Bu yazı sihirbazlar masası şefi olan Veysel Dedeme ithaf edilmiştir…
’Zahmete değer olan tek güç zihnin, zihin üzerindeki gücüdür. Sonsuz büyük madde kütlelerinin denetimi hiçbir şeydir. Gerçek güç kendi istemini başka zihinlere kabul ettirmektir. Ancak böylece insanlara egemen olunabilir…’’
Yukarıdaki sırlı sözler, 1217-1236 yıllarında devrin en büyük büyücülerinden (majisyen) sayılan, hipnotizma ve beyin yıkama teknikleri uyguladığı söylenen, Alman 2. Federic ve Papa Gregoire Catenbury gibi devrin devlet adamlarına ve dini liderlere danışmanlık yapan Michael Scot’a aittir. Yaklaşık 800 yıl önce yayımlamış olduğu ‘’ PHYSİONOMİA’’ adlı kitabında büyük madde kütlelerinin, büyük toprak parçalarının denetiminin aslında önemli olmadığından, hedefin zihinlerin denetimi olması gerektiğinden ancak bu şekilde gerçekten insanlara egemen olunacağından bahsetmektedir. Scot için zihinler fethedilmediği takdirde toprak fetihlerinin hiçbir anlamı yoktur.
Scot’un bu fikirleri yüzyıllar geçtikçe anlam kazanmıştır. İnsanlar toprakları fethetmek için çağlar boyunca mücadele vermişler fakat bu mücadele her defasında anlamını yitirmiştir. Düşman toprakları ne zaman fethedilse, düşmanın zihnine egemen olunamadığı takdirde her defasında fethedilen topraklarda isyanlar sürmüştür.
Bu yüzden insanoğlu yaşadığı tecrübelerden dersler çıkarmış ve çağa tam anlamıyla egemen olmak için gelişen teknoloji ile birlikte, fetih kavramını da değiştirmiştir. Eski çağlarda toprağı fethederek düşmanı yönetme fikri mevcutken günümüze gelindiğinde bu fikir, düşmanın zihnini fethederek toprağı ve insanı yönetme şekline dönüşmüştür. Bir anlamda toprak egemenliğine dayalı imparatorluk kavramı yerini zihne dayalı imparatorluk kavramına bırakmıştır.
Toprak kontrolü ya da toprak egemenliği anlayışına sahip imparatorluk fikrinde, büyük ordular ve silah güçleri cephesi belli olan meydanlarda çarpışarak savaşların sonucunu tayin edilirdi. Fakat zamanla teknoloji ve bilimsel devrimler ile imparatorluk anlayışı toprak egemenliğinden, zihin egemenliğine doğru dönüşmüştür. Yeni imparatorluk anlayışı, savaş teknikleri de yeniden şekillendirmiştir. Savaşlar eski dönemlerde cephesi belli olan meydanlarda yapılıyorken, yeni dönemde cephesi her yer olan yani her an her yerde mevcut olan modern savaşlara dönüşmüştür. Modern savaşlarda öncelikler değişmiş top, tüfek, silahlı ağır makinalar, füzeler yerini, metafizik varlıklara, psikolojik harbe, semboller, kokular, GDOlu yiyecekler, sihirli kelimeler ile beyin yıkama ve zihin kontrol metotlarına bırakmıştır.
Yeni savaş metodunda para ve silah sadece zihni işgal edebilmek adına bir büyü ritüelidir. Büyücüler için zihni, bilinci kontrol altında tutmanın en iyi yolu, onu bazen refah(para) bazen de korku(silah) ile bulanık hale getirmektir. Böylece, bulanıklaşan zihinler rahatça kontrol edilebilmekte ve zihinleri yönettiğiniz takdirde de toprakları yönetmek çok daha kolay olmaktadır.
Günümüzde zihin savaşlarının ve yıllarca uygulanan kontrol metotlarının yansımalarını açıkça görmekteyiz. Örneğin Ortadoğu’da yaşanan kaos ve panik hali aslında insanların zihinlerinin birer yansımasıdır. Bazıları hala anlayamıyor bunca insan neden vatanlarından kaçıyor neden kendi kardeşine silah doğrultuyor diye sormaktalar fakat halkların zihinleri işgal altındayken topraklarını savunabilmeleri, kendi vatandaşlarını koruyabilmeleri nasıl mümkün olabilir ki? Özellikle dünyanın merkezini ihtiva eden bu bölgede birçok insan vatanlarını, topraklarını savunamaz hale gelmiştir. Güç odakları hedeflenen ülkeye asker dahi sokmadan kardeşi kardeşe kıydırabilmektedir. Sihirli kelimeler (Demokrasi gibi) ile toplumlar, insanlar yönlendirilmekte ve ayaklanabilmektedirler. Aslında tam istenilende budur. Zamanla zihinleri işgal edilen, manevi değerlerinden, kültürlerinden koparılan halklar yönlendirilmeye açık hale gelmiştir. Hedeflenen ülkeler tek bir asker bile sokulmadan fethedilmiştir. Arap baharı denilen safsata yaşatılmış, halklara kendi elleriyle ülkeleri işgal ettirilmiştir.
