En Sıcak Konular

Rahmetle Anıyoruz

16 Eylül 2013 11:05 tsi
Rahmetle Anıyoruz Tam 123 yıl önce 16 Eylül günü Ertuğrul Fırkateynimiz Japonya kıyılarında batmıştı. 16 Yıldız olarak, denizcilerimize Allah'tan rahmet diliyoruz.

Bundan tam 123 yıl önce 16 Eylül günü Ertuğrul Fırkateynimiz Japonya açıklarında batmıştı. 16 Yıldız olarak, denizcilerimize Allah'tan rahmet diliyoruz.  

 

Sırdaş'ta Ertuğrul Fırkateyni'nin Öyküsü

 

 

 

Robot Alâmet ve Ertuğrul Fırkateyni

Alâmet'in Sırlı Öyküsü ve Ertuğrul Fırkateyni Hakkında Bilinmeyenler

Âdem, Sırdaş’ın kayıtlarından Robot Alâmet’in yapılışının ayrıntılarını okumaya devam eder:

Musa Dede huzurdan ayrılır. Ayrılır ayrılmasına ama hem düşünceli, hem de endişelidir. Nasıl endişeli olmasın ki? Görevi Sultan Abdülhamid Han'dan almıştır. Eşi benzeri olmayan bir saat yapılacaktır. Yapılacak olan bu saat, Japon İmparatoru'na hediye edilecektir. Bu öyle bir hediye olmalı ki, hem Osmanlı Devleti'ni hem de tüm İslam âlemini temsil edebilecek bir yapıt olmalıdır.

Sultan, Musa Dede'ye, saat üzerinde yapması gereken ekleri kendi elleri ile çizmiş ve vermiştir. Musa Dede, bu işte Sultan'a karşı mahcup olmamak için elinden geleni yapacaktır. Musa Dede, huzurdan ayrıldıktan sonra bu düşüncelerle Mevlevihane'nin yolunu tutar.

Mevlevihane'ye varır, kapı girişindeki Derviş Yusuf'a selâm verir. Yusuf'a görevli dervişlerin içeride olup olmadıklarını sorar. Musa Dede'nin selâmına 'baş keserek' karşılık veren Derviş Yusuf:

-Evet Efendi Baba, dervişler içerideler, sizlerin teşriflerinizi bekliyorlar, diye cevap verir.

Musa Dede, besmele ile eşikten adımını içeri atar. Düşünceli ve endişeli bir tavrı olduğu her halinden bellidir. Baş keserek [1] dervişlere selâm verir. Herkes ayaktadır. Musa Dede'nin selâmına mukabele edilir ve sedirlere hep beraber oturulur.

Musa Dede, elindeki rulo haline getirilmiş kâğıtları açar. Saatin (robotun) yapımında görevli derviş ustalar, kendi yaptıkları çizimleri Musa Dede'ye gösterirler. Musa Dede, her şeyin iptal olduğunu söyleyerek:

-Sultan, saate yeni çizimler ekledi. Sultanımız, ayrıca bu saatin ezan okumasını istedi, der.

Derviş ustalar, bu sözler karşısında şaşkınlıkla birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Ustalardan biri:

“Ezan mı okuyacak?” diyerek şaşkınlığını sesli olarak ifade eder.

Musa Dede:

-Hem de her saat başı ezan okuyacak!

Derviş ustalar hayretler içerisinde kalarak hep bir ağızdan:

- Her saat başı mı, diye sorarlar.

Ustalar, Sultan'dan gelen bu talimat karşısında sabaha kadar görüş alışverişinde bulunurlar, kendi aralarında ezan okuma işinin nasıl olacağını tartışırlar. Bir ara dervişlerden biri, latife yapar:

-Bu kadar düşünmeyin, olmazsa ben bu saatin içerisine girerim, her saat başı ezanı okurum, hayatımı bu işe vakfederim, ferman Sultan’ımın değil mi, olmaz mı diyeceğiz?

Dervişin bu latifesi karşısında Mevlevihane'deki gergin hava biraz dağılır, dervişlerin yüzlerinde tebessüm belirir.

