En Sıcak Konular

Bir Varmış Bir Yokmuş

16 Haziran 2025 12:16 tsi
Bir Varmış Bir Yokmuş Neşe AÇIKGÖZ yazdı...

Bir Varmış Bir Yokmuş

 

Bir varmış... Bir yokmuş…

Aylardır aklımdan çıkmadı. İçimde bir ses, "Yaz" diyordu. Ben de başladım; bilgileri topladım, iz sürdüm, bağlantılar kurdum. Ama tam o anda, başka bir ses devreye girdi: "Ne gerek var tüm bunlara? Kime ne faydası olacak ki?" diye fısıldıyordu. İçimde iki ses çarpışıyor, beni bir kararsızlığın içine sürüklüyordu. Yine de yaz diyen ses hep daha güçlü çıktı ısrarla "Yaz!" diyordu. Ama elim bir türlü kaleme gitmiyordu. Böylece yıllar geçti, tam iki yıl boyunca ne ileri ne geri adım atabildim.

Sonunda, içimde dayanılmaz bir baskı oluştu. Ve kendi kendime, "Vardır bunda bir hikmet," diyerek kaleme sarıldım.

Şimdi anlatacaklarım kesin bilgi değil, tarihsel bir araştırma da değil. Bu metinde dile getirdiğim düşünceler, tamamen kişisel yorumlarıma bağlıdır. Doğru diye bir iddiam yok. Sadece işaretleri, puzzleri  yan yana getirerek bir analiz denemesi. Okuyucuların, aktardıklarımı bu çerçevede değerlendirmelerini rica ederim. Amaç, düşündürmek ve farklı bakış açıları sunmaktır; kesin doğrular ortaya koymak değil.

Kur’an’da Vakıa Suresi'nde şöyle buyruluyor:

“Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.” (Vakıa, 60-61)

Bu ayette « yeniden yaratmak » manidar degilmi ?  Ölümün bir son değil, başka bir yaratılışın başlangıcı olabileceği ima ediliyor. Ceset toprağa karışsa da,  yani ruhun – başka bir biçimde varlığını sürdürebileceği düşüncesi akla geliyor. Belki de bu, ruhun farklı bir bedende yeniden yaratılması, yani reenkarnasyonla örtüşen bir duruma işaret ediyor olabilir. Bazılarına göre bu tamamen gerçek dışı, bazılarına göre de sadece bir hayal ürünü olabilir ama ya gerçekse? Ya gerçekten ruh, ölümden sonra başka bir bedende yaşamaya devam ediyorsa? İşte ben de bu ihtimali varsayarak bu analizi yapmak istedim.

Dün gibi hatırlıyorum, Kopuz Ata serisinin 4. bölümü, 15 Nisan 2017'de yayımlandı. Her zamanki gibi diğer yazılar gibi bunu da dikkatle okudum. Yazıda Okyay ile Ece’nin hikâyesi anlatılmıştı ve Çin’in batısındaki Taklamakan Çölü’nde bulunan ve "Lolan Güzeli" adı verilen mumyanın, bize Ece olduğu sayin Oktan Keles tarafından söylenmişti.

 


 

7000 yıldır güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir mumya… Saçları ve kirpikleri bile hâlâ yerli yerinde duruyor. İşte, yüzyıllar ötesinden gelen ve yapılan araştırmalara göre Türk soyundan olduğu belirlenen Lolan Güzeli « Ece ». İnsana her an uyanabilecekmiş hissi veriyor…

Bilmeyenler için buradan bakabilirsiniz

https://www.onaltiyildiz.com/?haber,5950/kopuz-ata-4

Eminim ki Ece'ye hayran olan tek kişi ben değilim. Öyle ki, onunla ilgili bir rüya bile gördüm. Anlatayım..

«  ormanın içinde bir ocak, masalar, sandalyeler, koltuklar vardı ve kalabalıktı, insanlar toplanmıştı. Ben bir masanın kenarında oturuyordum. Birden yanıma bir kadın geldi. O kadar güzeldi ki! Bana baktı ve “Ben Ece’yim” dedi. Kalbim hızlıca çarpmaya başladı. Hep merak ettiğim Ece yanıma gelmişti, yanımda oturmuştu. Sohbet ettik. Sonra ikimizi ayağa kaldırdılar ve “Öne gelin” dediler Tam o anda rüyam bitti… »

 Tengri'nin Türk'ü kitabını okuduktan sonra birçok kişi benimle aynı soruyu sormuştur:

https://www.onaltiyildiz.com/?haber,6279/tengri-nin-turk-u


"Ece nerede veya kim ?

                              

Selçuk Karaca’nın yazısında bir bölümde Fikriye Hanım’dan bahsediliyor. Fikriye Hanım için “O Ece'dir,” diyor. “O, Ötükenli Ece…”

https://www.onaltiyildiz.com/?haber,9065/eski-dunya-tasviri-himmet-baba-ve-onlar

 

                                      

Bu ifadeyi bir işaret olarak aldım ve düşündüm: Eğer Fikriye Hanım Ece ise, başka hangi çağlarda, hangi suretlerde göründü? Onun tarihteki ayak izlerini aramaya karar verdim.
"Beyinleriyle değil, tinleriyle görenler kazandı" Oktan hocamin sözü kulağımda çınlıyordu.

Tarihte iz bulmak kolay değildi, ama araştırdıkça bazı ipuçları kendiliğinden önüme düşmeye başladı.

İşte o zaman Börte’ye rastladım (1161–1230). Genelde ona Börte Ujin deniliyor (Ujin 'kraliçe' anlamına gelir; Türkçede ise 'İçe' ya da 'Ece' denir). İlginç, değil mi? Burada da 'Ece' kelimesi karşımıza çıkıyor..

Ancak bu kelime, bana göre yalnızca sıradan bir kraliçeliği ifade etmiyor. "ECE" kelimesi, sanki daha derin, daha eski ve daha köklü bir anlam taşıyor gibi…

            

Börte, ismi Moğolca kökenli ve “gök”, “aydınlık” ya da “yıldız” anlamlarına da geliyor. Hatta gökyüzü ve güneşin doğuşuyla da bağdaştırılıyor. Kendi kabilesinin en güzel kızı olarak biliniyor; açık tenli, zeki ve gözlerinden adeta ateş saçan biriymiş. Genelde beyaz, ipeksi bir elbise giymiş, saçlarında altın paralar olan, elinde beyaz kuzu tutan ve beyaz ata binen zarif bir kadın olarak anlatılır.

Hayatıyla ilgili çok fazla bilgi yok ama genç yaşta evlenmiş ve bir dönem kaçırılmış. Eşi Cengiz Han’ın onu kurtarma kararı, aslında onun dünyayı fethetme yolundaki ilk büyük adımı olmuş. Börte sadece onun eşi değil, aynı zamanda en güvendiği danışmanlarından biriymiş. Kampta her şeyin düzenini sağladığı gibi, siyaset ve savaş stratejileri konusunda da fikrine danışılırmış. Etkisi sadece ailesiyle sınırlı değil; Moğol yönetiminde ciddi bir yeri varmış ve Cengiz Han’la arasında özel bir bağ var idi.

Tarihte iz sürmeye devam ederken karşıma bir başka suret çıktı: Diane de Poitiers (1499-1566)

                                      

Fransa’da “Valentinois Düşesi” olarak bilinen Diane de Poitiers, Fransa tarihinin en gizemli kadınlarından biriydi,yüzyıllardır tarih meraklılarını etkilemeyi başarmıştır, tarih sahnesinde sadece bir aşk hikâyesiyle değil, bilgeliği, politik zekâsı ve güzelliğiyle de yer aldı. Kral II. Henri’ye sadece sevgili değil, bir tür akıl hocası oldu.

Bağımsız bir kadın olan Diane de Poitiers, bedenini ve zihnini genç tutmayı çok iyi biliyordu. Hayatını, onurlu davranış, soğukkanlılık, tevazu, alçakgönüllülük ve kararlılık gibi ilkelere göre sürdürdü. Daha altı yaşında babasıyla ava çıkmış, kendi şahini olmuş ve usta bir biniciye dönüşmüştü. Henri’yi, saray yaşamının aşırılıklarını sınırlayan kanunlar çıkarmaya teşvik etti; eğlencelere ve lükse sınırlamalar getirilmesini, saray mensuplarının sayısının azaltılmasını istedi. Ayrıca Paris'in her mahallesinde yoksullar için bir sosyal yardım fonu kurulmasını ve hastanelerin hasta ile sakatları kabul etmesini sağlayacak sosyal önlemler alınmasını önerdi.

Adı gibi, Tanrıça Avcı Diana(Yunan mitolojisindeki tanrıça Artemis olarak bilinir) adanmıştı.  

                       

Diane de Poitiers’yı tanrıça Diana olarak temsil eden Manierist tarzda bir mermer heykeldir.  Diane de Poitiers'e ait olan Château d'Anet'in avlusundaki anıtsal çeşmenin üst kısmını oluşturuyor.

Diane, Çağının kadınlarından çok farklıydı. O dönemde insanlar neredeyse hiç yıkanmazken, Diane’in sütle banyo yaptığı söylenir. Avcılığa düşkündü, doğayla iç içeydi ve kendine has bir yaşam tarzı vardı. Güce, onura ve sanata değer veren, derin bir karaktere sahip bir kadındı.

Diane de Poitiers hakkında ulaşılabilen kaynaklar sınırlı ve eksiktir. Hayatının birçok dönemi hâlâ bilinmezliğini korumaktadır. Yine de sonraki nesiller onun hakkında güçlü, onurlu, cömert ve sanatları koruyan bir kadın imajı oluşturmuştur.

Baran Aydın bir yazısında ondan bu şekilde söz eder.

 « Diane, soylu bir ailenin kızıydı ve düzgün bir eğitim almıştı. Eğitimi sırasında özellikle doğu mistisizmi üzerine okunmadık kitap bırakmamıştı. En büyük hayali Osmanlı topraklarına ve Kudüs’e yolculuk yapmaktı. Diane, tüm çağların kadim bilgilerine ait eline geçen en değerli eserlerden bir koleksiyon oluşturmuştu. Doğu mistisizmine ait bazı özel ilimler üzerinde sürekli çalışması ve çevresine sürekli Müslüman alim ve bilginlerden bahsediyor oluşu, bir dönem kafirlik ile suçlanmasına neden olacaktı. Diane’nın bu kadim bilgi arayışı onu Avrupa’nın ortasında kurulan bir Türk teşkilatı olan Hilal’in Şövalyeleri ile tanışmasına vesile oldu. Hilal’in Şövalyeleri gözetiminde kadim Türklük bilgileri ile tanışan Diane, gizli ilimlere olan açlığını sonunda giderebilmişti. Diane, teşkilata öylesine bağlanmıştı ki, teşkilatın destanlardan kalma zamanlardaki idealine ait olan sembolü şatosu dahil olmak üzere kendi şahsına ait önemli metaların üzerinde kullanacaktı. »

https://www.onaltiyildiz.com/?artikel,495/barbarosun-sirri-ic-ice-gecmis-uc-hilal/baran-aydin

  

Bu fotoğrafları Diane de Poitiers hakkında bir belgeselden aldım. Görseller, Diane de Poitiers'e ait olan Anet Şatosu'nda çekilmiş.

Diane de Poitiers hakkında tarihi bilgilerin az olması ve mevcut bu bilgilerin eksikliği düşündürücü…

Artemis’ten söz açılmışken, Sayın Turgay Sebzecioğlu’na ait şu alıntıyı paylaşmak isterim.

« Işık soylu Apollon Yunanistan’dan daha çok Anadolu kökenlidir (Taşlıklıoğlu 1954: s. 23). Altından lir çalan bir tanrı olarak tasvir edilir. Vahşi hayvanların eşliğinde dolaşan ikiz kız kardeşi Artemis ise genellikel bir ok ile yay taşır (Burn 2012: s. 19-20; Joost-Gaugier 2006: s. 85).

Not: Burada, küçük bir not olarak geyik (geyik zaten onun sembolü derecesindedir), kurt gibi vahşi hayvanlarla dolaşan ve iyi bir avcı olan Artemis’in (Farklı dönemlerde Diana adıyla da anılır) savaşçı bir Tük kızını çağrıştırdığını belirtmek isterim. »

https://kalpoder.com/yunan-mitolojisinde-bir-turk-kamani-abaris/

                 

Tarihte iz sürerken yolum, birbirine şaşırtıcı derecede benzeyen üc kadına çıktı.

Kim bilir, belki de Ece, bazen Fikriye Hanım suretinde, bazen Börte olarak, kimi zaman da Diane de Poitiers veya Artemis kılığında karşımıza çıktı. Belki de onun, benim henüz adını bile duymadığım, izini süremediğim daha nice yüzü, daha nice hikâyesi vardır…

Bazen bir çağın gölgesinde, bazen bir adamın ardında, bazen de kendi sessizliğinde var olmuş olabilir. Ancak her defasında, farklı bedenlerde ama benzer bir Tinle, tarihin bir köşesinden bize göz kırpmış gibi hissediyorum.
Belki de Ece, sadece Okyay’ın sevdiği bir kadın değil, aynı zamanda zamanın çemberinde tekrar tekrar doğan, kaybolup yeniden bulunan “kadim kadın” arketipinin ta kendisidir.

Bir varmış, bir yokmuş diyoruz ya...

Aslında var olan, hiçbir zaman tamamen yok olmuyor…

Sadece suret değiştiriyor, zamana uyum sağlıyor : Ece, Artemis, Börte, Diane, Fikriye,...

Belki de tüm bu yazma çabasının ardında, hayranlık duyduğum birini kelimeler aracılığıyla yeniden var etme arzusu yatıyordur. Onu bir hikâyeye dönüştürmek, kaybolduğu yerden geri çağırmanın bir yoluydu belki de. Bu metinler, o “Ece”yi anlamaya, ona yaklaşmaya ve onu sözcüklerle yeniden inşa etmeye yönelik bir içsel yolculuktu.

Ve kim bilir… Belki de bu arayış yalnızca bana özgü değildir. Belki de hepimiz, kendi içimizde bir "Ece" arıyoruzdur — güçlü, cesur, bilge ve zamana meydan okuyan bir figür…

 

Saygılarımla.

 

Neşe Açıkgöz

 

 

Not : Bu beş kadının hikâyesini merak edenler, internette araştırabilir. 



Bu haber 3,231 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,754 µs