Bu yüzden Dünya’da mevcut sözde güç odakları kurmak istedikleri zihin imparatorlukları için toplum bilincine, manevi değerlerimize, inancımıza ve insana ait doğada olan ve zihne hitap eden yaratılmışlık unsurlarına korkakça saldırılarını, her an devam ettirmektedirler. Artık ülke sınırları, haritalara değil zihinlere çizilmektedir. Onlar için öncelik toprak fethinden daha çok zihinlerin fethi olmuştur.
Konuyu derinleştirelim…
‘’Geleceğin imparatorlukları, zihin imparatorlukları olacaktır’’ Winston Churchill
İngiliz aklını yönlendirenler her zaman yapacakları somut devrimler için öncelikle toplum bilincinde devrimin bilimsel alt yapısını oluşturmuşlardır ki toplum bilincini bu sayede yapacakları devrime daha kolay adapte edebilsinler. Son dönemde bunun en somut örneği İngiltere’nin Avrupa birliğinden ayrılmak için yapacağı referandum öncesinde çıkan haberlerdi.
Haberin konusu: İngiltere’nin Avrupa kıtasından ayrıldığına dair kanıt bulundu. Gerçek ‘’Brexit’’ 450.000 yıl önce gerçekleşti şeklindedir.
Aslında bu yöntem yeni bir yöntem değildir. Sözde güç odaklarının yüzyıllardan beri uyguladığı bir metottur. Bu bakımdan elbette ki geçmişte de günümüzün zihin imparatorlukları için hazırlanan bilimsel bir alt yapı olmalıdır ki zamanın bilimsel gelişmelerini iyi okuyan dönemin İngiltere başbakanı W. Churchill, çağımız için imparatorluk kavramının değişeceği öngörüsünde bulanabilsin.
Şimdi W. Churchill etkilendiği olası gelişmelerin tarihinden kısaca bahsedelim…
Geometri bilimsel devrimler için temel hazırlayan en önemli araçlardan bir tanesidir ve bu temel bin yıllar öncesinde atılmıştır. Bu ilimde üzerinde konuşulan çok tartışılan kavramlardan birisi boyutlardır. Hepimizin aşina olduğu, en boyun ve derinlik gibi koordinat eksenleri 3 boyut geometrisini oluşturan temel dinamiklerdir. Fakat bu geometri anlayışını eksik bulanlar 3 boyuta ek olarak daha üst boyutların varlığını tarih boyunca dile getirmişlerdir.
Mesela, Aristo ve onun gibi düşünen birçok tanınan zamanın felsefeci ve bilim adamları 3 boyuttan fazla olan üst boyutlara sıcak bakmadığı bilinir. Hatta M.S. 150 yılında Batlamyus daha üst boyutların olanaksız olduğuna dair ilk kanıtı sunmuştur. Bin yıldan daha fazla bir süre 3 boyut anlayışı ile geçirilmiş ve bu dönemde üst boyutlardan söz eden bilim adamları gülünç duruma düşürülmüştür.
Buna rağmen, 17 yüzyılda yavaş yavaş alışılmış üç boyutun geometrisi yerini üst boyutlara dayalı geometriye bırakacaktır. 1685 yılında ilk kez ‘’dördüncü boyutun çok küçük bir olasılık olduğu’’ John Wells tarafından açıkça dile getirilmiştir. 1800’lü yılların başlarında ise çok boyutlu matematik denklemleri ve Dünya’da göremediğimiz boyutlar kavramı ile ilgili ilk ciddi bilimsel çalışmayı Karl Gauss yapacak ve Gauss Wells’in çok küçük bir olasılık dediği üst boyutların ya da yüksek boyutların matematiğini kuracaktır. Fakat ilginçtir bu devrim etkisi yaratacak gelişme Dünya’ya 1854 yılında onun öğrencisi olan Riemann tarafından bir konferansta açıklanacak ve bin yıllardır kullanılan geometri ve boyut kavramı yerine üst boyutları esas alan geometri ve matematiğin temelleri atılacaktı.
Yaşanan bu devrim niteliğinde bilimsel gelişmeden sonra üst boyutlar hakkında birçok çalışmalar yapılmıştı. Maddenin, tabiatın, insanın ek bir üst boyut olan 4. boyutta ki varlıkları da tartışılmaya başlanmıştı. 4. Boyut ile alakalı hayalet varlıklar, astral bedenler, cinler ya da metafizik alemler hakkında 19. Yüzyılda gelişen bir çok sanat akımı mevcuttu. Geçmişte bu varlıkları birer mit olarak görenler yaşanan bu bilimsel gelişmelerden sonra onların olabilirliğini tartışır hale gelmişti. Toplum bilinci yavaş yavaş yeni imparatorluklar için hazırlanmaktaydı.
Mesela, H.G.Wells’in 1895 yıllında müthiş etki yaratan ‘’zaman makinesi’’ adlı romanı yayımlanacaktı. Bu romanda Wells bilinç ya da zihin ile 4. Boyutu ilişkilendirecek ve ‘’Bilincimizin onun üzerinde hareket etmesi dışında zaman ile öteki üç boyut arasında hiçbir fark yoktur’’ diyecekti. Aynı zamanda Pablo Picasso tablolarında 4.boyutu işleyecekti. Onun öncesinde ise 1887 yılında Oscar Wilde’ın romanı olan Kanterville’nin Hayaletinde bize göre bir üst boyutta yani 4.boyut yaşayan varlıkları, hayaletler olarak ele alınacaktı. Fakat nedense 4. Boyut (zaman) ve çoklu boyutlar fikri Einstein ile zirve kazanacaktı... Üst boyutlara dayalı matematiği kullanan fizikçiler bilimde müthiş aşama kaydedecekler, genel izafiyet ve kuantum mekaniği gibi üst boyut matematiği ile açıklanabilen bilimsel devrimler Dünya genelinde büyük yankı uyandıracaktı.
1940-50’li yıllara gelindiğinde, zamanın İngiliz aklına musallat olanlar kuracakları imparatorluk için bilimsel alt yapıyı çoktan oluşturmuşlardı. W. Churchill tamda böylesine pozitif bilimlerin, sözde damga vurduğu bir çağda dünyaya gelmiş ve gençliğini böylesine bilimsel gelişmeler arasında geçirmişti. Bu gelişmelerden etkilenmemesi kaçınılmazdı.
Görünüşe bakılırsa, H.G.Wells gibi W.Churchill de yaşadığımız boyuta ek olarak üst boyutların, metafizik boyutların varlığına inanıyor ve üst boyutları zihin ile ilişkilendiriyordu. Churchill insanların zihinlerine doğrudan etki edebilecek teknolojinin gelişeceğini umarak, yeniçağ ile zihin imparatorluklarının yükseleceğini öngörmüştü.
Özetlersek, pozitif bilimlerin temelini oluşturan matematikte yaşanan devrimlerle, teknoloji hız kazanmış ve bu hız çağımızın fetih, savaş ve imparatorluk kavramlarını da değişmiştir. Yeni imparatorluk algılayışında, toprağa ve paraya egemen olmak, insana egemen olmak için yeterli değildir. Para yerine bilgiye sahip olmak güç unsuru haline gelmiştir. Toprak altındaki enerjiye sahip olmak yerine, o enerjiyi kullanma bilgisini elde etmek gerekmektedir. Bunun yanında para bankaları yerine kan bankaları, DNA bankaları, bilgi bankaları önem kazanmış, mekan (toprak) kontrolü yerine metafizik mekan (zihin) kontrolü değer kazanmıştır. Artık çağımızda, düşmanın zihnine doğrudan etki edebildiğiniz takdirde bir atom silahı yapmanıza gerek yoktur! Zihin metafizik varlıklar, simya ve büyü ile kontrol edilecek ve insanlar kendi vatanlarında yaşadıkları illüzyonuna inanacaklardır. Kendi elleriyle cennet vatanlarını, cehennem topraklarına çevireceklerdir…
‘’Devletler hem ekonomik hem de politik açıdan az maliyetli çözümler ile istedikleri sonuçları alabiliyorlarsa, savaş bir başka formda yeniden doğar ve bildiğimiz paradigmalar kökünden değişir’’ Qiao Liang
Günümüzde her şeye modern takısını getiren zihniyet değişen çağ ile birlikte bunu imparatorluk, fetih ve savaş kavramlarına da uygulamıştır… Her şeyi modernleştirdikleri gibi orduları ve de savaş teknikleri de modernleştirdiler. Kimi modernleşen savaş metotlarına 4. Nesil savaşlar diyor, kimi asimetrik savaş, kimi psikolojik harp, kimi metafizik savaş ne dersek diyelim önemli olan savaşların toprak işgalinden zihin işgaline doğru dönüşümüdür…
Günümüzün modern savaşlarında geliştirilen zihin kontrol metotlarından en çok popüler olanı sembollerdir. Üçgen, sion yıldızı, haç, hilal, ejderha vs semboller ile verilen savaşlar ya da görsel imgeler ile toplum bilincini etkilemek ya da insan zihnini kontrol etmek mümkündür fakat bizim bu yazıda inceleyeceğimiz görsel imgelerden ve sembollerden daha etkili olan sihirli kelimelerdir.