Tartışmalar sabah ezanına kadar sürer, müezzinin sabah ezanını okumasıyla Mevlevihane derin bir sessizliğe bürünür. Dervişler abdest alıp namazlarını kılarlar. Sabahın ilk ışıklarıyla, herkes kendi hücresine çekilir. Biraz istirahat ettikten sonra, herkes yatsı namazından sonra toplanmak üzere dağılır. Ama geceki buluşmaya bütün dervişlerin hazırlık yaparak, proje ve çizimlerle beraber gelmesi kaydıyla.

Gece olur, ekip kararlaştırılan vakitte dergâhta toplanır.

Tekrar meşveret başlar. Derviş ustalar, ellerinde projelerle beklerler, ama hiçbirisi projesinden memnun değildir.

Tartışmalardan sonra en son sözü Musa Dede alır:

-Dervişlerim, dün gece Sultan'ın yanından ayrıldıktan sonra, yolda Fakir Dede'ye rastladım.

Bu lafı der demez, derviş ustaların gözlerinin içi güler, sevinirler. Çünkü bu Fakir Dede oldukça ilginç bir kişiliktir. Hatta söylentilere göre Fakir Dede, Hz. Hızır ile halvete girmiştir. "Bu saat meselesinde de muhakkak bir fikir beyan etmiş olmalıdır" diye düşünürler.

Dervişler, pür dikkat, büyük bir saygı ve edep içerisinde, Musa Dede’lerini dinlemeye devam ederler.

Musa Dede, Fakir Dede'nin, kendisine, ‘gramofon’ diye yeni icat edilen bir aletten söz ettiğini anlatır. Bundan faydalanılabileceğini, bu aletin içeriği ile ilgili bilgileri kendisine verdiğini söyler.

Derviş ustalardan Salih Derviş:

-Ey canımın canı, gözümün nuru Musa Dedem, neden dün geceden beri emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdin, dün bu haberi neden söylemedin, hikmeti ne ola ki, diye sorar.

Musa Dede bu soru üzerine:

-Bilemem, Fakir Dede bana öyle tembihledi. Muhakkak bir sırrı vardır cancağızım, diye karşılık verir ve susar…

Derviş ustalar, bu konuda Fakir Dede'nin bir tembihi olduğunu öğrendikleri zaman, 'vardır bir hikmeti' diyerek sükût ederler.

Saat (robot) için yeni bir strateji oluşturarak kendi aralarında görev bölümü yaparlar. Artık izleyecekleri yol yöntem bellidir. Hepsinin bir anda adeta keşifleri açılır. Proje üzerine proje üretmeye başlarlar. Fakir Dede'nin ufak bir fikrî dokunuşu adeta işi halletmiştir.

Bu prestijli proje için Sultan Abdülhamid Han, kendi kesesinden harcama yapmaktadır. Bunun için en iyi malzemelerin kullanılmasını istemiştir. Bu saat için altın ve gümüş malzemeler kullanılacaktır. Özellikle kaideler altın ve gümüşten olacaktır. Çünkü bu bir şeref meselesidir. Kendisi, tüm Müslümanların temsilcisi, yani halifesidir. Bunun için en ufak ayrıntılara bile dikkat edilmektedir.

Saatin, kollarını açarak semazen gibi dönecektir. Derviş ustalar bu şekilde hiç düşünmemişlerdir. Çünkü hepsi mekânik ilminde mahirdirler. Guguklu saatler, deri körük ve zemberekle çalışmaktadır. Bunların çalışma sistemlerini çok iyi biliyorlardı. Ne de olsa, Cezeri'nin[2] torunlarıdırlar. . Onları düşündüren tek konu, ezan sesidir. Bu da çok şükür Fakir Dede'nin yol göstermesiyle hallolmuştur.

 

                                  ***

 Saatin yapım çalışmalarını derviş ustalar, büyük bir gizlilik içerisinde sürdürüyorlardı. Yalnız hoşa gitmeyen bir durum vardı ki, bu da alışkın oldukları bir durumdu. Ne zaman Musa Dede ve ekibi bir araya gelse, özellikle İngilizlere ve Ruslara çift taraflı ajanlık yapan Bolat isimli casus hemen faaliyete geçiyordu. Bu casus; hem Teşkilat-ı Mahsusa, hem de Yıldız İstihbaratı tarafından tespit edilmişti. Teşkilat, tiyatrocu ve kumpanyacı Bolat'ın casus olduğunu biliyor, strateji açısından takip ediyordu.

Bolat, Japon İmparatoru Meiji'nin Sultan'a özel elçi göndermesinden sonra, efendileri tarafından bu iş için özel olarak görevlendirilmişti.

Bolat'ın görev alanı genelde tekke ve dergâhlardı. Buralarda suret-i Hak'tan görünür, zaman zaman eski kahramanlık hikâyeleri adı altında bir sürü yalan yanlış şeyler anlatır ve etrafına topladığı cahil halkı fitneye sürüklerdi. Amacı onlardan da bilgi toplamaktı. Yani tam bir kulak hırsızı idi.

Geceleri gizlice dergâhların pencereleri önüne yaklaşır, türlü kıyafetler içerisinde görünür ve kendine hizmet eden üç beş kişi ile beraber dinleme yapardı. Bolat konusunda, Musa Dede daha önceden uyarılmıştı.

Derviş ustalar, görev bölümü yaptıktan sonra her biri ayrı ayrı yerlerde çalışmaya başladılar. Kısa zaman sonra, belirlenen bir vakitte, ayrı ayrı yapılan çalışmalar bir araya getirildi, parçalar birleştirildi.

Parçalar birleştirilince, ortaya insan boyuna yakın semazen şeklinde bir saat çıkmıştı. Saat kurmalıydı, semazen şeklinde kollarını kaldırıyor, dönüyor, ilerliyor ve tekrar yerine gelip duruyordu.

Casus Bolat bu saat ile ilgili bir türlü bilgi alamıyordu. Bu yüzden Musa Dede ve ekibine devamlı Babıâli’nin tanınmış simalarını gönderiyor; nargile tüttürme, çay içme bahanesiyle davet ettiriyor, bu kişiler, eninde sonunda sözü Japon Elçi'nin Sultan'ı ziyaretine getiriyorlar, bir bilgi elde etmeye çalışıyorlardı…

Saatin montajı nihayet tamamlanmıştır. Saat, gecenin ilerleyen vakitlerinde Sultan'ın görmesi için gizlice Saray'a götürülür. Bolat ve ekibi götürülen nesneyi öğrenmek için büyük uğraş verirler ama Musa Dede ve ekibi şaşırtma teknikleriyle onları atlatırlar.

*          *          *

Saat, Yıldız Sarayı'nda teşhir için hazırlanan odaya götürülür ve üzeri kadife örtü ile örtülür. Sultan'ın teşrif etmesi beklenir. Saatin hazır olduğu haberi verilir verilmez, Sultan vakit kaybetmeden, Alâmet’i görmek ve çalışma şeklini incelemek için beklendiği odaya doğru gider.

Derviş Dede, Musa Dede ve derviş ustalar, Sultan'ın teşrifini ayakta beklemeye başlarlar. Hepsi oldukça heyecanlıdır. Zira Sultan'ın çok önem verdiği proje bitmiş ve Sultan bu eseri görmeye gelmektedir. Ya iltifata mahzar olacaklar ya da… Bu ikinci ihtimâli kimse düşünmek istememektedir.

Nihayet Sultan Abdülhamid Han, odaya teşrif eder. Selâm verir, orada bulunan hazırûn selâma mukabele eder. Sultan,  kadife örtü ile örtülü eseri işaret ederek:

-Açın, der.

Musa Dede, esere doğru yaklaşarak, besmele ile kadife örtüyü kaldırır. Saat semazen şeklinde ortada durmaktadır.

Sultan:

-Neymiş hünerleri, gösterin hele bir, diye talimat verir.

Musa Dede:

“Ferman Sultanımındır,” diyerek saate doğru yaklaşır, elindeki kurma kolu ile saati kurar ve çalıştırır…

Akrep ve yelkovan ayarlanarak, saat başına getirilir. Saat başı olur olmaz robot yürümeye, kollarını açıp sema eder şekilde dönmeye başlar ve beklenen ezan sesi duyulur. Çok ilginçtir, plağa ezanı, Musa Dede okumuştur. Bu plağa ezanı okuma hadisesi başlı başına bir maceradır. Biz yine konumuza dönelim:

Ezan biter, saat tekrar kollarını kapatıp, ilk hareket noktasına döner. Sultan saati inceler, çok etkilenmiştir. İşte bu sırada ağzından o tarihî isim çıkar:

-Tam bir alâmet bu.

