En Sıcak Konular

Neden Böyleyiz? İşid Gerçeği

8 Ekim 2014 11:24 tsi
Neden Böyleyiz? İşid Gerçeği İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun analizi. Oktan Keleş günümüzde yaşanan sorunları asıl kaynağı ile izah ediyor.

Oktan Keleş günümüzde yaşanan meseleleri asıl kaynağı ile 2006 yılında çıkan kitabında ne güzel analiz etmiş: 

                                                 NEDEN BÖYLEYİZ?

 

Mâverâünnehir İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun analizi gibiydi. Düşündüğüm konu, acizane, Kur’an’ın açıkça beyanıyla Allah kelamı olarak ortadaydı. Her şey O’ndaydı. İnsanın selameti, Müslümanların refahı, her şey... Peki, o zaman neden böyleydik? Bir zamanlar ne idik asr-ı saadette? Şimdiyse ne olduydu? Cevabı klasikti: Kur’an’a uyulmamıştı. Ancak benim  düşündüğüm bu değildi.Çünkü Kur’an’a uyduğunu, Peygamber’e (sav) biat ettiğini söyleyen İslam âleminin durumu meydandaydı. O zaman bir yerde  terslik vardı. Kur’an İsra Suresi’nin 82. ayetinde:

“BİZ KUR’AN’DAN, MÜ’MİNLER İÇİN ŞİFA VE RAHMET OLACAK ŞEYLER İNDİRİYORUZ. ZALİMLERİN İSE KUR’AN, ANCAK ZARARINI ARTIRIR.”
deniyordu. O zaman  bu durum neydi? İşte  tefekkürüm bu terslik üzerineydi. Yaradan Kur’an’ı  indirmiş, Hz.Muhammed (sav) Efendimiz de en güzel şekilde indirilene uymuştu. Bir ayette Yaradan Peygamberi hakkında, “Ne  söylediyse bizden gayri bir şey söylememiştir.” buyuruyordu. Dolayısıyla Efendimizin hayatı Kur’an’ın ta kendisiydi. O bizim rehberimiz, örneğimizdi. Biz Ondan görüp, duyup, dinleyip Ondan öğrenecektik Kur’an’ı. Yani Efendimiz’in (sav) Kur’an yorumunu. Çünkü Onun hayatı Kur’an’ın bir mânâda yorumuydu. İşte terslik buradaydı. Efendimizin hayatını; yani Kur’an yorumunu bizim anlayamamızdı. Anladığımızı zannettiğimiz yorum başka bir şeydi. O başka bir şey olanı bizler İslam sandık ve ona sıkıca bağlandık.O başka bir şey, kimileri zaman maksatlı, kimi zaman iyi niyetle bir metot gibi yüzyıllardır İslam anlayışı diye önümüze kondu. “Hz. Muhammed’in (sav) Kur’an yorumu” diye öğretildi, tebliğ edildi. Dolayısıyla iki yorum meydana geldi:

Birincisi:Gerçek İslam’ın metodu. Hz.Muhammed’in (sav) öğrettiği; hayatıyla, her şeyiyle.

İkincisi :Müslümanların anladığı, algıladığı ya da algılatıldığı başka bir şey.

İşte bizler o başka bir şeyi İslam diye algıladık, yaşamaya çalıştık. Neydi birinci metot? Efendimiz’in (sav)  tüm hayatı, insan ilişkileri. Beytinden; yani evinden başlayan sosyal davranışlarından tutun da eşlerine, evlatlarına, komşularına, dostlarına; hatta kendisine düşman olanlara davranış tarzı. Hayvanlara, bitkilere, kainata olan tutumu, o güzel ahlakı, hoşgörüsü. Din, ırk gözetmeksizin “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” diyen anlayışı. Affediciliği, merhameti, barış zamanındaki davranışları, savaş anındaki tavırları, mescitteki, yoldaki davranışları. İnsanlarla olan ilişkileri, nezaketi, Allah’a olan kulluk bilinci ve Allah sevgisini, O’nun rızasının nasıl kazanılacağını ümmetine bizzat kendisi yaşayarak öğretmesi. Çocuk sevgisi, torunlarıyla güreş tutması, hanımlarıyla latifeleşmesi. Kısaca,“insan merkezli yaratılışta” insana ve yaratılışa olan tutumu...

