En Sıcak Konular

Sinema ve Propaganda

23 Aralık 2018 07:25 tsi
Sinema ve Propaganda Sinema ve Propaganda

Sinema ve Propaganda


Psikolojik harbin en önemli sacayaklarından biri olan propaganda kavramı, yüzyıllar önce Vatikan tarafından “zihinlere fikir tohumları ekerek geniş kitlelere yaymak” hedefiyle ilk olarak etimolojik anlamda ortaya atılışından bu yana bilginin kitlesel ulaşım bazında ilk etapta yazılı ve görsel gazete ve dergi, ikinci etapta sesli radyo ve son olarak da günümüzde bu ikisinin birleşimi olarak sinema şeklini alan birtakım araçlarıyla oldukça güçlü bir etki sahasına ulaşmıştır. Özellikle televizyonun icadıyla beraber propagandanın etki potansiyeli katlanarak artmış, iletişim fakültelerinde de o tarihlerden itibaren akademik zeminde kendine bir yer bulmuş ve bilim dalı olarak incelenmeye başlanmıştır. Ancak şunu da bir dipnot olarak belirtmek gerekir ki, her ne kadar sivil akademilerde bu kavram bir bilim dalı olarak incelense de esas tam manasıyla biliminin yapıldığı yer askeri akademiler olmuştur. Günümüzde ise propaganda, bilginin finansal gücü elinde bulunduran birtakım şirketlerin boyunduruğundaki basın yayın organlarının ve tv kanallarının tekelinden çıkmasıyla herkesi birer mikro gazeteciye dönüştüren sosyal medya platformları üzerinde etkisini katmerlendirerek artırmaya devam etmektedir.

Sinema, kitleleri “uykuya daldırmadan rüya gördürme” sanatıdır. Kendini sinema filmine kaptıran seyirci, seyir süresince tüm dış dünyayla olan bağlantısını, filmin kalitesi ve etkileyiciliği oranında keserek bu yapay rüyanın içinde kendisini seyahat ederken bulur. Dolayısıyla bu hal bir çeşit rüya görme ve yarı trans hali olduğundan zihin, özellikle bilinçaltı, sinema filmini kurgulayanların tüm propagandif faaliyetlerine açık durumdadır. Her filmdeki senaryonun, prodüksiyon dizaynının, sinematografinin, ses ve görüntü efektlerinin,vs. tüm unsurların bir amacı vardır ve bunlardaki en küçük detayda bile rastgelelik, tesadüf söz konusu değildir. Filmin zihinlerde ve bilinçaltlarında uyandırması gereken hedef etki ne ise tüm set ekibi bu doğrultuda çalışarak ortaya bu manada bir ürün çıkarmaya çalışır.

Bu çalışmada, “Hakan: Muhafız (The Protector)” adlı, Netflix’in ilk Türk yapımı dizisi şeklinde lanse edilen serinin birinci sezonundaki on bölümü, fazla detaya girmeden ana hatlarıyla ve muhtemel propagandif unsurlarıyla incelenecektir.

En başta, dizi basında ilk Türk yapımı Netflix dizisi olarak tanıtılsa da yapımcıları, yani bu işin parasını verenleri, finanse edenleri arasında Argo ve Köstebek filmlerinden Alex Sutherland, senaryosunda da Narcos dizisinden Jason George gibi Türk olmayan unsurlar vardır. İkinci olarak dizinin “Türk Süper Kahramanı”, “Türk Fantastik Kahramanı”, “Türk Süpermeni” sloganlarıyla lanse edilmesi önemli bir durumdur. Bu ikili kelime öbeklerinin başında Türk olsa da esas kök kelime yani ikinci kavram olan “Süper Kahraman, Fantastik Kahraman, Süpermen” sözleri Amerikan yapımı kavramlardır. Dolayısıyla bu sloganların başında Türk kelimesi olsa da esas bilinçaltına ulaşan ana kavram,  Amerikan hayranlığını besleyecek olan “Süpermen, Süper Kahraman, vs.” kavramlarıdır. Süpermenleri, süper kahramanları icat eden Amerika’dır, Türk Süpermeni ise bu karakterlere benzemeye çalışan bir karakter olacaktır.

Bu durumu ters bir örnekle daha da net açıklamaya çalışalım: Diyelim ki Netflix şöyle bir duyuru  yaptı: İlk Amerikan yapımı Yeniçeri dizisi: “Coni: Bir Amerikan Yeniçerisi”. Bu slogandaki en önemli kavram, kök kavram olan “Yeniçeri” kelimesidir. “Amerikan” kavramı, tamamlayıcı unsurdur. Böyle bir dizide ne kadar çok  Amerikan vurgusu yapılırsa yapılsın izleyicinin bilinçaltında kök salacak ve filmin kalitesiyle doğru orantılı şekilde hayranlık uyandıracak unsur “Yeniçeri” kelimesi temelinde Türk hayranlığı olacaktır, çünkü yeniçeri kelimesi Türk malıdır, Türklerin içinden çıkmıştır. Ayrıca bıyığından kostümüne kadar herhangi bir Amerikalının üzerinde tüm yeniçeri aksesuarları emanet gibi duracağından, proje için daha inandırıcı olması açısından yüz tipi ve genel görünümü itibarıyla da gerçek bir Türk yeniçerisine en çok benzeyen aktör, adaylar arasından seçilecektir.  Bu duruma benzer şekilde süpermenler, süper kahramanlar da Amerikan malıdır. Ne kadar Türk vurgusu yapılırsa yapılsın “Türk Süpermeni” algısı, bilinçaltında Amerikan hayranlığına sebebiyet verecektir. Amerikan hayranlığı bilinçaltı hedefine halel getirmemek için de baş roldeki aktör, Amerikan süpermenine benzer adaylar arasından seçilmelidir ve öyle de olmuştur. Muhafız dizisinin afiş fotoğrafındaki aktör, orijinal Superman film afişlerindeki aktörlere yüz hatları olarak oldukça benzerlik göstermektedir.

Diğer yandan bu işin  en tepesindeki adamlarından biri olan Netflix Uluslararası Yapımlar Başkan Yardımcısı Kelly Luegenbiehl ise “bu hikayede herkesin kendinden bir parça bulmasını ümit ettiklerini” söylemektedir. Bunun anlamı şudur: “Herkesin kendinden bir parça bulmasını ümit ediyoruz, çünkü her kesimden Türk izleyicisini, kurguladığımız bu yapay rüyanın içine çekmek istiyoruz. Bundan dolayı dizide başroldeki süper kahramanın ‘biz kapalıçarşı çocuğuz’ tarzı bitirim ifadelerinden tahtada matematik formülleriyle çalışan, yazılımdan ve bilişimden anlayan uzman ve profesör tanımlarına kadar çok geniş bir yelpazedeki karakter örgümüzü göreceksiniz.”

Onaltıyıldız okuyucusu, Komutan’ın Kambala serisini hatırlayacaktır. Muhafız dizisindeki karakter yelpazesi ve hikayenin akış şekli; Kambala Serisi, Bir Meczubun Rüyası serisi, Kulbak Bilge serisi, Emir Yıldızdan serisi ve  Deruni Devlet gibi Komutan’ın ve Onaltıyıldız’ın eserlerindeki karakter yelpazesi ve hikayelerin akış şekli ile önemli ölçüde benzerlik göstermektedir: şehzade gömlekleri (tılsımlı gömlekler), arşivciler, antikacı dükkanı, hançer(kılıç veya kama), türbeler, Ayasofya, İstanbul’un tarihi mekanları, İstanbul’un bozulan silueti (gökdelenler),vs.  Ancak arada çok önemli bir ayrıştırıcı fark vardır, o farkın kodları da Muhafız dizisine onay veren en tepedeki adamın açıklamasındaki kelime aralarında saklıdır: Netflix CEO’su Reed Hastings, ilk Türk yapımı dizi projesi için, “The Protector, Türkiye’de çekilen bir süper kahraman dizisi. Türkiye’nin politikasını değil, oranın ülke olarak nasıl bir yer olduğunu göstermek istedik” demektedir. Muhafız dizisi seyredildiğinde görülecektir ki bu dizide Türk yeraltı teşkilatının İstanbul’u kurtarma sevdasının altı dolu değildir, bu görevi bunlara kim tevdi etmiş belli değildir, aslında böyle üst bir yapı yoktur; karakterler dizide yönlendirici, sevk ve idare edici, hesap sorucu bir üst otorite yoksunluğuyla, “ülküleri, idealleri” olmadan böyle bir işe girişmişlerdir. Netflix CEO’sunun da belirttiği gibi dizide bir Türk devlet ülküsü, hedefi yoktur, tüm Türk unsurlar; otantik mekanlar, karakterler,vs. sadece birer araç olarak kullanılmıştır, peki hangi amaç için?..

Peki gerçek bir Türk teşkilatının nihai amacı nedir?.. Bu sorunun cevabı, Kambala’da verilmiştir: “... kimler yok ki: delisinden velisine, meczubundan profesörüne, psikopatından bitirimine... Ama KALPLERİ TÜRKLÜK İÇİN, TÜRK DEVLETİ VE MİLLETİ İÇİN ATIYORDU...”

Bir sinema yapıtının başarılı olup olmadığı, yedi ayrı persfpektifte analiz edilir. Bunlar: 1.Senaryo, 2.Oyunculuk, 3.Prodüksiyon Dizaynı, 4.Sinematografi, 5.Editörlük, 6.Ses ve Müzik, 7.Yönetmenlik. Bu analiz teknikleri bizi filmin kendisinin başarılı olup olmadığı konusunda ilgilendirmese de filmin başarılı olmasının, izleyicide bırakmak istediği, bilinçaltını etkileme amacı doğrultusundaki hedeflerini gerçekleştirip gerçekleştirememe gücü bakımından ilgilendirmektedir. Film eleştirmenlerinin kullandığı bu yedi ayrı persfpektifin her birinde film ne kadar başarılıysa kitleleri, oluşturulan yapay rüya alemine çekip Vatikan tabiriyle “bilinçaltı mesajları zihinlerinin içine ekme ve ana hedef doğrultusunda kitlelerin etkileşime geçtiği diğer topluluklara da bunları bulaştırarak yayma” fonksiyonları da o denli başarılı olacak demektir.

1. Senaryo: Bir filmin senaryosunun kalitesi, toplam seyir süresinin ilk onda biri zaman diliminde kendini gösterir. Bu ilk anlarda hikayenin büyük oranda geçeceği fiziksel ortamlar, zaman dilimleri, oyuncular, hikayenin genel tonu ortaya dökülerek seyircinin filmi en baştan itibaren nasıl izlemesi gerektiği hissettirilmeye çalışılır. Bu ilk anlarda seyirci başarılı bir şekilde bu yapay rüyanın içine çekildikten sonra da filmin bir sonraki onda birlik ve beşte birlik zaman dilimi arasında da hikayenin içeriği daha ayrıntılı anlatılarak baskın oyuncuların karakterleri ve birbirleri ile ilişkileri vurgulanır. Bu süreçte en kritik kısım, tüm bunların mekanik bir şekilde değil, akışkan bir şekilde yapılıyor olmasıdır. Bu akışkanlık o denli etkili olmalıdır ki filmin ilerleyen bölümerinde ve sonlarında dahi seyirci her seyrettiği kısmı bu ilk kısımla arada bir kopukluk olmadan ilişkilendirebilmelidir. Senaryo, her ne kadar yazılı bir belge olsa da başarısını, tüm yazınsal kısmı filmde mümkün olduğunca az konuşma ve metin hacmine döküp, esas olarak görsel ve işitsel unsurlar içinde başarılı bir şekilde eriyebilme ve seyirciyi mekanik metinlerle değil, görsel ve işitsel yöntemlerle duygusal olarak etkileyebilme yetisiyle gösterir. Oyuncuların konuştukları, çizilen karakter yapılarıyla bir keskinlik oluşturmayacak şekilde doğal olmalı, sözler ağızlarında emanet gibi durmamalı ve sanki gerçek hayatta da aynı sözlerle ve konuşma şekliyle konuşuyormuş havasıyla spontane ve doğal bir çizgi izlemelidir. Diğer yandan konuşmalar çok açık ve net ifadelerle yapılmamalı, ustaca enjekte edilen muğlaklıklar film bittikten sonra bile izleyicinin merakını devam ettirmesini sağlayarak bu rüyanın bıraktığı duygusal etkiyi artırmalıdır.

2. Oyunculuk: Oyuncuların performansları, rolleri içinde eriyecek kadar güçlü olmalıdır. Beden dillerinde ve ses tonlarında, rollerin biçtiği özelliklerle çatışmayacak bir akıcılık ve doğallık hali seyirciye yansıtılmalıdır. Tersi durum söz konusu olduğunda ise seyirci zoraki rol yapıldığını hisseder ve kendini oyuncularla özdeşleştiremez veya oyunculara sahip çıkmaz; sahip çıkmadığında da film içinde oluşturulmaya çalışılan sanal gerçeklik etkisini kaybeder ve rüyadan uyanma riski doğar.

3. Prodüksiyon Dizaynı: Filmdeki tüm arka plan görüntülerinin ve manzaraların, coğrafik konumların seçimleri, kostümler ve makyajlar, dekorlar prodüksiyon dizaynının sorumluluğundadır. Arka plandaki tüm unsurlar, hikayenin doğal akışı ile birebir uyum içinde olmak durumundadır. Hikayeyi set ekibi Ankara’da çekiyorsa, ancak senaryodaki ilgili arkaplan görüntüleri İstanbul’un belli bir bölgesini anlatıyorsa, prodüksiyon dizaynı arkaplanı, seyirciyi çekimlerin gerçekten de İstanbul’da yapıldığına inandırabilecek şekilde ustaca kurgulamalıdır. Görüldüğü gibi burda esas amaç sadece fiziksel bir ortam değil, seyirci üzerinde psikolojik ve duygusal bir ortam hissi uyandırmaktır. Görsel öğelerde seçilen renkler, eşyalar, bunlardaki eski ve yeni, şiddetli ve sakin, duygusal ve maceraperest, vs. tonlamalar sahnelerin duygusal olarak uyandırmak istediği hislerle çatışmayacak, bunları besleyecek ve etkisini artıracak nitelikte olmalıdır. Ancak bu şekilde seyirci, ana karakterlerle duygusal bağ kurabilir ve onları içselleştirebilir. Böylece oyuncular, klasik rol yapma durumuyla seyirciye aktaramadıkları uğruna inandıkları değerler, içsel arzular gibi diğer bilinçaltı hisleri sessiz ve sözsüz bir şekilde aktarabilecektir. Bu bağlamda sessiz sözsüz iletişim olan diğer bir husus da kostüm ve elbise seçimidir. Kostümler oyuncuları değil, oyuncular kostümleri giymelidir. Başka bir konu da özel efektler konusudur. Özel efektler, seyircinin uzun süreler hatırlayacağı şekilde etkili bir biçimde yapıldığında filmin reklam ve pazarlama gücünü de artırmaktadır. Mesela muhafız dizisinde en baskın özel efekt, tılsımlı gömleğin giyilip çıkarılması efektidir; ancak dizinin kendisiyle özdeşleşerek ismiyle beraber hatırlanacak oranda başarılı bir şekilde yapılamamıştır, çünkü efektteki geçişler ve akışkanlık, hissedilmeyecek oranda doğal değildir.

4. Sinematografi: Adından da anlaşılacağı üzere sinemanın fotoğrafçılık kısmıdır. Işığın hangi sahnelerde, hangi hisleri uyandırmak adına hangi oranlarda ve açılarda kullanılması gerektiği, sıcaklık ve soğukluğu, kontrast ve parlaklık ayarları, uygun kamera açıları bu kısımda belirlenmektedir. Amerikan sinema sektöründe 1930’lardan itibaren ışık yönünden daha karanlık filmler çekilmeye başlanmıştır. Bunun nedeni ise Amerikalıların, 1. Dünya Savaşı sonrası Almanya’sındaki film sektöründe baskın bir şekilde kendini gösteren, az hacimli ışık ile karanlık ortamların ve uzun gölgelerin bolca bulunduğu savaş sonrası filmleri trendinden etkilenmiş olduklarıdır. Bu tür ortamlar seyircide depresyon ve buhran gibi olumsuz hisler uyandırmaktadır. Baba (The Godfather) serisindeki Marlon Brando’nun ofisi de bu durumun günümüzdeki örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Burda mafyatik işlerin olumsuz hisleri, seyirciye loş ışıklı odadaki uzun gölgeli karakterlerle iletilmeye çalışılmıştır. Muhafız dizisinde ise sinematografik olarak daha ilginç bir durum vardır: Bilinçaltında olumsuz hisler uyandıran loş ışıklı ve uzun gölgeli ortam, İstanbul’u kurtarmakla görevli Türk tarafındadır. Şeytani tarafta ise Faysal’ın gökdelen içindeki ofisi günlük güneşlik apaydın bir vaziyette, arka plan ise bembeyazdır. Ayrıca Faysal’ın cinayet, suikast, rüşvet, vs. gibi karanlık işlerini yapan Mazhar’ın kendisi sürekli simsiyah bir takım elbise içinde dizi boyunca dolaşıyor olsa da arka planındaki ışık yoğunluğu çoğunlukla karanlık değil, aydınlık ortamlarda çekilmiştir; özellikle tersane sahnelerinde kullanılan yoğun sis ortamı her ne kadar gizemliliği besliyor olsa da çekimler gece değil, sabah saatlerinde yapılmış ve arka plan bembeyaz bir ışık yoğunluğuyla resmedilmiştir.

5. Editörlük: Senaryo, binanın mimari planı; oyuncular, arkaplanlar, görüntüler binanın tuğlaları; editörlük ise bu tuğlaları bir arada tutan binanın harcı gibidir. Editörün görevi, birbirinden ayrık bir şekilde çekilen sahneleri, hikayenin akışkanlığına ve doğallığına uygun bir şekilde bir araya getirerek birleştirmektir. Bir filmdeki sahneler arası geçişler ne kadar az hissedilirse, filmin sanki tek oturuşta tek parça olarak çekildiği hissi ne kadar fazla oluşturulursa, editör işini o kadar iyi yapmış demektir. Böylece farklı sahnelerin verdiği farklı bilinçaltı mesajlar arasındaki duygusal keskinliği seyirci hissetmeyecek ve bu yapay rüyadan uyandırılma riski düşecektir. Mesela duygusal bir filmin sonunda seyirciyi ağlatabilme başarısının altında önemli ölçüde edötürlük işlevleri vardır. Çünkü böyle bir sonucu elde edebilmek için seyircide belli bir süre uzunluğunda kesintisiz bir şekilde bazı duyguların aktif edilmesi gerekmektedir. Ancak sinema filminin doğası gereği tek çekime bu kadar uzun bir süre devam edilmesi zordur. Ayrık çekimler başarılı bir şekilde birleştirildiğinde, seyirci filmin daha en başından itibaren bilinçaltında oluşturulan duyguları kesintisiz bir şekilde filmin sonuna kadar yaşadığında ise bu sonuç kendiliğinden gelecektir.

6. Ses ve Müzik: Şimdiye kadar açıkladığımız değerlendirme kriterlerinin hepsi görsel öğeler ile ilgili idi. Görsel öğelere ek olarak ikinci ana kategori ise işitsel öğelerdir. Sesin işitsel olarak bilinçaltını ve duyguları etkileyebilme gücünün yanında en az bunun kadar kritik öneme sahip başka bir etkisi daha vardır. Ses, doğru kullanıldığında filmde gözün gördüğü görselleri daha iyi ve net görebilmesini sağlamakta, hatta gözün dikkatinden kaçan arkaplandaki bazı ögeleri de göze görünür kılmaktadır ve bu ses sayesinde görme durumu, seyircide farkında olmadan bilinçaltı düzeyinde gerçekleşmektedir. Bu tip bir seçici görsellikle, seyircide uyandırılmak istenen duygular sesin doğru kullanılmasıyla kendisine hissettirilmeden aktive edilebilir. Diğer yandan prodüksiyon dizaynı ve sinematografi ile coğrafik, tarihi veya psikolojik bir görsel tablo nasıl oluşturulabiliyorsa, ses ile de ayı şekilde tek başına coğrafik, tarihi ve psikolojik bir akustik tablo oluşturulabilmektedir. Ve bu akustik tabloda seyircinin ne duyduğunu aslında oyuncuların ne duyduğu belirler, yani seyirci, bu yapay rüyada oyuncuların kulaklarıyla işitir. Çok kalabalık ses çeşitlerinin olduğu bir sahnede bile, sahnenin duygusal anlamda etkileyiciliğinin artırılması bakımından bu duyguyla uyumlu olacak şekilde her zaman tek bir ses veya buna eşlik edecek en fazla iki veya üç yardımcı ses baskın olmalıdır. Bu sayıdan fazla baskın çıkan sesler olduğu takdirde duygusal bütünlük bozulacaktır. Bir ortamda her şey sesli ise, gerçek manada ses çıkaran bir şey yok demektir. Müzik, filmin hikayesi boyunca görsel olarak veya oyuncuların diyaloglarıyla aktarılan duyguları tekrar edici veya etkisini artırıcı şekilde değil, bu duyguların bilinçaltında daha derine saplanmasını sağlayacak şekilde duygusal manada ekstralar ekleyici, besleyici şekilde olmalıdır. Mesela örnek olarak hikayede görsellikle ve diyaloglarla oluşturulan bir motivasyon duygusu müzikle beraber motivasyon duygusunu daha fazla artırıcı bir şekilde değil, bunun daha derinden hissedilmesini sağlamak adına başarı duygusu,vs. gibi bu kategorideki diğer yardımcı duyguları uyandıracak şekilde besleyici olarak kullanılmalıdır.

7.  Yönetmenlik: Yönetmen, tüm parçaların birbiri ile sanki tek bir parçaymış gibi uyumlu ve doğal bir şekilde işlemesinden sorumlu kişidir. Seyirci filmi seyrettiğinde, birtakım performansların da ötesinde, ortaya konan orijinal ve bütünleşik bir felsefe, bir vizyon görüyorsa, bu büyük oranda yönetmenin başarısıdır. Kötü yönetilmiş olan bir filmin en büyük göstergelerden biri, filmin belli bir kalıptan çıkmışçasına mekanik hisler uyandırmasıdır. İyi yönetilen bir film, türünün tek örneği hissi vermeye yatkındır. Yani bu durum, el yapımı ve fabrika yapımı arasındaki farka bir nebze benzetilebilir. Fabrika yapımı bir ürün her ne kadar mükemmel kesim hatlarına,v.s sahip olsa da soğuktur. El yapımında ise kişiye özel olma durumunun ortaya çıkardığı sıcaklık ve yakınlık bir şekilde hissedilir. Dolayısıyla filmde seyircilerin her biri kendinden birşeyler buluyorsa, bazı sahnelerin sanki sırf kendisi için çekildiği hissine kapılıyorsa, yönetmenin oldukça başarılı bir iş çıkardığı söylenebilir.

Görüldüğü üzere sinemada gözün dikkat edip görmediği ufak veya belirsiz nesnelerden dikkat çekmeyen seslere ve müziklere kadar hiçbir şey tesadüfi ve rastgele bir şekilde dizayn edilmemiştir. Tüm unsurlar, belli hedef doğrultusunda birbiri ile koordineli bir şekilde çalışarak seyircinin bilinçaltına bu hedefteki duyguları ekmeye çalışır. Bu bağlamda, sinema yoluyla bir milletin tüm fertleri, istenildiği takdirde depresyona sokulabilir, uyuşturulabilir, pasifize edilebilir. Devletler, çıkarları doğrultusunda hedeflerindeki ülke milletlerini bu yolla psikolojik ve sosyolojik olarak istedikleri kıvama getirerek yönetimlerini kendi istedikleri kararları aldırmaya zorlayabilir. Milletimizin, özellikle içinde yabancı parmağı olan yapıtları izlerken bu durumlara dikkat etmesi faydalı olabilir. Dolayısıyla bir filmi izlerken, aynı zamanda da yukarda maddeler halinde bahsettiğimiz film eleştirmenliği analiz yöntemlerinin de akılda tutulması, verilmek istenen mesajın daha net bir şekilde ortaya çıkarılabilmesi açısından fayda sağlayabilir.

Muhafız dizisi örneğine geri dönüldüğünde ise, yukarıdaki yedi maddenin öneminin, esas olarak dizi hakkında tüm dünyadan farklı ülke vatandaşlarının değerlendirme yorumları yaptığı dizinin IMDB sayfasında daha net ortaya çıktığı görülecektir: https://www.imdb.com/title/tt7668518/reviews?ref_=tt_urv
Yorumları incelemeye geçmeden önce de şu ön bilgiyi aklımızda tutalım: Yayınlandığı ilk günün akşamında 10 üzerinden 9.3 puanla listelenen dizinin puanı şu an itibarıyla 8.0 puana gerilemiş durumda.

Dizi, oldukça yüksek bir beğeni oranına sahipmiş gibi görünmektedir, ancak yorumlar ayrıntılı incelenmeye başlandığında farkına varılacaktır ki, diziyi senaryo, oyunculuk, prodüksiyon dizaynı, sinematografi,vs. bazında analitik olarak değerlendiren uluslararası yorumcuların büyük bir çoğunluğu diziye ya düşük ya da ortalama puan vermiştir. Yüksek puan verenlerin büyük çoğunluğu Türk izleyicilerdir ve yorumlarına bakıldığında da bir kısmının daha diziyi bitirmeden tam puan verdiği, bir kısmının da dizideki oyuncuların güzelliğini, yakışıklılığını, İstanbul manzaralarının güzelliğini öne çıkardığı; yani aslında yapılan işi değerlendirmediği, sadece duygusal yorum yaptığı gözlemlenecektir. Diğer yandan çok yüksek puan veren Türk izleyicilerin önemli bir kısmının IMDB’ye son üç ay içinde üye olduğu ve sadece bu diziye puan vermiş olduğu, yani aslında sırf diziye destek olmak için yorum yaptığı durumu ortaya çıkmaktadır.

Yapılan işin kalitesi, analitik olarak değerlendirildiğinde 10 üzerinden ortalama ve vasat bir puan olan 5.0 civarında gezinirken Türk izleyicisinin durumu duygusal olarak değerlendirip dizinin puanını 9.3’lere çıkaracak kadar diziye sahip çıkması aslında bizim için oldukça güzel bir sonuçtur. Bu durum insanımızın uluslararası platformda, kalitesi düşük de olsa Türk yapımı olduğuna inandığı bir esere yoğun bir şekilde sahip çıktığının göstergesidir. Altını çizmek istediğimiz bir diğer nokta da bu makalenin yazılış amacının bir Türk yapımını durup dururken eleştirmek olmadığıdır. Yönetmeninden oyuncularına, sinematografından sesçisine,vs. tüm set ekibinin Türkiye’yi uluslararası arenada en iyi şekilde temsil etmesini, bu amaçla hareket eden herkesin en iyi yerlere gelmesini gönülden isteriz. Bizim dikkat çekmek itediğimiz husus, bu işe bulaşan yabancı parmakların perde arkasındaki niyetleri ve toplum bazında oluşturacakları potansiyel tehlikelerdir.

Peki Türk izleyicisinin, Türk yapımı olduğuna inandığı bir esere bu kadar kuvvetli hislerle sahip çıkması, bu adamlar için tahmin edilebilir bir durum mudur ve bu durum bunların nasıl işine yarayabilir? Bu adamlar bu durumu, nasıl kendi lehlerine çevirebilir? Kitlelerin bilinçaltına, kendi kurguladıkları Türklüğü, gerçek Türklük gibi algılatarak...Eğer Türklük hissi, Türk milletinde giderek artan bir şekilde ortaya çıkıyorsa ve bu durum sinema filmlerine kadar sirayet ettiyse o zaman bu yönelim, yazımızın başında “Türk Süpermeni” örneği açıklamasındaki gibi oluşumun içi ve çekirdeği kendi kontrollerinde, sadece dış görünüşü Türklük görünümünde olacak şekilde dizayn edilmelidir.

Kalpleri Türklük için, Türk Devleti ve Milleti için atanların tüm uluslararası platformlarda, tüm sahalarda en yüksek yerlere gelmesi dileği ile...

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” ��" Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Yasin Murat Yiğit


 








Bu haber 6,683 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    11,355 µs