İşte bu saatin (robotun) ismi Sultan'ın demesiyle "Alâmet" olmuştur.

Sultan, ustaların hepsini tebrik eder. Ayrıca, saatin yapımında çalışan ustaların baş harflerini işlettiği ve tuğrasının bulunduğu, özel yapım cep saatlerini, kendi eliyle ustalara takdim eder.

(Bu saatleri, daha sonra Hicaz Demiryolları’nda emeği geçenler için yaptıracak ve takdim edecektir.)

Alâmet’in yapımı bitmiştir ama işin önemli bir ayağı daha vardır. Bu Alâmet, emin bir şekilde Japonya'ya nasıl gönderilecektir?

Bunun için Derviş Dede'ye derhal bir ekip kurması hususunda 'ferman' buyurulur…

Tüm hazırlıkların gizlilik içerisinde yapılması gerekmektedir. Çünkü Osmanlı-Japonya yakınlaşmasından rahatsız olanlar vardır. Rahatsız olanların başında; İngilizler, Siyonistler ve Ruslar gelmektedir. Bunlardan herhangi birisinin gönderilecek gemiye bir sabotaj yapma ihtimali vardır. Bunun için Sultan tarafından kusursuz bir plan hazırlanır…

Bu çalışmaları yakından takip etmek isteyen ajanlar artık iyice azıtmışlardır. Japon İmparatoru'na gönderilecek "hediyelerin" yerine varmaması için var güçleri ile çalışmaktadırlar.

Teşkilât-ı Mahsusa, Yıldız İstihbaratı ve Sultan Abdülhamid'in Melami İstihbaratçıları, Sultan'a bu konu ile ilgili çok özel istihbaratlar sunmaktadırlar…

*          *          *

Günlükten:

Neden Ertuğrul Fırkateyni seçilmiştir?

Yola çıkacak bu gemiyi, Osmanlı-Japonya yakınlaşmasını hazmedemeyenler takip edip batıracaklardır. Bu istihbaratı alan Sultan, bir plan hazırlatır. Taktik şudur: Japon İmparatoru'na, Osmanlı Sultan'ı ve İslam'ın Halifesi Abdülhamid Han tarafından hediye ve nişanlar gönderilecektir. Bu hediyeleri taşıyan gemiden önce, ayrı bir gemi gönderilecektir. Bu gemi, Osmanlı'nın haşmet gösterisi olarak önden gidecektir, hediyeleri taşıyan gemi ise daha sonra arkadan gönderilecek olup, bunun için halkın da katılacağı çok büyük bir tören yapılarak, gemi Japonya'ya doğru yola çıkartılacaktır.

 Böylece herkesin ve tabii düşmanların da gözü, hediyeleri taşıyan ikinci gemide olacaktır. (Aynı taktik bugün ABD Başkanı'nın gezilerinde de uygulanmaktadır.)

Aslında ikinci gemi diye bir gemi ortada yoktur. Tamamen bir taktiktir bu. Herkesin dikkati büyük bir ustalıkla ikinci gemiye çekilir.

Plan bu şekilde yapılır ama bir sorun vardır. Acaba bu plana herkes inanacak mıdır? İşte bu tarihî olayı yine ilk defa Kara Kaplı’nın kayıtlarından açıklıyoruz.

 Ertuğrul Fırkateyni okyanusları geçebilecek yapıda bir gemi değildir. İç denizlerde kullanılması için yapılmıştır. Hele deniz aşırı bir ülke olan Japonya'ya gitmesi ise imkânsız olarak görülmektedir. Tarihçiler, Ertuğrul Fırkateyni'nin seçilmesini, "yerli imâl" olmasına bağlarlar. Bunun dışında da pek yorum yapmazlar. İngilizlerin bile “Bu gemi, Japonya'ya gidemez, yüzde yüz batar." dedikleri Ertuğrul Fırkateyni,  bu yolculuk için neden seçilmiştir?

İşte bu tarihi sorunun cevabı yine Kara Kaplı'da verilmiştir.

*          *          *

Derviş Dede, Sultan'a bir gece şunları söyler:

-Sultan'ım, eğer biz Japonya'ya kuvvetli bir gemi ile yola çıkaracak olursak, bu gemiyi yolda  batırmak isteyeceklerdir. Bu durumu göze alamayız. Hediyeleri taşıyan gemiyi riske atamayız.

