En Sıcak Konular

Tefekkür Denizi

3 Haziran 2014 09:57 tsi
Tefekkür Denizi İlhami Abi Sohbetleri: Tefekkür Denizi

                                         TEFEKKÜR DENİZİ


Onlar tefekkür ehli insanlar. Tefekkür denizine olta atmışlar.

Nasipleri olan balıkları; yani hakikatleri Rab'lerinin nasip ettiği kadarını alıyorlar. Balık adamlarsa o denize dalıyorlar ama nafile; çünkü bu dalış düşünce dalışı oluyor.

Etrafımdaki her şey düşünce ve hayretimin kanatlarıyla adeta kuşlar gibiydi. Deniz bütün maviliğiyle önümüze serilmiş, geçtiğimiz yollara adeta kokusunu vurmuştu. Bir anda yine gözüm İlhami Abi’ye takıldı. Bir de ne göreyim; üzerindeki elbiseler yine değişmiş. Şimdi çıldıracaktım. Ne zaman değiştirdiydi? Bu sefer üzerinde belediye işçilerinin kışın yağmurda giydiği veya oltayla balık avlayanların yağmurlu havada giydiği sarı yağmurluklar, ayaklarında da plastik çizmeler vardı. Hava yağmurlu da değildi. Hayâl mi görüyordum yoksa.

Yoksa İlhami Abi Hızır (as) miydi?

Yoksa sihirbaz mı? Hızır olsa benle ne işi vardı? Benim gibi biriyle? Yok canım, Hızır olamazdı. Sihirbaz olsa bu kadar beceri bir beşerde bulunmazdı. Hem sihirbaz olsa benle yine ne işi vardı. Anlattığı hakikatleri sihirbazlar bilemezdi ki… Belki de bir Allah dostu? Bilemiyorum. Kafam almıyor. Ne oluyordu? Tam bunları düşünürken düşündüklerimi unutturacak bir manzarayla karşı karşıya geldim. Yine bir sokaktan içeri girdik. Çok dar bir sokaktı. Manzara dedim ama bu bildiğimiz manzaralardan değildi. Çünkü sokak pis ve yapışkan bir çamur tabakasıyla kaplıydı. Her yer çamurdu. Beni şok eden kısımsa bu çamur tabakasında bir sürü insanın çamurla cebelleşmesiydi. Öyle bir cebelleşme ki, kimi boğazına kadar batmış, yürümeye çalışıyor. Kimi beline kadar, kimi dizine kadar batmış çamurun içinde adım atmaya çalışıyordu. İşin hayret boyutu çok iyi giyimli insanların da bu çamur tabakasında uğraşmalarıydı. Bir başka hayret edilecek şey: Kimi gülüyor, kimi ağlıyor,kimi üzgün, kimiyse vurdum duymaz bir tavırla o sokakta, o çamurda yürümeye sanki sokağın sonundaki diğer sokağa doğru yürümeye gayret ediyorlardı. Kimileri de ellerine aldıkları çamur kitlelerini birbirine fırlatıyor, gözlerine, her yerine sıvıyorlardı. Bu ne hâldi. Şoktaydım.Manzara sanki bir korku filminin bir sahnesi gibi… Şuursuz, ruhsuz surette olan insanların oynadığı bir sahneydi. Asıl şoku şimdi yaşıyordum. O da neydi? İçlerinde tanıdığım insanlar da vardı. Hatta herkesin tanıdığı profesörler, felsefeciler, bilim adamlarının bazıları... Allah Allah ne oluyordu? Bu insanlar, bu çamur, bu balçıkta ne diye cebelleşiyorlar, nereye çıkmaya çalışıyorlar? Kimileri olduğu yerde dönüyor, kimileri duruyordu. Ürpermiştim. Yüzleri, gözleri, üstleri, her yeri çamur olmuş bu insanların bazıları çok mağrur bir şekilde bana bakıyorlardı. Şaşırmıştım. 

Sokağa girmiştik. Benim de üstüm başım batacaktı. Biraz daha adım atarsam çamurun başladığı noktaya gelecektim. Gözüm ister istemez İlhami Abi’ye takıldı. Üstüm başım batacaktı. Hem burası neresiydi, hem bunlar bu çamurda ne yapıyorlardı?

Dehşet içinde sorularımın cevabını bekliyordum. Tam o sırada İlhami Abi elindeki aynı yağmurluktan ve çizmeden bana da vererek:

-Al bunları, giy dedi.

Aldım, üzerime yağmurluğu ayaklarıma da çizmeleri giydim. İçimden de yine de batarız; çünkü bazı yerler insanın boğazına kadar batıyor diye düşündüm. Bu sırada İlhami Abi bana dönerek,elini de sırtıma hafifçe vurarak:

- Hep düşünüyorsun. biraz da düşünme, tefekkür et! dedi.

Abi dedim, mahcup bir ses tonuyla

- Düşünme ile tefekkür aynı şey değil mi?

-Hayır Âdem dedi.

Düşünce başka, TEFEKKÜR başka diyerek devam etti. Düşünce insanın nefsine, suretine aittir.

Düşünce insanın hafıza ve zekâ melekelerini yorarak plan yapması ve program kurmasıdır.

Tefekkür, insanın ruhuna ve kalbine aittir.

Tefekkür, suretten kurtuluştur.

Düşünce insanın beşeriyetine aittir. Ve fani âlem gibi sınırlıdır. Tefekkür fani âlem sınırlarını paramparça eder ve sınırsız BAKİ âleme aittir, ötelere gider, insanın ebediyetine tekabül eder dedi.

-Peki Abi dedim. Plan program dediniz düşünce için. Nasıl planlar, programlar bunlar?   

- İyi bir satranç oyuncusunu şöyle düşün:

Çok ünlü iki satranççı karşı karşıya iken oyunlarını zihinlerinde planlarlar, programlarlar ve birkaç hamle sonrasını düşünürler. Yani satranççılar, satranç oynarlarken düşünürler -tefekkür etmezler.

Çünkü bu oyun dünyevîdir. Bir anlamda nefsîdir.

Düşünce insanın diğer beşerî ihtiyaçları için sarf edilen enerjidir. Yeme, içme, şan, şöhret, buluşlar, bilim, dünyevî her şey bu düşünce enerjisinden yararlanır. Bu, surete ait bir enerjidir.

Tefekkürse düşünceyi de düşünmektir düşünceyi de içine alır, kapsar. Onda dünyevî düşünceler yoktur. Olsa bile hikmeti bakımından düşünceyi kapsar dediğimiz haldedir.

Tefekkür Allah bilgisidir.

Ona ulaşma, gayelerine erişme, Yaradan’ı bulma bilgisidir. Bu da ruha aittir dedi ve bir müddet sustu.

Aklım konuşulanları düşünürken, gözüm hâlâ sokaktaydı. İlhami Abi benim arkamdan bastığım yerlere basarak:

-Gel dedi, yoksa çamura batarsın.

Dayanamadım sordum:

-Abi bu sokak ne böyle? Ne sokağı burası? Bu insanlar niye cebelleşiyorlar?

İstanbul’da bu sokağı ilk defa görüyordum.

İlhami Abi yüzüme, kaşlarını kaldırarak anlamlı bir şekilde baktı ve şöyle dedi:

- Burasını sen tanırsın Âdem. Bak, sen de içindesin bu sokağın ismi ÇAMUR SOKAK.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi İstanbul’da da var bu sokaktan.

İçindeki insanlar da bu çamurdan kurtulamayanlar. Tefekkür edemeyenler, etmeyenler. 

Yüce Allah Âdem’i bir çamurdan yarattı. Ona bu çamurdan suret verdi. İçine de ruhu üfürdü; ruhu yarattı, koydu. Yani çamur Âdem’in içine ruhu. Âdem’in içindeki çamur suretinin içindeki bu ruh olgunlaşırsa insan adını alır. Yani;

Âdem’in çamur suretinin içindeki ruhu her şeyiyle eksiksiz donattı ve şöyle seslendi:

-Çamurdan çık âdem. Ruhun çamurdan çıksın ve bu bedeni benliği, sureti terk etsin. Bana gel.

Bir anlamda da ey Âdem’in; yani suretin içindeki insan! O çamur suretten çık, orayı terk et. Bana gel!

İşte bu, Yaradan’a kavuşma bilgisi TEFEKKÜRDÜR.

Yani onunla bu suretten çıkılır.

Düşünce suretin, toprağın, çamurun;Yani dünyanın bilgisidir.

Sınırlıdır, tıpkı dünyanın ömrü gibi. İşte o çamurda cebelleşen insanlar, tefekkürü yapmayanlar. Profesörler, bilim adamları… Onlar surete ait bir çok; toprağa, çamura; yani dünyaya ait bir çok buluşlar,keşifler,icatlar yapmışlardır Ama o suretlerini aşamamışlardır. Tıpkı çamur sokağı, tıpkı Âdem’in suretinin darlığı gibi düşüncenin bu dar çamur sokağında kalmışlar. Bir de meziyetmiş gibi birbirlerine çamur atıyorlar. Oysa birbirlerinin düşüncelerini birbirlerine kabul ettirmeye çalıştıkları çamur, aynı çamur. Bunun farkında değiller. Yani düşünce aynı düşünceeni sonu belli olan surete, çamura ait bilgi. Bazıları bunu kahkaha atarak, gülerek yapıyor; çünkü surete öyle takılmışlar ki bir ruhları olduğunu bile unutmuşlar -hatta- bilmiyorlar bile. Ne yazık…

Bu çamur sokağının dışındaki nihayetsiz şu denizi görmüyorlar; 

Tefekkür Denizi’ni  Kimileri bu çamurdan ağlayarak çıkmaya, kimileri hüzünle çıkmaya çalışıyor ve mücadele veriyorlar. Kimileri çamurda olduklarının farkında bile değil. Aynı çamurdan alıp birbirlerine aynı çamuru atıyorlar. Düşüncelerin sınırı belli. Birbirlerine fikir satıyorlar. Düşünce satıyorlar. Bu balçıktan çıkamadıklarından ebedî bilgiye ulaşamıyorlar.

Sen de dehşete kapıldın sokağı ilk gördüğünde; bu çamur sokağını, içindeki insanları ve hâllerini…

Şimdi düşün: Bak sen bile beğenmedin,ürperdin. Lanetli şeytan da işte bu çamuru gördü de, beğenmedi Oysa o, diğer sokaktaki Âdemleri görseydi o çamurun içindeki cevheri böyle asî olmayacaktı belki de. Zaten Âdem’i bütün gördükten sonra; yani meleklerden de üstün kısmıyla; pişman oldu da iş işten geçti. O yüzden iblis hâlâ insanları suretlerinden çıkarmamaya, suretlerinde kalmaya iknaya çalışır. İşte Tefekkür bu iddiaları boşa çıkarır. 

 Düşünce fizik âleminde onun sınırlarında kalır; oysa  tefekkür, metafizik âleminin de sınırlarını aşıp fizik ötesine, madde ötesine, hakikate yol alır. 

Düşünceyle yapılan tüm icatlar fizik âleminde kalır. Mesela çok güzel bir uzay mekiği yap. Fizik âleminin –nereye giderse gitsin- dışına çıkamaz. Hiçbir matematik, hiçbir bilim...Çünkü bunlar yer bilgisi olan düşüncenin unsurlarıdır. Fizik ötesine ancak tefekkür gider, sınırları aşar. Sen de Âdem,  kendine bir TEFEKKÜR MEKİĞİ yap, bin ve biran önce yola çık. Yüce Allah birçok ayetinde buyurur:

 “HİÇ AKIL ETMEZLER Mİ? HİÇ DÜŞÜNMEZLER Mİ? diye. 

Bu akıl ediş, bu düşünceler düşünce üstü bir cevhere tefekküre ulaşmak için Rabbimizin bir işareti, tavsiyesidir.

Bu elbiseleri sana verdim, bu çamura batmamak için. Sen de Tefekkür elbisesiyle buradan geç ve önüne de yolu bilmiyorsan bilen bir rehber al ki, sen de bu balçıkta, çamurda, surette kalmayasın Âdem, dedi. 

 Bu arada, çok şükür Allah’ın ismi ile, o sokaktan İlhami Abi’nin rehberliğinde çıktık. İşte İstanbul Boğazı her şeyiyle karşımızdaydı. Ama deniz bir başka maviydi. Güneşin ışıkları adeta deniz yüzeyini pırıl pırıl altın gibi yakıyordu. Bu konu beni çok etkilemişti. Zaten etkilenmemek artık mümkün değildi. Birden İlhami Abi:

-Bak dedi. Bu denizi biliyor musun?

- Biliyorum Abi, İstanbul Boğazı;yani Marmara denizi dedim.

- Hayır dedi. 

 Burası “Tefekkür denizi”

Şöyle bir denize baktım,gerçekten farklıydı; ama alışmıştım İstanbul’un artık farklılıklarına denizin üzerinde ufak, mütevazi kayıklar vardı ve içlerinde insanlar huşu ile oltayla balık tutuyorlardı. Kıyıda da balık adam elbisesi giymiş tam donanımlı insanlar suya dalıyorlardı  İlhami Abi kayıktakileri göstererek:

- Bak dedi.

Onlar tefekkür ehli insanlar. Tefekkür denizine olta atmışlar. Nasipleri olan balıkları; yani hakikatleri Rablerinin nasip ettiği kadarını alıyorlar. Balık adamlarsa o denize dalıyorlar ama nafile; çünkü bu dalış düşünce dalışı oluyor. Çünkü onların bu dalış nedeni denizin dibinde batık hazineler, defineler aramaları. Yani surete, nefse ait düşüncelere dalıyorlar. Rabbimiz tefekkürü bir derya gibi yaratmış. İçinde hakikat balıklarını yüzdürmüş. Mütevazi insan, mütevazi kayıklarla bu nasiplerini deniz üzerinden olta atarak yapıyorlar ve maksada hasıl oluyorlar. Öbürleriyse dalıyorlar. Ama boşa dalıyorlar; hatta çıkmıyorlar bile dedi ve sustu.

Evet. Denizin tam kıyısında bu gerçekleri duyunca hatırlamıştım biraz evvel şokunu yaşadığım çamur sokağını. Ben de orada ikamet edenlerdendim. Bedenimin, suretimin; yani çamurun dar kalıplarından biran önce hakikate yolculuk yapmak için çıkmam gerekiyordu.. Yani çamurdan çıkıp Yaradan’ın çağrısına icabet etmem gerekti. Hemen bir olta temin edip tefekkür denizine atmalı ve nasibimi beklemeliydim. Zaten geç kalmıştık. Geç, geç..

 Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ama şu da bir gerçekti ki kafeye girmeden önceki Âdemle şimdiki Âdem arasında bayağı bir fark hissediyordum. Artık o Âdem değildim ben. Hemen çamur sokağından çıkmalıydım,bir daha girmemek üzere...

Oktan Keleş

(Bir Meczubun Rüyası Sh.143 vd.)

 



Bu haber 5,220 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,739 µs