En Sıcak Konular

İngiliz Devleti’nin Kodu: 9 LORD ve Özbekler Tekkesi

1 Haziran 2016 07:43 tsi
İngiliz Devleti’nin Kodu: 9 LORD ve Özbekler Tekkesi İngiliz Devleti’nin Kodu: 9 LORD ve Özbekler Tekkesi


                              İngiliz Devleti’nin Kodu: 9 LORD ve Özbekler Tekkesi


   ‘’…Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

          Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül…’’ Yahya Kemal Beyatlı

 Melamilik yoluna muhibban olan Yahya Kemal, şevkte de aşkta da aslolanın harabattan geçtiğini belirtmiş… Harabat ehli, Harabatiler…

Harabat ehli, bina yapıp yıkar, yapıp yıkar, yapıp yıkar… Taliblilerine bina yapıp yıkmayı öğretirler. O bina ki ilkin temelleri nefsin örtülü arzularıyla inşa edilmiş iken; ‘İkra’ depremi ile tuzla buz, harab olur. Böylelikle ‘sıfır’dan başlanarak sağlam temeller üzerine yepyeni bir bina inşa edilmeye niyet edilir. Kur’an’da şevk içinde yapılacak niyetin şartı bellidir… ‘’ O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı…’’ (Bakara, 22) . Niyet, insanın koldaşı olur ya… Niyetini, ‘Yol’dan saparak yapanlar  (Haman’ın kulesi misali) göğün denizlerinde koldaşı tarafından boğulmaya mahkum edilir.

Harabat ehlinden öğrenilen bina yapma sırları göğün son sınırına gelinceye kadar devam eder. Ancak ola ki, 7 kat göğün herhangi bir zerresine gönül takılıp kalırsa; bina baştan yapılmak üzere tekrar yıkılır. Gökte takılıp kalmanın niçinini nedenini anlamak, bilmek veya ‘söz’ê dökmek bir işe yaramaz! Önemli olan, o binayı o anda yıkıp, aşk ve şevk ile yeniden şaşmadan doğru yere ‘uz’atabilmektir. Ne diyor Mevlana:

‘’Anlayışlı olmakla, herkesin akıl erdiremediği şeyleri anlamakla insan Hakk’a varamaz. Allah’ın fazlı, keremi ancak kırık kalbleri, yıkık gönülleri arar.’’ İşte bu hakikati öğretenler Harabat ehlidir. Onlar ‘İkra’ emrini okuyabildiklerinden Rabbin, kuluna en büyük ‘İkra’mı olan ‘İRADE’ sırrını taliblilerine verirler. Hakk’a varınca, bina da şevk de aşk da yok olur. Geriye hiç kalır… Kül misali… Birlenir varlık…

Sebeblerin (vasıtaların) yaratılması müsebbini hatırlamamız içindir.


’Harabat ehlini hor görme zahid, hazineye malik viraneler var!’’… Bizim Hazinemiz, PİRİMİZ’dir (Oktan Keleş).  Elhamdulillah… O’nun himmetiyle kabul ederse, inşAllah nefsimizle inşa ettiğimiz binayı yıkmaya talibiz.


Merhum Yahya Kemal’in, şevkin sembolü olarak Lale çiçeğini işaret etmesinin nedeni; Lale’nin büyüme aşamasında gökyüzüne doğru tekve bir olan Allah’ına doğru şaşmadan, O’ndan başkasını gönlüne koymadan hakikatini bina etmesidir.

Deruni Devlet’te ki işaretler bölümünü herkes bilir:

‘’Hiçbir Şey boş değildir. Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Hiçbir hadise de boşuna cereyan etmemiştir.

  

Yaradan insanla adeta bu yolla konuşur, insana yol gösterir.’’

Tüm yaratılmışlık birbirine işaret olmuştur. İnsana bu işaretleri çözmek ve kainatın sırlarını gönlüne yazmak kalır. Hakk’a gitmek el ele olur. El Ele El Hakk’a…

Şevk’in sembolü Lale’nin bize işaret ettiği, konuştuğu sırların bir kısmına dokunalım.


Lalenin ilk olarak Orta Asya'daki Pamir Dağları'nda görüldüğü varsayılır. O, en çok dağları sever. Lale, Türklerin Orta Asya’da izledikleri uzun yolda onlara yoldaş olur. Orta Asya’dan çıkarak Anadolu topraklarına yerleşir ve buradan Avrupa’ya yayılır. Türk’ün yolunun yoldaşı olur Lale. Lale’nin Türk’e yoldaşlığı sadece maddi alanda değil, manevi alanda da olmuştur. Lale, Türk tasavvuf öğretilerine ve divan şiirine hizmet etmiştir.