Sultan sorar:

-Peki bu konuda önerin nedir?

Derviş:

-Sultan'ım, Kehf Suresi'ndeki, "kusurlu gemi" ayetini uygulayalım. Bu Hz. Hızır'ın bilgisidir…

Sultan heyecanla sorar:

-Nasıl?

Derviş:

-Sultan'ım öyle bir gemi seçtim ki, sizler de tasdik buyurursanız, bu gemi Ertuğrul Fırkateyni olsun. Çünkü bunun okyanusları aşmaya mecâli yoktur…

Sultan sorar:

-Eee Ertuğrul Fırkateyni nasıl aşacak okyanusu?

Derviş anlatmaya başlar:

-Sultanım, Hint Okyanusu tecrübesi olan Süvari Ali Bey ile konuştuk. Onun da onayını aldık. Yapılan tetkikler neticesinde, bu geminin maharetli kaptanı ve personeli, Allah'ın izni ile oraya gider, ama geriye dönerler mi, Allah Kerim, onu bilemeyiz…

Sultan Abdülhamid Han "emir" vererek, gerekli görevlendirmeleri yapar…

Alınan karar dâhiyânedir. Hediyeler, iç denizlerde yüzebilecek olan ve kömür-yelkenle çalışan Ertuğrul Fırkateyni ile götürülecektir. Böylece kimse Ertuğrul Fırkateyni'ni batırmaya tenezzül bile etmeyecektir. Çünkü zaten kesin batacak gözüyle görüldüğü için kimse bu gemiyi dikkate almayacaktır… İngiliz ajanlarının talimatları ile hareket eden korsanlar, ikinci gemiyi bekleyeceklerdir…

“Ertuğrul Fırkateyni yola çıkacak” haberi o dönemin tüm kaynaklarında yazılıdır. İngilizler alay ederek "kesin batacağından" emin olduklarını açıklarlar… Bunlar da gösteriyor ki, yürürlüğe konulan bu plan kusursuz bir şekilde işlemiştir.

Derviş, Kehf Suresi'ndeki, Hz. Hızır'ın gemiyi delerek kusurlu göstermesi ve korsanların elinden hem gemiyi hem de içindekileri kurtarması taktiğini uygulamıştır.[3]

Böylece Sultan Abdülhamid Han'ın "çok değerli" hediyeleri bu gemi ile göndermeyeceğine herkes kanaat getirmiştir. Ertuğrul Fırkateyni'nin önden gideceğini duyan İngilizler ve gayri Müslimler bu durumu alay konusu yapmışlardır. Onlara göre birinci gemi olan Ertuğrul Fırkateyni zaten batacaktır, önemli olan ikinci gemidir. Hatta bu ikinci geminin hangisi olacağına dair tahminler, Sultan'ın Melami İstihbaratçılarınca halk arasında, bilinçli bir şekilde yayılmıştır. Mükemmel bir plandır bu…

Tarihî kaynaklarda, seyir rotası olan Süveyş Kanalı'nda geminin birkaç kaza atlattığı, geminin kömürden tasarruf amacıyla yelkenlerle ilerlediği, Aden'de mola verdikten sonra Bombay'a hareket ettiği yazılıdır. Bu olaylardan sonra İngilizlerin, geminin hangi limana varmadan batacağına dair bahisler oynadıkları tarihî belgelerde yazılıdır. Bu konuda bilinmeyen sır ise: Uğranılan her Liman'da casuslar yine iş başındadır. Bunlara yem olsun diye yapılan kazalar, kasıtlı olarak yapılmış ve konu abartılarak bu söylentinin limanda yayılması sağlanmıştır. Böylece casuslar, atılan yemleri yutmuşlardır…

***

Zemini tahta olan küçük bir oda. Odada sadece bir çini soba vardır. Sultan, bu odada sabahlara kadar devleti için tefekkür halindedir. Böyle bir gecede, Sultan yine devletinin bekâsı için derin düşüncelere dalmıştır. Derviş Dede'yi huzura çağırır, istişare yapar. Derviş, Sultan'ın huzurundan ayrılırken, Sultan'a:

-Bağışlayın Sultanım. Gece gündüz, içinde bir küçük soba olan bu küçücük odada Devlet-i Aliye'yi düşünürsünüz. Sizi Yıldız Sarayı'nda, saltanat içinde sananlar, şu manzarayı görseler. İrade buyurun Efendim, şu halinizi bir fotoğraflayalım da, halkınız bir görsün, der.