Allah’ın elçisi (sav) Kur’an’ın tam yorumunu tam mânâsıyla yaşayarak yaptı ve öğretti. Bu öğretiyi hanımları, kızları, ashabı, ehl-i beyti aynen hayatlarına aldı ve bu öğretiyi, bu yorumu hayata geçirdi. Bizzat Allah’ın elçisinden “Özünde insan için yaratılmış kainatta” nasıl yaşanacağını öğrendiler ve  bireysel ilişkilerden  tutun da toplumsal –hatta-iç ve dış dünyalarında yaşadılar.

Bu öğretinin, bu yorumun adı; yani Kur’an’ın asıl yorumunun adı; “Muhammedî Ahlak”tı. Ahlak-ı Muhammediye.” (sav) Bu yorumu yaşayanlar Asr-ı Saadet’e imza attı. Ondan sonra; yani Resul’ün görevini tamamlayıp Yaradan’ın rahmetine kavuşmasından sonra da bu öğreti, bu yorum hüküm sürdü. Bu durum İslam’ın ve onun sancaktarlığını yapan Müslümanların yer yüzünde yükselmesini sağladı. Akın akın herkes -Yahudi, Hıristiyan, müşrik- İslam’ın  insana, yaratılışa olan bu bakış açısından, bu yorumundan etkilenerek İslam’a koştular. Tabi bu durum birilerini rahatsız etti. Başta Yahudiler İslam’ın bu yükselişinden haset içindeydiler. Bir şeyler yapmalıydılar. Ne yaptılarsa  İslam’ı, Kur’an’ı Müslümanların kalplerinden silemiyorlardı. Yani bu öğretiyi-yorumu Muhammedî Ahlak’ı, Müslümanların hayatlarından çıkaramamışlardı. Hz. Muhammed’in (sav) aralarından ayrılmasına rağmen  Resul’ün ashabı, ev halkı, sahabeleri hep bu yorumu yaşadılar. Şer güçlerin bu gidişe bir dur demesi gerekiyordu. Mademki Kur’an’ı İslam’ı, bu yorumu Müslümanların hayatlarından sökemiyorlardı; başka bir şeyler yapmalıydılar. Şer ittifakı Kur’an’ın yorumunu sökememişti. Öyleyse Kur’an’ın yorumunu değiştirmeliydiler. Hz.Muhammed’in (sav) yorumunu, Kur’an yorumunu, İslam yorumunu değiştirmeliydiler. Hızla bu işe giriştiler. Dönme Yahudiler ve müşrikler, mezhepler ve yorumlar çıkardılar. İslam dünyası içinde yeni akımlar geliştirdiler. Fitne  tohumları attılar. Siyasi mezhepler  eski cahiliye bedevi anlayışlarını, kabilecilik adetlerini hortlattı. Müslüman’ı hoşgörüden, insana ve yaratılışa olan saygı ve sevgiden , Allah’a kul olma ve Yaradan’ı bilme görevinden uzaklaştırdılar. Öyle bir noktaya gelindi ki, Arap Yarımadası’nda artık başka bir İslam yorumu hüküm sürüyordu.

Bu yorumu da İslam’ın  bir öğesine  oturttular ; yani cihat anlayışına.

Artık Müslüman -cihat adı altında- Müslüman olmayan herkese kafir, yaşaması haram, kellesi helal gözüyle bakıyordu. Allah elçisinin o güzelim davranışlarını, Âlemlere rahmet olarak gelen Kur’an yorumunu uygulayanlar kötü gözle anılıyor, tekfir ediliyordu. Ancak bütün bu yapılanlara rağmen hâlâ bu Muhammedî ahlakı, gerçek Kur’an yorumunu, İslam yorumunu yaşayan sahabeler, ehl-i beyt mensupları vardı. Bir an önce bunlar da yok edilmeliydi ve sürülmeliydiler. Abbasiler, Emeviler, Fâtimiler ...gibileri Kur’an yorumunu, gerçek Muhammedî Ahlakı yaşayanları öldürüp onlara zulmettiler, sürdüler. Kerbela Hadisesi’nde Peygamber torunlarına yapılanları içim  sızladığı için anlatmaya gerek bile görmüyorum. Velhasıl  ehl-i beyt mensupları, sahabeler Arap Yarımadası’ndan sürüldü. Dolayısıyla hakiki Muhammed öğretisi; yani ahlakı, İslam yorumu da sürülmüş oldu; yani (teşbihte hata olmaz) Hz.Muhammed (sav). 

Sürülenler, zulümden kaçanlar Mâverâünnehir’e vardılar. Asya’ya, Türkistan illerine sürgün geldiler. Dolayısıyla bu öğreti-gerçek yorum artık Asya’daydı.  

 Şimdi  Hz.Muhammed (sav) Türkistan İlleri’ndeydi.

Gelen sahabelere, ehl-i beyte Türkler sahip çıktı. Türkler de bu öğretiyi benimsedi, hayatlarına geçirdi. Bu öğrenilenler onların yaşantılarına nefes verdi. Kısacası sürülen sahabi ve ehl-i beyt mensuplarıyla bu öğreti Türk illerine can verdi. Daha sonra medreseler kuruldu. Hoca Ahmet Yesevi, Şahı Nakşibendi, Hacı Bektaş-ı Veli Mevlâna gibi bu öğretiyi öğrenen ve öğreten yüksek şahsiyetler meydana çıktı. Sultan’ül ulemâlar, Yunuslar ve bir çokları bu Muhammedî ahlakın, gerçek İslam’ın yorumuyla aydınlık verdiler karanlıklara. İslam Güneşi artık Asya’da doğmuştu. Arap Yarımadası’nda da çöller kalmıştı. Bütün bu şahsiyetler öğretilerini dört bir yana saldılar. Onlarla Anadolu topraklarını yeşerttiler. Bu gerçek yorum bundan böyle Türklerin elindeydi. Selahattin Eyyubiler, Selçuklular, Osmanlılar; yani Türk  hakanları bunu yaşadılar. Altı kıtaya nam saldılar. İslam güneşi, güneyden çıkmış, doğuda; Asya’da şafak bulmuştu.

Bu öğreti insan merkezliydi. Halka hizmeti, Hakka hizmet sayıyordu.

Asıl cihat insanın nefsiyle olan cihattı; yani Allah Resulü’nün (sav) dediği gibi  büyük cihat. Hz.Muhammed’in (sav) yaptığı gibi bu öğretiyi yaşayanlar şehâdet şerbeti içebilmek için cephedeki cihada gerektiğinde bir an olsun tereddüt etmeden gidiyorlardı. Müslümanların, gayrimüslimlerin, tüm insanların, hayvanların, tüm yaratılmışların haklarını aziz biliyorlardı. Hak aşkıyla yanıp tutuşuyorlardı.

İşte  bu öğreti, bu topraklarda bir İslam Tasavvufu hâlini almıştı.

Bu yaşanılanlara bakıldığında iki yorumun ortaya çıktığı görülüyordu:

Birincisi İslam’ın gerçek yorumu.

İkincisi İslam’ın, İslam gibi algılatılmaya çalışılmış yorumu.