Konuyu açalım…
Fiziksel olarak sesler, görüntülerden daha fazla zihnimizi etkiler. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi görüntüleri oluşturan ışık 2 boyutta etkili iken, sesleri oluşturan titreşimler 3 boyutta etkilidir. Bu nedenle duyduğumuz seslerin zihnimizde görsel imgelerden daha etkin olması doğaldır. Seslerin ahengi ile oluşturulan kelimeler insanın vücut kimyasında ve zihninde biz farkında olalım ya da olmayalım önemli değişiklikler yaratır…
Örneğin, bazı büyülü kelimeler ile kendinize, insanlara ya da bir topluma istediğiniz şeyleri yaptırabilirsiniz. Bunun en somut örneği ABD başkanı Kennedy suikastinde yaşanmıştır. Suikasti yapan Sirhan ‘’Kennedy’yi ben öldürmedim, eğer öldürdüğüm ispatlanıyorsa bu beynimin yıkanmasından ve uzaktan yönetilmemden ileri gelmiştir’’ demiştir. Onu sorgulayan profesörler, onun bizzat kendisinin geliştirdiği oto hipnoz tekniğini kullandığını söylüyorlardı. Birkaç kilit kelime ile Sirhan kendi kendini hipnoz edebiliyordu ve bu yaşananlar 1975 yılında yayımlanan CIA raporlarına yansımıştı.
Yine aynı dönemlerde bir metafizik istihbarat servisi tarafından, büyülü kelimeler ile insan hafızasını harekete geçiren hipnotik metotlar kullanılmaktaydı. Bu metotla belirlenen insana söylenen büyülü, anahtar kelimeler ile insan hafızasını harekete geçirebiliyorlar ve kişi gittiği herhangi bir yerde bilgisayardan daha üstün bir şekilde ortamda olanları, bilinçsizce kayıt edebilmesi sağlanıyordu. Aynı şekilde kişiye tekrar bu anahtar kelimeler söylendiğinde (bilinçsiz olarak) kamera kaydı gibi kayıt altına aldığı olayları, en ince ayrıntısına kadar birer birer anlatabiliyordu.
Büyülü titreşimlere sahip kelimelere John Dee gibi devrin sihirbazlarında da rastlıyoruz. İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in danışmanlarından olan John Dee için 1900’lerin başında görünmezliği bulduğu söylenir… Hem de bunu sadece birkaç sır ahenge sahip kelime ile yapabiliyormuş… Bu büyülü kelimeler titreşimler ile insanların zihinlerini belli oranda değiştirebiliyormuş.
Bunun dışında insanlara söylenildiği zaman bir anda bilinçlerinde kayma oluşturacak, onları akıllarını bloke edip delirtecek kelimelerin varlığından da bahsedilmektedir. Aslında anlattıklarım sözde gizli ilimlerde bir metot ve adı sanı belli olan bir ilim dalıdır. Büyücüler, Sihirbazlar birbirleri ile bizim kullandığımız kelimelerden çok daha fazlasını kullanarak iletişim kurmaktalar. Bu sırlı titreşimlerden bazıları sihirbazlar tarafından, modern savaşlarda zihin alemini fethetmek için kullanılmaktadır…
Ne diyordu güzel insanlardan, erenlerden birisi
‘’ o zaman kötü söz şeytani, iyi söz ise Rahmani mi kokacak?’’ e.b.
Evet, ağzımızdan dökülen titreşimlerin kimisi kainatın ahengine olumlu yönde hizmet ederken, kimisi de kainatın ahengini bozmaktadır. Günlük hayatımızda kullandığımız kelimelerin, sözcüklerin etkisi o kadar fazladır ki farkında olmadan ağzımızdan çıkan kelimelerde ki titreşimlerin oluşturduğu çekim etkisi ile bazen iyiliği hayatımıza davet ederken, bazen de kötülüğü davet ederiz.
Bu yüzden özellikle bu çağda halk arasında yaygınlaştırılmaya çalışılan kelimelere çok dikkat edilmesi gerekiyor. Sihirbazlar bu kelimeleri, bu titreşimleri tüm insanların zihinlerine bir virüs gibi sokmak için özel bir çaba harcarlar ki zihnin ve kainatın ahengi bozulsun…
Şimdi Erenlerin yardımı ile insanlık kodlarını silmeye çalışanlara inat etrafa kötü kokular saçan sihirli kelimelerden birisini deşifre edelim…
1996 yılı Ocak ayında Stanford üniversitesinde iki öğrenci tarafından bir bilgi ağı arama motoru kurulma projesi başlatıldı. Bu projenin ismi ‘’BackRub’ olarak belirlenmişti. Ancak daha sonrasında ünlenen bu projenin ismi, bir el tarafından nedeni bilinmeyen bir şekilde değiştirilmişti. Yenilenen ve adı Google olarak belirlenen program 1998’li yıllara gelindiğinde artık bir teknoloji devi haline gelmiş ve tüm Dünya’da tanınır olmuştu. Google arama motoruyla insanlara büyük bir bilgi kaynağı sunuyordu.
Elbette bu kadar hayatımızın içine giren hemen hemen tüm Dünya’da telaffuz edilen bu adın orijinal bir anlamı olmalıydı.
Açıklayalım…
Matematikte büyük sayılar olarak tanımlanan sayılar vardır. Bu sayılar matematik, kozmoloji, kriptografi ve istatistik mekanik gibi alanlarda kullanılır. Mesela galaksiler arası uzaklık tanımlamalarında, evrendeki atomların tanımlamalarında, vücudumuzdaki hücrelerin tanımlamalarında bu sayılardan yararlanılır.
1938’li yıllarda bir yeni büyük sayıda matematikçi Edward Kasner tarafından keşfedilmiştir ve bu sayı 10100 ile ifade edilir. Kasner bu sayıyı keşfettiğinde, keşfine bir isim bulmak istemiş ve bunun için dokuz yaşında ki yeğeni Sirotta tarafından sürekli tekrar edilen bir kelimeyi, yani Googol‘u bulduğu sayının ismi olarak belirlemiştir.
Günümüzde Googol büyüklüğü kıyaslanacak olursa ancak, bilimde daha çok görünür evrendeki atomik parçacıkların sayılarının karşılaştırılmasında kullanılır. Mesela bir googol gözlemlenebilir evrendeki toplam atom sayısından oldukça büyüktür. (Atom sayısı 1079-1081 olarak düşünülürse bir googol 10100 ‘e eşittir). Ya da çok büyük bir karadeliğin buharlaşması için geçen süre 1 googoldur. Yani bu buharlaşmanın gözlemlenmesi imkansızdır.
Asıl değinmek istediğim nokta ise, Edward Kasner’in yeğeni tarafından kullanılan bu sözcük hem matematikte büyük sayılar arasına girmiş olması hem de Dünya’nın en büyük şirketlerinden biri olan Google’a ilham kaynağı olmasıdır. Google’a göre şirketin ismi, Googol sözcüğünün ORJİNAL bir imla hatası ile yanlış yazımından türetilmiştir.
Şirket kurucuları kainattaki bütün bilgiyi, sonsuza yakın bir değer olan bu Googol sayısı ile kodlamış ve bu manada ne kadar yazım hatası da olsa kendisine ad olarak belirlemiştir. Kısaca, Google, googol ile kodlanmış ve googol kelimesi üzerinde ufak bir imla değişikliği yapılarak, yeni bir kelime olarak litaratüre girmiştir.
Peki bize bu anlatılan söylemlerin ne kadarı gerçek? Ne kadarı yalan? Üstelik günümüzde hak ve batıl bilginin birbirine harmanlandığı bir dönemde bu söylenenleri araştırmadan doğru mu kabul edeceğiz?