Sultan, arada sırada, çok nadir olarak sarılmış tütün sigara içerdi. Yine elinde sigara, derin düşünceli bir yüz ifadesi ile Derviş'e:

-Bu yaptığımız meziyet, marifet değildir. Vazifemizdir. Bırak, kim nasıl biliyorsa öyle bilsin, der.

Dervişin ısrarı üzerine, "Tasarruf sende" diyerek, ricasını kırmak istemez. Bunun üzerine Derviş Sultan'ı bu şekilde fotoğraflamak istemez ama hayali çizimini yaptırarak gazeteye verir.

Sultan Abdülhamid Han gazeteyi okuyup, resmi gördüğünde şöyle latife yapar:

- Şimdi de Sultan sigara tiryakisi diye yazar ve yayarlar. Hadi bu ne ise de, çıkar bir deyyus, içki içtiğimiz konusunda iftira atar.

Bunun üzerine Derviş:

-Hâşâ Sultanım, sizi kıyamete kadar; torunlarınız, evlatlarınız, milletiniz gayet iyi anlayacaklardır, der.

Evet, Yıldız Sarayı'nda çok büyük yemek davetleri verilirdi. Sultan, bu yemeklere görevi gereği katılırdı. Oysa hayatı  küçük bir odada, derin tefekkürler içinde geçiyordu…

*          *          *

Ertuğrul Fırkateyni Japonya'ya doğru hareket etmeden evvel, hediyeler ve Robot Alâmet büyük bir gizlilik içinde gemiye yüklenir. Geminin çürüyebilecek tahtaları değiştirilir. Çok iyi eğitimli askerî personelin yanına bir de marangoz ustası eklenir. Gemide Derviş Dede'nin özel yetiştirdiği birkaç kişi de vardır. Bunlar Alâmet'in güvenliğinden sorumlu kişilerdir.

Derviş Dede, Musa Dede'ye bir gün şöyle diyecektir:

-Bizim delilerden birkaç kişi koyduk gemiye…

Ertuğrul Fırkateyni, 14 Temmuz 1889'da 612 kişilik heyetle İstanbul'dan Japonya'ya doğru hareket eder. Birçok badireler atlatılır yolda. Uğranılan limanlarda gemiye karşı büyük bir ilgi vardır. Bombaylılar Ertuğrul Fırkateyni'ni görmek için limana akın ederler. Singapur'da küçük gemiler Ertuğrul Fırkateyni'ni Osmanlı sancakları ve sloganlarla karşılarlar. Gemi ile ilgili daha birçok anlatılacak olay var ama biz Alâmet ile olan bölümüne devam edelim:

Başta İngilizler olmak üzere, diğerleri de, bu gemide bir şey olmadığını sandıkları için gemiyi pek dikkate almazlar. Böyle sanmalarının diğer bir nedeni de, geminin uğradığı limanlarda halkın ziyaretine açılmasıdır. Bu da gemide önemli bir şey olmadığı intibaını uyandırır.

Derviş Dede'nin, "deliler" dediği ekibin içinde bir Âşık Derviş vardır. Bu Âşık'ın hikâyesi de şöyledir: Japon elçinin İstanbul'u ziyaret ettiği gemi ile beraber gelen, bir gemi görevlisinin kızına "âşık" olmuştur. Bunu bilen Derviş Dede, Japonya'ya giden heyete bu Âşık'ı da katar. Olur da Japonya'da âşık olduğu kızı görür diye… Musa Dede bu olayı şöyle yorumlar:

-Âşık dağ deler, sevdiğine kavuşmak için. Bu Âşık da Alâmet'in sağ salim yerine ulaşması için canını ortaya koyar.



[1] Baş kesme, Mevlevi ve bazı tasavvuf muhiplerince baş hareketiyle verilen bir selâm şekli.

  

[2] Cezeri, ilk robotu icat eden Müslüman bilgindir.

  

[3]              Kehf Suresi 71. ayet: Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: “Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.”

 

Oktan Keleş'in Sırdaş Romanı'ndan  



Bu haber 4,762 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    27,973 µs