En Sıcak Konular

Göksel Tefekkürler

27 Mart 2016 19:29 tsi
Göksel Tefekkürler Göksel Tefekkürler

 Göksel Tefekkürler

  
Bu tefekkürümüzde; Dünyaya ait olan unutulmuş tarih üzerinden bakıp, günümüz ve yakın geleceğimizi görmeye çalışacağız...

Önce konuya temel olması adına, Kuran'dan bazı önemli ayetlerin meallerini okuyalım...

UZAYDA YAŞAM'IN DELİLİ AYETLER    
   
ŞURA 29- Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının delillerindendir. O, dilediği zaman, onları bir araya getirmeye de  gücü yetendir.

ZARİYAT 7- Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki

VAKIA 75-76- (75-76) Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.

HAKKA 38,39- (38-40) Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği)  sözüdür. 

GÜNEŞ SİSTEMİMİZDE YAŞAYAN CİN/ŞEYTAN/MELEKLER İLE İLGİLİ AYETLER   

CİNN 8- “Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk.”

CİNN 9- “Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa,  kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.”

CİNN 10- Gökyüzünün bekçi ve alevlerle dolmasıyla biz; yeryüzündeki kişilere fenalık erişmesi mi istenildi, yoksa Rableri onlara doğru yolu buldurmayı  mı diledi bilmiyoruz.

CİNN 11-“Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz.” 

MULK 3- O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?

MULK 5- Ve andolsun ki, biz en yakın olan dünya göğünü ışıklarla bezedik, bu yıldızları ilâhî haberleri çalmaya çalışan şeytanlara atış taneleri yaptık ve  yine o şeytanları yakıp kavuracak bir azap da hazırladık.

SAFFAT 6- Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.

SAFFAT 7- Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.

SAFFAT 8,9- (8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için  sürekli bir azap da vardır.

SAFFAT 10- Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).

SAFFAT 11-(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: “Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı?" Şüphesiz biz  onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

 Kuran'da açıkça görülüyor ki,bizim şimdiki teknolojimiz ile yeni yeni anlaşılan bir şeyler var,sanki geçmişte bir şeyler yaşanmış...

 Dünyanın en bilinen ve Hindistan'ın en önemli iki destanından olan Ramayana, 24.000 beyitin oluşturduğu yedi bölümü içerir. Ne zaman yazıldığı hakkında kesin bir bilgi yoktur; ancak MÖ 4. yüzyılla MS 2. yüzyıl arasında bir zaman diliminde yazıldığına dair yorumlar yapılmaktadır.

Ramayana'nın öyküsü kısaca şöyledir: Kuzey Hindistan'daki Ayodhya'nın Kralı Dasaratha'nın oğlu Rama olarak enkarne olan Vişnu, Sita ile evlidir. Rama'nın savaştığı Titanlar'ın ve 'Asuralar’ın başkanı olan Ravana, Sita'yı Lanka adasına (bugünkü Seylan) kaçırır. Rama, yardımcısı maymun(Kişisel yorumum: Kur’an’da maymuna çevrilen ırklardan biri mi?-Araf 166; Ne zaman ki, yasaklandıkları şeylerden ötürü öfkelenip başka aşırılıklar yapmaya başladılar, onlara şöyle dedik: "Aşağılık, maskara maymunlar olun!") Hanuman ve askerleri ile birlikte harekete geçerek, Lanka'ya hava saldırısı düzenler. Rama, göklerde savaşarak Ravana ile göksel arabalarda çarpışır ve öldürücü füzelerle Ravana'yı mağlup ederek Sita'yı kurtarır. Hep birlikte Ayodhya'ya dönerler ve görkemli bir Altın Çağ'da hüküm sürerler.
 


Romesh Dutt'un nazım halindeki çevirisinde (Ramayana, Dent, 1950) Ravana'nın Sita'yı vimanasına zorla götürerek nasıl kaçırdığı şu dizelerle anlatılmaktadır:
«... Zavallı ve çaresiz bayanı kaldırdı.

Onu, hızdan kanatları olan gücün çektiği göksel arabasına oturttu.

Şekli ve parlaklığı altından, Indra'nın göksel küheylânı gibi çevikti.
... Sonra Göksel Araba tepelerin ve ağaçlı vadilerin üzerinden yükseldi.»

Kişisel yorumum: Tevrat’ta düşmüş cinlerin insan kızlarından beğendiklerini kendilerine eş aldıkları anlatılır. Buradaki anlatıma uyuyor…
   



Zavallı Sita, gökyüzünde yükselirken yardım etmesi için Doğa'ya (Kişisel yorumum: Allah’a dua eder manasında…)seslenir. Vimana giderek yukarılara tırmanır ve  Sita'nın altında heybetli dağ sıraları uzanmaya başlar:

«Kule gibi yükselen zirveler ve yüce dağlar, ağaçlı tepeler, ulu ve yüksek; gök mavisi göğe doğru kabaran, ötelere uzanan kasvetli sıradağlar.»


Kişisel yorumum: Titanların lideri, yaklaşık 2200km.lik mesafeyi uçan aracıyla hızla kat eder…

Sadık bir dost olan Jatayu yardıma koşar. Büyük bir kuş şekline bürünmüş olarak "ya da 'büyük bir kuş şeklindeki bir aracın' içine girerek" uçup gelir. Bir hava savaşı olur. Jatayu, Ravana'nın kudretli vimanasıyla boy ölçüşecek güçte değildir. Birkaç yiğitçe burun buruna hücumdan sonra, yenik düşerek kanlar içinde yere çakılır.
 


Ravana Sita'yı Seylan'daki kalesine hapseder. Büyük bir ordunun başına geçen Rama, Göksel Hiyerarşilerin Varlıklarından (Kişisel yorumum: Melek ordularından, Allah’ın izniyle)yardım görerek bir hava saldırısı düzenler:

«Cesur Matali, Güneş ışınlarını andıran küheylânların çektiği arabayı sürer, Sadık ve âdil Rama'nın düşmanını ölümlü kavgada aradığı yerde. Yüce Rama'ya parıldayan zırhlar ve göksel silahlar verdi,

Doğrular çabaladıkları ve savaştıkları zaman, Tanrılar sadık ve cesur [olanlara] yardım ederler          

'Bu arabayı al!' dedi Matali, 'Yardım eden Tanrılar'ın sana sağladığı 'Rama, bu göksel küheylânları al, Indra'nın altın arabasına bin.'»

Kişisel yorumum: Matali, Allah tarafından izinle göderilen Mikail a.s. olabilir mi?
 


Rama ve Ravana vimanaları içinde karşı karşıya gelerek epik bir düelloya girişirler:
«Sonucu şüpheli savaş hâlâ daha sürüyordu, ta ki öfkelenen Rama; Göksel ateşle alev alev olan , Brahma'nın öldürücü silahını kullanana kadar, Azize Agostya'nın kahramanına verdiği bu silah, Indra'nın yıldırım oku gibi kanatlı, gökten gelen şimşek gibi ölümcül. Dumanla ve alevli parıltılarla kaplı [bir halde], Dairevî Yay'dan hızla fırlayarak Ravana'nın demirden kalbini delip geçti, cansız kahramanı aşağıya düşürdü.»

Kişisel yorumum: Allah’ın izniyle, başmeleklerin yardımıyla yeni silahlarına kavuşan Rama, kanatlı yıldırımlı alev alev olan füzesini,dairevi yay denen namludan ateşleyerek,titan Ravana’nın zırhlı kalbini deler ve onu öldürür.

Bu vimanaları uçuş halinde tasvir eden oldukça anlamlı dizelere de rastlamaktayız:
«Ravana'nın kanatlı izleri, kıpkırmızı bir ateş gibi alev alev yanarak uçtu.» Daha sonra da Rama, Ravana'ya hücum ederken şunları söyler:

«Ravana'nın kudretli vimanası, ateş gibi alev alev yanarak bana doğru geliyor.»

Kişisel yorumum:  Uçarken; atmosferde arkasında iz bırakan jetlere ne kadar çok benziyor. Alevden dolayı yakıtın atmosferdeki gazlarla birleşmesinden ortaya çıkan jet dumanını tarif ediyor. Mayalar da tanrılarını ‘tüylü yılan’ diye çağırılardı. Uçarken arkasından çıkan izleri yılana, beyaz olduğu için de tüylere benzetirlerdi. Ayrıca tüy; uçabilmenin bir göstergesi olmalı…

Artık görevi tamamlanan Rama, Ayodhya'ya dönecektir. Yandaşlarından Vibişna'ya, bir gün içerisinde Ayodhya'ya nasıl gidebileceğini sorar. Vibişna şu yanıtı verir:«Sana Puşpaka Vimana'yı vereceğim. [Puşpaka Vimana] bir samanlar Kuvera'nındı; daha sonra Ravana kendisine tahsis etti. Seni, arzu edeceğin herhangi bir süre içersinde Ayodhya'ya geri götürecektir.»
 



Manatha Nath Dutt'un çevirisini yaptığı Ramayana'da (Calcutta, Elysium Press, 1891) bu bölüm şöyle anlatılmaktadır:

Güneş'i andıran... Puşpaka Vimana...; 'isteğe uygun olarak' her yere giden o mükemmel hava arabası senin için hazırdır. Gökteki parlak bir bulutu andıran o araba Lanka kentindedir.»

Rama, Puşpaka Vimana'nın hemen getirilmesini emreder.
«Bunun üzerine, her yanı altınla süslenmiş olan, güzel üst odaları, sancakları, mücevherlerle bezenmiş pencereleri bulunan ve melodili bir ses çıkaran, büyük odaları ve mükemmel oturma yerleri bulunan araba geldi.

«'İrade gücüyle' gelen arabayı gören Rama hayretler içersinde kaldı. Ve kral [Rama] içeriye girdi ve o mükemmel araba, Raghira'nın 'emriyle' atmosferin yukarılarına yükseldi. Ve isteğe uygun olarak seyreden o arabadan Rama çok hoşnut kaldı.»
Kişisel yorumum: Nahl 79; “Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları gökte ancak Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır”
 
Allah’ın verdiği irade gücüyle kontrol edilebilen, melodili ses çıkaran, isteğe uygun her yere giden uçan araba… Ve Meleklerden hediye olarak veriliyor… Allah’ın izniyle; meleklerin o günlerdeki yaşantılarına yeni bir gözle bakmamızda fayda var. Melek varlıklarının,insanlara yardım etmeleri yeni bir bilgi değil elbette,bu yardımlarının günümüz teknolojisi ile daha anlaşılabilir olması da işimizi kolaylaştıracak. Her ne kadar bu anlatılanlara efsane/mit de desek; “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” sözünü hatırlatıyorum ve aynı hikayelerin dünyanın değişik yerlerinde, kahramanlarının ismi değişerek yazıldığını ve aktarıldığının altını çiziyorum. Atalarımız; Nuh tufanı öncesi, melek varlıklarının yardımını aldılar, bazı haddini aşan topluluklar da cin varlıklarının onları azdırmasıyla kibirlendiler ve Allah’a isyan ettiler. Büyük savaşlar ve yıkımlar yaşandı. Bu yaşanan savaşlar; Allah’ın,hem insanları hem de cinleri imtihan etmesiydi.Netice de her iki ırk ta Allah’ın kuluydu. Zariyat 56;” Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

Yaratılan bu iki ırk; kendilerinden önce yaratılmış olan melek varlıklarının da Allah’ın izniyle yaptığı çeşitli müdahalelerine uğradı. Burası çok önemli; Melek varlıkları hem insanları hem cinleri, Allah’ın izniyle test etti. İmtihanı veren Allah, emir kulu olan melekler uygulayıcı. Görevleri esnasında, iyi olan imanlı kulları her daim korudular hatta onlara Allah’ın yüce ilminden aktardılar…

Mitolojiye devam;

 Uzun bir uçuştan sonra vimana yere konar ve sonra Rama'nın kendisi kontrolü ele alır:
«O mükemmel araba, sonra Rama tarafından kumanda edilerek, muazzam bir gürültü ile Sema'da yükseldi. Ve Rama, her yandan aşağıya bakarak Sita'ya seslendi.»
Puşpaka Vimana'ya kendisiyle birlikte bütün bir orduyu ve yandaşlarını da alan Rama, Ayodhya yönünde yola koyulur. Uçarlarken, Ravana'ya karşı düzenlediği sefer sırasında geçmiş olduğu/çeşitli yerleri Sita'ya gösterir. Lanka'nın kuzey surlarının üzerinden geçerlerken, Ravana'nın en sonunda düşmüş olduğu noktaya da işaret eder. Dağların ve ormanların üzerlerinden uçarlar. Yolda, önce Kiskinda'ya, sonra da ermiş Bharadwaj'ın aşramına inerler. En sonunda da Ayodhya'ya varırlar. Böylece, ta Lanka'dan (Seylan) Hindistan'ın Kuzeyi'ne kadar tüm Hindistan'ı boydan boya aşarak uçmuş olmaktadırlar ki, bu oldukça uzun bir mesafedir;Yaklaşık 2200 km.

«Mu'nun Çocuklarında Churchward'ın yaptığı çevirideki şekliyle, Puşpaka Vimana'nın güzel bir tarifi vardır:«Gün ağardığında, Rama, Puşpaka'nın Vivpişand ile kendisine gönderdiği Göksel Araba'yı alarak, ayrılmaya hazırlandı. Araba kendiliğinden sevk oluyordu. Büyüktü ve güzelce boyanmıştı. iki katlıydı ve pencereleri olan birçok odası vardı ve bayraklar ve sancaklar ile kaplanmıştı. Havadaki yolu üzerinde seyrettikçe, melodili bir ses çıkarıyordu.»


Bahavabhuti'nin 8. Yüzyıl'da yazdığı Mahavira'da da «Puşpaka Vimana» hakkında şu satırlar geçmektedir:«Bir hava arabası olan 'Puşpaka,' kadim başkent Ayodhya'ya birçok kişiyi taşır. Gökyüzü; gece gibi karanlık olan, fakat sarımsı bir parlaklık veren ışıklarla seçilen devasa uçan makinelerle doludur.»


Kişisel yorumum: Ramayana; UFOlar(!)’dan ne kadar zengin… Hindular; cin varlıklarının çok etkisinde kalmışlar ancak, bir olumlu katkıları var; tasvirleri çok gerçekçi, ikna edici. Ayrıntılı bir biçimde gökyüzünde yapılan hava savaşları anlatılıyor, bu savaşlarda meleklerden yardım alan insan gruplarının hava araçlarıyla, cinlerin-titanların hava ordularına karşı mücadelesi en ince detayına kadar mevcut… Bu noktada nasıl oluyor da,kafirler; Bu destanlara bakarak Allah’ın varlığını birliğini inkar ediyorlar anlamak çok güç. Hepsini; O’nun yarattığı varlıklar arasında olan bir savaş var, bu savaşta Allah’ın ilminden nasibi kadarını alan kulların ürettiği makineler veya organik/enerjisel araçlar var. Her şey bana O’nu çağrıştırıyor ve O’na karşı hayranlık uyandırıyor. Bu noktada ateist veya UFOcuları anlamam mümkün değil. Bu olaylar o kadar güzel ve ayrıntılı olarak her kültürde anlatılıyor ki, üstüne de en son ve en değişmez kaynak Kur’an’ı okuyunca her şey yerli yerine oturuyor…’Oku!’ maya devam…


'Mahabharata Destanı'nda Vimana Araçları:


Protap Chandra Roy'un Mahabharata destanından yaptığı çeviride (Caîcutta, Bharata Press, 1889), vimanaların güzelliğine ve ışıldamasına sık sık değinildiğini görmekteyiz:
«Işıyan vimana şiddetli bir parıltı çıkardı.»     

  «Tam teçhizatlı vimana parıl parıl parlıyordu.»                                                  

«Yola koyulduğunda, kükreyişi dört bir yanı kapladı.»                                  

«Güzelim göksel araba, ateşin ışımasına sahipti.»                                        

«Bhima, gürültüsü gök gürültüsünün kükreyişine benzeyen, Güneş gibi ışık saçan vimanasına binmiş gidiyor.»                                                                     

«Sanki gök kubbede iki Güneş var gibiydi. O, göğe doğru yükseldiğinde tüm gökyüzü alev alevdi.»                                                                                                 

«Yaz gecesindeki bir alev gibi, kudretli bir ışıma ile ışık saçıyor.»  

«Gökyüzündeki bir kuyrukluyıldız gibi.»        

«Kudretli bir bulutla çevrelenmiş bir meteor gibi.» 

«Güneş Işınından küheylânlarla çekiliyordu.»                                                

«Kanatlı şimşek ile sevkediliyordu.» 
                                                              
 



Kişisel yorumum: Bariz bir biçimde,ışıklar saçarak uçan araçların tasviri yapılıyor.Kuşku götürmeyen teknik detaylara devam ediyoruz…
 Mahabharata'nın aynı çevirisinin «Samsaptakabadha» adlı bölümünde şöyle denilmektedir :

 «Cukra, tüm Yeryüzü'nün göklerinde ve denizlerin üzerinde uçabilmesine rağmen, Militha'ya yürüyerek gitti.»

 Aynı kahraman, daha sonra, ilginç bir uçuş yapar:

«Kailasa Dağları'nın bağrından yükselerek gökyüzüne doğru süzüldü. Yukarı atmosferi kat etmeye muktedir olarak, kendisini rüzgâr ile özdeşleştirdi. Gökyüzünden rüzgârın ya da 'düşüncenin' hızı ile geçerken, tüm yaratıklar gözlerini ona diktiler. İlerlerlerken, sanki yukarı atmosferin tümünü her yere yayılan bir sesle dolduruyordu. Aşağıdaki bütün kabileler, onun bu tarzdaki gelişini görerek hayretler içersinde kaldılar ve gözleri fal taşı gibi açıldı. Cukra, sonra, Malaya Dağlarına doğru ilerledi. Gök Kubbenin, rüzgârlar bölgesinin yukarısında [yukarı stratosferde] kalan kısmında seyretti.»

Bu destanlarda, ayrıca, göksel arabalar ya da vimanalar ile bildiğimiz savaş arabaları ya da atlar tarafından çekilen arabalar birbiriyle hiç karıştırılmamaktadır. Sanskrit dilinde bu iki farklı araç arasında yapılan ayrım, kendi edebiyatımızda at arabası ile uçaklar arasında yapılan ayrım kadar kesin ve açıktır. Bunun güzel bir örneğine, gene, bir savaş arabasını anlatırken, güzelliğini ve işleyişini tasvir edebilmek için bir vimanayla kıyaslayan «Samsaptakabadha» da rastlıyoruz:
«O savaş arabası, o beyaz atlar tarafından çekilerek savaşa girdiğinde, aynen gökyüzü boyunca seyreden bir göksel araba gibi, son derece görkemli görünüyordu. Ve Cukra'nın göksel arabası gibi bu savaş arabası da dairevî bir yol izleyebilir ya da ileriye, geriye doğru gidebilir ve muhtelif hareket şekillerini [uygulayabilirdi].»

Kişisel yorumum: Vimanalar ile savaş arabaları arasındaki farkı anlamamak için kör olmak lazım.

“Bakara 171; İnkâra sapıp küfür üzere kalanların durumu, bağırıp çağırmaktan başka bir şey işitmeyen (ve tıpkı davarlara seslenen çoban) gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledip anlayamazlar.”

Samarangana Sutradhara'da Vimana Araçları:

Vimanalarla ilgili kadim Sanskrit tasvirlerini, bunların kaynakları sadece efsanelerdir diyerek dikkate almayabiliriz. Ancak, ne var ki, kadim yazarlar, «Daiva» dedikleri mitlerle, «Manusa» dedikleri, gerçeklere dayalı kayıtlar arasındaki ayrım üzerinde titizlikle dururlardı.

«Manusa» açıklamalarında, vimanaların yapımıyla ilgili en küçük ayrıntılar dahî yer almaktadır. Örneğin, bu türden bir kaynak olan Samarangana Sutradhara'da (Gaewad's Oriental Studies, 1924.), vimanaların hafif materyalden yapıldıkları, şekli yerinde olan sağlam bir karosere sahip oldukları anlatılmaktadır. Yapımlarında demir, bakır ve kurşun kullanılmaktaydı. Uzun mesafeler boyunca uçabiliyor ve hava ile sevk ediliyorlardı. Bu noktada, sevk etme metodu ile ilgili olarak bir ipucu verilmekte ve vimanaların «altında ateş ve cıva»nın bulunduğundan bahsedilmektedir.

Samarangana Sutradhara, vimanaların yapım prensiplerine ve barış ve savaş zamanlarındaki kullanımlarına tam 230 kıta hasretmiştir. Bu kıtalarda, vimanaların manevra yapmaya son derece elverişli olduğundan ve havadaki ya da yerdeki herhangi bir şeye hücum edebildiklerinden söz edilmektedir. Vimanalar'ın üç esas hareket şekli olarak şunlar verilmektedir:

1 - Dikey olarak yükselmek;
2 - Binlerce kilometre seyretmek;
3 - Durmak ve alçalmak.

Vimanalar öyle hızlı hareket ediyorlardı ki, yerden işitilmiyorlardı bile. Vedalar'a ait «Brahmanalar»da, «Agnihotra Vimana»nın tanımı yapılmakta ve «Ahavaniya» ve «Garhapatya» adındaki sevkedici iki 'ateş'ten bahsedilmektedir.

Kişisel yorumum: Günümüz teknolojisi ile bu yazılanları anlamak artık çok kolay,”sevkedici iki ateş”, motorun çalışması için gerekli iki özel elektromanyetik enerji alanını tarifliyor. Hz.Nuh’un gemisini çalıştırmak için gerekli olan tennura benzemiyor mu?

“Hud 40; Sonunda emrimiz gelip tennur kaynamaya başlayınca (Nuh'a) dedik ki: «Her (hayvanın) dişi ve erkeğinden ikişer taneyi ve aleyhinde (ilâhi) hüküm geçmiş olanlar dışında aileni ve imân edenleri gemiye yüklet (bindir)!» Ne var ki, beraberinde imân edenler pek az kimseler idi.”


Daha sonra, pilotun üç «Agni»ye ya da 'ateş'e süt sunduğu belirtilmektedir. Bu tuhaf beyan, muhakkak ki, vimanaların gücünün, ehliyetsiz ellere geçmemesi için kıskançlıkla korunan sırlarının üstü kapalı bir anlatımıdır. Agni/Ateş; ne kadar da Hezekiel peygamberin gördüğü 2 ve 4 yüzlü kerubilere benziyor değil mi? Hep aynı ilahi teknoloji…
 


Sanskrit Samarangana Sutradhara'ya şöyle denilmektedir :

«Vimanaların imalat ayrıntıları sır tutmak amacıyla verilmemiştir, yoksa bilmemezlikten değil. Yapım ayrıntılarından bahsedilmemektedir, çünkü şu husus bilinmelidir ki... bunların ifşa edilmesi halinde, vimanalar çarpık amaçlarla kullanılırdı.»

Aynı kaynağın bir başka yerinde ise vimanalara ilişkin şu ilginç bilgiler verilmektedir:

“Karoser, aynen uçan büyük bir kuş gibi, hafif materyalden sağlam ve dayanıklı bir şekilde yapılmalıdır, içine, altında yer alan ve demirden yapılan ısıtıcı aygıtıyla birlikte 'Cıva motoru' yerleştirilmelidir. Cıva'da gizli [latent] halde bulunan ve sevk edici girdabı harekete geçiren güç vasıtasıyla, içerde oturan bir insan en harikulade bir tarzda gökyüzünde büyük bir mesafe kat edebilir.”

«Aynı şekilde, tarif edilen işlemleri kullanmak suretiyle, hareket halindeki Tanrı'nın mabedi kadar geniş bir vimana inşa edilebilir. İç yapıya dört adet güçlü 'cıva kabı' monte edilmelidir. Bunlar demir kaplardaki kontrollü ateşle ısıtıldıklarında, vimana 'cıva' vasıtasıyla gök gürültüsü gücü oluşturur. Ve derhal, gökyüzündeki bir inci gibi olur.»

Tantjua ve Kantijua adındaki Tibet kitaplarında da çoğu kez «gökyüzündeki inciler» denilen, tarih öncesine ait harikulade uçan makinelere değinildiği görülmektedir.
Kişisel yorum: Samarangana Sutradhara'sını teknik açıklamaları, vimanaların ne olduklarını bize gerçekçi bir şekilde sunmaktadır. Bu son derece önemli kaynaktaki 'Cıva Motoru' tasviri oldukça ilginçtir. Acaba, “cıvada gizli halde bulunan... güç” sözü ne anlama gelmektedir? Ağır metallerin içerdiği temel enerjiyi nasıl açığa çıkaracaklarını ve bu enerjiyi oldukça etkili bir jetle tahrik (jet propulsion) metodu olarak nasıl kullanacaklarını o zamanlar biliyor olabilirler miydi? San Diego, California'daki Geçiş Bilimleri Araştırma Vakfı (Borderland Sciences Research Foundation) derneğinin müteveffa başkanı Dr. Meade Layne, çok eski bir uçan daire türünün, atmosferde yol alırken havanın dezentegrasyonu(bozunum: Bir öğecik çekirdeğinin kendiliğinden ya da çarpışma ile edindiği ışımetkinlik sonucu, bir ya da birden fazla parçacık ya da ışılcık salarak parçalanması.) ve uzayda seyrederken de metallerin dezentegrasyonu yoluyla kendisini sevk ettiğini söylüyordu. Muhtemeldir ki, atalarımız, bu konuda bizim hayal edebileceğimizden daha fazlasını biliyorlardı. Bildikleri belki de nükleer füzyon değildi ama, bu, atom gücünün, barışçı ya da yıkım getiren sonuçlara yol açacak şekilde savaşçı amaçlarla kullanılabilen daha başka veçheleri de olabilirdi. Tüm bunlar; kainatta bulunan ilahi gücün izin verilen kısmının ,atalarımıza melek varlıkları veya cin varlıkları tarafından öğretilmesi ile mümkün olmuştur.

Samarangana Sutradhara'ya göre, cıvaya kontrollü bir ateş uygulanıyor ve sonuçta gök gürültüsü - gücü oluşturuluyordu :

«Dahası, gereğince kaynaklanmış eklem yerleri olan bu demir motorun cıva ile doldurulması ve ateşin yukarı kısma iletilmesi halinde, [motor,] aslan gibi kükreyerek [bir] güç oluşturur.»


Kişisel yorumum: Kadim metinlerde 'ateş' kelimesi her zaman 'yanmadan dolayı meydana gelen ateş' anlamında kullanılmaz. Ezoterik kitaplarda tam kırk dokuz adet 'ateş'ten bahsedilir, ki bunların çoğu çeşitli elektrik ve manyetik fenomene değiniyor gibidir. Samarangana Sutradhara'da geçen «kontrollü ateş» ise muhtemelen bayağı bir fırına atfen kullanılmış bir terim olabilir. Ancak, cıva oksidinin oluşmasının jetle tahriki nasıl sağlayacağını anlamak zordur. Söz konusu 'ateş'in, bilimin henüz aşina olmadığı 'elektirikî ateşlerden biri olması daha muhtemeldir. Burada cin varlıklarının ve melek varlıklarının özünü oluşturan enerjinin bir türünden bahsediliyor olabilir…


Samarangana Sutradhara, daha sonra, aynen bir mühendis elinden çıkmış bir yapıt gibi, vimanaların çok yönlü oluşlarına ilişkin açıklamalarda bulunmakta ve uçak yapımcılarımızı kıskandıracak 'performans rakamları' vermektedir:

 Vimanaların talî hareket şekilleri şunlardır:


a - Meyilli gidiş
b - Dikey yükseliş
c - Dikey alçalış
d - İleriye
e - Geriye
f - Normal yükseliş
g - Normal alçalış
h - Daimî olarak hareketini sağlayan çalışır kısımların gerekli ayarını yapmak suretiyle uzun mesafeler boyunca seyretmek.


«Bu makinelerin sağlamlığı ve dayanıklılığı, kullanılan materyale bağlıdır. Aşağıda, hava arabasının başlıca niteliklerinin bazıları yer almaktadır:


1- Görünmez olabilir;
2- Yolcu taşıyabilir;
3- iri ,Ayrıca, ufak ve toplu bir halde yapılabilir;
4- Sessizlik içersinde hareket edebilir;
5- Eğer ses kullanılacaksa, hatasız işçilik ile yapılması gereken tüm hareketli parçalarda büyük bir esneklik olmalıdır;
6- Uzun bir süre dayanmalıdır;
7- İyice kaplanmalıdır;
8- Ne çok sıcak, ne çok sert ne de çok yumuşak bir hâle gelmemelidir;
9- Melodiler ve ritimler ile hareket ettirilebilir.»


Kişisel yorumum: Vimanaların hareket kabiliyeti bildiğimiz uçan araçlarınkinden çok üstün gözüküyor…


«Yudhishthiva'nın vimanası, dünyanın yüzeyinden dört parmak genişliğindeki bir yükseklikte [asılıp] kalmıştı.» («Drona Parva,» Mahabharata.)


Kişisel yorumum: Alternatif bir tahrik metodu olarak, sadece ses gücü ile, yani «melodiler ve ritimler» ile sevk edilebilir. Ayrıca, arzu edildiğinde ortaya çıkmak ve ortadan kaybolmak yeteneğine de sahip olduğu görülmektedir. Bütün bunlar  günümüz insanlığı tarafından UFO zannedilerek yanlış anlaşılmıştır.UFO’cuların bahsettiği gibi dünya “akıllı varlıklar” tarafından ziyaret edilmemiştir. Biz, dünyaya en son indirilen akıllı varlıklarız. Kurulu hazır bir cin/melek medeniyetine sonradan katılıp, Allah tarafından bize verilen üstün yeteneklerimizle lider konumuna yükseldik. Geçmişte;kah cin varlıklarının şeytani yönlerine kapılıp sapıtan ,kah melek varlıklarının korumasıyla imtihanını başarılı olarak devam ettiren insan medeniyetleri olmuştur.Bu medeniyetlerin izlerini gün gün keşfedip tarihimizdeki boşlukları dolduruyoruz.Kur’an’ı akılla okumayı denersek,o tarihi boşlukları zaten anlattığını öyle açıkça görüyoruz ki…


«manusa» olarak nitelendirilen bir doküman olan Samarangana Sutradhara'da şu son derece basit ve ilginç ifade yer almaktadır:


«Bu makineler vasıtasıyla, beşerî, varlıklar havada uçabilirler ve göksel varlıklar Dünya'ya gelebilirler.»


Kişisel yorumum: Bu açıklamalar melek varlıklarının dünyaya Allah’ın emri izni ile sayısız kez gelebildiklerini açıklar… O metinlerde makine olarak adlandırılan şeyleri günümüz insanları UFO sanıyor. Teknolojimiz ilerledikçe makine kavramının üzerine neler eklememiz gerektiğini anlayacağız. Bu kadim metinleri incelerken ayrıca; bu metinlerin cin şeytanları tarafından da zaman zaman manipülatif olarak değiştirildiğini fark etmek gerekli. Kur’an burada en doğru hakem olmalı…


Cin 8-12; “Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk.” “Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.” “Hakikaten biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?” “Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz.” “Muhakkak ki biz Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayacağımızı, kaçarak da onu âciz bırakamayacağımızı anladık.”

Saffat 6- ; Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. (8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).

Kişisel yorumum: Bu ayetlere göre; durum hiç de öyle canının istediği zaman dünya dışına gidip gelebilen uzaylı/cinlere uymadı değil mi? Bu durumda özel izin olmadan, hiçbir varlığın dünya dışına çıkıp bazı özel korunaklı bölgelere gidemeyeceği açıktır. Rabbim en doğrusunu bilir… 

Samarangana Sutradhâra'daki bir başka paragrafta da açıkça belirtilmektedir ki, bazı vimanalar, «Güneş'e ait Bölgeler» (Suryamandala) ve oradan da öteye geçerek «Yıldızlar'a ait Bölgeler »e (Naksatramandala) yükselebilirlerdi.


Böylece, bazı vimanalar;


a. Güneş Sistemi'ni kat edecek şekilde yapılıyorlardı.
b. Galaksi'yi kat edecek şekilde yapılıyorlardı.


Kişisel yorumum: Bu noktada Nuh Tufanı öncesi, özel izinle bu mesafeleri kat edebilecek ilme sahip varlıkları düşünmek gerekir. Bu olay bir imtihan vesilesi olduğu için zaman zaman, güneş sistemi içinde ve ötesinde bazı noktalara gidebildiklerini göz önüne getirmek gerekir. İlahi emir ve kurallar çerçevesinde düşünüldüğünde bu olay Allah’ın muradına uygunsa gerçekleşebilir.Cin suresi gayet açık.En doğrusunu Rabbim bilir…
 

 “Asya ve Güney Asya kaynaklı çeşitli metinlerde uçan araçların veya göksel cihazlardan söz edilir. Hint ve Çin halk öykülerinde ve sanatçıların çizimlerinde göklerde seyahat etmek için yapılmış araçlar yer almaktadır. Kaynaklardaki farklılıklar dikkat çekecek kadar büyüktür, anlaşılmaz aygıtlar olduğu gibi, temel uçuş prensiplerine göre yapılmış ahşap araçlar da vardır. Taoist masallar sık sık göklerde uçan ölümsüzleri anlatırlar. Xian adlı bu araçlar yöneten ölümsüzlerin özgün ilahi güçleri vardır. Onlar tüylüydüler, Tao rahipleri onlara ´Tüylü Rahipler-Yu Ke” diyorlardı; “fei tian” yani uçan ölümsüzler Çin mitolojisinin sayısız yerinde raslanır. Uçan araçlar belki de bir tür teknolojik araçlardırlar ama yönetenler acaba insan mıdırlar? İkinci Yüzyıl´da yazılmış, bir şiirde uçan dragonların yönettiği gök arabalarından açıkça söz edilmektedir.

11. Yüzyıl´da Brihat Kath Alokasamgraha adlı bir marangozun uçan bir araç yapmaya çalıştığını biliyoruz. Benzer bir öykü Eski Yunan´da vardır; 7. Yüzyıl´dan kalma bir Yunan metninde, mahkumları toplayan ve konuşabilen uçan bir araçtan söz edilir, bu araç mekaniktir ve havada durabilmektedir. Bu bilgileri Clive Hart´ın 1985´de Berkeley Üniversitesi´nde yayınlanan ´The Prehistory of Flight´ adlı kitabının ´çeşitli batı kaynaklarına göre uçan makinelerin kronolojik listesi´ bölümünde buluyoruz. Uçmakla ilgili bilimsel onaylı en eski kaynaklar oluşturulurken, insan yapısı kanatların gelişimi temel disiplin olarak izlenmiştir ama bu doğru değildir; Vimanalar bir yana antik Çin, Kore ve Hint kaynaklarında insan taşıyan çok daha karmaşık gök araçlarından söz edilmektedir.” ��" Dr. Benjamin B. Olshin, “Mechanical Mythology: Private Descriptions of Flying Machines as Found in Early Chinese, Korean, Indian, and Other Texts”

 “Rama İmparatorluğu olarak tanımlanan devletin, Kuzey Hindistan ve Pakistan´daki geçmişi en azından 15.000 yıllıktır. Bu uygarlık çok büyük bir nüfusa sahipti, kültür düzeyi yüksekti, kalıntılarına Pakistan´daki, Kuzey ve Batı Hindistan´ın çöllerinde raslanmaktadır. Rama, “Aydınlanmış Rahip Kral” bu kentleri yönetiyordu. Rama´nın 7 büyük kenti, klasik Hindu metinlerinde “7 Rishi Kenti” olarak geçer, antik Hint metinlerinde uçan araçlara “Vimanalar” denmektedir. Destanlara göre, Vimanalar iki katlıdır, daire biçimindedirler, kubbelerinde bir giriş tüneli vardır. Rüzgar hızıyla uçarlar ve melodik bir ses çıkarırlar.

Kişisel yorumum: Rishi kelimesi bana Kur’an’da geçen Ress halkını çağrıştırdı…


Kaf 12-14;”Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd kavmi, Âd ve Firavun, Lût’un kardeşleri, Eykeliler, Tübba’ın kavmi de yalanlamıştı. Bütün bunlar (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar, böylece kendilerini uyardığım şey gerçekleşti.”…


Kur’an’daki Ress kelimesi ne anlam taşır bir bakalım: Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu. * Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı. * Maden. * Dere. * İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek… deniyor Osmanlıca sözlükte.


Diyanet işleri başkanlığı sözlüğünde ise; Ress sözlükte "bir şeyin evveli, başlangıcı, kuyu, maden, alâmet, eser, kalıntı" anlamlarına gelir.


Ress halkı: Bu halkın Yemâme'de, Azerbaycan'da, veya Antakya'da olduğu söylenmişse de bütün bunların tahminden ibaret olduğu muhakkaktır. Böyle bir kuyu etrafında yaşıyan bu kavim kendilerine bir peygamber gelip onlara Allah'ın dinini öğretmeye çalışması üzerine, ona karşı gelerek bu peygamberlerini kuyuya atıp üzerini kapattıkları için bu ismi almıştır. Bunların Semûd kavmi veya bu kavmin artıkları yahud Ashâbu'l-Uhdûd oldukları hakkında tahminler yürütülmüşse de bütün bunlar da birer tahminden ibaret kalmıştır. Bunların nerede hangi coğrafi bölge üzerinde yaşamış oldukları hakkında ne tefsirlerde ne de tarih kaynaklarında bir bilgi mevcuttur….diyor kaynaklar.


Elmalılı Hamdi Yazır Furkan 38 tefsirinde;


RESS, örülmedik kuyu, demektir. Fakat bu Ress halkının kimler olduğu bilinemiyor. İbnü Abbas'tan "O, Semud'dur" diye bir rivayet var; halbuki burada bağlaç bir başkasını gerektiriyor. Katade'den "Yemâme'de, Ress, diğer namıyla Fele denilen büyük bir köy halkı olup Semud'un geride kalanlarındandılar. Peygamberlerini öldürdüler, yok edildiler" diye rivayet edilmiştir.


Kâ'b, Mukatil ve Süddî, "Şam Antakyası'nda bir kuyunun sahipleri ki, Yâsîn Sûresi'nde (36/20) işaret olunan Habib-i Neccar'ı öldürmüşlerdi" demiştirler. Vehb ve Kelbi'den "Ress halkı, Eyke halkı gibi Şuayb (a.s)ın gönderildiği bir topluluk idi. Putlara taparlardı, kuyuları ve koyun, keçi ve inek sürüleri vardı. Şuayb (a.s) kendilerini İslâm'a ve kulluğa davet etti. Yalanlayıp azgınlık ve eziyete devam ettiler ve günün birinde örülmemiş kuyuları olan Ress'in etrafında bulundukları sırada orası çöktü ve yere geçtiler" diye nakledilmiştir. Ress halkına Uhdûd (hendek) halkı da denilmiştir. Hanzale b. Safvan isimli peygamberin kavmi olup Anka-i Muğrib (Batı Anka kuşu) denilen ve Fetih isimli dağda oturarak avsız kaldıkça, çoluk çocuklarını kapıp götüren ve tüyleri renk renk olan büyük bir kuş belasına tutulmuşlardı ki, bu kuş Hanzale'nin duasıyla yıldırım isabet edip yok olmuştu. Daha sonra adı geçen Hanzale'yi öldürmüşler, bunun üzerine yok olmuşlardı da denilmiştir. İbnü Abbas'tan bir rivayette de "Ress, Azerbaycan kuyusudur" diye nakledilmiştir. Bir de Ress doğu ülkelerinden birindeki bir nehrin adıdır, buranın halkına yüce Allah Yehuza b. Yakub evladından bir peygamber göndermişti. Onu kuyuya attılar ve bu yüzden yok oldular, denilmiştir. Bu konuda daha başka rivayetler de vardır. Bununla beraber, rivayetlerin çoğunda, peygamberlerini öldüren veya kuyuya atan bir topluluk olduğu belirtilmiştir.
Mu'cemü'l-Büldân'da der ki, Ress; kuyu, maden ve bir topluluğun arasını düzeltmektir. Ebu İshak der ki; Kur'ân'da Ress, kuyu demektir. Rivayet edilir ki, bunlar peygamberlerini yalanlayıp bir kuyuya atarak üstünü kapatan bir topluluktur. Ress'in Yemâme'de Fele denilen bir topluluk ve Semud'dan birtakım insanların beldesi olduğu rivayet olunmaktadır. Her kuyu resstir. İbnü Düreyd demiştir ki; "Ress" ve küçültmesi "Rüseys" (kuyucuk) Necid'de iki vadi veya iki mevkidir. Zemahşerî diyor ki; "Uleyy Ress Kabliyye vadilerindendir, demiş. Başkaları da Beni Esed kabilesinden Beni Munkız b. A'ya'nın bir soyudur, demiş. Asmaî, Ress, Beni A'ya'nındır; Rüseys ise Benî Kahil'indir, demiş. Diğerleri de (Furkan, 35/38) âyetinde; Ress Azerbaycan vadisidir. Azerbaycan'ın sınırı "maverayı Ress" Ress'in arkasıdır, demişlerdir. Deniliyor ki, Ress üzerinde "Erran" da bin şehir vardır. Yüce Allah onlara Musa adında bir peygamber gönderdi. Bu Musa, Musa b. İmran değildir. Onları Allah'a inanmaya davet etti, inkâr ettiler ve yalanladılar, isyan ettiler, o da beddua etti. Yüce Allah da Tâif'ten Haris ve Hüveyris'i tahvil edip üzerlerine gönderdi. Bunun için Ress halkı şu iki dağın altında kaldı, deniliyor. Bu Ress'in kaynağı Kalîkalâ'dan başlar, Erran'a, Versan'a ve Mecma'a uğrar; orada "Kürr" ile birleşir ve ikisinin arasında Beylekan şehri vardır. Kürr ve Ress ikisi birleşir ve Cürcan denizine dökülürler. Bu Ress vadisi acayip bir vadidir. Balığın her türlüsü bulunur. Şurimahi denilen balık oraya mahsustur, derler. Miş'âr b. Mühelhil "Bezzbabik" şehrini anlatırken demiştir ki; bir tarafında Ress nehri vardır, Ress nehri Belâscan ovasına doğru çıkar, bu ovada deniz sahilince Berzend'den Berzaa'ya, oradan Versan ve Beylekan'a doğru uzanır. Bu ovada beşbin köy vardır ve çoğu yıkıntı halindedir. Ancak toprağı iyi ve sağlam olduğu için duvarları ve binaları kalmıştır. İşte bu köyler, Kur'ân'da adı geçen Ress halkınındı, deniliyor. Bunlar Davud (a.s)un öldürdüğü Calut'un kavmi idiler de denilmektedir."…


Kişisel yorumum: Ress halkı ve bulunduğu yer hakkında ne çok yorum yapılmış, kafamız karıştı değil mi? Toparlayalım;


Hindu destanındaki Rishi ne anlama gelir bakalım: Sanskritçede rsh kökünden gelir ki manası; gitmek, “hareket etmek”, “akmak”, akıntıya kapılmak’tır.


Sanskritçede arsh kökünden yola çıkarsak “görmek” manasına da gelir.


Julius Pokorny’nin hint-avrupa sözlüğünde ise; hers köküyle ilintili olarak “yükselmek”, “çıkıntı yapmak”, “dışarı çıkmak” manalarına da gelir ki, “mükemmel ve dikkat çekici” anlamları akla gelir.


Vedalar sonrası Hint geleneklerine göre Rishi sözcüğü, aziz veya kahin manalarına gelir.Doğruyu söyleyen anlamı da çıkar.
Arapçada Ress ne manalara geliyordu, arasından seçerek hatırlayalım; dere, bir şeyin evveli başlangıcı, maden, kalıntı, alamet, ıslah eden(İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek)…
İki dil arasında ortak olan nokta; akıntıya kapılmak, akmak ve dere manalarıdır.Ayrıca Hindulardaki doğruyu söyleyen manası ile Arapçadaki ıslah eden manaları da birbirine yakın kavramlardır.
Kişisel yorumuma devam:  Hindulardaki Rishi kentlerinin halklarıyla, Kur’an’da geçen Ress halklarının aynı olduğunu düşünüyorum. Şu resme bir bakın;


 
yukarı ganj nehri dolaylarının bir resmi bu. 


Kuzey ve Batı Hindistan ile Pakistanda kalıntılarına rastlanan Rama imparatorluğuna ait kentleri tarif ettiğine inanıyorum.Tabii ki bunlar benim düşüncelerim, ancak şimdiye kadar bu benzerlik ile ilgili herhangi başka bir kaynak veya araştırmaya rastlamadığım için, bu düşünceyi ilk kez duyuyor olabilirsiniz.


 “Neyi değiştirir ki Rishi ile Ress halklarının aynı olması ?” diyorsanız; Hindu destanlarına ve Vedalara biraz daha devam edin…Yüksek teknolojiye sahip eski toplulukların, Allah’a karşı kibirlenme yanlışlarını “oku”maya devam…
Vedalar, antik Hindu şiirlerdir; bilinen en eski Hindu metinler olarak tanımlanırlar. Vimanalar çeşitli şekil ve boyutlarda iki tür olarak anlatılır; ´Ahnihotra-vimana´nın iki motoru veya sistemi vardır, ´Elephant-vimana” ise daha gelişmiş bir araçtır. Ayrıca, “Kral balıkçı”, “İbis” adlı ve başka hayvan adlarının da verildiği Vimana türleri de anlatılır.
Günümüz bilimi ile metinler okunduğunda  Mahabharata; kadim zamanlarda, cin-şeytanlar ile melek varlıkları arasında yaşanmış olan ve ileri teknoloji silahlar kullandıkları savaşı bize anlatıyor. Kaynaklarda; savaşlarda fantastik silahlar, uçan araçlar kullanılmıştır. Bunlara epik Hint destanlarında çok sık raslanır. Hatta Ay´daki bir savaşta yer alan “vimana-Vailix”den söz edilir. Kısacası atomik bir patlamanın tüm etkileri ve özellikle de insanları öldüren radyoaktif etki Mahabharata´da çok belirgindir; Mohenjo-Daro´daki Rishi kentini 1900’den beri kazan arkeologlar, 2005’teki kazılarda caddelerde yatan iskeletler buldular, bazılarının yumrukları sıkılıydı sanki bir anda ölmüşlerdi, en azından bir kıyametin yaşandığı kesindi.  
  

 


Ve iskeletlerde tesbit edilen radyoaktivite, en azından Hiroshima ve Nagasaki düzeyindeydi. Daha ötede Mohenjo-Daro, ızgara biçiminde planlanmış mükemmel bir kenttir; su sistemi bugün Hindistan ve Pakistan´da kullanılan düzeydedir. Antik kentin caddelerinde kalıntı olarak siyah cam kümeler bulunmuştur. Bunların cam küreler olduğu sanılmaktadır ve bulunan kil çömleklerin çok yüksek ısıyla eritildiği keşfedilmiştir.
   



Kişisel yorumum: Mohenjo daro; Nuh Tufanı öncesinde ulaşılan cin şeytan teknolojisinin bile, Allah’ın emrindeki melek varlıklarının ilahi silahlarına dayanamadığının kanıtıdır…   


Kur’an çok daha açık;


Furkan 40; And olsun ki onlar (inkarcı sapıklar) âfet yağmuruna tutulup (yok edilen) kasabaya varmışlardı, onu görmediler mi ? Hayır, yeniden dirilip kalkmayı ummazlar.


Neml 52; İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret vardır.


Ankebut 35; Andolsun biz, aklını kullanacak bir kavm için o memleketten ibret alınacak apaçık bir delil bıraktık.
 
Secde 26; Evlerinde, yurtlarında dolaşıp durdukları nice nesilleri, kendilerinden önce helâk etmiş olmamız onlara yol göstermedi mi? Kuşkusuz, bunda ibretler vardır. Hâlâ işitmiyorlar mı?


Hac 45-46; Halkı zulmetmekteyken helâk ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır! Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.
 
Taha 128; Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır.
 
Kişisel yorumum: Her şey çok açık. “Kuyular”(Ress) bile var.En doğrusunu Rabbim bilir…


Dr. Cenk Düzgit



 

 



Bu haber 6,769 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    1. OKER Teorisi Alametleri

    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,179 µs