En Sıcak Konular

Yapay Din Projesi

30 Mayıs 2015 08:16 tsi
Yapay Din Projesi 500 YILLIK ‘’YAPAY DİN’’ PROJESİ

                                               500 YILLIK ‘’YAPAY DİN’’ PROJESİ 

‘’Her şeyin bir zamanı var…’’ 

Basit kelimelerden oluşan, anlaşılması çok kolay zannedilen ve belki de ‘’dilimizde harabeye çevirdiğimiz’’ alelade bir öğüt gibi…

Değerli hazinelerin harabelerde saklandığı gibi bu öğüdün altında, yaşanıldıkça öğreneceğimiz nice hikmetler var. Hikmetlerin, çiçekler misali açılacakları zamanı beklemek için SABIR zikrini eda etmek gerekmez mi? Zaman ve Sabır…

İnsanların SABRI, zikri olur da ya kadim devletlerin? Devletlerin de zikri olur mu?

İbn Haldun ‘’Devletlerde insanlar gibidir’’ derken acaba işin bu yönüne de atıf yapmış olabilir miydi? Kim bilir… Ancak bir gerçek var ki; kadim bir devlet geleneğine sahip milletler, on bin yıllardır oturdukları satranç tahtasında ki her hamlelerini bir-beş-on değil, en az 100 yılları hesaba katarak yapıyorlar. Bu süre zarfında ise SABIR zikrini hakkıyla eda ediyorlar!

Bir devlet düşünün… 100 bin yıllık bir geleneğe sahip… 1923 yılında dış kabuğunu değiştirerek yeni bir hal ile halleniyor...  Yeni hali ile birlikte 100 yıllık zikrini de (2023) beraberinde ediniyor.

‘’Yeraltına çekilmiş şehirler gibi şimdi bakışlarım ‘’ EROL ELMAS

Kadim Türk Devleti 100 yıllık zikri alelade yapacak değil ya? Pirler Piri Sultan Hoca Ahmed Yesevi, 63 yaşında EDEB’en yeraltına çekilir de; onun yeniden can verdiği kadim devletimiz PİR geleneğini sürdürmez mi? 

Devletimiz gibi bakışları olan ERENLERE selam olsun. 

Alim ve Zalim ile başlayan süreç, insanoğlunun gelişimi ve devletleşme sürecine geçişi ile birlikte daha örgütsel bir mücadele haline gelmiştir. Alim ve Alim’in vizyonunu temsil eden ilk olarak Türk kavmi olmuş. Zalim ve Zalim’in vizyonunu ilk temsil eden ise İsrail kavmi olmuştur! Allah’a kurban ordu ve Şeytan’a hizmetkar ordu arasında ki mücadele…

İkilem, günümüze kadar dallanıp budaklanmış ve mücadele devam etmiştir. Bir yanda ilahi kudretin eli ile vazifelendirilmiş kadim milletler ve doğal devlet yapıları, diğer yanda ise İblis’in işini görev edinmiş hormonlu milletler ve yapay devlet yapıları…

Değerli büyüğüm Erol Elmas’ın, ‘’Maneviyatsız Cihazlanma Planları’’  adlı son yazısı, milat bir yazıdır. Yazıda bahsedilen sistem; yapay düzen peşinde olanların temel projelerinden biridir. İlk olarak bu projenin en büyük hedeflerinden birincisi; kendi deyimleriyle ‘’ Dünya üzerinde ki tüm dinlerin, iyi yönlerinin ele alınıp üst bir potada eritilmesi ‘’ hedefidir. İçinde tüm dinlerden mistik öğelerin barındığı yapay bir din… Yapay din projesinin biraz izini sürelim. Bakalım nerelere yolculuk yapacağız?

Ulusal medyada ve çeşitli kitaplarda bu yapıdan bahsedilmiştir. Ancak maalesef bu yapıdan bahsedilirken (Manevi Cihazlanma Cemiyeti), halkımız büyük bir psikolojik operasyona maruz bırakılmıştır! Çünkü bu örgütün gerçek tarihi gizlenmiştir! Yeni gibi algılatılan proje aslında 500 yıllıktır! Nasıl olur demeyin… 

Gelin hep beraber 1509 yılına gidelim…

 

Yıl 1509…Yer Fransa… 

Fransa’da bir bebek doğar. Bebek, tipik bir Fransız ailesinin bir bireyi olarak dünyaya gelir. Bebek büyür. İş adamı ve aynı zamanda Nyon piskoposluğunda görevli olan babasının etkisiyle küçük yaşta dinsel konularla ilgilenmeye başlar. 1523'te Paris'e giderek, felsefe, mantık ve hukuk öğrenimi görür. Bebeğimiz büyür ve gençlik çağına gelir. 1528 de Orleans’ta 1529 da Bourges’da hukuk öğrenimi görür ve 1533’te Avrupa’da reform hareketleri için yapılan eylemlere katılır. Genç, yavaş yavaş olgunlaşma yolunda ilerlerken kafasını Hristiyanlığa takar. Bu durum onun hayatını tehlikeye atmıştır. Nitekim Katolik inancının egemen olduğu Fransa'da yaşamı tehlikeye girince, İsviçre'ye kaçar. Burada bir ismin yardımıyla Christianae Religionis lnstitutio ("Hıristiyan Dininin Kurumları") adlı kitabını yayımlar. 

Kitabının en ilgi çekici bölümü ‘’RECONCİLİATİON (UZLAŞMA)’’ adlı kısmı idi ve tüm Hristiyan kurumlarını alt üst edecek bir görüşü dile getiriyordu! Kitabının bu bölümünde, tüm dinlerin Hristiyanlığın çatısı altında uzlaşabileceğini; ancak buna kilise kurumunun engel olduğunu ifade ediyordu. Dolayısı ile kilise kurumu ilga edilmeliydi. İnsan ve Tanrı’nın arasına girmekten vazgeçmeliydi. Kısaca hayatını anlattığım kişi, Avrupa merkezli gelişen dinde Reform hareketinin en önemli önderlerinden JEAN CALVİN adı ile tarihe geçecekti. 

Kalvin, İsviçre’ye kaçtığı zaman ona kitabının basımında yardım eden çok önemli bir dostu vardı. Bu kişi de Kalvin gibi 1509 yılında doğmuştu. Kalvin ile yaşıtlardı. Kalvin’in ilgi alanı olan konularda çok değerli kitaplar çıkarıyordu ve aynı zamanda bir teolog idi. Yani yaşıt olmalarının yanı sıra Kalvin ile kafa yordukları konularda ortak idi. Bu kişiye göre, Kalvin’in ortaya sürdüğü Uzlaşma fikri iyiydi, güzeldi. Ancak diğer dinlerin Avrupa’da tanınmadığı düşünülürse; ilk yapılacak iş Avrupa’ya diğer dinleri bir şekilde tanıtmak gerekirdi. Ancak bu bile dönemin Katolik Avrupa’sında çok tehlikeli ve riskli bir işti. Ancak Kalvin’den aldığı cesaretle bu isim ilk olarak İbranice dil bilgisi kitabını yayımladı. Daha sonra İncil’in daha doğru bir yorumu olduğunu düşündüğü Papalıktan bağımsız bir yorumunu yayımladı. Son olarak ise; Avrupa tarihinde ilk kez Kuran’ı, Latin harflerine (Almanca) çevirerek; Latince Kuran mealini yayımladı. Tabii mealde Kuran’ı tahrif ederek, kendi görüşlerine uyacak şekilde yayımlamışlardı, Kalvin ve dostu. 

Bahsettiğim ismi açıklayayım. Avrupa tarihine ilk kez Latin harfleri ile Kuran mealini yayımlayan isim Theodore Bibliander idi. Kalvin ve Bibliander, Avrupa’da başlayan dinde reform hareketlerini tüm dinleri kapsayacak bir alana yaymak istiyorlardı. (Bu hedefi ortak üye oldukları çok gizli bir cemiyet vasıtasıyla gerçekleştireceklerdi. Üye oldukları giizli cemiyet bu yazının konusu değil) Ancak hedeflerine ulaşamadan her ikisi de vefat ettiler. Yani yeni bir dini ilkesi (Uzlaşma-Reconliation) ile yapay olarak üretilecek yeni bir din projesinin gerçekleştiğini göremediler… Üstelik ikisi de yaşadıkları dönem içerisinde aforoz edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar.

Bibliander ve Kalvin… İki ismin konumuzla ne alakası var demeyin… Daha durun bitmedi…

Yıl 1878… Yer ABD’nin eyaleti Pensilvanya…

Amerika’da yaşayan ve İsviçre kökenli zengin bir ailenin bebeği henüz doğmuştur. Aile, ilk gününden itibaren bebeğe çok dikkatli ve titizlikle bakmış ve o şekilde yetiştirmişlerdir. Çünkü bu bebek ailenin tek çocuğudur. Bebeğimiz çok iyi bir eğitimle özel kolejlerde eğitim alarak büyür. Gençliğinde DİN üzerine ve Din olgusunun insanları birleştirmesi gereken yerde neden ayırdığının üzerine kafa yormaya başlar. Gencimiz bu sorulara yanıt araya araya büyür ve olgunluk çağında okuduğu koleje müdür olarak atanır. Kolejde müdürlük yaparken gençliğinde düşündüğü problem üzerine daha bilimsel olarak kafa yormaya başlar. Başta İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere uzun müddet seyahat eder. Seyahatler esnasında Oxford Üniversitesi’nde kendisinin düşüncesi üzerinde çalışan bilim insanlarınca kabul görür ve beraber çalışmaya başlarlar. Oxford Grubu olarak anılır ve 1923-1938 yılları arasında birçok ülkede teşkilatlar açmaya başlarlar. Bizim minik bebeğimiz artık kocamaan bir yetişkin olmuştur ve Oxford Grubu’nun liderliğine soyunmuştur. 

Kısa bir hayat hikayesini yazdığım kişinin ismi Frank Buchman’dır… Oxford Grubu, yeni bir manevi görüş esasına dayalı yaymak istedikleri doktrin için 1923-1938 yılları arasında birçok ülkede teşkilat kurmuştur. 1938 yılının son yıllarında ise Oxford Grubu adını değiştirerek Moral Re-Armament Society (Manevi Cihazlanma Cemiyeti) olarak hedef kitle sahasını genişleterek faaliyetlerine devam etmiştir. İlginçtir, o dönem içerisinde Türkiye’de bir cemiyetlerinin uzantısını kuramamışlardır. Nasıl kursunlar ki? Gazi Paşa’mız, 1934 yılında kökü dışarıda olan HİÇBİR CEMİYETİN milli Türk Kültürü içinde barınamayacağını ve kapatılması gerektiğini kanun yolu ile tescillediği bir ülkede nasıl barınabilsinler ki? Nitekim cemiyetin (Oxford Grubu- Manevi Cihazlanma) kökü dışarıdadır. Ayrıca yaymaya çalıştıkları doktrin ve yeni yapay din anlayışı milli kültürümüze yabancıdır. Sonuç olarak Türkiye o dönemde bu kökü dışarıda olan cemiyete karşı doğru bir pozisyon almıştır.

1938 yılında Ata’mız vefat etmiştir. Ata’mızın vefatıyla Türkiye’nin vizyonunda da çeşitli sapmalar baş göstermiştir. 1923-1938 yılları arası Türkiye’ye sokulmayan ve kökü dışarıda görülen tüm cemiyetler birer birer mantar gibi tekrar açılmaya başlanmıştır. (Bu cemiyetlerden ilki Mason Localarıdır) Frank Buchman’ın,  Manevi Cihazlanma Cemiyeti ise 1949 yılında ülkemizde resmi olarak ilk faaliyetlerine başlamıştır. Ulusal basında Vatan Gazetesi tarafından (1949 yılında) ‘’Nuh’un Yeni Gemisi’’ olarak bir seri yazı yazılmış ve yeni bir yapay din (tüm dinlerin birleştirilmesi) sunan cemiyet, halkımıza adeta psikolojik harp yöntemiyle ‘’cici’’ olarak sunulmuştur.1

1951 yılında ise, Doğuş Mason Locası, Manevi Cihazlanma Cemiyeti için özel bir sayı çıkarmış ve cemiyetin ‘sözde’ seçkinlere tanıtımını üstlenmiştir. Doğuş Mason Locasının bu özel sayısında cemiyetin hedefi için şu ifadeler yer almaktadır ‘’Manevi Silahlanma her dinin en ruhlu ve esaslı noktalarını içine almıştır denilebilir… Fakat bu din, dünya dini ve bütün insanlık dinidir.’’2



1953 yılında, Manevi Cihazlanma Cemiyeti (MRA) tüm dünya çapında teşkilatlanmış en güçlü sivil toplum örgütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Holywood stüdyolarında, Komünizme karşı psikolojik harp yöntemiyle hazırlanan ilk filmler cemiyetin sponsorluğu sayesinde yapılabilmişti. Nato’ya üye her ülke, MRA’nın sivil faaliyet sahasına dönüşmüştü. MRA, ülkelerin kültür yapısını analiz edip, nabza göre şerbet veriyordu. Cemiyet İran’da Şii, Türkiye’de Mevlanacı-Hacı Bektaşcı Sunni, Hindistan’da Budist, Amerika’da Evangelist, Japonya’da Şintocu, İtalya’da Katolik idi.3            

1955 yılına gelindiğinde MRA’nın ülkemizde ki temsilcileri tarafından Adnan Menderes’e bir proje üzerinden teklif götürülecekti. Değerli büyüğüm Erol Elmas’ın yazısına göz atalım ve projenin ismini öğrenelim ‘’Her şey Adnan Menderes’e giden bir teklifle kısmen açığa çıkıyordu:  RECONCİLİATİON PROJESİ. Çok dallara ayrılan bu projenin içeriğinde bir ayrıntı göz çarpıyordu. Bu proje ile İstanbul, dinlerin başkenti yapılacaktı.’’

Şimdi burada duralım ve üstü örtülen bir sırrı deşifre edelim…

Sizlere iki isimden bahsetmiştim. Kimdi bunlar? Jean Kalvin ve Theodor Bibliander… Kalvin’in, Avrupa’da dinde reform hareketinin önderlerinden olduğunu ve bunun ilk adımını da bir kitap vasıtasıyla attığını belirtmiştim. Kalvin’in, kitabının en can alıcı bölümünün başlığı neydi? Reconciliation (tüm dinlerin ortak bir üst potada uzlaşması)… Neredeyse 500 yıl sonra MRA’nın, Menderes’e sunduğu dünya çapında ki projenin ismi neydi? Reconciliation… İsim aynı… Durun daha bitmedi… Devam edelim… MRA’nın kurucusu Frank Buchman’ın öz be öz büyük büyük dedesi kimdi biliyor musunuz? Kalvin’e projesinde yardım eden ve Kuran’ı ilk kez Latin harfleri ile Almanca’ya çeviren isim Bibliander… Üstü örtülen bu gerçekten Manevi Cihazlanma’nın özel olarak basılan bir dergisinde ilk ve son kez bahsedilmiştir.4



Kalvin ve Bibliander, Avrupa’da başlattıkları dinde reform hareketi ve onun en önemli ayağı olan Reconciliation Projesi’nin gerçekleştiğini göremeden vefat etmişlerdi. Ancak aradan 500 sene geçtikten sonra Bibliander’in öz soyundan gelen torunu F. Buchman, ortamı müsait bulmuş ve aynı projeyi aynı adla yeniymiş gibi tüm insanlığa sunmuştu. Yalnız küçük bir farkla… 1500’lerde ki proje Avrupa merkezli iken, 1900’lerde ki proje sözde Komünizm karşıtlığı adı altında dünyanın yarısını kapsamıştı! Tabii bu genişlemeye rant sağlayacak ruhçuluk (Bu klasik ruhçuluk anlayışından çok daha farklı bir akımdır) akımı da projenin tuzu biberi olmuştu. Türkiye’de ruhçuluk akımına ayak uyduran isim Bedri Ruhselman idi. Bedri bey, kurduğu bir dernek ve yayınları (Ruh ve Madde) vasıtasıyla konuşmadığı ruh kalmamıştı. Türkiye’nin en zengin aileleri bu ruh çağırma celselerinde MANEVİ ve MADDİ MAKAM atlıyorlardı! Daha sonraki yıllarda birileri Bedri Bey’e velilik vasfını uygun görecekti. Bedri Bey’in akıl hocaları ise; Uri Geller adlı Mossad’da kaydı bulunan kaşık bükebilen POKEMON ve ünlü Amerikalı kahine Jeane Dixon idi! (Matrix filminin yapımcıları Uri Geller’den etkilendiklerini bbcye deklare etmişlerdi.) Konumuza dönelim… 

Bildiğiniz üzere 1955’li yıllarda Dp ve Chp kavgası doruktaydı. Ancak konu MRA adlı örgüt olunca koyu Dp ve Chp’liler nedense methiyeler düzmekte yarışa giriyorlardı. Dönemin Dp milletvekili Ekrem Tok, Manevi Cihazlanma Cemiyeti hakkında 1955 yılında bir yayın çıkarmıştı. (Aynı yayın 1965 yılında tekrar basıldı) Chp taraftarı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Burhan Felek ise, 30 Eylül 1955 tarihli yazısında MRA’yı öve öve bitiremiyordu. Bu ikilemi dünya liderler sahnesinde de görmek mümkündü! MRA, Hitler gibi bir lideri de Mahatma Gandhi gibi tam zıt pozisyonda ki bir lideri de içinde barındırabiliyordu. Öyle ki İngilizler ile Gandhi arasında ki müzakerelerde Frank Buchman büyük rol oynayacak ancak dünya medyasına yansımayacaktı!5

MRA, Nato üyesi olan her ülkede örümcek ağına benzeyen bir sistem kurmuştu. Öyle ki, Nato’da, Frank Buchman’ın doktrini bir ders olarak askeri sisteme monte edilecekti! Nato üyesi ülkelerde ‘’Askeri Kuvvetlerde Moral’’ adı ile okutulan ders ile kadim milletlerin ‘’askeri bilinci yapay bir zihin algısına’’ dönüştürülmek istenmekteydi. Ülkemizde de 1942 yılından itibaren bu ders askeri yapımızın içine sinsice yerleştirildi. Erkanı Harp hizmetinde propaganda ve piskoloji uzmanı olarak görev yapan Faik Türkmen, bu dersin zihin kodlarını öğreten görünürde ki kişi idi. Faik Türkmen, bir araştırma için yurt dışına gönderilmiş ancak döndüğünde ise MRA’nın askeri doktrinini benimsemiş olarak yurda dönmüştü. Atatürk’ün, Ahmet Hamdi Akseki’ye bir talimat ile hazırlatılmasını istediği ‘’Askere Din Kitabı’nın’’ hangi tarihlerden itibaren ve neden askerimizin ders programından çıkarıldığını araştıranlara bir cevap verelim. MRA’nın ‘’Askeri Kuvvetlerde Moral’’ adı ile başlatılan ders programından sonra, ‘’Askere Din Kitabı ‘’ adlı önemli hizmet içeriği geliştirilerek devam ettirilecek yerde askeri eğitimimizin dışına itilmiştir! Sürecin sonunda özellikle askerimiz içinde ki bu yapı temizlenmiştir. Değerli büyüğüm Erol Elmas’ın yazısından ilgili kısım ‘’1960 darbesi olunca tüm bu planlar sekteye uğradı…’’



 

60 darbesinden sonra MRA’da sıkı takip altına alınmıştı. Ancak düşünün 1500’ler de Avrupa merkezli başlayan bir projeyi, dünya çapına yayma başarısını kısmen sağlamış ‘’yapay zihinli odaklar’’ bu kadar kolay pes edebilirler mi? Tabii ki hayır… Manevi Cihazlanma (MRA) hakkında ki genel görüş 1972 yılından sonra Türkiye’de ki faaliyetlerini durdurduğu yönünde ama bu bilgide maalesef yanlış. İşte belgesi… 1977 yılında cemiyete ait bir yayın…



Yayının içeriği ruhçuluk akımı ağırlıklı idi. MRA’nın örümcek ağını kurduğu her ülkede; ruhçuluk akımının bir lideri mevcuttu. Bizim ülkemizde bu akıma alet olan isim Bedri Ruhselman’dı. Konu hakkında bir başka isme değinmeden geçmeyelim. Bu kişi bir kadındı ve Bedri Bey’in akıl hocalarından biriydi. Ruhçuluk akımının ABD’de ki lideri Jeane Dixon idi. Dixon, 3 Abd başkanın danışmanlığını yapmış bir kahine idi. (ABD Başkanlarına devamlı olarak danışmanlık yapan 9 kişilik bir kahinler birimi vardır. Dixon, bu gruba giren ikinci kadın olma özelliğine sahipti. Bu konu ayrı bir yazının konusu.) Ayrıca çok sayıda politikacının kişisel astrologluğunu ve danışmanlığını yapmıştı. MRA’nın en ateşli üyelerinden biriydi. Kahinemiz Dixon, 1977 yılında bir kitap yazacaktı. Kitabın adı ‘’Yesterday, Today and Forever’’ idi. Dixon, kitabın gelecek tasavvurları adlı bölümünde önemli bir olayın olacağından bahsediyordu. İlgili kısımdan aktaralım ‘’Orta Doğu’nun çölleri aynen kutsal metinlerde ki gibi bir gül gibi açacaktır. Ortadoğu ve tüm halkları, bir kültürel ve ekonomik rönesansın görülmeyen eşiğindeler. Beş yüzyıl önce İtalyan Rönesansı ne idiyse, onlarınki (Ortadoğu) Rönesans olacaktır.’’.6 Dixon bu öngörüsünü 2000 yılı olarak hesaplamıştı. Gelin görün ki sözde ARAP RÖNESANSI (ARAP BAHARI) 11 yıl gecikme ile gerçekleşecekti. Vay be kadına bakın gerçekten kehaneti tutmuş sakın demeyin! Çünkü… 

MRA, 1977 yılından sonra hem Türkiye’de hem de tüm dünya çapında örgütlenmesini titizlikle devam ettirdi. 2001 yılında ise Manevi Cihazlanma Cemiyeti (Moral ReArmament-MRA) olan örgütün ismi İnitiatives of Change (İOFC-Değişim için İnisiyatif alanlar olarak çevrilebilir) olarak değiştirildi. http://www.iofc.org/  Arap Baharı rüzgarları eserken bu örgütün adı hiçbir kaynakta geçmiyordu. Oysa ki, Arap Baharı için milyonlarca dolar akıtan örgüt İOFC (İnitiatives Of Change) idi. İofc, yani eski adıyla MRA bölge ülkelerinde ki en eski teşkilatlardan biriydi! Yıllarca İslam coğrafyasındaki ülkelerden öğrenciler devşirip, yurt dışında bu öğrencileri yetiştirmişlerdi. Daha sonra ise öğrenciler ARAP BAHARI’nın akıl hocaları (edebiyatçısından sanatçısına bilim adamına her alanda kişiler) olarak karşımıza çıktılar! İofc’nin sitesinden Arap Baharı ile ilgili yazı linkleri : http://www.iofc.org/node/8179http://www.iofc.org/arab-spring-lessons-from-lebanonhttp://www.iofc.org/node/4132http://www.iofc.org/true-egyptian-revolutionarieshttp://www.iofc.org/dialogue-on-democracy-india    daha onlarca link ve video bulabilirsiniz. Bir soru Müslüman Kardeşler Hareketi kurucusu Benna ile Frank Buchman arasında ki ilişki neden bugün dahi saklanıyor?

Kahinemiz Dixon’a geri dönersek… Dixon’ın üye olduğu MRA (bugünkü ismi ile İOFC) Arap Baharı’nın itici gücü olmuştu. Dixon’ın kehanetleri ‘’Nostradamus’un kehanetlerini’’ gerçekleştirmeye çalışan örgütlerin misaliydi. Çünkü 1977 yılına gelindiğinde yapay din projesinin, iki binli yıllarda Ortadoğu halklarına uzanması planlanmıştı. Dixon, Arap Rönesansı dediği bu şeytanca planı kehanet diye yutturmuştu! (Arap Baharı gerçekleştiğinde, ülkemizde birileri bunun bir ARAP RÖNESANSI olduğundan bahsettiler. Tabii yurt dışında da aynı güruh vardı. Unutmadan şunu da eklemeliyim, Medeniyetler ittifakı projesinin en büyük sponsorlarından biri İOFC’dir. http://www.salom.com.tr/haber-77968-arap_ronesansi.html )

Bu teşkilatın milletimiz içinde ki günümüzde ki odaklarına gelince… MRA isim değiştirdikten sonra (İOFC) ülkemiz içindeki uzantısı, Almanya merkezli bir dernek tarafından yönetilmektedir. Dernek vasıtasıyla Türkiye’den devşirilen gençler çeşitli psikolojik ve parapiskolojik uzmanlık adı altında eğitim sürecinden geçirilmişlerdir! Aramızda indigo çocuklar olarak dolaşmaktadırlar! Günümüzde bu isimleri sanat dünyasından edebiyata, din bilginlerinden bilim dünyasına ve hatta siyasetçilere kadar birçok yerde görmek mümkündür! Sosyal medyada özel bir ağa sahiptirler! Bu teşkilat gülen cemaatinden daha tehlikelidir. Çünkü gülen cemaati denen malum odağın nasıl bir yapı olduğu az çok ortadadır. Nitekim malum cemaat, 1960 yılından sonra; MRA tarafından bir geçiş sürecinin aracı olarak kullanılmıştır! (Tıpkı diğer ülkelerde ki gibi. Benna ve Müslüman Kardeşler hareketi bir de bu yönüyle incelenmeli!) Gülen cemaatine salvolar sallayan bir takım isimlerin, gülen cemaati ile bu geniş ağlı teşkilatın ilişkilerini neden yazamamaktadırlar? Acaba işin ucu kendilerine mi dokunacaktır?

İOFC’ye bağlı yapının tehlikesi her hangi bir ilkesi olmamasıdır! Haftanın 7 günü 7 ayrı akımın rolüne bukalemun gibi bürünebilmektedir. Bir gün Mevlanacı, bir gün Gnostik, bir gün Bektaşi, bir gün Mason, bir gün tapınakçı, bir gün Budist vs… Özellikle genç nesil büyük bir tehlike altındadır ve bu yapının telkinleri ile yazılan SÖZDE TASAVVUF adı altında ki kitaplara günümüzde yoğun ilgi gösterilmektedir!

Yazının başından beri bahsettiğim yapay din projesiyle yeni bir insan tipi hedeflenmektedir. Alim’lik vasfını kaybetmiş, halk edilen her varlığa bilip-bilmeden zulm eden zalim hilkat garibeleri! Öncelikle zihinlerde yeni bir bilinç yaratılacak (zihinlerde ki bilinci MRA gibi oluşumlarla sağlanıyor ve onların uzantısı yayınlar, filmler, sanat eserleri vs.) ve daha sonra bunun fiziksel alt yapısı sağlanacaktır.

İşin fiziksel alt yapısı elbette ki bilim ile sağlanacaktır. Geçtiğimiz bölümlerde MRA’nın içinde filizlenen ruhçuluk akımının klasik ruhçuluk anlayışından biraz farklı olduğunu belirtmiştim. Bu inanışa göre ‘’RUH’’ evrende kaybolmayan enerjinin (bu enerji kavramını bilinen enerjinin hammaddesi gibi düşünün) ta kendisiydi. Biz onu gözle göremesek bile; tıpkı ses, elektrik, manyetik alanlar gibi aslında vardı ve tüm bu görülmeyen unsurların en üstünde ruh bulunuyordu. Dolayısı ile madem ki elektriği, sesi ve manyetik alanları bilimin sağladığı olanaklar ile kontrol edebiliyorduk; ruhla da bilimin bahşettiği yollar ile iletişime geçebilirdik. Yine bu zihniyete göre ruhumuzun binekleri bedenler önemli değildi. Ruhumuz bizim aslımızdı. Dolayısı ile ruhumuzun daha rahat etmesi için bedenimizde ki aksaklıklar giderilmeliydi. Bedenimizde ki aksaklıklar giderilirse Ruh kendisine uygun olan bedenden hiç çıkmayacaktı! Sözde re-enkarnasyona gerek kalmayacaktı! Kısacası bu akım ölümsüzlük ve dünyada iken cenneti yaratmayı vaat ediyordu.

Kısaca bu sapık zihniyetli akımın geçmişine ve günümüzde ki yansımalarına bakalım…

1818 yılında Avrupa’yı kasıp kavuran bir roman yayımlandı. Roman’ın ismi Frankenstein idi. Romanda bahsedilen ana konu, hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden eksiksiz tasarlamayı, böylelikle de ölümsüzlüğe ulaşma hedefi anlatılmaktadır. Roman daha sonra birçok dile çevrildi ve çok satan kitaplar listesine girdi. Kitabın yazarı Mary Shelley adında bir yazardı. Shelley’in romanı yazarken esinlendiği ve dönemin Avrupa’sında çok gizli tutulan isimsiz bir proje vardı. 1871 yılında isimsiz projeye günümüzde dahi hala kullanılan bir isim verilecekti. GILGAMESH PROJECT (Gılgamış Projesi-Ölümsüzlük Projesi olarak da anılıyor!)…

Gılgamış Projesi ile hedeflenen; insan bedeninin tıpkı Frankenstein romanında olduğu gibi bilimin ilerleyebildiği oranda yapay uzuvlarla geliştirilmesi idi. Proje bugün dahi devam etmektedir ve bilim adamlarının büyük bir kısmı tarafından bilimsel devrimin itici gücü olarak gösterilmektedir! Shelley, -kendi deyimiyle- JEAN KALVİN’den etkilenmiş ve onun öğretileriyle yetişmiş bir insandı! Ruh’un daha rahat edeceği bir beden hayalini kuruyordu! Ancak romanında bilimin gelişmesi ile bu ideal gerçekleştiği takdirde insanlığın sonunun gelebileceğini de korku ile ifade ediyordu. (Bugünde birileri Yapay Zeka çalışmalarının insanlığın sonu olabileceğini dile getiriyorlar.)



Değerli büyüğüm Erol Elmas’ın yazısında ilk kez bahsetmiş olduğu ‘’kablo çekerek ruhlarla iletişime geçmeye çalışan’’ palyaçoların zihin kodları ölümsüzlük projesinin Ruh Kavramında saklıdır. 

Gılgamış Projesi, insan eliyle yapılandırılmaya çalışılan yapay din projesinin bilimsel ayağıdır! Gılgamış Projesi bugün dahi hala son sürat devam etmektedir. Proje içinde çalışmış bir çok ünlü bilim adamı ve fütürist vardır.

Yeni bir insan tipi hedeflenirken; sadece manevi bir dönüşümden değil, fiziksel dönüşümden kast ettiğimde tam olarak budur! Bir yandan insanlığın kadim zihniyeti yapay dini akımlar yolu ile boşaltılmaya çalışılırken, diğer yandan da bilimsel keşiflerle sapık zihniyetli bu projenin bedenimizde ki değişimler yolu ile desteklenmektedir. Kısacası bunlar birbirinden bağımsız projeler değildir! Aynı vizyonun iki saç ayağıdır!

Yapay din projesi; Zalim’in vizyonunu edinmiş yapay zihniyetli devletlerin 500 yıl önce Avrupa merkezli başlattıkları ve bugün tüm dünyayı sarma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığımız en tehlikeli projedir. Projenin birkaç saç ayağı vardır. Süreç içerisinde projeyi yürüten derneklerin, isimlerin ve devletlerin ismi değişebilir. Ancak ana tema; yani tüm dinleri üst bir potada eriterek insan yapımı bir dini akım oluşturma çalışmaları bir merkez tarafından hala tehlikeli bir biçimde dallanıp budaklanarak devam etmektedir!

Kadim Türk Milleti ve etki sahası içindeki tüm milletler, yapay din projesine karşı cevabı Bilgi Çağı’nı doğru okuyarak vereceklerdir. Proje karşısında ki tek çıkar yolumuz; Hoca Ahmed Yesevi’nin ruhaniyeti ile yoğrulan Türk tasavvufu’dur ve dolayısı ile İslam dininin HAKİKATİ’DİR! Bu sebepledir ki, bugün Batı tarafından sözde İslam adı altında yutturulan her akımın önü açılmaya çalışılırken; Türk Tasavvufu’nun hakikatinin herhangi bir yolla anlatılması yasaklanmıştır! Bu konular üzerinde naçizane kafa yormuş biri olarak şunu söyleyebilirim; Kadim Türk Devleti Bilgi Çağı’na uygun mücadele yöntemini benimsemiş ve bu sapık zihniyetli akımlara karşı bir cevap vermiştir ‘’ON ALTI YILDIZ SİTESİ’’. On altı yıldız sitesi, yeniçağa uygun modern HANKAH’TIR! Kadim Türk devleti’nin kodlarının bir bir açıklandığı ve Zalim’in vizyonunu edinen yapay zihniyetli odaklara verilen TÜRKLER nezdinde en büyük cevaptır. Önümüzde ki yıllarda bu gerçek daha net olarak anlaşılacaktır! İnternet ortamında Hankah olur mu demeyin! Dedik ya, yeni bir çağ yeni bir mücadele yöntemi!

Kadim Milletimiz en zor anlarında bağrından bir GÜNEŞ doğurmuştur! Güneş’in ismi bazen HOCA AHMED YESEVİ bazen HACI BEKTAŞI VELİ bazen de İBN-İ ARABİ olmuştur! Türk’ün bozulan gönül mimarisi ve kadim kodları; GÜNEŞ’LER sayesinde yeniden imar edilir!

‘’Güneş’e arkasını dönen, gölgesinin izinden yürür’’ Münir Derman.

Güneş’e yüzünü dönenlerin birlikteliği sağlandığında yeni bir çağın başlangıcının ayak sesleri işitilir! Türk burçlarında doğan GÜNEŞ’LER kıyamete kadar devam edecektir! TÜRK’ÜN BAĞRINDAN DOĞAN SON GÜNEŞ OKTAN KELEŞ’TİR. Bu hakikat artık akledenlere aşikardır! Güneş’e yüzünüzü dönün! Dönün ki, Alim’in mücadelesine hizmetkar olabilesiniz!

Alim’in vizyonunun sancaktarı olan kadim Türk Devleti önümüzdeki zaman diliminde bu yazının konusu olan sapık zihniyetli akımlara karşı daha açıktan mücadele edecektir. ‘’Neden şimdi değil?’’ diye soranlar olabilir.

Yapay bir düzen peşinde koşan zalim odaklara karşı; 100.000 yıllık kadim bir devletin sabır zikri verilen en büyük mühlettir! Kadim Türk Devleti, Sabır zikrini hakkıyla eda ettiği için beynini tüm saldırılara karşı bugüne kadar koruyabilmiştir!

Biraz daha Sabır…

Yazının başında dilimizde harabeye çevirdiğimiz büyük bir öğütten bahsetmiştim.

Bir daha yazalım ve düşünelim ‘’Her şeyin bir zamanı var!’’

Baran AYDIN

 

 

KAYNAKLAR

1-     Doğuş Locası Yayınları, Manevi Silahlanma, Ankara, 1951, s. 24              

      2-     A.g.e., s. 15    

3-     Manevi Silahlanma Mecmuası, No:26, 1962, s.28-29 

 

4-     A.g.e., s.27 

 

5-     Manevi Cihazlanma Cemiyeti Neşriyaatı, Ekrem Tok, Manevi Silahlanma, İstanbul, 1965, s.28 

 

6-     Bilim Araştırma Merkezi, Vazife-Türkiye ve Kozmik Misyon, İstanbul, 1980, s. 66



Bu haber 23,449 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,424 µs