Gelin şimdi sizlerle beraber bu kelime için geçmişe yolculuk yaparak terimin kökenlerini araştıralım…
‘’Barney Google’’ ve ‘’The Google Book’’
1919’dan 1954’lere kadar çok ünlü olan bir çizgi roman vardı. Billy Debeck tarafından ele alınan bu çizgi romanın başkahramanının adı aynı zamanda çizgi romanında adıydı. Ayrıca, çocuklar arasında çizgi romanın oyuncakları, müzikleri ve şarkı sözleri de en az çizgi roman kadar ünlüydü… Özellikle çizgi romanın müzikleri çok seviliyordu. Pikaplarda çizgi romana ait plaklar dönüyordu.
Evet Barney Google zamanın çocuklar arasında yaygın en ünlü çizgi roman kahramanlarından biriydi. Barney Google müziğinin nakarat kısmı şu şekilde tekrarlanıyordu; ‘’Go-Go-Googley eyes’’ .
Hatırlayalım,
1938-40’lı yıllarda Edward Kasner’in 9 yaşındaki yeğeninin sürekli tekrarladığı bir kelimeden ilham alarak Googol sözcüğünü bulduğu sayıya ad olarak takmıştı. Acaba Sirotta’nın, sürekli tekrarladığı kelime o dönemde ünlü olan bir çizgi film kahramanı Google ve onun müzikleri olmasın!?
Yine 1945’li yıllarda Google eyes hangi ünlü şarkıcının lakabıydı acaba?
Google kelimesini bize yeniymiş gibi sunanlar tarihi gerçekleri saklamaktalar. Buradan söyleyelim, bilgi şirketinin sunduğu gibi Google kelimesi Googol sözcüğünden türetilmemiştir. Tam tersi, matematikçi Edward Kasner tarafından çok eski tarihlerden beri kullanılan Google kelimesinde imla değişikliği yapılarak Googol kelimesi ortaya çıkarılmıştır.
Yani 1940 yılında ilk kez kullanılan Googol kelimesinin aslı Google’dır!
Bunu kanıtlamak adına 1940’tan önce var olan belgelere göz atalım…
Günümüze kadar Google kelimesi birçok yerde kullanılmıştır. Aşağıdaki kitap 1896 yılında basılmış ve burada Google kelimesinin geçtiği yeri görebilirsiniz.
1902 yıllarında ise basılan bir roman kitabının sayfalarını paylaşıyorum, burada da Google kelimesi mevcuttur.
Ek olarak, şimdi paylaşacağım kitap ise çok ilginç. 1913 yılında o zamanlarda Rotschild’lar tarafından yönetilen, İngiltere merkez bankasının direktörü tarafından yazılan ve sadece 100 adet olarak basımı yapılan bir kitap. Neden 100 adet ve kimler için basıldığı ise sır. V.C.Vickers’ın kuşlara duyduğu ilgiden dolayı(aynı zamanda zoolojist) yazdığı, çizgi roman tadında bir kitap. Aşağıda bu kitabın resimlerini de sizlerle paylaşıyorum…
(Kitapta ehillerince bilinecek mesajlar olabilir, kitabın içeriğinde ön sayfasında ki güneşin kolları 11 iken iç sayfalarında ki güneşin sayfası 9 adet olduğu hemen fark ediliyor.)
Özetle, Edward Kasner imla hatası yaparak oluşturduğu,10’un katları olarak anlam yüklediği kelimenin doğru yazılımı Google şeklindedir! Kasner tarafından Google ‘a 10’un katları olan ve evrendeki bilgi ile kodlanan bir anlam yüklenmiş fakat imla değişikliği ile Googol yapılmıştır.
Arama motoru olan dev şirkette bu sayının büyüklüğünden dolayı onu evrendeki bilgi miktarı olarak almış ve bu bilgi trafiğini kontrol etme amacıyla yola çıktığı için kendine ad olarak belirlemiştir. Bu arada imla hatası yapılan Googol sözcüğünü aslına yani Google çevirmiştir…
Google kelimesine tarih boyunca yüklenen diğer anlamlarla devam edelim…
Göz ve GogMagog
Öncelikle Google kelimesi günümüzdeki anlamda kullanılmadan şaşı göz, patlak göz, fırlamış göz, çıkık göz, dikizleyen, yan yan bakan göz anlamlarında kullanılmış ve genellikle Google-eye olarak ‘’eye’’(göz) takısıyla birlikte kullanılmıştır. Bunun yanı sıra, tarih boyunca Google-eye sözcüğünün yazılışlarında farklılıklar yaşanmıştır.
Devamı: https://www.onaltiyildiz.com/?haber,6259
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle