıcak Konular

Tarık C.

Köşe Yazarı
Tarık C.
29 Ekim 2012

Sır Taneleri



Aşağıdaki yazının sahibi olan e.b’yi Oktan Keleş’in kitaplarını okuyanlar hatırlayacaklardır. Kalemi gibi gönlü de nezih bir sanatkar... Bir gönül insanı... Tarık C.

                                                          SIR TANELERİ

 

(Derûnî Devlet-Kutsal Halı” Kitabındaki Beka-yı Vicdan Hakikati’nin tefekkürü sonucu yazıldı.)

 

Bir şehir: Kalabalık. Kesret sokaklarında gittikçe çoğalan adımlar... Mânâları yitik sözler dökülüyor durmadan. Gün hakikatin peşinde; bir doğup, bir batmakta. "Nereden geliyor, nereye gidiyor?" diye kimseler sormuyor.

 

Günlerden bir gün: Bir “Güzel”in namı yayılıyor şehirde. Sarayının güzelliği dilden dile. Herkes kendince bir şeyler anlatıyor. Hayaller, düşler sarıyor odaları.

 

Bir tek“Nefis” habersiz çevresinden. Başka bir sevdaya dolanıp durmakta. Adı Heva’dır sevdiğinin.Güzel’den söz edilmeye başlanıldı mı, nefis sadece Heva diyor, başka bir şey demiyor.

 

“Akıl”da duyuyor Güzel’i. Hakkında yazılan ne varsa okuyor. Ne konuşulursa dinliyor. Kimdir? Nerededir? Öğrenmeye çalışıyor. Nereye gitse onunla, neye baksa onunla. Ancak Güzel’in sarayının çok uzaklarda olduğunu duyduğundan beri ümidi kırılıyor aklın. Oraya varmak için geçilmesi gereken bir çölün varlığı... Düşünceler sarıyor her yanını:

 

Nasıl gidecek? Ne yiyecek, ne içecek? Yolun zorluğu ve arkasında bırakacakları… Bilmediği yerlerde kaybolma korkusu sarıyor içini. Çölün ıssızlığı, vahşiliği… ve ilk adımını atamıyor bir türlü. İçindeki bu karmaşayı, yaşadıklarını paylaşabilmek için “Kalb”e gidiyor ve anlatıyor bildiklerini. O diyarla ilgili topladığı ne varsa; yazıları, resimleri gösteriyor.

 

Kalp dinliyor okunanları; gösterilenlere bakıyor… bakıyor. Baktıkça kendinden geçiyor. Her kelimeyle, her resimle adeta içine bir yol döşeniyor. Hayretinden vuslat kıvılcımları serpiliyor her yanına. Derinlerde bir ateş sıcaklığı… Gaybî rüzgarlara açıyor sinesini. Ne yolun uzaklığı; ne aşılacak çöl tedirginliği… Sadece ulaşmak, sadece görmek arzusu.

 

Düşünmek adım atmaktır ona göre. Vakit kaybetmeden seher vakti çıkmalıdır yola.

 

Vedalaşırken, Aklın ellerinden çekerken ellerini:

 

- Arkadaşım diyor. Sen anlattın; yola düşen benim. Sen gösterdin; aşık olan benim. Bu yolculuk ikimizin de. Bekle beni.

 

Ancak takıldığı şu soruyu bir türlü soramıyor arkadaşına:

 

- Bunca şeyi bilmek ve gayret gösterememek... Neden?

 

Binalar azalıyor yol aldıkça… insanlar azalıyor… ağaçlar, börtü böcek azalıyor. İyice ıssızlaşıyor etrafı. Nerededir onca insan, onca bahçe, ağaç, kuş sesleri? Ama ne gam… Adımları hızlandıkça içindeki heyecanı daha fazla kaynıyor.

 

Her ateş adımlarına gayret. Yüzünde ta içine işleyen bambaşka bir esinti… Oysa gözlerinde yansıyan, kavuran bir çölün kızgın parlaklığıdır.

 

Görüntü ile hissettikleri arasındaki bu zıtlık hiç yaşamadığı bir şeydir Kalbin. Nitekim gittikçe çölde değil de bir hayret âleminde yol aldığını anlamaya başlayacaktır. İçinde hasret ateşi, yüzünde çölün kavuruculuğu, gözleri Güzel’e meftun; sadece yol alıyor. Ne bir ses, ne bir şekil. Adımlarında kumların ezilen sesi. Yürüyor, yürüyor…

 

Dakikalar… saatler… Ne kadar zaman geçmiş; bilmiyor. Sırtını veriyor çöle. Kendinden geçmenin sınırında geceye dalıyor gözleri. Gök mü alçalıyor? Yer mi yükseliyor? Her şey ne kadar farklıdır daha önce seyrettiklerinden.

 

Göz kapakları kapanıyor. Ama uyuyan, sadece gözleridir Kalb’in. Kendisi ayrı ayrı renklere bezenmiş âlemlerle dönüyor… dönüyor. Varlığı kendisine ait değildir sanki. Başka bir varlık var da onun ellerinde dönüyor gibi. Bir an soğuk bir dalga. Sürüklenmeye başlıyor bir yerlere. Hemen uyanıyor. Çölün bu yüzü ne kadar buz gibidir.

 

Gecenin soğuğu, günün sıcağı derken zaman geçiyor… Günler dermanından ala ala geçiyor. Saatler teninde kabuk ola ola geçiyor. Fakat nereden geliyor bunca gayreti? Bu âlemde her şey başka. Dalıyor uzaklara… Gördüğü, sonu yokluk hissi veren ve bir yerlere uzanan bir çöl… Ama hissettikleri hiç de öyle değil.

 

-Nedir sırrın ey çöl?

 

Önce hasret, sonra vuslat tutkusu. Tenim kavrulurken canım nereden serinler? Bedenim açlıktan kıvranırken bu can nereden beslenir? Nedir yaralarıma merhem olan sırrın? Dudaklarıma dokunuyorum; kupkuru; ama sinemde bir pınar kıpırtısı. Kirpiklerim kum içinde; ama nazarımda açılan goncaların hışırtısı.

 

Bu nasıl bir âlemdir ey çöl? Başka… bambaşka bir âlem… Belki de hep vardı da onca kalabalığın içinde ben mi fark edemedim?

 

Bunları dile getirirken daha önce yaşamadığı hisler süzülmeye başlıyor zerrelerine. Varlık kabuğu çatlarken başka bir varlığın farkındalığı biçimleniyor içinde. Baktıkça muhteşem bir nizamın kurulu düzeninde erimeye başlıyor benliği. Kendinden azaldıkça bir yerlerde çoğaldığını hissediyor.

 

Nasıl olur bunlar diyemiyor artık. Bilemiyor; ama çoğalmaktadır. İçinden kaynayanların, bakışlarından çözülenlerin başka bir anlamı olabilir mi? Kalp; gözleri göklerde, teni çölde erirken biliyor ki çoğalmaktır bu. Sayılara vurulmayan, artılarla anlaşılmayan; ancak damlaların eridiği derya çoğalmasıdır. Artık gittikçe çoğalan nazarları, çoğalan duyguları vardır ve varacağı âlemde kendisine gerekecek yeşeren sırları...

 

Sanki bildiği ve bilmediği ne varsa hepsini yutacak gibidir. Sanki her varlığı saracak kadar genişlemektedir. Durmadan içine akan bir nur ırmağının sularıyla yıkandıkça yıkanıyor. Nereye baksa aydınlık. Nereye uzansa elleri, mesafeleri tutacak.

 

Bu çölde her şey ne kadar da birbirine benziyor diye düşünüyor Kalp. Aynı renkte sayısız kum taneleri… Hepsi sanki bir parmak olmuş, yüceleri gösteriyorlar kendisine ve şöyle diyorlar:

 

- Bizler basit, birbirine benzeyen zerreleriz. Çokluğumuz yanıltmasın seni. Ne kadar bakarsan bak; biz hep buyuz. Sen “farklı olan”a çevir gözünü. Bize benzemeyene yönel. Bizler yokluğun “Tek Varlık”a ayna olan sır taneleriyiz.

 

Kendin mi olmak istersin bu âlemde? Düşün… Boyun, ağırlığın; kendince çizgilerin mi olsun? Sana bakan sadece seni görsün ve bu sonsuzluğa karşı bir nokta ömürde sadece seni sevsin. Onu mu dilersin?Ancak bir de bizler gibi olmak var.

 

Ne görüyorsun burada? Kum taneleri… bir de güneşe doğru çırpınan hava zerreleri. Onlar göğe doğru, bizlerse rüzgara doğru savruluyoruz ve varmak istediğin Güzel’e işaret ediyoruz.

 

Sen yaşadığın şehrin kalabalığında hiç böylesine baktın mı gökyüzüne? Sen şehrin renklerinden sıyrılıp hiç dinledin mi kendini? Ama burada istediğin kadar bak yücelere. Dinle kendini. Bak ve dinle. Sonra bu iki amelin birleşince gerçek saadeti tattığını farkedeceksin

 

“Onlara, ufuklarda ve nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.”

Fussilet/ 53

 

-Evet. Daha önce böylesine bakmadım diye karşılık veriyor Kalp. Neden daha önce böylesine tutulmadı gözlerim bu güzelliklere? Kesretin aklı alan görüntüsü, gürültüsü köreltirmiş hayreti. Hayretteki şevki, heyecanı, gayreti. Yazık! Boşluğa yuvarlanan saatlerime… günlerime…

 

Her adımda hayret, her adımda ayrı heyecan… Takati gittikçe tükeniyor Kalb’in. Ama susuz dudaklarının sızısına, açlığına rağmen hep adım atma gayretinde. Ayakları ağırlaştıkça varlığının derinlerinden kanatlandığını hissediyor. İlerledikçe derinlerden bir şeylerin açıldığını duyuyor. Adeta yeni bir yolun başında gibi. Yeni bir fethin coşan damarlarından kayıyor gibi. İlerledikçe sanki perdeler kalkıyor gibi…

 

“Bir kalp, ancak Yüce Allah’ın muhabbeti ile dirilir, sevgisiyle hayat bulur, zikriyle huzura erer” FahruddinRazî


Eser: Yusuf Coşkun Benefşe


Bilmediği sırların keşfindenken varlığı, gittikçe çoğalan nazarlarıyla bakıyor ötelere. Her şeyi çevreleyen muhteşem“bir nazar”ı hissediyor içinde ve çoğalan duygularıyla dokunuyor zamana.

İşte o zaman soluklarını avuçlarına almış, yumuşak, rahmet dolu bir muhabbetin sinesinde havalandığını fark ediyor. Anlıyor ki bütün bunlar meftun olduğu ve uğruna yollara düştüğü “Güzel”in varlığının esintileridir.

 

- Sen ey Güzel!

 

Senden mi gelir gücüm, gayretim. Tut ellerimi; al beni benden. Anladım ki kendimden azaldıkça Sana ulaşacağım. Aç kapını; kurtar beni Sensizliğimden.

 

"Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel."

Müzzemmil/ 8

 

Perdeler kalkıyor etrafından. Gölgeler çekiliyor üzerinden. Nurdan bir helezon açılıyor. Açıldıkça alıyor içine kendisini. Eridikçe genişliyor daireler. Önce elleri eriyor; sonra bedeni ve gittikçe her şeyi. Sadece bir göz şekilleniyor özünde.

 

Önünde bir kapı. Üzerinde bir yazı:

 

- “Vicdan Ülkesi”ne hoş geldiniz.

 

Kapı açılıyor ve ardında başı göklere değen doruklara kurulmuş bir belde…

 

Hiçbir evin perdesi inik değil. Camlarında renkler dönüyor pencerelerinin. Ne muhteşem renkler… Her biri bir hakikatin ruhundan tütüyor…Nereye baksa her yerden sayısız âlemler doğmaktadır ve hayranlıkla izlemeye başlıyor Kalp.

 

Âlemlerde goncalar pıtrak pıtrak…Mânâlardan kanatlar uç veriyor. Bir aşktan bir aşka cezbeyle dönüyor her harf... Döndükçe renklere bürünüyor. Her yerde aşkınincizabı, çekimi İlahi bir esinti gibi esiyor…esiyor…Harfler birleşiyor. Birleştikçe birbirinden muhteşem kelimeler serpiliyor her yana: Rahim… Cemil… Vedud…Nur…Kadir… Semi… Basir…Rezzak…

 

Ve vicdan ülkesinin göklerine doğru zerreler lerze halinde; titreyişleri çığlık çığlığa:Ebed… ebed…ebed…

 

Kalp adeta kendinden geçmiş olanlara bakakalırken bir ses yayılıyor her yana:

 

-Gördüklerini anlamak istersen tak şunu gözlerine. “Hakikat gözlüğü” derler buna. Bu mükemmelrenklerin tüttüğü hakikatin ruhu nedir? Kimdir gerçek Dost? Nerededir sığınacağın sine? Çaresizliğine, aczine kim kulak verebilir? Kim tutar ellerinden fakirliğinin? Kim bırakır avuçlarına ne varsa ihtiyacın? Hepsinin idrakine ancak bunu taktığında varabileceksin.

 

Kalp uzatılan gözlüğü takar takmazher şeyin teker teker bir başka anlam kazandığını fark etmeye başlıyor. Nasıl düştü yola, çölde neleri yaşadı, neleri gördü?..

 

İşte o zaman anlıyor ki; bu mükemmel, sonsuz güzel olan renkler,kelimeler henüz görmediği Güzel’in birbirinden üstün özellikleri ve isimleridir.

 

-Demek ki çöldeki nurdan daireler, hava zerreleriymiş diye düşünüyor. Basiretin sonsuz ufuklarına kaldırıyor yüzünü ve sesleniyor:

 

- Ben desayısız kumların içinden sadece bir kum tanesi miyim?

 

Vicdan Ülkesi’nin doruklarındabir ses yankılanıyor:

 

-Evet bizler yokluğun “Tek Varlık”a ayna olduğu sır taneleriyiz.

 

e.b

 

18.10.2012



Bu yazı 10,183 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Ekim 2018 2 Aralık 2014 Olayı
    • 20 Temmuz 2017 Ordan Burdan-15
    • 28 Haziran 2017 Ordan Burdan-14
    • 20 Haziran 2017 Ordan Burdan-13
    • 10 Mayıs 2017 Ordan Burdan-12
    • 22 Nisan 2017 Ordan Burdan-11
    • 21 Mart 2017 Ordan Burdan-10
    • 5 Mart 2017 Ordan Burdan-9
    • 8 Şubat 2017 Ordan Burdan-8
    • 25 Ocak 2017 Ordan Burdan-7
    • 28 Aralık 2016 Ordan Burdan-6
    • 25 Kasım 2016 Ordan Burdan-5
    • 28 Aralık 2015 Ordan Burdan-4
    • 5 Kasım 2015 Ordan Burdan-3
    • 5 Kasım 2015 Ordan Burdan-2
    • 10 Mart 2015 ORDAN BURDAN-1
    • 26 Kasım 2014 Surete Aldanmak
    • 14 Kasım 2014 Kalperenler
    • 1 Ekim 2014 Yol
    • 21 Ağustos 2014 Oxford’a “HAYIR!” Diyorum!

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    11,332 µs