En Sıcak Konular

Yedi Mehmetler

14 Kasım 2014 08:36 tsi
Yedi Mehmetler Dr. Münir Derman anlatıyor...


YEDİ MEHMETLER

Yıldızlar vardır görünmezler.  Gölgeleri vardır toprakta... Bazı yıldızlar da vardır. Omuzlarda taşınmaz.

Kalote taşınır. Onu kimse bilemez Görünmezler de.... Namsız, nişansızdırlar."Muhacir çıktıktan sonra günlerce yürüdük. Köylerde kaldık. Hanlarda yattık... Çocuktum hafızamda hayal halinde kalanlar bu...”

Bugünün insanları gölgeleri ayaklarından zincire vurulmuş esirlere benzerler. Gölgeleri kendileri değil. Bir gölge yürüdü mü, diğerleri de yürümeye mecbur oluyor.

Dünyada işlenmesi güç üç şey vardır.

1 — Elmas.

2 — Çelik.

3 — İnsan ruhu.

Bugün elmas, çelik işlenmektedir. İnsan ruhu da işlenmişti. Fakat elmas, çelik insan ruhunu kemirdi ve insan bugün perişan... Benim memleketim vardı vaktiyle, şimdi insanlarıyla, ahşap evleriyle, âded ve gelenekleriyle, yemekleriyle, ağaç, nebat ve meyveleriyle, hayvanlarıyla, havası ile sükun ve huzuruyla (değişmedi) yok oldu...

Nur yüzlü, gül kokan ninem şimdi yok. Dedem ve babam göçtü gittiler, her şeylerini alarak... O  zamanlar ben küçüktüm. Şimdi yaşlandım. Ben de yok olmak yolundayım... Çocukluk devrimi hatırladım. Onun küçük bir hikâyesi bu küçük kitap...

Dedem vardı benim. Dedeniz vardı sizin.  Dedeleri vardı hepimizin. Onlar efendi ve hatun doğdular. Efendi ve hatun yaşadılar. Helâl süt emdiler, emzirdiler... Efendiliklerini geride bırakmayarak göçtü gittiler nur âlemine... Biliyorlardı ki, bir gün biz utanmayacağız...

Onların devirleri bugün gönülden silindiler. Her şeyleriyle birlikte. Gönül albümünde bile bulamıyoruz onları artık...  Milletleri rahat ve âdilâne idare eden hükümdarları tarihte arayınız. Ne dinden olursa olsun Allah'a inanmıştır. Bir şeye samimiyetle taparlardı Onun uğrunda canlarını hiç düşünmeden feda ederlerdi. Milletleri ve kendilerini yıkanlar, perişan olan hükümdarlar tarihte. Bakınız zalimdirler. Allah'ı bilmezler. Kendi kendilerine taparlardı. Alpaslan'ı seyrediniz tarih sahifelerinde. Selâhaddin-i Eyyübi'yi dinleyiniz. Bütün dünya milletlerinden. Barbaros Hayrettin Paşa'yı seyrediniz, deniz dalgalarından ne haykırıyorlar...

Fatih'i, Kanuni'yi, Ahmed'i, Selim'i seyrediniz. Süleymaniye, Ahmed, Selimiye camiilerinin Hakka yükselen minarelerinden...Hain dedikleri sultanların nasıl insan olduklarını dinleyiniz ve seyrediniz kalbinizin vicdan pencerelerinden... Yapılan zulümleri görünüz müzeye çevrilen camilerden, Resul-ü Ekrem'in emaneti mübareke dairesinin durumundan...

İslâm Türk'ü, gözyaşlarınızla ne hale geldiğini görünüz. Birbirimizin bugünkü haline bakarak tan... Bir zamanlar memleketimizin semalarından melekler görünür, harplerde herkesin görmediği yeşil sarıklı, dev insanlar görünürdü. ALLAH ile el ele idi dedelerimiz... Bugün ellerimiz boştur. Bir veli bir diyarda bulunursa, orası her türlü afattan masun kalır. Bir salih kul, bir mahalleye gelecek afatı önlerdi. Bunları hakir gördük. Kendimizi yitirdik... Bu sözlerin sonu gelmez...

Nur yüzlü, melekler kadar temiz, gül kokan nineleri vardı hepimizin... Bizden uzaklaştı gittiler. Allah'ın değişmeyen Kanununa uyarak. Amma altında bir şey saklı yatıyorlar... Bir gün utanmayalım diye... Yıldızlar vardı benim vatanımın semalarında... Fakat görünmezler. Gölgeleri topraktadır onların... Dağılmış yurdun her köşesine küme küme... Gönül gözü ister onları görmek için... Kokuları, renkleri efsanelere, menkibelere bürünmüş yatar gönüllerde... Nesilden nesile söylenir sözleri. Kudret ve güçleri dolaşır durur. Onlar ölmezler yaşarlar. Daima ruhaniyetleri okşar her gönül sahibi olanları... Bal peteği gibi yıllarca işlemişler vatanımın her yerini... Bugünkü nesle nasip değilmiş... Kim onlar... Türbelerinde vakur ve asil bir sessizlik içinde bekliyorlar...

Kimi, neyi... Utanırım bunu söylemeye.. Onlar biliyorlardı ki, bir gün biz utanmayacağız... Kimdir bunlar... Asırlar atlayarak bir iki tanesini söyleyeyim...

Hacı Bayram-ı Veli...  Fatih Sultan Mehmet beşikte iken yaşamış. İstanbul'u fethedeceğini haber vermiş...

Ya Vedat Sultan. Fetih zamanında Bizans'ın içinde bulunuyor. Duasından dolayı fetih gecikiyor..

Hacı Şaban-ı Veli: İsmini bilen yok yattığı yerde... Şeyh Vefa. Fatih devrinde Beyazit Veli devrinde yaşamış. Şeyh Yahya. Yavuz Selim Trabzon'da vali iken oğlu Kanuni'yi anası emzirmiş. Kanuni onun süt kardeşi. O Kanuni'nin süt kardeşi değil, Kanuni onun süt kardeşi.

Aziz Mahmud Hüdai. Sultan Ahmet devrinde yaşamış. Şimdi dinleyin.

(Hacı Bayram) Bugün Ankara'da bir semtin ismi o kadar... (Ya Vedat Sultan) Onu bilen tarihçi bile bugün yok... (Hacı Bektaş-ı Veli: Ne söyleyeyim onun için. Söze sığmaz... (Hacı Şaban) Kastamonu'da yatıyor. Oradakiler bile bilmiyorlar koskoca veliyi... (Şeyh Vefa) bilen yok. Yalnız Vefa Bozacısını bilen var. Şeyh Vefa'yı değil...

(Şeyh Yahya) Nereden bilsin bu zavallı nesil İstanbul'da tekkesini, mezarını... Kanuni onun süt kardeşi. O Kanuni'nin değil... (Aziz Mahmud Hüdai) Kimse bilmiyor. Üsküdar'da bile... Onu bilen bugün azdan az...

Çıkmış bir kadıncağız ortaya toplamış Anadolu Evliyaları diye bir kitap çıkarmış... Hak razı olsun ondan... İşte bu büyük insanlar bir avuç sahife içinde o kadar... .

O küçük kitabı da okuyan var mı o da bilinmez... Asırlar, yıllar, gönül sahibi büyükleriyle yadedilirler. Zalim veya kötüleriyle değil... Nesiller gelir, zalimleri iyi göstermeye çalışırlar... Bütün imkânlarıyla. Fakat kendilerini kaybederler. Bir gün helak olurlar. Bu muhakkak bilinmeyen (Bilinmek istenmeyen) bir kanun icabıdır.

Hakkın sevdiği kullarını gönüllerden silmek mümkün değildir. Onları gönüllerden silmek isteyenlerin gönüllerinde var onlar ama bilmiyorlar... Artık söz bağladık. Söz sizin ne diyeceksiniz... Bir şey söyleyecek halde değilsiniz değil mi?

Evet... O halde içinizi yoklayın... Biraz üzülme ve gözlerinizde yaş belirdi ise bu küçük kitabı okuyun... Yoksa bu kitabı da lekelemekten hiç olmazsa insanlık namına sakının...

Namsız, nişansız bir kul...

Ben küçük tüm hatırlıyorum... Birinci dünya savaşı başlamak üzere idi...  Bir gün hava birden kararmıştı. Doğuda gök kıpkırmızı oldu. Büyük bir kuyruklu yıldız görünmüştü. Bunu herkes dünyaya bir felâket gelecek diye yorumlamıştı. Bu yazı o zamanın çocuk zihninde kalmış bir hakikati kısa olarak anlatır...

Ninem vardı benim... Halı döşeli, sedirli, raflı, duvarında yeşil kadife kılıfı içinde Kur'ân asılı odasında seccadesinde daima otururdu. Yeşil gözlü beyaz pembe ciltli, başında kar gibi beyaz gül kokan yaşmağı vardı. Daima güzel gözleri yaşlı dua ederdi. Dudakları ötelere bir şey fısıldardı. Ruhunun güzelliği yüzünde şekillenmişti. Temiz yüzünün altında hiç bir günah gizlenemezdi. Gözleri çevrili nur dolu kalbine, kalbi ise Hakka doğru çevrili...

Kanaat, sabır, merhamet, hoş görme, güler yüz timsali pembe ninem... Anasının ismi (Gül Hatun) veya (Evliya Kadın) derlerdi ona... Eski Gümüşhane'nin (Hedre) köyünde türbesi vardır. Hedre o zamanlar 40 haneli idi. Bir kış o köyde kalmıştık. Sonradan oradan muhacir çıktık. Rus geliyordu... O günden bu güne, uzun yıllar geçti. Köyü ceseden ziyaret mümkün ve nasip olmadı... Muhacir çıktık. Kafile halinde yürüyerek Hedre'den... Nerelerden geçtik, nerelerde konakladık hatırlayamıyorum... Ankara'ya kadar geldik...

Pembe ninem Ankara'da Hakka göçtü. Bendderesi denilen semtte küçük bir evde oturduk. Hacı Bayram-ı Veli Türbesi yanındaki mezarlığa defnedildi... Sonraları o mezarlık kaldırıldı. Rahmetli dayım annesi ninemin kabrini toprak ve kemikleriyle aldı. Hedre Köyüne götürerek büyük ninesi Evliya Kadının yanına defnettirmişti. Dayım o zaman Gümüşhane mebusu idi...

Benim çocuk hatıramda kalan bu kadarı... Rahmetli anam (Şehvar Hatun) anlatırdı....

Hedre köyünde "YEDİ MEHMET" vardı o zamanlar...Yaşları 20 nin üstünde idi. Ben kendilerini gördüm, ama çok küçük, tüm. Simaları hafızamda buğulu bir hayal halinde kalmış. Zorla hatırlıyorum onları... Anam söylerdi ve sözlerle resimlerini şöyle çizerdi.

Bu yedi Mehmet'in boyları boy... Elleri el... Hep aynı makineden çıkmış aslan gibi herbiri... Yüzleri analarının sabrı kadar ak... Siyah gözlü, siyah saçlı, beyaz tenli... Evliyalar kadar temiz yürekli... Burada anamın gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Sordum. Ana niçin ağlıyorsun?... Hiç oğul...

Bazı yaşlar vardır, sebebi bilinmez... Yaşları sessiz devam ediyordu. İçini çekti... Ben dinliyordum... Kara Mehmed, Dal Mehmed, İnce Mehmed, Deli Mehmed, Çakır Mehmed, Kocauzun Mehmed, Hafız Mehmed... Mehmed ismini anaları koymuş...

"Kara, Dal, İnce, Deli, Çakır, Kocauzun, Hafız" isimleri halk arasında yeşermiş, tanınmaları için adeta lâkap olmuş onlara... Hepsi Mehmed'in Mehmedleri, görünüşleri. Halk arasında lâkapları idi. Bu Mehmedlerden bir manga olurdu.

Oğlum... Gün doğmamıştı bunların üzerine... Sabah namazlarını Hedre'nin tahtadan yapılmış camiisinde daima bir saf halinde kılarlardı. Bu yedi Mehmed'in kursaklarına haram girmemiş... Analarından abdestli olarak helâl süt emmişler... Vücutlarında gözlerinde, seslerinde, tavırlarında temkinli bir sevgi görünürdü. Dertlerini söylemezlerdi Allah'a bile dualarında... Şikâyet olur diye.

"Bunlar her tohumun içinde bir orman gizlendiğini bilirlerdi". Amma ormana balta ile girenlerden kaçarlardı... Yalan bilmezlerdi. Gözleri daima yere bakar yalnız birbirlerinin yüzlerine bakarlardı. Ana ve babalarının yüzlerine de adeta utanarak nazar ederlerdi.

Gözleri çevrili idi kalplerine. Kalpleri ise Hakka doğru çevrili onların...Anam durmadan anlatıyordu.Hele içlerinde "Koca Uzun Mehmet" aynaya bile bakmaktan utanırdı...Hepsinin ayrı ayrı mânevi bir hüner ve Hak vergisi, birbirinden üstün,şahıslarına has meziyetleri vardı ki, bu hallerine ayrı ayrı büyük hürmet ve tazim gösterirlerdi. Yek diğerine karşı... Herkes söylerdi bunlar için: Evliya duası almışlar, evliya kuvvet ve kudreti var onlarda...

Büyüklerden geniş ve derin bir himmet aldıkları hareketlerinde ve yüzlerinde adeta sessiz, sözsüz okunuyordu... Anam sustu... Oğlum muhacir çıktık. Köyde kimse kalmadı. Hayvanlarımızı tavuklarımızı bile yanımıza aldık. 15 kovan arımız vardı. O mübarek hayvanları kendi sahibine bıraktık. Fakat çok üzüldük. Hatırlar mısın bilmem senin bir kedi ile siyah bir horozun vardı. Onları da baban aldı. Kediyi boğazına kadar torbaya, horozu da kafese koydu... Sen ağlamıştın. Horozu da alalım diye... Hıçkırıyordun... Baban horozun sırası mı şimdi dedi. Sen de sabahtan öter baba demiştin. Ana hatırlayamıyorum, dedim. Hatırlamadığın iyi oğlum... O dertlere tahammül edecek, âza insan vücudunda yok... Bize bakma...

Dertle birlikte merhamet devam ederse insan bunun altında ezilir... Yalnız Yedi Mehrnedler köyü terketmediler. Niçinini kimse bilemedi... Muhacirlikten sonra Mehmedlerin ne olduğunu bilen de çıkmadı. Mezarları bilinmeyenlerden oldular... Yedilerin içinde kaybolup gittiler nur içinde yatsınlar...

Merhamet 14'de l (1/14) peygamberliktir buyurmuş Resul-ü Ekrem... Merhamet karşısında her kötülük eriyip gider. Dert ve ızdırapları merhamet hasleti ile eritmeğe savaş. Bunları eritemeyenler zalim olurlar. Zalimler dertlerini zulmederek, perdeleyen ve merhametini yok edenlerdir. Dert, ızdırap içinizdeki doktorun benliğinizi tedavi için verdiği acı ilâçtır. Bunu katiyen unutma... Bildiğin şeyleri sana söylüyorum, beni bağışla oğul. Yok ana bana çok şeyler öğretiyorsun dedim. Hak razı olsun. Onlar bir defa cihada gitmesin oğul...

Hak gönderir görünmeyen meleklerini, evliyalar fırlardı kabirlerinden. Bu bir manga teşkil eden Yedi Mehmed'in vücutlarında gözlerinde, naralarında, saldırışlarında, seccadelerinden dua eden, gül kokan yaşmaklı, ninelerin duası Arşta kabul olunmuşki. Hakkın nusrati yağmur gibi yağardı. Mehmedlerin yüreklerine... Zaten durulmaz Hak ile birlikte olanların önünde... Anam sustu.

Gözlerinden sessiz yaşlar sızıyordu. Ana niçin ağlıyorsun dedim. Oğul... Nur yüzlü oğlum... Bu bir insanın diğerine öğreteceği, anlatacağı şey değil... Öğrenmek çok güç... Anlatılmasına söz yok. Bulunmaz. Dil yetmez. Ağlayan bile anlayamaz niçin ağladığını...

Bu soruları çok az kişi sorar. Söylenebilse bile cevabını çok az kişi dinler. Bana sorma kulağında kalsın. Bu "ANA GÖZ YAŞI" dır. O kadar bil yeter... Büyük ninem Gül Hatun'a sormuşlar da o böyle söylemiş... "Ana gözü yaşı" onu ancak Allah bilir demiş... Ana dedim: Resulullâh'ın bir hadisi var (Bir kimse anasının ayağını öperse cennetin eşiğini öpmüş olur.) (Cennet anaların ayağı altındadır.) buyrulur. Bu ne demektir diye sordum. Ah oğul. Bunun ne olduğunu bilseler, bir kerre... insanlar... Sana bir iki söz söyleyeyim. Onlarla bunu çözmeğe çalış, ben sana izahını beceremem... Hakkın en büyük eseri anne'dir.

Ayağının altına Allah'ım sermiş cenneti. Büyük Allah'ın büyük eseri anne... Kadınlara cuma namazı farz değildir. Cuma namazı vakitle farzdır. Bu farz haftada bir gün muayyen bir vakitte eda edilir... O vakit, o dakika girmeden farz olmaz. "Kadına farz olmaması hayız meselesi değildir." Kadınların hayzı bittiği zaman yıkanırlar. Bu yıkanma nedir? Gusul müdür? Kadın cünüp değildir. Gusul cesede aittir. Bu yaratıldığı su ile tövbesidir cesedin... Kadınlardan imam olmaz. Sebebi büyüktür. Hayızlı kadınlara namaz bağışlanır. Kaza edilmez.

Bunların niçinleri vardır. Bu mertebe, makam meselesi değildir. (HAY)ın tezgahı olan kadınlar hayızdan kesildikten sonra, çocuk daha yapamazlar. Hay tezgâhı artık alınmıştır. Onlardan... Bu alınmada bir kıymetsizlik mevzuu bahis değildir. Kadının mertebesi meselesidir. Hay tezgâhı vazifesinin mükâfatıdır. Bu da bir sırdır. Altında büyük bir hikmeti ilahiye perdelenmiştir. Bunun hikmeti nedir? Bunun ne olduğunu kadınlar bilseler secdeden başlarını kaldırmazlardı. Bunun hikmetini erkekler bilselerdi böyle kadınların ayaklarının altını öperlerdi. Bunun için Allah cenneti anaların ayakları altına sermişti.

Adem topraktan halkedildi Havva Adem'in eğe kemiğinden halkedildi. Adem: Toprak, topraklıktan çıktıntan sonra Havvayı Adem gibi yaratmadı. Hakkın bir sırrıdır. Böyle olmasaydı Hak anaların ayağının altına cenneti (Seremezdi) Sermezdi-değil... Hakkın şanı böyle... Ege kemiğinden yaratıldığı rivayettir. Hakiki sırrı perdelemek için ulemâ tarafından söylenmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de eğe kemiği diye bir şey yoktur. Havva topraktan değil "Nefsin Vahidetin"den halk edildi. Bu "Nefsin Vahidetin" âyeti Allah'ın en büyük Kudret tecellisinden biridir.

Bir müddet anam sustu. Sonra "kalk oğlum, imam ol ve akşam namazı kılalım. Kıldık... Ana kokan küçük odasında küçük tenceresinde pişirdiği yemeği beraber yedik... Kahvesini mangalda pişirdim içti... Ana daha anlatmıyacak mısın? Olur oğlum. Anam çok güzel konuşurdu. Geçmiş şeyleri anlatırken öyle basit cümlelerle söylerdi ki, sanki o anda o geçmişi yaşıyor gibi olur insan... Uzun yıllar oldu anam göçeli.. Hâlâ kokusu ile yanıltıdadır. Annem genç yaşta dul kalmıştı. Ömrünü ağabeyimle bize vermişti. 86 yaşında göçtü. Ağabeyim anamdan 10 sene evvel Hakka göçmüştü...

Bir akşam namazından sonra benimle helâllaştı. Korkma ağlama oğlum Hak sana ana hakkı sormasın diye dua etti. Yatsı okunurken uçtu gitti anam...Mezara anamı ben indirdim. Nur içinde yatsın mübarek hatun anam...

Anam oğul dedi. Kocauzun Mehmed'in anası Emine Hatun uzun boylu heybetli bir kadındı. Siyah saçlı, beyaz tenli, gözleri daima yaşlı. Bize çok gelirdi. Anam kendisine çok hürmet ederdi. Anamın elini 3 defa öperdi Emine Hatun... Ana niçin el 3 defa öpülür, işte güzel oğlum onu söylemem dedi...

Emine Hatun'un Koca Uzun Mehmed'den küçük bir oğlu daha vardı. Hasan... Babasız büyüdükleri için Hasan ağabeyisini baba gibi sayardı. Herkes bu hale şaşardı. Hasan Gümüşhane'de BURUT denilen ve topraktan çömlek, küp, güveç, testi yapan imalâthaneler vardı. O zamanlar bunların ustaları Ermenilerdi. Hasan bunların yanında çalışırdı. Her gün Mehmet ve Hasan öğleleri eve yemeğe gelirlerdi. Emine Hatunun pişirdiği ne varsa onları yerlerdi birlikte... Dışarıdan katiyen yemezlerdi... Koca Mehmed'in evin arkasında bir dönümlük tarlası vardı. Daima orada çalışırdı.

Biber, domates, maydonoz, nane yetiştirir onları mevsiminde taze, naneyi de kurutup satardı. Bahçe o kadar temizdi ki oğlum; bütün köy halkı şaşardı bu bahçeye... Bahçede vişne, kızılcık ağaçları da vardı, bir de iki tane kütükten yapılmış kovan arı beslerdi. Anam hey gidi oğul...Bu küçük basit gibi görünen yaşamayı hayâl bile edemiyoruz bugün... Ne güzel günlerdi onlar... Gitti bir daha gelmiyecek. Biz de gelmiyeceğiz ya...Fakat sana vasiyetim olsun. Benden gördüğün aza kanaat, sadelikten ayrılma. Aç da kalsan mânevi gururunu kaybetme. Bu çok tehlikeli bir haldir kul için... Başka kapı çalma. Hak, kapısı dururken. Hakkın kapıları daima ardına kadar açıktır. Bir yoksula imkân bulupta yardım edeceksen o yoksulun gururunu okşa... Zedelemiyeceğini anladığın zaman yardım et...

Başa kakarsan verdiğin her türlü yardım ne sana helâl olur ne alana...Bu sözlerim çok ince bir hikmet taşır. Hakkın rezzaku alem olduğunu bu hareketinle tesbit «tmiş olursun...Cömert ol. Hasis olma. Cömert olursan EL GANi esması seni zırh gibi içine alır... Aç kal haram katiyen yeme... Haramlar, helâllar bellidir.Fakat bunların arasında çok şüpheli şeyler vardır. Asıl bunlara çok dikkat et... Yakın haramlar bellidir, anlaşılır. Uzak haramlar anlaşılmaz...

Abdestsiz konuşma, yeme, içme. Besmelesiz hiç bir iş yapma... Bunları da aşikâre sakın vurma... Yaptığını Hak bilsin o kadar...Nerelere söz getirdik... Oğul birgün öğle üstü Hasan eve geldi. Yemek yedi, odada öğle namazı kılıyordu. O sırada Koca Mehmed. geldi, ana şehre ineceğim bana bir parça bazlama ver hemen gideceğim dedi. Koca Mehmed anasının pişirdiği ve yaptığı yemek ve ekmekten başka kimseden yemek yiyemezdi... Ana Hasan gelmedi mi? Geldi oğul, içerde öğle namazını kılmamış onu kılıyor.

Mehmet, odanın kapısını aralık ederek Hasan'a baktı. Hasan namaz kılıyordu... Mehmet kapıdan baktı içini çekti. Hay kardeş hay dedi ve güldü... Kapıyı çekti, anasının elini öperek bazlamayı aldı gitti... Mehmet gittikten sonra Hasan namazı bitirdi geldi. Anasının elini öptü gidiyordu. Birden döndü anasına sordu. Kapıyı açan ağam mı idi dedi.

Evet oğul Koca Mehmed'im... Niye güldü ağam benimle alay mı etti. Emine Hatun yok oğul... Ağan hiç seninle alay eder mi? O hiç kimse ile alay etmez. Bilmez bunu... Ben böyle şey sizlere öğretmedim. O halde... Yavrum, seni namazda gördü. Kardeşin ne mertebelerde farkında değil. Yanındaki seninle namaz kılan melekleri gördü de ondan sevindi. Ve ondan dolayı güldü... Peki ana ben niçin görmüyorum ağam melekleri görüyor... Emine Hatun ağlar gibi içini çekti... . Oğul sende kabahat yok. Bende, kabahat bende... Niçin ana. Oğul, sana bir gün çok ağlıyordun, namaz abdestsiz mememden süt verdim de ondan...

Beni bağışla oğul...

Bunu sana söylemezdim. Hak ile aramda sır kalmıştı... Anamın gözleri yine doldu. Ben ne sana ne rahmetli ağabeyin Kâzım'a abdestsiz süt vermedim... Büyük ninemiz Evliya Hatun söylerdi. Sütün abdestle süslenmesi lâzımdır. Abdestsiz yemek pişirmedim dedi... Kalktım anamın ellerine sarıldım. Hak senden razı olsun ana dedim. Oğlum bu benim vazifemdi. Analık kolay değil. Nur oğlum anladın mı?Sen söyledin (HAK cenneti anaların ayağının altına sermiş) Analar bu Hakkın verdiği kıymeti nasıl ödeyebilirler...

Sütün musluğu memedir. Amma oğlum o çok uzak pınarlardan gelen Allah'ın büyük bir lütfudur analara... (GÜL Hatun) ninemizin sözüdür bu... Hele bunu bir bilsen ana olmak isterdin... Amma ben de bilmiyorum işin dibini... (GÜL Hatun — Evliya Kadın) büyük ninemizin sözü bu... O kadar... Her ne ise sözü uzatmıyalım... Anam sustu, sessiz sessiz ağlıyordu... Bende ağlamaya başladım...

Anama artık birşey sormağa, anlat demeğe cesaret edemedim. Annem içindeki elmasları, akımları, incileri görünmeyen bir hazine idi... Onları harcamadı. Zekâtını vererek tekrar sahibine vermek için daldı gitti nur âlemine... Ninelerinin, dedelerinin, babamın, ağabeyimin yanına... Hak ondan razı olsun. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Hey gidi anam hey... Hatun anam... Anam merhameti şöyle tarif ederdi: Bunu ben anladığını şekilde anlatıyorum. Yaratanın mahluklara verdiği ilâhi bir haslettir, insan ve hayvanın kendisine ve. yavrusuna k arşı duyduğu sevginin Yaratan tarafından verildiği için bir rahmettir. Bu rahmet insandan dışarı taşmalıdır ki, merhamet olsun. Bunu dışarı taşıramıyanlar zalim olur. Bu işkence şeklinde tecelli eder. İnsan Rahim olur fakat Rahman olamaz.

Rahmetten gelen merhamet insanın tiynetine göre hudutludur. Halbuki Rahmandan gelen merhamet ise hudutsuzdur. Rahman olmayanın merhameti eksiktir. Rahman hudutsuzdur. Rahim ve rahmet hudutludur. Rahman olmayanın merhameti eksiktir. Bismillahırrahmanirrahim: (Rahman ve Rahim Allah diyerek) demektir. Allah'ın ismiyle demek değildir. Her şey Allah'ta hazır ve nazırdır.

Oğlum bazan göz işitir, kulak görür... Şaşmayın bu söze... Evet doğrudur bu lâf. Allah (Essemiülbasir)dir. Essemi lafzı Hak kelâmında elbasir lafzından evvel beyan edilmiştir... Peygamberler arasında gözleri görmiyenler vardı. Fakat sağır, işitmeyen yoktu... Cenab-ı Hak bütün mevcudata essemi ile zatı Ahadiyetini bildirmiştir.

Havasız yerde ses yoktur. Kendini göstermez. Ondan ötürü yaşayan mahluklar havasız yerde yok olurlar. Bütün mahluklarda havayı alacak ciğerler vardır, istisnası yoktur. Gözle görünmeyen olayları dertleri, iniltileri gören kulaklar vardır. Duyulmayan iniltileri, sesleri, feryatları, acıları işiten gören gözler vardır.

Ses ziyaya ve elektriğe, görüntü ziya ve elektriğe tahvil ediliyor. Birden kayboluyorlar. Neler: Sesler, görüntüler, renkler sonra bir ekranda görüntü ve sese dönüyorlar. Nasıl: Radyo, televizyon... Yukarıda söylediğimiz bazen göz işitir, kulak görür sözündeki hakikati müstesna yaratılmış insan ve mahluklarda vaki olur. Bilir misiniz: Kedi kulakları ile de görür, bu bugün ispat edilmiştir...

Yani insanın aklına, idrakine girmiştir. Şu küçük malumattan sonra dinleyin bakalım...Kanadı, bacağı kırılmış gözünün biri kör olmuş, kıvranan bir sineğin veya küçük bir böceğin duyduğu acı ve ızdıraplan, çıkan feryad ve iniltileri hiç işittiniz mi?

— Hayır...

Sudan çıkarılmış bir balığın havasızlıktan çırpınıp ne çektiğini, iniltisini duydunuz mu?

— Hayır...

Suya düşmüş küçük bir böcek veya karıncanın haykırışını, çırpınmasını, acısını hiç hissettiniz mi?

— Hayır...

Zehirlenmiş bir böceğin arka üstü kalmış durumda bacaklarının ızdırap dolu hareketlerini görüp de feryat ve iniltisini duydunuz mu?

— Hayır...

Kaynar suya canlı olarak atılan ve pişirilen bir İstakozun ne hissedip feryat ettiğini duydunuz mu?

— Hayır...

Bu işitmediğimiz (Hayır)ları fakat gördünüz...

Görünenden görünmeyene, işitilenden işitilmeyene kadar olan feryatları, zulümleri, iniltileri görmeden, işitmeden merhametten bahsetmek abestir. Hele görüp de bunu Hakkın insana verdiği Rahim ve merhamet perdesinde görmemek ise abestir.

(TAABBÜS) Ekşi yüz göstermek...

ABES: Hakikati bildiği halde hilafa, aksine hareket etmek...

ABESE: Bu çok tehlikelidir. İnsan için Allah indinde...

Bu yüzden Resul-ü Ekrem'e bile ihtar gelmiştir. (ABESE VETEVELLA) suresini oku bakalım...

Musa Peygamber bile bilmiyordu bunları... Bir kul olan Hızır'dan öğrenmeğe çalıştı. Resul-ü Ekrem Hızır'a ihtiyaç duymadı. Hızır diğer peygamberlere mülâki olmuştur. Edeben Resul-ü Ekrem'e mülâki olmamıştır. Bir çok uydurma Yahudi parmağı girmiş muteber zannettiğin kitap ve rivayetlere bakma... Bize de itiraz etme.. Kabul etmezsen bu sana aittir.

Ralımetenlli-l-âlemin olan Resul-ü Ekrem'in ümmetinin bu mihenk taşıdır. Bilir misin?.. Yukarıda bahsettiğimiz (Hayır)ları (Evet)e çevirmektir. Nasıl olur? Bal gibi olur. Buz gibi olur. Bal ve buz kelimelerinde buradaki derin manalarını bilmek lâzımdır.

Kuru saman çöpündeki zikri duymakla olur. Hakiki bal ne kadar soğuk olursa olsun donmaz. Bismillahirrahmanirrahim var ya. Burada Hakkın Rahim ismini hakiki Rahim olarak söyleyebilirsen o zaman Hakkın kudret ve güçlerini Hak namına, Hak izniyle kullanabilirsin.

(Besmele) (Kün) Ol emrinin anahtarı ve şifresidir. Bunu unutma... Besmeleye sarıl, o herşeyden kuvvetlidir. Kul için... Hak ile ve onun kudret ve güçleriyle temas bununla olur. Abdestsiz ağzına kat'iyen ama katiyen alma... Besmele âyettir. En büyük âyettir. Şunu da hiçlik ve tevazu içinde söylüyorum. Bu asırda bu sözleri söyleyecek de yoktur. Bulamazsın, göremezsin, tesadüf edemezsin zira yoktur da ondan...

HEDRE'den çıktıktan sonra günlerce yürüdük... Köylerde kaldık hanlarda yattık... Orta Anadolu'ya geldik. Bir çok kasabalarda bir müddet kaldık... Bunları mantık ve hayal ile hatırlıyorum. Ya doğru, ya yanlış bilemiyorum... Berrak olarak... Çocuktum... Bir gün yollarda kağnılara rastladık. Onların izlerinde yürüdük, öküzlerin yorgun manalı gözlerini gördük. Sallana sallana sabırlı yürüyüşleri insana bir şey fısıldıyor...

Kağnı tahtadan yapılmıştır. Gıcırtılarını duyduk... Dingil akdut ağacından yapılır. Gıcırtıyı yapan ak dut. Dut, karaağaçtan yapıldığı içindir. Kağnıya boş bir gözle bakarsan: Odun ve öküzler... Hepsi bu kadar...

Amma gönlü boş olanlar odunu ve öküzü, etini görürler... Halbuki kağnının: Şekline, öküzlere bakar, gıcırtısına kulak verirsen bir çok şey duyar, anlar insan...

Bunları şimdi sessiz, sözsüz, resim gibi hatırlayıp görüyorum, gıcırtıları kulaklarımda... Hülâsa kağnıyı tarif lâzım gelirse:

Çocukluğumda hafızamda kalan kağnıyı, çocukluk düşünceme hürmet ederek bugünkü bilgim ile tarif icap ederse şöyle söyleyebiliriz: Kağnının her tarafında Anadolu Türkü'nün sabrı gizlenmiştir. Türk'ün kendine has hasleti: Sabır, bekleme, çare bulma hasleti... En az iki yıllık tahta... Çam, akdut, dut, karaağaç tahtalar bunlar... Demircinin döğdüğü bir  parça demir... yağdanlık, öküzlerin boynuzundan yapılır. Sabırla yoğrulmuş. Ancak sabır yolunda giden sabırlı hakiki Türk'ün malı ve icadı... Kendi kendini yapan Türk malzemesi. Türk gayreti...

Anadolu ot ve samanı ile beslenen hayvanlar... Mübarek hayvan... Etinden, derisinden, boynuzundan, kemiklerinden, pisliğinden gübre güç ve kuvvetinden... Yok öyle hayvan dünya yüzünde... Onun gibi çilekeş, sabırlı, kanaatkar (Öküzün hakkını verin) Hak kelâmında bildirmiş... İnsan bile yok onun gibi. Gelmiş, geçmişlerin içinde... Tek biri müstesna: Bunun, büyüklerin büyüğü, efendilerin efendisi, Hakkın insan kılığında görünen rahmeti: "MUHAMMED (S.A.V.)". 

   

Dr. Münir Derman     

NOT: Yukarıdaki yazı Münir Derman’ın; “Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu” isimli eserinden alınmıştır.   



Bu haber 12,223 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,800 µs