En Sıcak Konular

İzmir Yol Hikâyesi (Anıları)

27 Eylül 2016 12:18 tsi
İzmir Yol Hikâyesi (Anıları) İzmir Yol Hikâyesi (Anıları)


İzmir Yol Hikâyesi (Anıları)


Daha önceden, Serkan pilotumuzun bir oğlak ziyafet sözü vardı. Oğlak esprisi epey bir süredir aramızda latife konusu olmuş ve epey sürede eğlenmiştik. Bu ay içinde yıllık izinini kullanan değerli koldaşımız, Sultanımız ile istişare ederek İzmir, Tire’deki köyde bu sözünü yerine getireceğini ifade etti.

Bir süredir oğlak üzerine tevafuk eden bir çok işaret zuhur etti. En enteresanı daha önce yaptığımız İzmir seyahatinde, molada nereden çıktığını anlayamadığımız bir kaç keçi, hele ki bir tanesi gelip masamıza çıktı. Serkan hala işaret bekliyordu. İşaret ağzımızın içindeydi. Oysaki biz oğlak ziyafeti olmasını istiyorduk.

22 Eylül 2016 Perşembe günü daha önceden Sultanımızın, Mahmut İsakoğlu abimize verdiği talimat ile hazırlanıp yola çıkacaktık. Beklenen gün geldi.

Hazırladığımız küçük birer sırt çantası ile yola çıktık. Yola çıkmadan önce Serkan aracın içini malzeme, alet, edevat ile doldurmuştu. Bizim bildiğimiz Serkan nerede olursa olsun kendine nasılsa iş çıkarırdı. Çıkardı da.

Daha önceden sözleştiğimiz üzere Avrupa yakasından Mahmut abi ile beraber beni Kavacık’tan alacaklardı. Lakin ben sabredemeyerek onlardan önce karşı yakaya geçip, Serkan ile buluşarak Mahmut abiyi çalıştığı iş yeri ENDERUN’dan alarak yola koyulduk. İstikamet, Sultanımızın haneleriydi.

Kısa bir yolculuktan sonra Sultanımızın yanına ulaştık. Bizleri hanelerine davet ettiler ve ikramlarda bulundular. Bizde hane büyüklerinin ellerini öperek Sultanımız ile şaka ile karışık bazen ciddi bazen latifeli çay eşliğinde bir sohbet ettik. Sağ olsun var olsun.

 Bir kaç saat sonra Sultanımızın emriyle yola koyulduk. Şimdiki hedefimiz Darıca, dernek merkezimizdi ve orada da sevgili başkanımız Yener Dursun bey ile buluşup asıl hedefimiz olan İzmir yolculuğumuza başlayacaktık. Başkanımızı aradık kendilerine doğru hareket ettiğimizi bildirdik. Darıca, dernek merkezimizde başkanımız ile buluşarak yola revan olduk.

Sultanımız, Oktan KELEŞ ve biz kalperenleri, eğri köprü dediğimiz Osman gazi köprüsünü geçerek İzmir yoluna koyulduk. Hafif sesli müzik ve sohbet eşliğinde saat 20:00 sularında Darıca, dernek merkezinden ayrıldık. Gece saat 01:30 sularında İzmir, Bornova’ya vardık. Bornova’da Kemal  koldaşımız bizi karşıladı ve Can'ın yeri denilen güzel bir nargile kafeye götürdü. Oraya vardığımızda Sultanımız, Can Bey'e, mekan sahibine, elle yazılmış bir İstiklal marşı çerçevesini hediye etti. Kafeterya da bir süre oturup muhabbet ettik ve Sultanımız ile Kemal koldaşımız bizden ayrıldılar. Bizlerde Tire’deki köy evine Sultanımız hariç İstanbul yolcuları olarak bir süre sonra vardık. Yol yorgunluğundan hemen istirahat edip uyuyup, erken kalkmak için yatıp uyuduk. Saat gece 03:30 sularıydı.

Bundan önce Sultanımız bize İzmir’deki koldaşlarımıza haber vermemizi söylemişti. Bizde buna istinaden İzmirli kalperenleri sırasıyla aradık haberdar ettik.

Ertesi gün Cuma idi ve biz sabah 09:00 sularında uyanıp, kahvaltımızı yaptık. Yaptığımız kahvaltının tamamı organik ürünlerden elde edilmiş köy ürünleriydi. Gerçekten lezzetli ve sağlıklı ürünlerdi. Orada da tahmin edeceğiniz üzere büyük fedakarlıklar yaptım.

Sultanımızın işlerinin uzun süreceğini duyunca, iş kolik pilotumuz, kendine iş yaratmakta gecikmedi. Ve bizleri de kendine çırak eyledi. Tüm elektrik tesisatlarını, özellikle alt kattaki tesisatı tümden elden geçirip aydınlatmaları, priz ve kabloları yeniledi. Bu arada biz Ozan ve Baran Aydın ikizlerimizi almak için Tire merkeze indik. Bu ara da Yener Dursun başkanımız ve Mahmut abi köyde kaldılar.

 Biz Cuma namazı vaktine dakikalar kala ikiz koldaşlarımız ile eski tarihi bir caminin bahçesinde Cuma namazımızı kılıp eksik gördüğümüz eşyaları alarak ki, en önemli eksiğimiz SODA idi hemen bir kaç koli alıvermiştik malum ne zaman nerde ihtiyaç duyulacağı belli olmaz...  Sodasız kalperen silahsız asker gibidir.

Aldığımız malzemeler ve ikizlerimizle yine yeniden köye varmıştık. Serkan'ın, Başkanımız, Mahmut abi ve biz diğer çıraklarıyla işini bitirmesi akşamı bulmuştu. Yorgunluğumuzu akşam çayı ile giderip sohbet eyledik. Ardından Zübeyir Aydın koldaşımızı arayıp İzmir’de olduğumuzu bildirdik. Kendisini beklediğimizi söyleyerek onu da köye davet ettik. Attığımız konum ile onu beklerken konumu yanlış gönderen benim yüzümden kaybolup değişik bir olay ile karşılaşan Zübeyir Aydın, yarın başına gelecek olayların başlangıcını ateşlediğini ne o, ne biz bilmiyorduk.

Olay şöyle gelişiyor. Aracıyla giderken 70 km hız ile kaputtan bir farenin cama doğru geldiğini ve tiksinerek ani bir fren ile düşürdüğünü iddia ediyordu. Asıl macera onun için yarındı. Epey bir süre sonra yanımıza gelen koldaşımız ile bir süre oturup, bu olayı üzerinde konuştuk. Bu olayda ki işaretlere göre başkanım ve Mahmut abi, Zübeyir'e sıkıntılarından sıyrılacağını söyleyerek, onu ferahlandırdı. Fakat Zübeyir koldaşımız, hala heyecanlıydı, olay onu bayağı bir etkilemişti. Hala anlamlandırmaya çalışıyor. Bize kulak vermiyordu. Derken saat yine geç oldu ve gece 03:30 gibi ayrıldık.

Ertesi gün ise Sultanımız ile Tire’de hep beraber buluştuk. Çünkü oğlak ile tanışma günümüzdü. Tire merkezde en az yüz yıllık bir kahvehane de tömbeki, çay eşliğinde sohbet ederek, oğlak ile tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Oğlağı fırına veren Serkan pilotumuz. Akşam 18:30 da fırından oğlağı alacağımızı söyledi.

 Tire, o kadar güzel, şirin ve bizden ki! Anlatılmaz. Tire’de Aydınoğlu beyliğinden kalma bir çok tarihi eser var. Güzel sokakları, çok yüksek olmayan binaları ile sanki geçmiş, bu günde. Eski zamanın yaşandığı şirin bir yer. Herkesin bir gün emekli olup da yaşamayı isteyebileceği nadir yerlerden bir güzel yer. Kesinlikle Türklüğün mayasının bulunduğu isim ve yerleri ile çok dikkat çeken bir alan.İnanılmaz bir şekilde sanki 80’ler ve öncesi bir tarih aralığında kalmış bir yer gibi...

18:30 gibi oğlak ile tanıştık. Çok sıcak bir tanışmaydı. Oğlağımız yeni fırından çıkmıştı. Kaptığımız gibi soluğu köyde aldık. Diğer İzmirli koldaşlarımız Gürhan efe ve Hakan koldaşımızın bize katılmasıyla, köyde ki komşularımızı da davet ederek oğlağı içimizde yaşatmak için harekete geçtik. Yine fedakârdım. Göz yaşartan fedakârlıktan sonra, tekrar Tire merkeze indik.

 

Malum tönbeki salonun da çay, nargile ve güzel bir sohbet eşliğinde, Zübeyir koldaşımız dün akşamki olayı Sultan babamıza anlatırken; Sultanımız “o bir poşette olabilir” dedi. Zübeyir “gördüm fare idi” dedi. Bir, iki, üç hala ısrar ederken; Sultanım " buydu" deyip poşeti ona uzattığında biz küçük bir kuş gördük. Zübeyir bağırarak ayağa kalktı “fare” deyip fırladı. Tiksindiğini söyleyerek nargileleri düşürerek geri çıktı. O hariç, herkes bir kuş görmüştü. O yine “fare” diyordu. “Git al” dedi Sultanımız. O, ise “fare” diye gidemedi. Sultanımız ona dedi ki, "alsaydın o yılan olacaktı elinde" dedi. " Ben onu almayacağını da biliyorum" dedi. Herkes şaşırdı ve bu konu üstüne muhabbet, şakalar ile devam etti. Geç vakitte eve gittik. Sultanımız “yatın” dedi “erken kalkacağız ve sizi Ötüken'e götüreceğim” dedi. Bizlerde heyecan ile yattık, uyuduk.  Sabah erken saatlerde  " Koğuşçuk kalk" sözleriyle Sultan baba biz kalperenlerini uyandırıyordu. Asıl gün şimdi başlıyordu.

 

 Üç araç, on iki kişi Sultanımızın rehberliğinde yola koyulduk. Tire’den, Bayındır yoluna oradan Bozdağlara, Üçler kapısı, Kırklar çeşmesi, kırk oluğa gittik. Gerçekten Kırk oluktan su içip, orada kurulan köy pazarından alış veriş yaptık. Sultanımızın talimatıyla her oluktan su içip, şişelerimizi su ile doldurup dağlara doğru yol aldık. Her dağ bir başka güzel her zirvenin ortasında bir vadi, her vadi de sanki bir Ergenekon, vardı. Doğanın güzelliği bizi mest etmişti. Dağların arasın da yol alırken Sultanımız bizi durdurup yukarı doğru tepeye, zirveye doğru tırmanmaya başladık. Taşlarda inanılmaz metalik parçalar göze çarpıyordu. Keklik ve kartal gördük. Ay sanki ters hilal şeklindeydi. Kemal koldaşımız, yabani meyveler toplayarak herkese dağıttı. Bu meyveler kuşburnu, alıç, yabani böğürtlen v.s. idi.

Tırmanış devam ederken Sultan baba bize hedefin zirvede ki alıç ağacı olduğunu söyledi. Zorda olsa, ağaca ulaştık, tırmanarak. Çıktığımız yerin yüksekliği tam 1600 metre idi. (Manidar değil mi.)

 

 

Tam öğle vaktin de bu zirvede açık alanda bir zikir yapacağımızı söyledi. Bizim de istediğimiz, arzuladığımız bu idi. Bizi bizden iyi bilen baba Sultanımız, içimizden geçeni o dağlarda gerçekleştirdi.

Öncesin de bize bu alıç ağacının altında eski bir kurganın olduğunu anlattı. Dut ağacının anlamını anlatan sultanımız. Alıç ağacının da böyle ulu kişilerin mezarlarına dikildiğini anlattı. Bu anlatımın ardından güzel bir zikir yaptık. Yaptığımız zikirde, duygusal, güzel haller içinde çok güzel manevi haller yaşadık. Sultanımız, bize arındığımızı söyledi.

Zorla tırmandığımız dağdan, dün sevgi ile içimize aldığımız oğlak gibi zıplayarak çok daha kolay bir şekilde araçlarımıza ulaştık. Oradan yolun sonunda ki kayak merkezine vardık. Girilmez levhasının arkasına geçerek. Girilmez olan bölgeye girip resimler çektirdik.

 

Yol bittiği için geri döndük ve bir çeşme başında müzik eşliğinde Ankara havasıyla oyun oynadık. Orada bulunanların bakışları arasında oyunumuzu oynayıp, suyumuz içip yolumuza devam ettik.

 

 

 

 

 Daha sonra öğle yemeği için tenha bir yerde ağaçların altında, Kleopatra'nın yıkandığı suyun yanında karınlarımızı doyurup, köye döndük. Köyde yine ayrılarak, Sultanımız ve bir kaç koldaşımızı Tire’ye uğurladık. Mahmut abi ile, Yener başkanımız, Kemal koldaşımızın rehberliğinde ER türbesine yine zorlu bir yolculuk yaptılar. Bizde kaptan pilotumuzla son işleri bitirip eşyalarımızı hazırladık.

Yine geç vakitte sultanımız ile Tire’de buluşup vedalaştık. Kendileri işlerini tamamlamadığı için orada bizden ayrılıp İzmir merkeze geçtiler. Gitmeden önce bir konu da Zübeyir koldaşımıza yetki sende dedi. Biz köyde ki eve varınca tıpkı Volga gibi Zübeyir koldaş; "Anahtarları verin, emir komuta bende" dedi. Bizde birbirimize bakarak epey güldük... Sabah kalkıp erken den yola çıktık. Zübeyir bizi bırakmadı. Mekânın da bizi ağırlayıp, uğurladı...

Elveda güzel İzmir. Sana dil uzatanlara inat selam sana TÜRK İZMİR!

Başta PİRİM, HOCAM, KOMUTANIM olan, OKTAN KELEŞ Sultanıma, Sevgili başkanım Yener DURSUN'a, Derviş ağabeyim Mahmut İSHAKOĞLUN'a, Serkan ASAR'a...

İzmirli; Kemal, İsmail, Zübeyir, Gürhan, Hakan koldaşlarımıza...

Köyde ki, değerli büyüklerimize sonsuz teşekkürler... Var olun. Nur olun. Sağ olun


Bekir ÖZTÜRK




Bu haber 5,291 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,318 µs