AĞAÇ NE DİYOR? DİNLE VE DÜŞÜN
Aşağıdaki yazının sahibi olan e.b’yi Oktan Keleş’in kitaplarını okuyanlar hatırlayacaklardır. Kalemi gibi gönlü de nezih bir sanatkar... Bir gönül insanı... Tarık C.
Rahman olan, göklerden güneşi, güneşten ışık tellerini, tellerden hayatı döşedi varlığına. Rüzgardan bulutlar tozlaştı; bulutlardan yağmura, yağmurdan can damarlarına rahmetini yağdırdı.
Kaya parçalandı toprak oldu. Topraktan buğdayı, buğdaydan nimetlerini uzattı. “Sevgim size, kudretim sizin için…” Sonsuz bir kucaklamayla sarıldı kullarına.
Herkes kendine düşeni yaşamaya başladı. Hikmetle döşendi çizgiler defterlere. Sarmaşık, gövdelere dolanmayı sevdi. Şahin pençeleri aslanınki gibi keskin. Kartal gözleri mesafelerden yakaladı istediğini. Yücelerden akarken damlalar, tam zıddına yerden yücelere yükseldi dallar. Her yerden tek bir ses yayıldı:
Bütün kuralların sahibi ancak“Ben”im…
Nasibini alan nasiplendiğinden memnun, cennet bahçelerine döndürdü yüzünü. Bunca muhteşem ikrama karşın nasipsizin ise yüzü asıldı. Gözler kiniyle ilk kez kirletti saflığı. Anlam verilemedi nankörlüğe. İlk kez ak gönüllere hüznün elleri dokundu. İlk kez adımlar takıldı körlüğün ağlarına. Düşmelerden feryatlar yankılandı. Göklerin melek ruhu sevmedi bu görüntüyü. Tesbihleri çığlıkları bastırırcasına yükseldi. Neydi bu acımasızlık? Nasıl olurdu bu kıymet bilmezlik.
Her yerden aynı ses yayıldı:
Hikmetini ancak “Ben” bilirim. Sana düşen: Beklemek…
Yücelerden gelene sırtını dönen, varlığa da sırtını döndü. İçi boşaldı tohumun. Kabuk kırıldı. Gölgeler örttü güneşi. Karanlık gebe kaldı karanlığa. Zulmün rengi kara. Kara yürekli bedenler çoğaldıkça çoğaldı. Onların arasında nurlar daha bir parladı. Onlar parladıkça kara yüzler zifire daha da battı. Neydi bu zıtlık? Neydi bu devran?
Her yerden o ses:
Bu âlemde hep böyle ayrışacak renkler. Çürükten ayrılırsa sağlam; menzile bozulmadan götürülür verilenler.
Hakikat buydu: Sağlam tohum, filizini öylesine verdi ki diğerlerine inat… Kök gövdeye yürüdü; gövde dallara; dallar göklere doğru uzadıkça uzadı. Boyunca heybetli, köküyle kavi, dallarıyla müşfik ulu bir ağaç oldu. Görüntüsüne hayran olan, huzurundan tat almaya başladı. Görüntüsüne haset duyansa hiç hoşlanmadı varlığından.
İşte o gün de bir çift kanat medet aramaktaydı yapraklarından: Ağaç baktı ki, küçük bir kuş.
- Ses, seda yok ne zamandır. Herkes bir yerlerde olmalıydı diye düşünüyordum. Bir şey mi var?
- Hem de neler var. Neler ki görülmemiş. Herkes biraya gelerek yaşananları konuşuyor.
Kuş anlattıkça coşuyordu. Buralarda değil; çok uzaklardaymış felaket; ama can taşıyan, can kıymetini bilir ya... Onun için kendisine olur gibi hissediyordu olanları.
- Ne ben; ne milletim duydu böylesini. Pençeler bileylenmiş, gagalar hançer gibiymiş. Koyunlar kurdun pençesinde. Kuzular sütsüz.
- Ve ninniler ağıt eylemiş… diye bir ses
Baktılar; bir küheylan. Yeleleri değil, içindeki yangını rüzgara karışa karışa geliyor.
- YIL 2011… NİNNİLER AĞIT EYLER diye başladı anlatmaya: “Türküler yakışırdı dudaklara
Can evlerinde gönüller titreşir.
Asma gölgelerinde;
Huzuru erirdi içilen şerbetlerin.
Sıcak uykuların bölüşüldüğü odalarda
Ninniler yakışırdı annelere.
Düşlerine sarılıp bebeler,
Ak sinelerden bekâretini emerlerdi
Ömürlerinin.
Sevgiler ısırılır masallardan.
Dışı kırmızı,
İçi beyaz elmalar düşerdi
Yeryüzüne…
Ne oldu ki…
Eller çevirir devranı;
Kirli, acımasız.
Tersine akar bundan böyle dereler.
Dağlar içlerine gömülmüş;
İrin akar batık yerlerinden.
Bu masal artık başka masaldır.
Dışı kan,
İçi ölüm elmalar dağılır,
İn yüzüne…
Yıl 2011… Ninniler ağıt eyler
Dönen ne?
Bir çember ki; uzak güneşten.
Korkular paylaşılır soğuk odalarda
Çatlak dudaklarda ne türkü;
Ne heyecanı gözbebeklerinin.
Bir vahşet çöker göğüslere,
Çatlar uçlarından;
Bebeler kanını emer annelerinin.”
Küheylanın bakışlarındaki acı ağaca hiç yabancı değil. Sabırla dinledi ve:
- Demek yarasalar yine çıktılar harabeliklerinden. Kafesler açıldıysa eyvah ki eyvah… Sırtlanlar, leş yiyiciler, akbabalar demek ki yine fora…
- Daha önce yaşandı mı bunlar diye hayretle sordu kuş.
- Ne şimdi; ne sonrası… Hep yaşandı ve yaşanacak.
- O zaman ne yapacağız. Buralara gelirlerse, nerelere kaçacağız? Neler olacak bu âlemde?
Kuş çaresizliğinden uçmaya başladı ağacın etrafında. Telaşı, korkusu kanatlarında döne döne…
- Kendine gel dedi ağaç. Sana hiç ataların buna benzer olaylar anlatmadılar mı? Yavaş ol. “Her şeyin Sahibi”ne sığınanın böylesine aklı gider mi? Bak çevrene… Şu yamaçlar… Şu gökyüzü… Hiç anlatılanlara benziyor mu? Koyun kuzuluyor. Süt akıyor göğüslerinden.
Ve küheylana dönerek:
- Ne akbaba bekliyor başucunda; ne sırtlan yanaşabilir yamacına değil mi Küheylan?
Evet. Doğrudur; ama…
- Aması maması yok. Şimdi de siz beni dinleyin bakalım:
Filler ve ebabil kuşları diye bir olay duydunuz mu?
- Ben duydum diye atıldı kuş. Atalarımdan beri anlatılır. Övünç kaynağımızdır. Büyüklerimden dinlerim hep.
- Peki neyi anlatırlarmış diye sordu ağaç:
- Yine böyle kötüler -komutanın adı Ebrehe’ymiş- saldırıya hazırlanmışlar. Hem de Yaratan’ın evine ve onu gözetip koruyanlara. Ama “ev”in gerçek Sahibi hiç kendi evini taç edenleri ortada bırakır mı? Atalarımı göndermiş düşmanın üstüne. Her yer toz, duman… Nerede fillerin heybeti… Nerede atalarımın küçük bedenleri… Ama olmuş işte. Ebabil kuşları kazanmış zaferi; düşman ezilmiş.
- Peki aklınız alıyor mu? Küçücük bedenler koskoca orduyu nasıl ezer de geçer diye hiç düşünmüyor musunuz?
- Aklım almıyor elbet der kuş.
- Böyle bir şey duymamıştım… Nasıl olur diye ekler küheylan.
- O zaman şimdi diyeceklerimi tek tek dinleyin:
Çevrenizde ne görüyorsanız hepsi Yaratan Allah’ın askeridir. Bu bir...
Siz O’na itaat eder de buyruklarını uygularsanız hiç darda kalmazsınız. Allah ordularını gönderir; siz de kurtulursunuz. Bu da iki...
Ne Ebrehe sırtlanının hilesi; ne tiranların akrep iğnesi… Hiçbiri zarar veremez.
Ama…
Allah’a itaatte kaçamaklarınız varsa… “Sen Rabbimizsin; ama bazı şeylere de ben karar veririm.” rollerine giriyorsanız; yani edepte, saygıda kusurlar ayyuka çıkmışsa… Sonunuzu düşünün derim. Bu da üç.
Onun için şimdi şu söyleyeceklerimi aklınızda tutun ve anlatın herkese:
Bismillâhirrahmânirrahîm
1- Rabbinin Ashab-ı fil’e ettiklerini görmedin mi?
2- Onların hile ve düzenlerini boşa çıkarmadı mı?
3- Üzerlerine ebabili, sürü sürü kuşları salıverdi.
4- Bunlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.
5- Derken onları kurt yeniği ekin yaprağına çeviriverdi. FİL SURESİ
Kuş ve küheylan alabora içinde düşünceden düşünceye çalkalanıyorlardı.
- Yani dedi Küheylan “Malik Olan”a her şeyde itaat mi kurtuluşumuz?
- Evet. Her şeyde. İlk önce kendine dön. Bak bedenine… Neden ön bacakların arkadakilerden daha fazla ağırlık taşır? Neden her yönü görebiliyor gözlerin? Neden böyle bir bakış açısı verilmiş sana?
Düşün: Rüzgarları delercesine koşmaya ne güzel düzenlenmiş yelelerin. Yorulmak bilmeyen azminin hikmeti ne? Ya mesafelere sığmayan nefesin… Nereden geliyor? Veren Kim?
Ya sen kuş... Kanatların göklerde süzülür; ama boşlukta tutan seni sanır mısın ki kendinsin? Konduğun her yere kursağına uygun, damağının lezzetinde darılar, yemler döşenir. Bilmez misin?
Düşünüldükçe bir hayret, hayranlık kapladı her yeri. Sonra derinleri yakan; ama acıtmayan bir duygunun elleri okşadı başlarını…
- İşte hepimizi okşayan bu duygu “İlahî Sevgi”dir diye devam etti ağaç. Yaratan ve Yaratılan bağının sırrı budur. Arttıkça sevgin, ipler sağlamlaşır. Öyle ki her zerren sadece O’nun için döner günlerinde, saatlerinde, saniyelerinde.
O anda hakikat sanki binlerce güneşe bürünüverdi. Işıltısı yansıdı tepelerden vadilere.
Ağaç baktı ki kuş ve küheylan adeta kendilerinde değiller.
- Ama her aydınlığın bir de karanlığı var. Bunca nimete vefasızlık, şükretmemek o sağlam ipleri yavaş yavaş çürütür. Ne olduğunuzu anlayamazsınız bile.
- Aman ağaç ne olur… Medet.
- Öyleyse şimdi söyleyeceklerimi yazın hücrelerinize. Yazmak değil; adeta kazıyın ki unutmayasınız:
Sen kuş. Ne geçiyorsa kursağından O’ndan gelir. Güneşe, toprağa, yağmura emreden O. Sen Küheylan. Yeminin, suyunun kendilerinden geldiğini sandığın yollara takılma; bu bir... Bunu bilir de başka kuvvet peşinde koşmazsanız. “Tek”i görür, “Tek”e bağlanırsanız felah, kurtuluş sizinledir bu da iki…
Ama…
vefasızlık çökmüşse inlere, aramayın saadet saraylarını. Bu da üç.
Uygulayın dediklerimi ve hâlinizle öğretin herkese.
Bismillâhirrahmânirrâhîm. 1- Kureyş'in birbirleriyle veya başkalarıyle andlaşması, anlaşması
2-Yaz ve kış yolculuklarında uzlaşıp anlaşması için.
3- Onlar bundan böyle bu evin (Kâbe'nin) Rabbine ibadet etsinler
4-O ki, onları büyük bir açlıktan kurtardı ve müthiş bir korkudan emin kıldı.
KUREYŞ SURESİ Emir O’ndan… İtaat O’na... Tek kurtuluşumuz bu…
“ONLAR BUNDAN BÖYLE BU EVİN (KÂBE'NİN) RABBİNE İBADET ETSİNLER.”
Küheylanın yelelerinde ruhu dirildi… Kuşun kanatlarından ümitler karıştı gökyüzüne. Ve öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmaya uzaklaştılar ağacın yanından.
Ve ağaç arifçe dallarını bir başka uzattı Yaradan’ına. Kökleri bir başka türlü secdeye vardı.
e.b
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle