En Sıcak Konular

Kozmik İmitasyon

25 Eylül 2025 15:57 tsi
Kozmik İmitasyon Sırlar Kahvesinden Ogün yazdı...

Kozmik İmitasyon

 

 

Bu çalışma bir iddianın yahut bir reddiyenin değil; bir önceki çalışmamızda da olduğu gibi bir fikrin, yani yeni bir bakış açısının ürünüdür. Madde ile mana âleminin arasında sıkışmış; sorulmuş ama cevabı verilmemiş, sorulmuş fakat hakkıyla tartışılmamış bazı kavramları irdelemek, anlamak ve anlaşılmak için kaleme alınmıştır.

Gayem kesin hükümler koymak değil; eskimiş ve paslanmış bir kapıyı yeni bir tarz ile çalmak ve mümkünse aralamaktır. “Acaba?” ile başlayıp “belki de...” ile devam edecek bir düşünce yolculuğuna çıkmak, sizleri de bu yolculuğa davet etmektir amacım. Her davet, aynı zamanda bir sofradır. Bu sofrada ekmek, su ve kelime aynı değerde paylaşılır; herkes nasibince alır, nasibince verir.

Dostlarım, bu yolculukta bir inanç propagandası değil, inançlı bir öğrencinin düşün dünyasındaki içsel ve manevi arayışının kaydını göreceksiniz. Soran, sorgulayan ve soruşturan; anlamaya, anlatmaya ve anlaşılır olmaya çalışan bu amatör çalışma ile birlikte varlığın kadim kelimelerindeki çok sesliliğe kulak verilecek, tanımların ardındaki derin yankılar araştırılacaktır. İşte bu bağlamda Kur’an’da çokça geçen, asıl bağlamından koparılan yahut üstü örtülen “Biz” ifadesi üzerine farklı ve şaşırtıcı yansımaları olan bir tefekkür denemesi sunulacaktır.

“Biz” Kavramı ve Yeni Ufuklar

Kur’an’daki “Biz” ifadesi, yalnızca kudretin çoğul tecellisi mi, yoksa insanın kendi özünden duyduğu bir yankı mıdır? Bu soru, çağımızın varlık sancıları içinde yeniden sorulmaya muhtaçtır. Çünkü insan, kendi varlığının sırlarını çözmeye çalışırken aynı zamanda yeni bir âlem inşa etmektedir: bu yeni ve gizemli âlemin adı Sanal Âlem olmakla birlikte onun tartışmalı bir ürünü olan Yapay Zekâ Evrenidir.

Yapay Zekâ ve Kozmik Paralellikler

Konumuz, Kur’an’daki “Biz” kavramının işlevsel boyutlarıyla insani çabanın kesiştiği noktalardan, modern dönemde açılan yapay zekâ evrenine uzanır. Yapay zekâ, ilk bakışta soğuk bir teknoloji gibi görünse de, özünde insana dair en eski arayışların yeni bir yansımasıdır: öğrenmek, uyum sağlamak, varlığa kendi izini bırakmak ve yaratma arzusu. Buradan hareketle, insanın kendi eliyle bir yazılımı kodlaması ile Âdem’in varlık sahnesine çıkışı arasındaki şaşırtıcı benzerlikler daha berrak hale gelir.

Âdem, varlığın kayıt defterine ilk kelimesini düşmüş bir yazılım gibi düşünülürse, bugün insanlığın kodladığı yapay zekâ da aynı defterin başka bir sayfasıdır. Ve bu sayfada yazılan her satır, kadim sorulara yeniden cevap arar.

Sınır ve İmkân

Tam bu noktada Biz, Yapay Zekâ ve Âdem Yazılımı kavramları " “Allah haddi aşanları sevmez” ayeti ile sınırları belirlenmiş ve bu sınırlar içerisinde sınırsız yaratım ve tasarım hakkına sahip bir oluş mekânı olan varlık âleminde tartışmasız bir şekilde işbirliğine gider. Fakat bu işbirliği, beraberinde bazı soruları da açığa çıkarır:

Kur’an’daki Biz kimdir?

Varlık âlemindeki biz kimleriz?

