Bir ramazan akşamıydı. İftara yarım saat kalmıştı ve bugün iftarımı Eyüp Sultan Camisi’nin avlusunda açacaktım. Eyüp’teydim. İnsanlar bu bekleyişin telaşındaydı. Ben de yanımda, çantamın içinde getirdiğim iftarlığımla Cami’nin avlusunun bir köşesinde gökyüzünün kızıllığını süsleyen dev kubbeleri seyrediyordum. Ne muhteşemdi hasret ateşinden korlaşmış kubbelerle ezanı beklemek... İstanbul yine bu akşamında da iftara bambaşka güzellikte hazırlanmıştı. Göklerde ayrı sofra, yerde ayrı... Bir ilahi güce sarınmıştım. İçimdeyse apayrı makam. Şükür Allah’ım ... Şükür Allah’ım diyebiliyordum.
Çok kalabalıktı. Yüzler mi desem, binler mi ? Benim gibi hazırladıkları ne varsa bir yerlere oturmuşlar, ezanı bekliyorlardı. İyice hassaslaşan, berraklaşan gönüllerinden birbirlerine “Rahmet”in tecellisinden muhabbet dağıtıyor, Hz. Peygamber’e (sav) evini açmış Eyyub el Ensâri’ye ithaf edilmiş bu camide oruçlarını birlikte açmak için birbirlerini davet ediyorlardı. Her tarafta tebessüm eden yüzler... Birbirlerine seslenişler... Rablerinin hatırına tuttukları oruçlarını birazdan okunacak ezanla nefislerine haykıracaklardı.
Ne mübareksin İstanbul! Akşamın tellerinden süzülen sayısız melek yine bu akşam da sofralarının misafiri. Senin neren çirkin olabilir ki... Bu manzarayı idrak edebilen her gözde sen eşsizsin. Gündüzün ayrı güzel, gecen ayrı. Kışın ayrı bir bahçe gibisin, yazın ayrı. Bayramın Ramazanın, her şeyin güzel...
Birilerinin dediği gibi Kahpe Bizans değilsin. Asırların pak sinesinden süt emerek yaşamış faziletli bir güzel, nadide bir dilbersin. Kahpe denilen Sen, 1453’te İslâm’la nikahlandın. O günden bugüne de artık bir mümine hatunsun.
Ey şu anda seyrine daldığım gökler kadar temiz olan güzel! Zaten hiç kahpe olmadın ki... Bütün bunlar nefislerinin karanlığını senin o pak yüzüne çalmak isteyenlerin iftiraları. Öyle olsaydın hiç Hz. Peygamber (sav) Allah’ın emriyle seni bu ümmete ister miydi? Bir gün Kostantiniye, bu dilber ümmetimin olacak der miydi?
Böyle, düşüncelere dalmış giderken birinin selamıyla kendime geliverdim. Derken biri daha. Latifeli bir ses tonu:
-Misafir kabul eder misin iftara? diye sordu.
Allah’ım... İlhami Abi’ydi. Yanında da Latif Baba. Ne muhteşem bir sürpriz... Hemen saygıyla yerimden kalktım.
-Estağfurullah buyrun. Bu ne güzel sürpriz, ne şeref...
İlhami Abi eliyle omzuma dokundu:
-Çök bakalım dedi. Beraber çömeldik. Latif Baba ismine yakışır bir latifeyle:
-Deveye de çök derler haa... Ama deve oruç tutmaz; fakat çok sabırlıdır.
Çölde günlerce su içmeden gezer, yük taşır. Oruç tutmaz tutmasına; ama onunki daha zordur. Neden diye sormayın. Söyleyeyim: Deve su buldu mu içer, hörgücüne depolar. Çöle kervanla girer. Bir daha ne zaman su bulup içeceğini bilmez. Üç gün mü, beş gün mü? Yani nasip. Onunki daha zor. Biz ise sahurda içeriz, depolarız. Akşam gün batımında ezanla tekrar yer içeriz. Demek ki bizim oruç açlık, susuzluk. Deveninki gibi değil; daha kolay. Bizimki belli.
Tam bu sırada yanımızdan biri geçti. Elinde muhtemelen kola cinsi bir şey içiyordu.
Latif Baba gülümseyerek o geçen kişiyi kaşlarıyla işaret etti:
-Ama bunun gibi develerin ne zaman yiyip içeceği belli olmaz.
İster istemez gülüverdim. Adam bize doğru baktı. Bense güldüğümü fark etmesin diye başımı eğdim.
Latif Baba adama dönerek:
-Gel. Sen de çök dedi. Seninle beraber açalım iftarı.
Adam mahcup bir tavırla elindeki kola kutusunu gizlemek istedi. Arkasına götürdü. Yaşanan bu sahneden dolayı neredeyse kahkaha atacaktım. Bunu yapmamalıydım; biliyorum. Ancak bu gülmenin özünde İlhami Abi’yle Latif Baba’nın gelmesinin sevinci vardı. Yaşanılan bu olay mutluluğumun heyecanıyla adeta harmanlaştı. Alay değildi, sadece masumca bir davranıştı benimkisi. Saygımdan kendimi frenledim.
Adam çömeldi. Esprili bir şekilde:
-Baba dedi deveye de çök derler.
Latif Baba yine tebessümle:
Develerin bu kadar söz dinlediğini bilmezdim.
Bense gülmemek için artık dudağımı ısırıyordum. İlhami Abi cebinden orta boy havlu büyüklüğünde bir çıkın çıkardı. Düğümü çözdü. Çıkının; yani küçük bohçanın içinde hurma, ekmek, zeytin, elma, helva vardı. Latif Baba da ona benzer bir torbadan hurma, armut, köy ekmeği, peynir ve su koydu önümüze. Ben de iftarlığımı çıkardım. Onlarınki mütevazıydı. Biraz mahcup bir şekilde açtım.
Kızıllık Eyüp Camii’nin avlusuna ışıklarıyla iyiden iyiye vurmuştu. Öyle ki çevremiz adeta bir masal kitabının üzerindeki tablo güzelliğindeydi.
Adam:
-Kusura bakmayın dedi, ben niyetli değilim. Ama az da olsa iştirak edebilirim.
Latif Baba:
-Bak burada armut var. Deveci armudu. Hiç olmazsa onu yersin.
Adam bu davete tam sağ ol karşılığını vermişti ki biri geldi yanımıza. Önce Latif Baba'ya sonra İlhami Abi’ye selam verdi. Arkasından İlhami Abi’nin elini öpmek istedi.
İlhami Abi bunun üzerine:
-Seni bekliyoruz. Hadi git işine diyerek çıkıştı.
Şahıs da “Emredersiniz” karşılığını vererek hızla yanımızdan ayrıldı.
Latif Baba İlhami Abi’ye:
-Bu Çerkez Hafız değil mi? diye sordu.
İlhami Abi:
-Evet, ezanı o okuyacak.
İftara davet edilen adamsa bütün bu olanlar karşısında oldukça şaşkındı:
-Şu güzelliğe bak. İnsanlar ne hoş bir dayanışma içinde .Yazık ki sadece ramazana has bir olay. Keşke yılın 12 ayı böyle olsa ...Ne güzel... İstanbul’da ramazan ne güzel...
Adamın boynunda fotoğraf makinesi vardı.
Latif Baba:
“Ne iş yaparsın sen ?”
Bu soru üzerine adam kendini tanıttı: Bir şairmiş. İki kitabı çıkmış. İstanbul’daki bu nostaljik havayı her ramazan teneffüs edermiş. İstanbul’u çok severmiş. Görsel eserlerini, insanlarını, yaşantısını hep konu olarak şiirlerine yansıtmış.
Latif Baba da bunun üzerine:
-Hadi İstanbul’la ilgili bir şiirini oku bize dedi.
Bu istek üzerine adam samimi ortamımızda şiirini okudu.
Ancak şiir biter bitmez Latif Baba dudağını bükerek:
- Vallahi ceset gibi bir şiir. Ruh yok. İstanbul’u göremedim, hissedemedim.
Şair bu söz karşısında tebessüm etmeye çalıştı:
-Ağır bir şiir. Herkes anlamaz dedi.
Latif Baba:
-Sevmek. Önce sevmek ,gönülden sevmek. Sonra o sevgiyi dillendirmek lazım.
Sonra bana döndü:
-Hadi Âdem. Sen de bir tane oku.
Latif Baba’nın bu isteğiyle yüzümün bir anda kıpkırmızı olduğunu hissettim.. Nutkum tutuldu. Başımı salladım olmaz gibilerinden.
İlhami Abi:
-Hadi bakalım !Sen ne kadar seviyorsun ? Bir de seni görelim Âdem.
İlhami Abi’nin sözü benim için bir emirdi. O anda belki de hiç düşünmeden gözlerimi kapatıp ilk defa böylesine bir heyecan içinde sevginin sesini; İstanbul’a olan sevgimin sesini dillendirecektim. İşin sonunda İlhami Abi’nin ve Latif Baba’nın yüzünü bu şaire mahcup etmek vardı ki ölsem daha iyiydi. Saniyenin onda biri kadar bir süre düşündüm- düşünmedim. İlhami Abi ve Latif Baba oku dediyse işin sonunda bir hikmet vardı. İçimden besmele çektim ve hayatım boyunca hiç unutamayacağım şu dizeleri okudum:
İSTANBUL’UM
MECNUNUYUM İSTANBUL’UMUN BEN
DEĞİLİM YALANCI ŞAİRLERDEN;
DÜŞÜNEREK YAZAN ELLERDEN.
İSTANBUL İÇİN YAZILANLAR NE FAKİR,
NE FAKİR HİSLER...
GECELERİ DÜŞLERİMİ SEVGİLİM
İSTANBUL SÜSLER.
İÇİMDEN GELDİĞİ GİBİ YAZIYORUM.
İSTANBUL’UN İÇİNDE DEĞİL;
İSTANBUL’U İÇİMDE TAŞIYORUM...
HADDİME Mİ DÜŞMÜŞ BU ŞEHİRE BAKIP TA
BU GÜZELLİĞİ KAĞIDA DÖKMEK.
BUNU YAPMAK, BEYİNDEN AKLI SÖKMEK.
METHİYE OLMAZ BU GÜZELE SÖVMEK...
BU ŞEHİRDE DOĞDUM ,
AĞLADIM,
BU ŞEHİRDE GÜLMELİYİM.
GÜLMEK İÇİN DE YÂRİM İSTANBUL’UMUN
KOLLARINDA ÖLMELİYİM....
dedim bitirdim. Benden bir ter boşaldı. Latif Baba’nın yanağına yaşlar süzülüyordu. Mahcup mahcup yüzlerine baktım.
Şair :
-Muhteşem...Muhteşem...Yazdıkların varsa okumak isterim diyerek beğenisini sundu.
İlhami Abi ise:
-İşte dedi. İşte sevginin sesi budur!
Nihayet ezan muhteşem bir makamla okunmaya başladı. Gökler ötesinden koridorlar kapılarını açmış, her melek bir nağmeye bürünerek gönüllerimize Onun birliğini nurdan harflerle yazıyordu. Bu başka, bambaşka bir şeydi... Şiirimin nağmeleri de, bütün şiirler de ne kadar sönüktüler bu Güzeller Güzeli’nin yanında...
Oktan KELEŞ
(Melami, Savaşları sh. 63-69)
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle