En Sıcak Konular

İstanbul'un Divaneleri

4 Eylül 2016 08:56 tsi
İstanbul'un Divaneleri İstanbul'un divaneleri" tek kitapta birleşti

"İstanbul'un divaneleri" tek kitapta birleşti

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre Kültür AŞ, velilikle delilik arasında konumlandırılan, yaşamış oldukları yerin kimine göre manevi koruyucuları, çoğu zaman hürmet edilen, hikayeler ve menkıbelerde nesilden nesle anlatılan, divanelerini tek kitapta topladı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre Kültür AŞ, velilikle delilik arasında konumlandırılan, yaşamış oldukları yerin kimine göre manevi koruyucuları kimilerine göre ise maskotları sayılan, kimi zaman ilişmekten korkulan, çoğu zaman hürmet edilen, hikayeler ve menkıbelerde nesilden nesle anlatılan, toplum mozaiğinin olmazsa olmazı divanelerini tek kitapta bir araya getirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre Kültür AŞ, velilikle delilik arasında konumlandırılan, yaşamış oldukları yerin kimine göre manevi koruyucuları kimilerine göre ise maskotları sayılan, kimi zaman ilişmekten korkulan, çoğu zaman hürmet edilen, hikayeler ve menkıbelerde nesilden nesle anlatılan, toplum mozaiğinin olmazsa olmazı divanelerini tek kitapta bir araya getirdi.

"Divane, meczub, mecnun, behlül" gibi sıfatlarla anılan, tavırları ve sözleri sebebiyle akıllarının perdelendiği veya ilahi bir çekime kapıldıkları düşünülen, İstanbulluların hafızasında yer etmiş 100 isim, İstanbul’un 100’leri serisinin 77’inci kitabı olarak okuyucuyla buluştu.

"İstanbul'un 100 Divanesi" adıyla yayımlanan kitap, Yrd. Doç. Dr. Nurullah Koltaş tarafından kaleme alındı. Başta Evliya Çelebi olmak üzere pek çok hatırat ve tabakattan yararlanılarak hazırlanan kitapta, 1400 ile 1900’ yılları arasındaki divanelerin izini sürmek mümkün.

"Tam akîl olamaz câkillar / Almayınca deliden uslu haber"

Kimi toplumlarda içlerine kötü ruhların girdiği düşünülerek türlü eziyetlere maruz bırakılan divanelerin, Türk toplumunda bir talih vesilesi olarak görüldüğüne vurgu yapılan kitapta, divanelerin hoşça selamını alan Pazarola Hasan Bey’in kendini bahtiyar ve özel hissetmesi, Yenişehirli Avni'nin umuma saklı hususlarda onların malumatına başvurması gibi toplumun divanelere bakışını gösterene önemli bilgiler yer alıyor.

Kitapta ayrıca, divane ve meczublara ilişmenin hoş karşılanmayan bir durum olduğu belirtilmiş. Hürmetle karışık bir çekinme nedeniyle, özellikle çocuklara onlara eziyet etmemeleri tembihlendiği, yetişkinlerin ise onların talep ettikleri şeyleri imkanları dahilinde yerine getirmeye çalıştığı, bu kişilerin sözlerinin, "Divane sözüdür" diyerek, yabana atılmadığı rivayetlerle anlatılmış.

Eserde, insanların divanelere karşı ölçülü davranışlarının bir diğer sebebi olarak, hallerinin karşı tarafa aktarılacağından kaynaklanan bir çekince olduğu ifade ediliyor. Halk arasında, "Hal giydirme" adı verilen aktarımla, meczub ya da divanenin halinin ansızın karşı tarafa ulaştığı konusunda birçok menkıbeden örnekler veriliyor.

"İstanbul’un 100 Divanesi" kitabıyla, ibretlik hikayeleriyle bugüne kadar gelen "cezbe" kişilikleri genç nesillere aktararak, onların seyirlerine ilişkin ipuçları sunulması amaçlanıyor.

Horos (Horoz) Mehmed Dede

İstanbul’un Fethi sırasında orduda, dikkat çeken meczûb erlerden birisi olan bu zât büyük bir manevî şevk kaynağı olmuştur.

Horos Mehmed Dede’nin fetihten önce Fatih Sultan Mehmed’in himmet rica ettiği ve içlerinde Akşemseddîn, Molla Gürânî, Emîr Buharî, Molla Fenârî’nin bulunduğu Allah dostu yetmiş yedi ulu sultandan birisi olduğu rivayet edilir.

Cebe Ali (Cibâlikapı)

İstanbul’un fethinin en hararetli zamanlarında Cebe Ali, maiyetindeki üç yüz civarında dervişle birlikte Tershane bahçesi önünde denize postlarını sererler ve zikre başlarlar. Kale üzerinden kudüm ve def sesleri arasında piyade ve postnişinleri gören Bizans askerleri, işittikleri sesler ve tanık oldukları manzara karşısında korkudan akıllarını yitirecek duruma gelirler. Cebe Ali ve erenleri daha sonra Cibali Kapısı yönünden kuşatmaya katılırlar. Bu kuşatmasının anısına buraya Cibâlikapısı adı verilir.

KIRBASINDAKİ SUYU GÖRENLER İNANMADI

Zuhurat Baba

Bakırköy’de, kendi adıyla anılan muhitte metfûn olan Zuhurat Baba, İstanbul’un fethinin renkli simalarından birisidir. Osmanlı askerlerinin kullandığı su kaynaklarının Bizanslılarca zehirlenmesi üzerine bir su kıtlığı baş gösterir. Bu esnada aksakallı bir koca yiğit, sırtında bir su kırbasıyla zuhur eder ve askerin susuzluğunu giderir. Fetih neticesinde şehitler arasında Zuhurat Baba’nın da olduğu görülür.

GEMİCİLERİN KLAVUZU

Durmuş Dede

Rumeli Hisarı civarını mesken tutan Durmuş Dede, özellikle gemiciler tarafından çokça ziyaret edilen bir zâttır.

Gemiciler sefere çıkmadan önce onun sözlerine hayli önem verirler, hangi yöne gitmelerinin hayırlı ve bereketli olacağını ona sorarlar. Bu yüzden de bir sefere çıkacak olan ya da seferden dönen gemiciler ona uğrayıp bir at tasadduk ederler.

50 YIL KALDIRIMDA OTURDU

Mulakkab Osman Çelebi

Meczûbların ulularından Saçlı Mehmed Efendi’nin mürîdi olan Osman Çelebi 16. yüzyılda Sultan Murad zamanında yaşamıştır. Aksaray Karakolu bitişiğinde bir kaldırımın üzerinde başı çıplak ve üzerinde bir kebe (aba), elli yıldan fazla bir süre oturduğu rivayet edilir.

ÇEVRECİ DEDE

Aşûm Dede

16. yüzyılda Saraçhanebaşı’nda yaşayan Aşûm Dede, hep susku içre dolaşan bir zâttır. Bir çevre gönüllüsü gibi caddelere yuvarlanan ve işe yaramayan taşları kaldırarak yolları temiz tutmayı adet haline getirmiştir. Divâneliğin kimi durumlarda hırpaniliği çağrıştırmasına karşın Aşûm Dede gibi bu algıyı boşa çıkaran birçok örnek bulunmaktadır. Bazıları mesken tuttukları muhiti manen koruma görevi üstlenirken bazıları da titizlikleriyle öne çıkar ve yaşadıkları yeri bir gülistana dönüştürür.

ÇİVİLİ KAVUKTA 40 YIL

Taşçı Delisi

16. yüzyılın divânelerinden olan Taşçı Delisi, Edirnekapı dışında bulunan Mezarcılar Tekkesi’nin duvarına birkaç taş dayadıktan sonra şiltesine elli ya da altmış gram ağırlığında kırk kadar çivi döşer ve gün batımının ardından o deliğe sokulur. Bedeninin yarısı dışarı sarkacak biçimde çivilerin üzerinde uyur. Bu kovukta kırk yılı aşkın bir süre gecelediği rivayet edilmektedir.

ÖMRÜNDE KESER VURMAMIŞ NALINCI ÜSTADI

Nalıncı Memi Dede

Evliya Çelebi’ye göre meczûbların serçeşmesi olan Nalıncı Memi Dede, küçük bir dükkanda nalıncılık yapmaktadır. Ömründe hiç keser vurmadığı halde nalıncı üstadı olur.

Gark olduğu cezbe halinden olsa gerek, yaz kış demeden nalınla gezer. Vefat ettiği gece, Sultan III. Murad’ın rüyasına girerek cenazesinin Fatih Camiî’nde kılınmasını, kendi evinde defnedilmesini ve üzerine bir kubbe, bir tekke ve bir çeşme inşa edilmesini ister.

Rivayete göre cenazeye İstanbul halkının büyük bölümü iştirak eder; öyle ki cenaze öğle namazından akşam namazına kadar baş üstünde güçlükle defnedileceği yere ulaşır.

7 GÜNDE ALINDI 7 GÜNDE VERİLDİ

Yetmiş Guruş Dede

Sultan 4. Murad Han’a Revan’ı yedi günde fethedeceğini, ancak yedi gün sonra tekrar vereceğini söyleyen Yetmiş Guruş Dede’nin bu keşfi, Sultan’ın Revan’ı yedi gün süren bir kuşatmanın arından fethedişi ve yedi gün sonra Revan’ın İranlıların eline geçişiyle tahakkuk eder.


YANAN FIRINDAN ÇIKIP DENİZDE KAYBOLDU, TİMSAHIN ÜZERİNDE BULUNDU

Kapânî Deli Sefer Dede

Unkapanı civarında yaşamış olan Sefer Dede, anlaşılan o ki celâl hâlinin galip olduğu bir vakit Ekmekçi Alî Efendî’nin alev alev yanan fırınına girer ve orada sükûn bulur. Sanki hiç bir şey olmamış gibi fırından çıkıp yaklaşık yüz kişiyle vedalaştıktan sonra Unkapanı’ndan denize dalarak gözden kaybolur.

Aradan yedi sene geçer. Bir gün Cezayir’den gelen Kara Hoca ve Ali Peçenoğlu’nun kalyonları İstanbul’a eriştiğinde, yanlarında Sefer Dede’nin olduğu görülür. Kara Hoca ve Alî Peçenzâde’nin maiyetindekiler, yedi sene önce Sefer Dede’nin Okyanusta, Sebte (Cebelitarık) Boğazı dışında bir timsahın üzerinde olduğu halde gemilerine yaklaştığını ve onu gemiye aldıklarını söylerler.

TABUTLARIN ARKASINDAN “YUH” DİYE BAĞIRAN DEDE

Yuh Baba

Rivayete göre, Yuh Baba defnedilmek üzere omuzlarda taşınan bazı tabutların ardından “Yuh” diye seslenmektedir. Bu yüzden de “Yuh Baba” olarak anılmaya başlar.  Yuh Baba vefat ettikten sonra defnedilmek üzere tabutu götürülürken, onun hayattayken tabutların ardından “Yuh” demesinden hoşlanmayan bir komşusu “Yuh” diye ünler. Yuh Baba da içinde bulunduğu tabuttan doğrulup, “Eğer ben de dünyada Yaradan’dan bihaber yaşadımsa, bana da yuh!” der ve tekrar tabutuna uzanır.

HİÇ GÖRMEDİĞİ İNSANLARA İSMİYLE HİTAP EDERMİŞ

Boynuzlu Divâne Ahmed Çelebi

Divâne Ahmed Dede’ye “boynuzlu” denmesinin nedeni, koynunda koyun, keçi, sığır, ceylan vb. hayvanlara ait muhtelif ebatlarda boynuz taşımasıdır.

Gündüzleri Kasımpaşa Köprüsü üzerine oturup gelene geçene, “Şalla (İnşallah?) Kâbe’ye gidesin Ahmed çebu, Şalla Kâbe’ye gidesin Mehmed çebu” der durur. Daha önce hiç görmediği bir kişiye bile, ona ismiyle seslenir: “Filanca çebu!” Öyle ki yıllar önce oradan geçmiş olan bir kişiyi görse “Hoşgeldin filanca kadının oğlu filan çebu” demek suretiyle onu selamladığına şahit olunmuştur.

60 YIL KONUŞMAMIŞ
 
Kâğid ( Kâğiz) Delisi

Laleli ile Beyazıt arasında gidip gelirken, yolda bulduğu kağıtları duvarların oyuklarına sıkıştırmakla meşgul olmuştur Kağıd Delisi. Altmış yılı aşkın bir süre hiç konuşmadığı söylenir.

BUZUN ÜZERİNDE BİLE TERLEYEN DÎVÂNE

Tabak Dîvânesi

16. yüzyıl divânelerinden olan Tabak Dîvânesi, yaz kış demeden üryân gezermiş. İstanbul’un buz kesen kış günlerinde, Okmeydanı’nda yağan karın üzerine yatar ve sanki soğuk değilmişçesine al yanaklarından ter damlaları süzülürmüş.

SİVRİ KÜLÂH, YÜKSEK NALINLAR

Deli Salih

1850’lerde yaşamış olan “Deli Salih”, devrin meşhur meczûblarındandır. Sivri bir külah ve yüksek nalınlar giyermiş. Elinde sürekli taşıdığı fenerle sürekli bir şeye sövüp sokak be sokak dolanırmış. Bu ağır sözlerine karşın halk onu mazur görürmüş. Öyle ki rivayete göre sokakta ona rastlayıp sözlerini işiten bazı saf hanımlar, derhal evlerine dönüp onun namına afv ü mağfiret dilermiş.

SADÂSIYLA KALPLERİ ÜRPERTİRDİ

Şeyh Ferid Efendi

20. yüzyılın divânelerinden olan Ferid Efendi, sadâsıyla kalpleri ürpertip titreten bir zâttır. İlahî cezbeye tutulan diğer zevât gibi Şeyh Ferid Efendi de üzerinde bir aba ya da bir entariyle dolaşır. Sevenleri maddi yardımda bulunduklarında, ona verilen şeyi kendine ayırmak yerine dağıtacak birilerini arar.

KERÂMET SAHİBİ BEYLERBEYLİ

Atâ Efendi

Sultan II. Abdülhamid Han devrinde Beylerbeyinde yaşamış olan Atâ Efendi, heybetli yapısının yanı sıra yüzünü kaplayan sakalı ve alnına dökülen kakülleriyle harabatî bir şahsiyettir. Atâ Efendi, dört mevsim başında bir keçe külah, sırtında bir abayla dolaşır. Cezbenin hararetinden olsa gerek kışın dondurucu soğuğunda bile denize girer. İstavroz’da bir kulübede yaşayan Atâ Efendi’nin büyük kerâmet sahibi olduğuna inanılır.
 A.A



Bu haber 5,546 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,084 µs