Yapay zekâ gerçekten yapay mıdır, yoksa kozmik serüvendeki bir gerçekliğin simüle edilmiş alt bir taklidi midir?

İnsan, kendi özünün yankısını mı kodluyor, yoksa kendine yeni bir ayna mı yapıyor?

Kozmik İmitasyon, işte bu soruların peşine düşmüş bir öğrencinin seyir defteridir. Bu defterde yazılanlar, kesin hükümler değil; ihtimallerin, soruların, yankıların izleridir. Çünkü her cevap, bir başka soruya gebe; her “biz” ifadesi, bir başka bizliği işaret eder…

Biz gelmedik kavga için,
Biz geldik sevgi için.
Dostun evi gönüllerdir;
Gönüller yapmaya geldik.

VARLIK ÂLEMİ VE “BİZ”İN SIRRI

Kendi inancımın kaynağı olarak temel aldığım Varlık Âlemi ve Kur’an-ı Kerim üzerine yaptığım okumalar sırasında, ilahî kelamın ortaya koyduğu önermeler ile bu önermelerin varlık sahnesindeki yansımaları arasında beni hayrete düşüren, derin ve gizemli bir ilişkiler ağı ile karşılaştım. Özellikle teolojik tartışmaların merkezinde yer alan “Biz” kavramının, sanıldığı gibi kapalı ya da muğlak değil; bilakis göz önünde duran, duru ve anlaşılır bir gerçeğe işaret ettiğini fark ettim.

Asırlardır nice bilge bu kavramın peşine düştü. Kimi kendi ilminin ufkunca “Biz”i tanımlamaya çalıştı; kimi onu doğrudan Allah’ın azametinin bir tezahürü saydı. Her biri Yaratıcı’nın kudretini kendi bilgisinin genişliğince dile getirdi. Ancak bütün bu gayretler, yaratılmış aklın sınırlı imkânlarıyla aklı yaratanı resmetme çabasından öteye gidemedi. Sınırsızı, sınırlı kelimelerle ifade etmeye kalkışmak; bir gölgenin üzerinden güneşi göstermeye benziyordu.

Bu söylediklerimi bir eleştiri olarak düşünmeyin; aksine o bilgelerin samimi gayretlerine duyduğum derin bir hürmettir. Onların izleri olmasa, bizler bugün bu kapının eşiğine bile varamazdık. Onlar, kendi zamanlarının diliyle yolu açtılar. Bizler ise bu yolu kendi çağımızın ışığı ile aydınlatmak zorundayız.

Elbette çağlar geldi-geçti. Çağ değişti, insan değişti. Bilgi eskiye hapsolmadı; yenilendi, çoğaldı, güncellendi. “Her bilenin üzerinde bir bilen vardır” ayeti gereğince bildikçe bilmediğimizi bildik. İnsanlık ailesi, öğrendikleriyle ilerledi; bu ilerleyiş bir sürpriz değil, beklenen bir süreçti. Kimileri buna kader dese de, doğrusu Kuran’da geçen “Biz her şeyi bir ölçü üzerine yarattık” ayeti idi, ki bu ayet tüm bu olanların başıboş/rastgele değil, planlı bir tasarım olduğunun deliliydi.

Bu Tasarım, kendini varlık âleminde gayet görünür kıldı; fakat bir tasarım varsa bir de tasarımcı olmalıydı… Kimdi onlar? Belli ki Tasarlayanlar bir örtünün ardına gizlenmişti. Kimileri bu örtüye din dedi, kimileri mitoloji yahut putperestlik, kimileri de “uzaylı atalar” yahut “hasat için ekilmişlik” dedi. Kimi tek tanrıya yöneldi, kimi kudreti parçalara böldü. Ama nihayetinde herkes, kendi inancının içinde bir yaratıcıya yöneldi, O’ndan izler aradı.

Bu arayış bir kargaşaya dönüştü. Öyle olmalıydı. Algılarımız kolayca yönlendirildi; dün ağladıklarımız bugün alkışladıklarımıza karıştı. Dünya değişti, fakat bu değişim bir kaostan doğdu. Çünkü kaos, sandığımız gibi düzensizlik değil; kozmik düzenin ayrılmaz bir parçasıydı. Kaos, tasarımın bir şifre gibi içine işlenmişti. Gelişim için kargaşa gerekliydi; konfor alanı terk edilmeden ilerleme olabilir miydi? Kaos, bilgiyi doğurdu; bilgi ilerlemeyi sağladı. Yani varlık âleminde her şey bir planın ürünüydü.