Bu tarihten itibaren Müslümanlar arasındaki  bu yorum mücadelesi maalesef doğmuş ve hâlen sürmekteydi. Bir yanda Mevlânaların, Yunusların, Hallaçların, Hacı Bektaş-ı Velilerin, Hacı Ahmet Yesevilerin temsil ettikleri Muhammedî anlayış  ve  kendi nefsini düşman bilip savaşanlar. Diğer yanda - kendi anlayışı içinde olanlar hariç-herkesi cihat adı altında kafir ilan eden, saldırgan bir imaj çizen Müslümanlar. Tarih boyunca bu iki anlayış hep birbiriyle çatıştırıldı. Allah sevgisini amaç edinenler, diğer yorum Müslümanları tarafından sapıklıkla, kafirlikle suçlanarak katledildi .

İslam tekti. Allah, anlaşılsın diye Kur’an’ı indirdi. Bir yerde anlayanlar vardı, bir yerde anlamayanlar. Tarihte anlayanların çoğunlukta olduğu iktidarlar, İslam’ın ve Müslümanların altın çağlarıydı. Ne zaman ki anlamayanlar anlayanlardan iktidarı aldı, çoğunluğu oluşturdu; işte o zaman “Müslüman Âlemi” kan ve göz yaşından kendini kurtaramadı. Yoksa İslam tekti. Şimdi bakıldığında da bu iki yorumun mücadelesinin devam ettiği görülür. Kızıştırmak maksadıyla ve fitne olsun diye “tasavvufçular”, “şeriatçılar”, “radikaller”, “ılımlılar”... diye ayırarak, birileri zehirlerini İslam Âlemi’nin üzerine akıtıyorlar. İşte Muhammedî ahlak, gerçek İslamî öğreti, gerçek yorum Türklerin elinde doğudan parladı, doğdu. Kıymetini bilelim. Nasıl Arap Yarımadası’ndan Asya’ya sürülen öğreti, bizlerin  diyarında doğduysa elimizden de gitmesin. Güneş batıdan doğmasın. Başkaları onun kıymetini bilebilir ve bilinmesi güzel. Güzel; ama bu yarışta şeref sahibi olabilmek daha da  güzel... Bu Muhammedî Ahlakla, bu gerçek öğretiyle nefsini yenmiş, onu dize getirmiş ve Allah’a kurban etmiş olanlar, hiç cepheden korkarlar mı ki diğer yorumun Müslümanları onları cihat etmemekle suçluyor?

İki yorum sahibi de Müslüman. İslam Âlemi barışmasın ve bu gerçek yoruma ulaşamasın diye şer güçler Sünnî, Şiî, falan filan gibi ayrımlarına devam edip Müslümanları birbirleriyle  kucaklaştırmamaya  gayret ediyorlar. Ne yazıktır; iyi niyetli Müslümanlar da hâlâ  bu tuzağa düşüyorlar. Oysa gerçek şu :

İki yorum sahibi Müslümanlar, bir “Muhammedî Ahlak”ta buluşsalar ve gerçek öğretiyi hayatlarına geçirseler, bütün dünya karanlıklardan ve göz yaşlarından kurtulacak. Her  yerde huzur hüküm sürecek. Yeryüzündeki semavî dinleri birbirleriyle çatıştırmak için mücadele eden yılan başları şunu gördüler:

 Allah Resulü’ne isnat edilen şeytanca hareketleri  dünyayı ayağa kaldırdı. Şerefsizler gördüler ki Muhammed (sav) ümmetsiz değil. Bu gerçeği bir de biz Müslümanlar görebilsek, anlasak... İslam’da  tektir, Hz.Muhammed de (sav). Öyleyse Hz. Muhammed’in (sav) yorumunu ,o mümtaz ahlakı  kendimize örnek edinebilirsek şer güçlerin işi bitecektir. Böylelikle Kur’an bütün İslam diyarında anlaşılacak. Ve akabinde dünyaya huzur hakim olacak. Evet. Bu öğreti elimizde dedim ve sustum.
...

Oktan Keleş

Melami Savaşları Kitabı (sh 150-155)

(Kasım 2006 )






Bu haber 12,647 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,520 µs