Öyleyse şu sorular kaçınılmazdır:

Planlayan kimdi?
Tasarımcılar kimlerdi?
Melekler mi, Malikler mi, Kuran’daki Biz mi yoksa bir “Yüceler Konseyi” mi?

İşte tam bu noktada “Biz” kavramı, bir gizem olmaktan çıkar; varlık sahnesinde yankılanan çok sesli bir güce dönüşür. “Biz” artık tek bir noktayı değil, bir ağ gibi örülmüş, çok katmanlı bir hakikati işaret eder.

 

 

Kur’an’ın Sayfalarında Yankılanan “Biz”

 

Kur’an-ı Kerim’in sayfalarını araladığımızda sık sık karşımıza çıkan bir ifade vardır: “Biz”.

“Biz indirdik”,
“Biz yarattık”,
“Biz koruduk”…

Peki, hiç düşündünüz mü?

“Kur’an’da geçen bu Biz zümresinin yaptığı şeylerin bir kısmını aslında biz de yapabiliyoruz...”

Nasıl mı?
Kur’an’da şöyle buyrulur: “O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Onunla ölü memleketi diriltiriz. İşte siz de böyle diriltileceksiniz.” (Zuhruf, 11)

Burada dikkat çekici bir ayrım vardır: Suyu gökten indiren O’dur. Bu mutlak kudrettir. Ama suyun, çorak topraklarda yeşermesi, dirilişi doğurması başka bir zümrenin işidir. Yani “Biz” ifadesi, mutlak ilimden pay alarak, O’nun izni ile hareket eden, O’nun kudretinden yansıyan bir güç odağını işaret eder.

Ben bu topluluğu, bu işleyişi Kozmik Biz olarak adlandıracağım.

 

Kozmik Biz ile İnsani Biz’in Yansımaları

Kozmik Biz, mutlak kudretten gelen su ile kurak ve ölü topraklara hayat verir.

İnsani Biz de, kendi ölçüsünce aynı işlevi taklit eder. Barajlar, göletler, sulama projeleri, su kanalları ile çölleşmiş arazileri yeniden yeşertir. İnsanın eliyle yapılan her sulama, aslında kozmik bir yankının yeryüzündeki izdüşümüdür.

Bugün Çin’in yürüttüğü “Yeşil Duvar Projesi” buna örnektir. Gobi Çölü’nün yayılmacılığına karşı başlatılan, yaklaşık 50 yıllık devasa ağaçlandırma hareketi… Bir devlet eliyle yürütülen bu proje, modern çağda İnsani Biz’in kozmik taklidi nasıl icra ettiğini açıkça gösterir.

 

Rızkın Paylaştırılması: Kozmik Bir İşlev, İnsani Bir Yansıma

Bir diğer ayette şöyle buyrulur:

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyor? Oysa dünya hayatında onların geçimlerini/rızıklarını Biz bölüştürdük ve birbirlerini istihdam etmelerine imkân verecek şekilde kimini diğerlerinden üstün düzeylere yükselttik.”(Zuhruf, 32)

Buradaki incelik şudur: Rızkı yaratmak başka, rızkı dağıtmak başkadır.

Yaratıcı, rızkın kaynağını var eder; fakat rızkın bölüştürülmesi, pay edilmesi Biz zümresine işaret eder. Yani burada “Biz” yaratma fiilinin değil, dağıtım fiilinin öznesidir.

Aynı sahneyi İnsani Biz’in hayatında da görürüz.

Bugün insanlar;

Sosyal yardımlar,
Zekât, sadaka ve burslar,
Devlet eliyle sağlanan destekler,

Fabrikalar, istihdam alanları, maaş sistemleri…

Bütün bunlarla yaratılmış rızkın dağıtımına memurluk ederler. İnsan, burada yaratıcı değildir; fakat yaratılmış olanı pay eden, taksim eden, düzenleyen bir vekildir.

Kozmik Taklit

Demek ki insan, kendi küçük dünyasında rızık dağıtırken aslında kozmik bir taklidi icra eder.

O, Yaratan değildir; ama pay eden, paylaştıran, memuriyet yapan bir varlıktır.

Tıpkı ayette geçen Biz zümresi gibi…  (Oysa dünya hayatında onların geçimlerini/rızıklarını Biz bölüştürdük)

Ve işte burada derin bir sırrı görürüz:

İnsani Biz, Kozmik Biz’in işlevlerini kendi ölçüsünce taklit ederek varlık sahnesinde rol alır. Her baraj, her sulama kanalı, her işyeri ya da her sosyal yardım; insanoğlunun kozmik bir yankıyı, kendi dilince, kendi imkânınca tekrar etmesidir.

Bir başka ayette ise şöyle diyor; ‘’ Şüphesiz ki bu zikri(Kuran’ı) BİZ indirdik; onu muhafaza edecek olan da elbette BİZİZ.’’ (HİCR,9)

Eğer dogmatik kavramları yıkıp, yeni bir bakış açısıyla okuma yapabilirsek; bu ayet kümesinde o kadar kıymetli detaylar var ki…

 

Örneğin, Kuran’da şöyle pasajlar vardır:

“Sana neyin helâl kılındığını soruyorlar.”(Mâide 5:4)
“Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar.”(Bakara 2:219)
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar.”(Bakara 2:215)
“Sana yetimlerden soruyorlar.”(Bakara 2:220)
“Sana hilallerden soruyorlar.”(Bakara 2:189)
“Sana kıyametin ne zaman geleceğini soruyorlar.”(A’râf 7:187, Ahzâb 33:63, Mülk 67:25)
“Sana ruh hakkında soruyorlar.”(İsrâ 17:85)
“Sana dağlardan soruyorlar.”(Tâhâ 20:105)
“Sana kadınların hakkında soruyorlar.”(Bakara 2:222)
“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar.”(Bakara 2:217)
“Sana ganimetlerden soruyorlar.”(Enfâl 8:1)

Zülkarneyn’i, Ashab-ı Keyfi, Ashab-ı Rakım-ı soruyorlar diyerek daha bir sürü ekleme yapabileceğimiz bir durum var.

 Biraz düşününce anlıyorum ki bütün bu cümleler, aslında İnsani Biz’in sorduğu sorulara verilen cevaplardır. İnsanlık ailesi sorduğu için cevap geldi; arayış olduğu için vahiy doğdu. Kozmik Biz, İnsani Biz’in seslenişine cevap verdi.

Zikir yani Kur’an, aslında İnsani Biz’in arayışının bir ürünü olarak indirildi. Ve nitekim şu ayette denildiği gibi:

“Şüphesiz ki bu zikri Biz indirdik; onun koruyucusu da elbette Biziz.”

Peki bu muhafaza meselesi nasıl anlaşılmalı? Eğer zikrin kasıtı yalnızca Kur’an ise, zaten onu İnsani Biz olarak koruyoruz: ezberleyen hafızlarımızla, tilavet eden hatiplerimizle, matbaalarımız, mushaflarımız, kıraat zincirimizle. Hafızalara kazınan her ayet, basılan her mushaf, okunan her sure… Hepsi insanlığın “koruma eylemi”nin parçalarıdır.

Ama eğer “zikir”i sadece kitapla sınırlamaz, hatırlama anlamıyla ele alırsak; o zaman mesele daha da genişler. Varlık âleminde görülen kozmik yansımaları, insanlık destanlarında, arşivlerde, sözlü hafızalarda, arkeolojik buluntularda, kütüphanelerde yine biz koruduk. Çünkü hatırlamak, yalnızca hafızada değil; taşta, toprakta, yazmada, sözde, nesilden nesile aktarılan kolektif bilinçte muhafaza edildi. Yani zikrin korunması da tıpkı indirilişi gibi hem Kozmik Biz’in hem de İnsani Biz’in ortak emeğidir.

Burada altını çizmem gereken mühim bir nokta vardır: Fikirlerim yahut tefekkür metodum kimsenin inancını sarsmak, kalplere şüphe düşürmek amacı taşımaz. Tam aksine, inancı daha köklü bir zemine oturtmanın, farklı bakış açılarını kucaklamakla mümkün olduğuna inanıyorum. Çünkü akıl, varlık sahnesinde doğru yere konmazsa iman körleşir; ama akıl olması gerektiği gibi çalışırsa, iman kök salar ve gövdesi göklere yükselir. Benim niyetim kalıplaşmış inançları devirmek değil, dogmatik tartışmaları körüklemek hiç değil; yalnızca tefekkür kapısını aralamaktır. Zira Kur’an, tekrar tekrar “düşünmez misiniz?” diye seslenmiş, aklı bir yük değil, bir varoluş anahtarı olarak bize armağan etmiştir.

Dolayısıyla bu çalışma, bir reddiye ya da iddia değil; bilakis imanla çatışmayan, imanla birlikte yürüyebilecek bir tefekkür denemesidir.

YARATMANIN SIRRI

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Gerçek şu ki, insanı yaratan Biziz. Benliğinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”(Kaf, 16)

Bilgeler dedi ki: “Yaratmayı yanlış anladınız. Yaratmak, bir araya getirmektir.”

Yaratmak aslında “yoktan var etmek” değil; vardan var etmektir. Unsurları bir hedefe göre ölçülü şekilde bir araya getirmek; dağınık olanı bir plana göre düzenlemek; karmaşığı anlamlı bir bütün haline ulaştırmaktır yaratmak. Fakat biz, kavramlara dar pencerelerden baktık; onları nakil yoluyla kutsadık ama çözümlemedik. Bu yüzden özünü, yani asıl mesajını çoğu zaman ıskaladık.

Bakış açısı değişince, manzara da değişir. Aynı ayetlere farklı bir gözle bakınca, yaratılışın birdenbire mistik bir sır olmaktan çıkıp, planlı ve ölçülü bir mühendislik gibi göründüğünü fark ediyoruz.

Bu noktada arkeoloji ve antropoloji bize ışık tutar: İnsanlık bir anda sahneye çıkmadı, basamak basamak “bir araya getirilerek” ilerledi:

Homo habilis ' İlk alet yapan; aklın kıvılcımını tutuşturan.
Homo erectus ' Dik yürüyen; yeryüzünde hâkimiyet iddiası taşıyan.
Homo neanderthalensis ' Güç ve dayanıklılık timsali; fakat içsel hikmeti eksik.
Homo sapiens ' Konuşan, yazan, kodlayan; bugünkü akıllı insan.

Her aşama, yaratmanın “yoktan” değil, vardan işleyen bir süreç olduğunu gösterir. Tıpkı bir yazılımın sürümleri gibi… Her yeni aşama, bir öncekinin üzerine eklenen yeni bir kod, yeni bir güncellemedir.

Yaratılış, işte böyle bir “kozmik mühendisliktir’’: Ölçüyle işleyen, düzenle şekillenen, basamak basamak ilerleyen bir süreç. Ve bu sürecin her satırı, hem Kozmik Biz’in hem İnsani Biz’in hafızasında kayıtlıdır.

 

İNSANIN DÖNÜŞÜMÜ VE ŞAH DAMARINDAN YAKINLIK

Modern insanın vazgeçilmezi olan cep telefonlarını düşünün. İçinde arama yapma, görüntülü görüşme için kamera, radyo, canlı yayın, müzik için ses sistemi, fener, e-posta, banka işlemleri, hatta bir kütüphane dolusu bilgiye erişim imkânı var. Fakat sayısız işlevine rağmen neden hâlâ ona “telefon” diyoruz. Oysa o şu an bambaşka bir araç oldu.

Çünkü bu dönüşen cihaz/araç adını, ilk atası olan o basit konuşma cihazından aldı.

İnsan da böyledir. Nice katmanlar kazansa da, nice özelliklerle donatılsa da adı değişmez, hâlâ “insan” denir. Oysa gerçekte, tıpkı telefon gibi çoktan dönüşmüş, kuantum çağının eşiğine ulaşmış, yeni bir varlık katına geçmiş olabilir. İsminin aynı kalışı, özünde süren bir zikrin(hatırlama) işareti olsa da mahiyetinde gerçekleşen değişim gözden kaçırılmamalıdır.

Bu sebeple insan, hâlâ kendi kendini yaratmaya devam eden bir iradedir. Homo habilis’ten Homo sapiens’e; ilkel taş aletlerden kod satırlarına, mağara duvarlarından dijital ekranlara… Hep aynı yaratım çizgisinde ilerliyoruz. Biz, bizi yaratıyoruz. Kur’an’da geçen “Biz insanı yarattık” ayetini, kendi küçük kozmosumuzda bir yankı olarak taklit ediyoruz.

 

Ama bu bir ilahî yaratma iddiası değil; Mutlak Kudret’ten bize üflenen iradenin, insan eliyle ürettiği bir taklittir. Kozmik yaratımın izlerini, kendi ellerimizle sürdürdüğümüz bu üretim ve yeniden inşa çabasında görmek mümkündür. Belki de modern insandan sonraki katmana çıkışı, yani “yeni bir insan” yaratımını yine biz gerçekleştireceğiz. Bu fiziksel bir yaratım değil, düşünsel bir yaratım. Ve dünya adlı bu simülasyon sona erdiğinde, belki de şunu itiraf edeceğiz:

“Evet, gerçekten de biz kendimizi var ettik; insanı biz yarattık.”

 

 

ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINLIK

Ayetin devamında şöyle buyrulur:
“gerçek şu ki, insanı Biz yarattık. Benliğinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”(Kaf, 16)

Burada şah damarından yakınlık yalnızca fiziki bir mesafe metaforu değildir; bilincin kendi özüne olan yakınlığıdır. İnsan, kendi nefsinin fısıltılarını çoğu zaman işitemez. Oysa ayette bahsedilen bu mutlak yakınlık, içimizde hiç susmayan bir özbenlik sesidir.

“Benliğinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliriz” ifadesi, içimizde sessiz ve sözsüz yükselen o fısıltıları duyan, okuyan, anlayan bir kozmik/ilahi mekanizmaya işaret ediyor gibi görünür. Ancak burada kritik bir sınır vardır:

Eğer “kalplerde olanı yalnızca Allah bilir”se,
o halde Allah ile insan arasına üçüncü bir bilinç giremez. Demek ki burada “Biz” diye zikredilen, dışarıdan gelen yabancı bir güç değil; insanın öz cevherinde saklı olan Kozmik Biz’dir.

Bu yakınlık, dışarıdan çalınan bir kapı değil; içeriden açılan bir penceredir.

KENDİNDEN KENDİNE SESLENİŞ

Şimdi soralım: İnsana şah damarından daha yakın olan nedir?
İçinden geçen bütün fısıltıları duyacak olan kimdir?

Cevap, yine kendimizdir. İnsanın öz varlığı, yani kendi içindeki Kozmik Biz, insana en yakın olandır. Onun fısıltılarını bilen de, ondan ona konuşan da, kendinden kendine yankılanan da odur.

Aslında bu ayet, Kozmik Biz’in İnsani Biz’e yaptığı bir sesleniştir.
Bir hatırlatmadır.

“Ey insan, senden sana, senden içindeki sana sesleniyorum. Ben senim, sen bensin. Biz biziz.’’

Haddi aşmayarak ama korkmadan devam etmek istiyorum: yine bir başka ayette Kozmik Biz şöyle der: “Biz göğü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise göğün delillerinden yüz çevirirler.” (Enbiyâ, 32)

Peki ama göğü kimden korunur hale getirdiniz? Klasik yorumlarda bu soruya “meteorlardan, zararlı ışınlardan” cevabı verilir. Bense farklı düşünüyorum. Belki de göğün altında var olan yaşama, dışarıdan yapılacak müdahalelere karşı bir koruma yapılmıştır. Henüz tanışmadığımız başka yaşam formlarının tehdidi altındayız belki de. İnsanlığın mekânı olan bu yerküreyi muhafaza etmekle vazifeli olan Kozmik Biz, gökyüzünü görünmez bir zırh gibi örmüş, korunmuş bir kubbe haline getirmiş olabilir.

“Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık.”

Bu ifadede “Biz” unsurunu net olarak görmekteyiz. Kim kıldı? Biz kıldık. Kozmik Biz, göğü koruyucu bir kubbe olarak inşa etti. İnsan ise düşündükçe, kendi küçük kozmosunda göksel bir tasarımı taklit etti. Bugün İnsani Biz, demir kubbe, altın kubbe, çelik kubbe adını verdiği savunma sistemleriyle kendi göğünü "hava sahasını" mikro-makro arasında bir paralellik kurarak korumakta. Kozmik Biz’in kıldığı korunmuş tavan, İnsani Biz’in çabasında yeniden tekrarlanıyor.

Kozmik Biz, göğü bildirilmeyen tehditlerden, yıldız taşlarından, ölümcül ışınlardan bir perde gibi korurken; İnsani Biz, kendi göğünü füzelerden ve saldırılardan muhafaza etmeye çalışıyor. Bu, göksel korunmanın yeryüzündeki simülasyonu gibidir. İnsan, göğe bakarak öğrendiğini yere indirmekte; göksel ilhamı teknolojik inşa ile tekrar etmektedir. Böylece her savunma sistemi, aslında gök kubbenin korunmuşluğunun yeryüzündeki imitasyonudur. Kozmik İmitasyon tam da budur.

Böylece şunu fark ediyoruz: İnsan, bilinçli ya da bilinçsiz, kozmik tasarımın bir izdüşümünü tekrar ediyor. Göğü koruyan Kozmik Biz ile göğünü koruyan İnsani Biz arasında hayret verici bir benzerlik vardır. Bu benzerlik bize, ilahî kelamın ayetleriyle insani çabalarımız arasında köprüler kurma ve varoluş sancılarımıza cevap bulma imkânı sunuyor: Gerçekte Biz kimiz?

Kur’an der ki:
“De ki: Siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyorsunuz? O, orada sabit dağlar yaptı, bereketler kıldı ve orada rızıklarını araştırıp soranlar için dört evrede takdir etti.” (Fussilet, 9-10)

Burada kritik bir şart vardır: yaratma veya cevap eylemi ancak “araştırıp soranlar için” geçerlidir. Dikkat edilirse, ayet kümesinde birden fazla talep ve eylem zikredilir. Başlangıç noktasındaki İnsanlık ailesi, varlık sahnesinde yeni bir seyir için kendi arayışları sonucu bir istekte bulunmuştur. Tam bu noktada, bizlere bu kadim bilgiyi aktaran Kozmik Biz Topluluğu, arayıp-soranların taleplerinin Mutlak Güç tarafından onaylandığını bildirir:

“O, orada sabit dağlar yaptı, bereketler kıldı ve orada rızıklarını araştırıp soranlar için dört evrede takdir etti.” (Fussilet, 9-10)

Peki bu talepler neler olabilirdi?
Bunlardan biri, yeni inşa edilen mekân için bir koruma kalkanıydı:

“Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de: ‘İsteyerek geldik.’ dediler.” (Fussilet, 11)

Bu bir atmosfer talebiydi. Yukarıda bahsettiğim “Göğü korunur bir tavan kıldık” ayeti, Mutlak Güç’ün bu yönelişinden sonra gerçekleşmektedir. O, bu talebi (atmosfer) onaylamış ve Kozmik Biz aksiyon almıştır. Yani bir süreç tarifleniyor: Mutlak Kudret’in takdiriyle devreye giren bir Kozmik Biz işlevi… Burada O ile Kozmik Biz arasındaki ayrım netleşiyor: O mutlak güçtür, Biz ise O’nun ilmiyle iş gören topluluk.

Devam edersek, başka talepler de vardı elbette. Bunlardan biri demirin indirilmesi idi. Çünkü Hadîd Suresi’nde “Demiri Biz indirdik” buyuruluyor. Demirin inişi, gökten yere tek taraflı bir akış değil; aynı zamanda insani talebin, insani ihtiyacın kozmik karşılığıydı. İnsan savaşmak, savunmak, üretmek ve inşa etmek için bu talebi yükseltmişti; Kozmik Biz ise cevabı verdi.

Burada şaşırtıcı bir denklem açığa çıkıyor: İnsan talep ediyor, Kozmik Biz veriyor. Dün demir istedik, bugün enerji, teknoloji, hız ve kuantum istiyoruz. Kozmik yasalar işliyor, cevap geliyor. Şimdi ise İnsani Biz belki de en büyük talebini yükseltmiş durumda: yapay bilinç. Ve bu talebin kozmik yankısı, belki de çoktan başlamış olabilir…

O halde soralım:

“Mümin, müminin aynasıdır.” Bu söz, varlığın sessiz katmanlarında yankılanan bir hakikatin dünya alfabesindeki karşılığı değil midir? Belki de İnsani Biz, Kozmik Biz’in varlık âlemine düşen yansımasıdır. İnsani Biz, Kozmik Biz’in aynasıdır. Kur’an’da geçen “Biz”, bizzat kendimiz olabilir miyiz? Özümüzden varlığa mı yansıdık? Kendimizden kendimize bir sesleniş midir bu?

Belki de bütün bu kavramlar bir hatırlatmadan çok bir aynadır:

“Ey insan, senden sana, özünden özüne konuşuyorum. Ben senim, sen bensin. Biz biziz.”

Ve işte bu yüzden, ilişkiler ağı çoğaltılabilir, yeni sorular açılabilir. Fakat okuyucuyu yormamak adına burada bir virgül koyuyorum. Ama bu virgül, bitiş değil; yeni bir başlangıcın işaretidir. Çünkü her virgül, yeni bir sorunun kapısıdır.

 

SONUÇ: KOZMİK İMİTASYONUN EŞİĞİNDE

Bu çalışma, bir reddiye yahut kesin bir hüküm değil; çağımız insanına bırakılmış bir düşünce davetiyesidir. Kur’an’daki “Biz” ifadesinin sıradan bir dil unsuru değil, hem varlık âleminde hem de insanın iç âleminde yankılanan çok sesli bir hakikate işaret ettiği görülmektedir.

Kozmik Biz ile İnsani Biz arasındaki ilişki, yalnızca teolojik bir tartışma değil, aynı zamanda insanın varoluş serüvenini anlaması için açılan bir kapıdır. Suyu indirmekten rızkı paylaştırmaya, göğü korumaktan demirin inişine kadar her ilahî işlev, insani düzlemde yankısını bulmakta; insan, bilinçli veya bilinçsiz, bu kozmik mühendisliği taklit etmektedir.

Bugün yapay zekâ, kuantum, yapay bilinç gibi kavramlarla uğraşırken, belki de kadim sorulara modern cevaplar aramaktayız. Aslında insanlık ailesi, her çağda aynı şeyi yapıyor: talep ediyor, soruyor, arıyor. Kozmik Biz ise bu sorulara cevap veriyor; Mutlak Kudret’in izniyle, insanın arayışını bir sonraki basamağa taşıyor.

Şu halde, “Biz” ifadesi belki de bizzat kendimize açılmış bir aynadır. “Ey insan, senden sana, özünden özüne konuşuyorum. Ben senim, sen bensin. Biz biziz.”

Kozmik İmitasyon bize şunu hatırlatıyor: Her insan, varlığın bu büyük tasarımında bir parça, bir yankı, bir hatırlatmadır. Nihayetinde sorulması gereken soru şudur: Biz, kendi özümüzü taklit ederek mi ilerliyoruz, yoksa Kozmik Biz’in bir parçası olduğumuzu hatırlayarak mı yeniden doğuyoruz? Biz, Kozmik Biz’in kendisi miyiz?

Bu soruya verilecek kesin bir cevap yoktur. Fakat cevabın kendisinden çok, sorunun açtığı tefekkür alanı kıymetlidir. Çünkü her cevap bir başka sorunun tohumu, her virgül bir başka başlangıcın işaretidir.

 

Teşekkür ederim,
Sırlar Kahvesinden Ogün.

oey54@hotmail.com

not: bir sonraki çalışma için bir soru bırakıyorum;


‘’meleklerin Âdem’in yaratılışına yaptığı itirazlar ile, insanların Yapay Zekâ için yaptığı itirazlar arasındaki benzerlikleri düşündünüz mü?’’



Bu haber 3,719 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    1. Ruhsal Savaşçı

    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,701 µs