Ebced, cifr vs. gibi havassa ve ehli havassa özel ilim dalları bu siteyi takip eden herkesin ilgi alanı içerisindedir diye düşünüyorum. Arap harfleriyle lâlenin yazılışı Allah kelimesiyle aynı harflerden oluşmaktadır ve her ikisinin de ebced hesabıyla karşılığı 66’dır. Yine Arap harfleriyle lâlenin tersten okunuşu hilâldir ve hilâl İslâmiyet’i simgeleyen bir remizdir.  Ayrıca Hilal’in de ebced hesabı, ‘Lale’ ve ‘Allah’ lafzı celali ile aynıdır. 66…


İşaretler ilmine göre tefekkür ettiğimizde; Lale’yi Ay’a (hilale), ikisini birden ise Allah’a bağlayan bir sır olduğu aşikar oluyor. Peki bu iahi sır ne olabilir?


Batın tarafımızla düşünürsek; önümüze derya çıkar. Kuran’da Ay’dan Nur olarak bahsedilir. Ay nurunu karanlık yüzünde saklar ki bu karanlık ve nur ilişkisine ait delillerdendir. Ay, Hilal konumunda iken; karanlık yüzünde ki nur tam zıttında kalıyorsa (Allahu alem) Ay ve Yıldız’ın bir başka sırrı meydana çıkmaz mı? Ay’ın nurunun delili nasıl ki karanlık tarafında ise; Lale’de dışından parlak gözükür. Ancak içi siyahtır. Tasavvuf metinlerinde Lale’nin bağrında ki siyahlığın merkezi; insandaki süveyda noktasına yani aşkın nuruna benzetilmiştir. Anlaşılan o ki Lale’de nurunu karanlık yüzünde saklar…


İşin zahir yüzüne gelelim. Onaltıyıldız’ın değerli okuyucuları değerli büyüğüm Oktan Keleş’in ve Erol Elmas’ın Ay ile ilgili deruni yazılarını defalarca okudular. Son olarak Erol abimizin ‘Türklerin Sırrı Ay’da Saklanıyor’ başlığıyla yayımlanan yazıyı okudunuz. Kulbak Bilge’de ki Ay Boldı Ata’nın üzerinde ki Kayı Boyu tamgasıda site takipçilerinin malumu…


Lale’yi ve Ay’ı, Türklükle birleştiren sır KAYI BOYU tamgasında sırlanmıştır. Genetiği ile oynanmamış Lale çiçeklerine ve Ay’ın aydınlık yüzünde ki kayı boyu tamgasına ait işareti görebiliyor musunuz? Aynı şekilde Osmanlı motiflerinde ki Lale çizimlerine de yine kayı boyu sembolü sırlanmıştır.

 


 Ay’ın aydınlık yüzünde kayı boyu tamgası mühülenmiştir. Görenlere selam olsun…

   

Kadim bilgiler nasıl ki gönülden gönüle aktarılıyorsa; insan dışında ki yaratılmışlıkta kendi sırlarını birbirlerini işaret ederek taşıyorlar. Türkler, Lale ve Ay’da olduğu gibi… Elbette ki bu sırlar binlerce senedir ehline aşikardır. Dönem, ehlinin işaret ettiği sırları çözme zamanıdır. Kadim sırların mührü DİRİLİŞ vaktinde sökülür ki Kalperenler bu işe taliptir!


Efendim nasıl olur bu sırlar binlerce senedir ehline aşikar olur diyenler olabilir. Özbekler Tekkesi’nden bir misal verelim ve asıl konumuza devam edelim.


İstanbul’da ki tekkelerin çoğunu gezenler ve görenler bilir. Özbekler Tekkesi gibi Orta Asya kökenli tekkelere ait mezarlarda lale motifi sıklıkla kullanılmıştır. Mezar taşları deyip geçmemek lazım… Taşlar bize kişinin hakikatini fısıldar. Özbekler Tekkesi’nde devlete hizmetlerde bulunmuş birçok ünlü büyüğümüzün makamları bulunmaktadır.

 Bu isimlerden biri Münir Ertegün’dür. Münir Ertegün hakkında ulusal medyamızda hem doğru hem yanlış belge ve bilgiler verilmiştir. Bu bilgi karmaşasını yaratanlar malum odaklardır ki hakikatin üstünü örtmek için ellerinden geleni bugünde yapmaktadırlar.


Münir Ertegün köken itibariyle sabetayis bir aileye mensuptur. Ancak nasıl ki karşı taraf binbir hile ile bizim insanımızın aklını çeliyorsa; Türk Devleti’de İslam’ın hakikatinin eli ile gönlü olanların gönlünü çelmiştir. Yeniçeriler bunun en güzel örneğidir. İşte Münir Ertegün’de gönül yolu ile gönlü çelinmişlerdendir. Elbette ki bunda annesinin babası ve Özbekler Tekkesi’nin şeyhliğini yapmış İbrahim Edhem Hazretleri’nin etkisi büyüktür. Münir Ertegün’ü küçüklüğünden itibaren dizinin dibinde yetiştiren isim ise AY-YILDIZ’A can feda eden Mehmet Akif Ersoy’dur. Merhum Mahir İz, Münir Ertegün ile Mehmet Akif Ersoy’un ilişkisini kitabında açıkca yazmıştır. (Naçizane, Münir Ertegün ile AY-YILDIZ’IN ilişkisine ait bir belgeyi ilk kez kitabımızda açıkladık.) Sabetayistleri, olumlu-olumsuz yazdıkları yazılarıyla pohpohlaya pohpohlaya devleti yönetir hale getirenler gülünç durumdadırlar. Bu konuların yazılmasını; devlet terbiyesi almış ve olayların gerçek iç yüzünü bilen kişilere bırakmalıdırlar! Mesela Oktan Keleş ve Erol Elmas gibi… Devam edelim.


Özbekler Tekkesi’nde ki en dikkat çekici ayrıntılara sahip mezar taşlarından biri Münir Ertegün ve aile fertlerine aittir.

 


Lale motifi açıkca kullanılmıştır ki kufi yazı ile ancak yakından bakıldığında ayrı bir metin olduğu görülecektir. Daha da önemlisi, mezar taşında bulunan kayı boyu tamgalarının yanyana gelmesi ile oluşturulmuş kurt başı sembolüdür! Lale motifi, kayı boyu tamgası ve kurt başı… Mezar taşları birçok sırrı haykırmaktadır. Tekkelerde buna benzer daha onlarca sır yatmaktadır. Demekki bazı sırlar ehline malumdur. Ancak bu sırlar zamanı geldiğinde yine ehlince açıklanır. Ehline, Pirimin güzel gönlüne selam olsun…


Özbekler Tekkesi ve onun gibi birçok tekke devletin genel vizyonu çerçevesinde ‘diriliş ve öze dönüş misyonu’ kapsamında yapılandırılmış kurumlardır (Pirimin himmetiyle, yeni çıkacak kitabımızda bu konuyu detaylandırdım). Bu tip tekkeler Orta Asya’da özü korunan YESEVİLİĞİN, İstanbul’da bozulan gönül asayişini yeniden imar etmek için oluşturulmuştur. Kısacası bu Türk Devleti’nin en önemli projelerinden biridir. Bilinmeyenleri belgelendirerek devam edelim.


Özbekler Tekkesi’nin tarihi içerisinde ki en önemli isimlerden biri Şeyh Süleyman Buhari’dir. Şeyh Süleyman Buhari, özellikle II. Abdülhamit Han döneminde, Türk Devleti’ne büyük hizmetleri dokunmuştur. II. Abdülhamit Han’ın en değer verdiği isimlerden biri haline gelmiştir. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar Türk kavimleri ile ilgili dönemi içerisinde bilinmeyecek birçok bilginin anahtarı olmuş ve aynı zamanda Türk dillerine ait deruni bilgisi ile günümüzde dahi kaynak olarak kabul edilmektedir. Yesevilik öğretisine gönülden bağlı olan Şeyh Süleyman Buhari, tekkesinde Yesevi ilim meclisleri kurmuş, Yesevi geleneğine ait erkek ve kadınların bir arada bulunduğu zikir meclisleri düzenlemiştir. Divan-ı Hikmet’e ve diline hakimiyeti sayesinde; Osmanlı ile Osmanlı’nın dışında kalan Türk ve Müslüman devletleri arasında maddi-manevi elçilik görevini ifa etmiştir. Yine bu faaliyetler kapsamında meşhur sözlüğü olan ‘Lugat-ı Çağatay ve Türki-i Osmani’yi kitap haline getirmiştir. Kitabın başında II. Abdülhamit’e devlete yaptığı hizmetlerden ötürü teşekkür etmiştir. Ayrıca sözlüğün girişinde II. Abdülhamit’in yönetim nişanelerinden biri olan ‘hilal ve sekiz köşeli yıldızı’ sembol olarak kullanmıştır.

 


 Şeyh Süleyman Buhari, DEVLET tarafından 1868-69 yılları arasından Hint, Asya, Afganistan ve Buhara’ya gönderilmiştir. Bu seyahatlerin ardından ‘Çerkez Göçmenler’ ve ‘Meclis-i Meşayih’ azalığı gibi çok önemli hizmetlerde görev almıştır. Devletin bir süre yaşadığı çalkantıya rağmen II. Abdülhamit Han döneminde bu kez aynı misyon çerçevesinde Macaristan’a gönderilmiştir. Turan Kongresi’ne katılmak üzere…

Şimdi bilgi ağlarında ilk kez yayımlanacak olan Şeyh Süleyman Buhari’ye ait fotoğrafları yayımlayalım. (Fotoğrafları edinmemde yardımcı olan Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Emre Saral başta olmak üzere, İsmail Tosun Saral ve Hakim Yarbay Fahri Sezer’e teşekkürü bir borç bilirim.)

 

 


 Özbekler Tekkesi’nin, İstiklal Savaşı’nda ki faaliyetleri hakkında yazılan yüzlerce kitap ve makale vardır. Ancak İstiklal Savaşı’nda ki devletimizin kullandığı kadim istihbarat teknikleri maalesef bilinmemektedir. Ne demek istediğimi açıklayayım.

İstihbarat alanında kullanılan ‘kod isimleri’ malumunuz. İstiklal Savaşı’nda Atatürk’ün kullandığı kod ismi NUH idi. Enver Behnan Şapolyo ‘’Parola Nuh idi... Nuh, Mustafa Kemal'in gizli adıydı. Üzerine mühür basılı bir kuruş büyüklüğünde bir kağıt verdiler. Bu gizli görev belgesiydi. Yakalanırsam ilk işim onu ağzıma atıp yutmak olacaktı…’’ diyerek konuya değinmiştir. Bu mevzu her ne kadar alelade bir durum olarak yansıtılsa da sanıldığının aksine mevzu çok daha derindir. Mesela Atatürk’e Nuh denmiştir. Ama bir başka komutanımıza İsa, diğer bir büyük komutanımıza ise Musa kod ismi uygun görülmüştür. Bu kod isimlerin kaynağı dönemin hankahlarıdır. Sorulması ve araştırılması gereken konu bu kod isimleri büyük komutanlara çocukluklarından itibaren yüklenilen (kaderleri çerçevesinde) bir misyon kapsamında konulup konulmadığıdır! İsa Kod ismini kullanan PAŞAMIZ İstanbul’dadır. O’nun sonuda Hz. İsa gibi mi olmuştur? Bu konunun çok küçük bir kısmına Özbekler Tekkesi’nden Ethem Özbekkangay değinmiştir:

‘’ İsmet Paşa'nın da çarşafa sokularak kaçırıldığı söyleniyor? (Muhabirin sorduğu soru)


Bu konulara profesörler bile girmiyor, konuşursak başımız derde girebilir. Ama İsmet Paşa buradan kamufle edilerek kaçırılmıştır. O dönem burası kışla gibiymiş, ancak parolayı söyleyen içeri girebilirmiş. Parola da, "Bizi İsa yolladı." Ata Efendi de, Mustafa Kemal'e yardımcı olmuştur.’’


Bu konular derin gerçekleri ve tarihsel hakikatleri gizlemektedir. Elbette ZAMANI geldiğinde devletimiz tarafından açıklanmak üzere…

AY-YILDIZ’IN erlerinin ruhaniyetleri şad olsun.

Özbekler Tekkesi’nde mezarı bulunan isimlerden biri Buhara Eski Cumhurbaşkanı merhum Osman Kocaoğlu’dur.

 

Kocaoğlu’nun, Milli Mücadele’ye yaptığı katkılar Türk milletinin gönlüne kazınmıştır. Bir o kadar yaptığı faaliyetlerde hala gün yüzüne çıkmamıştır! Atatürk’ün döneminde haklı olarak tekkeler kapatılmış. Ancak ‘diriliş ve öze dönüş’ misyonu çerçevesinde 300 senenin zarfında yetiştirilen son kadrolar; devlet tarafından başka bir perde altında kullanılmaya devam edilmiştir. Osman Kocaoğlu gibi…


Atatürk’ün, devlet destekli projelerinden çoğu el altından yürütülmüştür. Bunlardan biri Türkistan coğrafyasının geleceğine ait attığı adımlardır. Bu adımların izleri; Atatürk’ün emirleri ve Osman Kocaoğlu.’nun elleriyle mühürlenmiştir. Osman Kocaoğlu, özellikle 1936-1938 yılları arasında çokca eleştirilmiş ve devlet politikasına aykırı olarak Türkistan coğrafyası ile ilişki kurduğu yönünde haksız eleştirilere maruz kalmıştır. Bu tez bugün hala geçerliliğini korumaktadır.  Aslına bakılırsa dönemin gazetelerine (Cumhuriyet gibi) göz gezdirildiğinde bu teze insanın inanmaması için hiçbir engel gözükmemektedir. Kocaoğlu’na yöneltilen eleştirilerin hepsi kurmuş olduğu bir dernek yüzünden olmuştur.


Osman Kocaoğlu 1936 yılında Türkistan coğrafyası ile bağlarımızı güçlendirmek, Türk kültürünü araştırmak ve Anadolu ile Türkistan arasında kültürel bir köprü yaratmak gayesi ile ‘Türkistan Türk Gençler Birliği’ adında bir dernek kurmuştur. Türkistan coğrafyasından ülkemize getirilen gençler yetiştirilerek tekrar Türkistan’a dönecek ve arada kültürel, siyasi ve ekonomik bağı güçlendireceklerdir. Dernek kurulduğu ilk andan itibaren yukarıda bahsetmiş olduğum eleştirilere maruz kalmıştır. Osman Kocaoğlu, tüm eleştirilere rağmen bu yapılanmayı kurmuş ve ilk konferansını ‘Türkistan’ adı altında bir kitapçık haline getirerek yayımlamıştır. Buraya kadar herşey normal gözüküyor. Şimdi bilgi ağlarında ilk kez yayımlanacak bir belgeyi ilginize sunuyorum. Osman Kocaoğlu’nun kurmuş olduğu derneğe ait ilk yayın…

 


 (diğer yayınlarda arşivimizdedir.) Ne demiştik? Devlet, bu faaliyeti ‘el altından’ desteklemiştir. İkinci resme dikkatli baktığınızda; o dönem sadece devletin ekonomik olarak desteklediği yayınlarda bulunan ‘Türkiye Cumhuriyeti yazılı ve Ay Yıldız filigramlı’  kağıtı göreceksiniz. Türkistan Türk Gençler Birliği’nin diğer yayınlarda da bu durum aynıdır. Şimdi soralım:

‘Bu yapılanma devletimiz tarafından el altından desteklenmemiş olsa, devlette özel izin ile kullanılan özel filigramlı kağıtların bu yayında işi ne?’

Kaldı ki, geçmişte de günümüzde de devletimizin el altından desteklediği ve özel isimlere çıkarttığı yayınlar daima olmuştur. Bu yayınlar devletin önemli kişilerine istihbarat sağlamıştır. Mesela bu yayınlardan hiç tahmin dahi edilemeyecek bir tanesine örnek verelim. ‘Çaylak’ adlı mizah dergisi! Çaylak adlı mizah dergisini ilk çıkaran isim gazeteci yazar, karikatürist vs. sıfatları ile bilinen Mehmet Tevfik’tir. Bu mizah dergisi incelendiğinde dönemin birçok olayına ve ‘geleceğe’ ait uyarılara rastlayabilirsiniz!(Bir başka yazı konusudur.) Tıpkı Meczup Kelim gibi… Neden Mehmet Tevfik Bey’i örnek verdiğimi daha iyi anlamanız için durumu açıklayayım. Şeyh Süleyman Buhari, II. Abdülhamit Han tarafından özel görev ile Macaristan’da Turan Kongresi’ne gönderildiğinde; yanında bulunan dönemin en ünlü isimlerinden biri Mehmet Tevfik Bey idi. İşi daha da ilginçleştirelim… Mehmet Tevfik Bey, bir süre sonra ‘Çaylak’ adlı dergiyi kapatacaktır. Ancak ondan bir süre sonra bir mizah dergisi olarak ‘Çaylak’ tekrar yayın hayatına başlar. Hem de kim tarafından biliyor musunuz? Meşhur Amak-ı Hayal’in yazarı Filibelili Ahmet Hilmi tarafından! Ahmet Hilmi, kendi döneminde hem İttihatçılara hem de İtilafçılara ağır suçlamalarda bulunmuş ve devleti çökmeye götürenlerin bu iki taraf olduğunu belirtmiştir. Filibelili Ahmet Hilmi, o dönem Gazi Paşa’nın da içinde bulunduğu ‘Üçüncü Grup’tan’ idi. (Üçüncü Grup’u, Ay Yıldız Teşkilatı adlı kitabımda açıkladık.) İşin özü, Türk devleti bu tip istihbarat faaliyetlerini en iyi uygulayan ve bilen devlettir. Bazı ‘ahmaklara’ duyurulur!

Kimse kendini TÜRK DEVLETİ’NİN üstünde görmesin. Kişiler gelip geçicidir…

Endişeye mahal yok!

Hep bizden bahsettik. Devletimize karşı on bin yıldır sinsice mücadele eden odağın birkaç foyasını açıklayalım ki endişe edenler rahatlasın…

İngiltere… Neresinden tutarsanız tutun tutarlı hiçbir yanı olmayan bir devlet… Yapay, hormonlu tarihi olan devletlerden sadece biri… Böylesine bir devlet günümüzün dünyasının sözde öncülerinden biri… Hormonlu İngiliz devletini ortaya çıkaran güç ise bugüne kadar gündeme getirilmedi.

1600’lü yıllarda İngiltere denilen devletin esamesinin dahi okunmadığı, Avrupa’nın güç odağı Venedik’te bulunduğu yıllar. Venedik’te bulunan odağın; Venedik merkezli kurduğu düzeni yenidünyaya yaymak için başlattığı projelerin Avrupa’yı çalkaladığı yıllar. Venedik merkezli yapının ele geçirdiği ülkelerde ilk yaptığı iş kendi sömürü sistemini o ülkenin en üst aklı halinde yerleştirmekti. Bu sistemin adı ‘Dokuzlar Kliği’ idi.(Bu sistemin birkaç ayağı vardır. Siyaset, ekonomi, hukuk ve din gibi hepsini içerir.) Her ele geçirilen ülkenin en gizli üst aklı kendilerine bağlı dokuz kişilik bir ekipten oluşmaktaydı. Nitekim ilk olarak Floransa (ki Mediciler bunlardandır), daha sonra ise Siena, Roma, İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan gibi birçok ülkede aynı sistem kurulmuştu. (Pirimizin himmetiyle, yeni çıkacak kitabımda bu dokuzlu yapının kaynaklarla takip edilebilecek 3000 bin yıllık maddi ve manevi tarihsel sürekliliğini yazmaya çalıştık.) Bu ekibin kralcı, cumhuriyetçi, hümanist vs. olması önemli değildi. Mühim olan kişilerin ‘Dokuzlar Kliği’ sistemini kabul edip, etmediği idi.

Bu sistemin bir ülkeye yerleşmeden önce bıraktığı bir nişanesi, izi vardı. Hedef ülke ilk olarak iki kutba ayrıştırılıyordu. Daha sonra ise bu iki kutbu sözde birleştirecek meşhur dokuz kişilik ekip ortaya çıkıyordu.


Bir hiç olan İngiliz Devleti’nde de aynı oyun 1600’lü yılların başında sahneye konulmuştu. I. Elizabeth’i ortaya çıkarıp 1600’lü yıllarda ki iç çatışmanın ilk tohumlarını atanlar emellerine ulaşmıştı. İngiltere büyük bir iç savaşa sürüklenmiş idi. İngiltere bu çatışmadan büyük zarar görmüş idi. Bir süre sonra çatışmayı sona erdirenler büyük bir proje ortaya atmışlardı. Bu projeyi ortaya atanlar dokuz kişiden oluşuyordu ve kendilerine lordlar deniliyordu (ki aralarında lordluk vasfı olmamasına rağmen, uygun olmayan yollardan lordluğa geçenler çoğunluktadır). Bu projesinin ismi ‘WESTMİNSTER PROJESİ’ idi.  http://www.westminsterassembly.org/members-of-the-westminster-assembly/   Bugünkü İngiliz parlementer sisteminin özü olan Westminster modeli ismini bu projeden almıştır. İngiltere örümceğin ağına düşmüştü.

ngiliz Devleti’nin üst aklı haline gelen 9 Lord’un ilk işi krala karşı gözdağı vermek olmuştu. Nitekim İngiliz İç Savaşı’ndan sonra krallığın yetkileri ilk kez sınırlandırılmıştı. Ancak kral karşıtlarının isteği de tam olarak karşılanmamıştı. 9 Lord’un kurduğu ‘Dokuzlar Kliği’nin’, İngiliz Devlet sistemine tam anlamıyla yerleşmesi için geçen sürede, bazen krallık yanlıları bazen de kral ön plana çıkartıldı, desteklendi! Ta ki 9 Lord’un kurduğu İngiliz devletinin yeni düzenine tam olarak bağlı olan Kraliçe Victorya dönemine kadar… Bugünkü İngiliz Krallığı neneleri Victorya’nın, 9 Lord’a olan bağlılığı sayesinde ayaktadır.


Kraliçe Victorya döneminde İngiltere, sömürü düzeninin baş mimari haline gelmiştir. Özellikle Orta Asya ve Osmanlı topraklarına göz dikilmiş ve bu coğrafyada (açık ve gizli) faaliyetler yürütülmüştür. Şunu eklemeden geçmeyelim. Yukarıda anlatmış olduğum Türk büyüğü Şeyh Süleyman Buhari, devletimiz tarafından, İngiltere’de ki odağın başlattığı bu faaliyetlere karşı durmak için tüm bir coğrafyada hizmet ifa etmiş idi. Kraliçe Viktorya döneminin siyasi ve ekonomik alandaki faaliyetleri ayrı bir yazı konusudur. Ancak şunuda belirtmeden geçmeyelim. 500 yıldır bizlere dayatılan aynı komplo teorilerini artık çöpe atmalıyız. Bunlar bizlerin önüne sunulan bir yemden ibaret idi. Oyalanma dönemi artık bitti! İmkanı olan Tv’lerde dolaşan aydınlarımız, İngiltere’de 9 Lord hakkında YAYINLANAMAYAN doktora tezlerini bulup Türkçe’ye çevirtebilseler; değil Türkiye’de tüm dünyada yer yerinden oynar. Neyse, devam edelim…


Döneminin 9 Lord’unun himayesinde bulunan Kraliçe Victorya gizli ilimlere düşkün idi. Aslında bu düşkünlüğü devletinin başında yıllarca kalmasında ona çok fayda sağlamıştı. 9 Lord’un toplumsal deneyleri de Victorya’nın emri ile yine onun döneminde adeta zirveye çıkmıştır. Bir toplum nasıl ilüzyon altına alınır sorusuna verilecek en güzel cevap Kraliçe Victorya dönemi İngilteresidir. Mesela meşhur Alice Harikalar Diyarı’nda kitabı Victorya’nın döneminde çıkmış. Yazarı Lewis Caroll, kraliçenin takdirini kazanmıştı. Kitabın verdiği derin mesajları artık herkesçe bilinmektedir. Bir kısmı hariç!

Victorya döneminde teknoljik gelişmelerde patlama yaşanmıştı. Victorya kendine Saltaire adında bir kasaba inşa ettirmiş ve tüm teknolojik gelişmeleri ilk olarak bu kasabada deneyerek tüm İngiltere’ye yaymıştır. Sokakları aydınlatan gaz lambaları vs. gibi birçok yenilik… Darwin, Jules Verne, Mary Shelley ve daha birçok yazara kitaplarının basımında ekonomik yardımda bulunmuştur. Ancak bunların dışında dönemine göre çok uçuk sayılabilecek bir Proje, İngiliz devlet yöneticilerini baştan aşağı sarsacaktır! Çünkü o dönem için projenin hayata geçirilebilmesi neredeyse imkansızdır.


Yıllar sonra Carl Sagan, ‘Karanlık Bir Dünya’da Bilimin Mum Işığı’ adlı kitabında bu projeden Karanlık Çağ’ın en önemli projesi diye bahsedecektir. Proje, toplumların kontrol edilmesinde adeta bugünleri işaret etmekteydi. Carl Sagan’a göre Proje’nin içeriği şuydu:

‘’Kraliçe Victorya, ekibinden sesini ve mümkünse görüntüsünü ülkenin her yerine aktarabileceği bir teknoloji geliştirmesini ister. Bir milyon pound ayrılan -ve gerekirse daha da sağlanacağı söylenen- bu projede istenen aslında bugün radyo ve TV olarak andığımız teknolojilerdir, ancak henüz radyo dalgası bile keşfedilmemiştir.’’

Carl Sagan, projenin ismini de kitabında açıklıyor: WESTMİNSTER PROJESİ!

Birinci Westminster Projesi kapsamında İngiltere’nin yönetimi ele geçirilmişti. İkincisi kapsamında ise İngiliz halkının bilinçleri ele geçirilmek, kontrol edilmek istenmiştir. İster istemez insanın aklına geliyor. Çağımız her türlü bilimsel gelişmeye müsait… İngiltere’nin 9’ları bu ismi bir kod olarak kullandıklarına göre; üçüncü bir Westminster Projesi olabilir mi? Üçüncü de tüm insanlık hedef alınmış olabilir mi?

Olabilir…

Abd’nin içindeki İngiliz eli olan Bill Gates’in şirketi Microsoft, 2010 yılında sessizce sınırlı sayıda kişiye tebliğ edeceği yeni bir projenin tanıtımı yaptı. Çok fazla yorum yapmadan linki tıklayıp projenin içeriğine bakabilirsiniz. https://microsoftedge.github.io/WebAppsDocs/en-US/win10/HWA.htm


Windows tarafından başlatılan projenin ismi: Westminster Projesi!


Bu tip projeler el altından sessiz sedasız yürürlüğe girmektedir. Tüm içeriği masum bir şekilde halka açıklanıp, hükümetler ile imzalanan protokoller çerçevesinde aslolan içeriği faaliyete geçirilmektedir! Üstelik sizin izniniz olmadan da bu gerçekleştirilebilmektedir. Sonuç olarak, aynı odak tarafından Üçüncü Westminster Projesi yürürlüktedir. Bu kez tüm dünya insanlığı hedeftedir. İlgililere duyurulur…

Bu tip sürekliliği olan kod isimler ile satranç tahtasında ki oyunculara mesaj verilmek istenir.  Bazen bu bir propaganda faaliyeti çerçevesinde aynı kod isim kullanılarak gerçekleştirilir. Westminster gibi… Bazen ise; bittiği sanılan bir projenin el altından yürütülmeye devam edilmesi ile gerçekleştirilir. Deşifre etmeye devam edelim.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz ve Amerikan ortak yapımı bir proje yürürlüğe girmişti. Meşhur Manhattan Projesi... Bu proje hakkında çok şey yazılıp çizildi. Bilinmeyenlerin ise üstü bilerek örtüldü. Proje başarıyla sonuçlanmış, 16 Temmuz 1945 tarihinde Trinity adı verilen denemede dünyanın ilk nükleer bombası New Mexico eyaletinin Alamogordo kenti yakınlarında patlatılmıştı. Herşey buraya kadar normal gözüküyor. Ancak gerçek sanıldığı gibi değildi.

Manhattan Projesi bir süre sonra kapatılmıştı. Ancak Manhattan Projesi kapsamında çok gizli olarak başlatılan ve asıl ar-ge faaliyetlerini yürüten merkez gizlice faaliyetlerine devam etmişti. Bu merkezin üzerinde çalıştığı (bugün hala çalışılıyor!) projenin çok ilginç bir ismi vardı. ‘Project Camel’, yani ‘Deve Projesi’…

Manhattan Projesi’nin asıl çekirdeği ‘DEVE PROJESİ’ idi. Projenin araştırma geliştirme faaliyetleri kapsamında ‘ışınlanma’dan tutun, ‘göğü delecek lazer silahları’ ve ‘yeni sistemli bombalara’ kadar birçok konu vardı. Değerli büyüğüm Oktan Keleş’in Ay ile ilgili yazılarında sıklıkla kullandığı can alıcı cümle neydi? Deve iğne deliğinden geçmedikçe…

Bu projeler kapsamında çalışan üst düzey askeri yetkililerin omuzlarındaki yamanın resmine çok dikkatlice bakarsak; Deve projesinin hedefinin nere olduğu açıkca belli oluyor!

 


Alt taraftaki sarı noktada iki yarık var ve bu yarıklar tek bir yerde birleşiyor. Yüce Kuran’ımızda nasıl uyarılıyorduk?

’YARIK, YARIK çatlamış yere andolsun!’’ … ‘’Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar!’’

Ay’ı bombalamak isteyenlerin en özel projelerinden biri olan Deve Projesi, bugün X Projeler kapsamında işleyişine son hızla devam etmektedir. Bu tip projeler insanlığa ‘kapatıldı’ gösterilir ve ardından X Projeler kapsamına alınarak işleyişine son sürat devam eder.

Ehlince bilinen birçok sır bugün keşfedilmeyi bekliyor!

Değerli büyüğüm Erol Elmas son yazısında yazdığı gibi ‘Türklerin Sırrı Ay’da Saklı’dır.

Pirimizin, Fetih Suresi’nin bir kısmına ait tefsirini dinleyenler bilir. Göklerin (hem maddi hem manevi anlamda) fethi yakındır, Türkleri beklemektedir! İslam tarihçileri, Fetih Suresi’nin inişinin ardından iki önemli yerin fethedildiğinden bahseder. Fetih Suresi’nin bu iki yerin fethini müjdelediğini yazmışlardır. HAYBER KALESİ VE MEKKE…

Hayber Kalesi’nin fethi; Haydar-ı Kerrar Hz. Ali’nin eli ile olmuştur. La Feta İlla Ali, La seyfe illa Zülfikar sözlerine mazhar olmuş, FUTUHAT sancağının Şah’ı Hz. Ali… Hakiki semahın mahiyetine dalmış Haydar-ı Kerrar! Hakiki semah FUTUHAT meydanında yapılır. Öyle ya, gece ile gündüze razı olmadan semah yapılır mı? Her iş yolunda iken semah ediyorum demek dile kolaydır. Dünya bile gece ile gündüze razı olmuş dönmede değil midir?

Hayber’in kelimesi çok ilginç bir kelimedir. Hurufu Mukatta’dan olan Ha sesiyle kelime başlamıştır. H’yi çıkardığımızda karşımıza daha da ilginç bir kelime çıkıyor. Ayber… Ayber ne demek? Ay’a doğru demek… İkinci bir anlamıda Ay Meyvası demektir… Hayber Kalesi’nin fethinin bugünkü açılımı, sırrı Allah-u Alem Ay’la ilgili olabilir mi? Hayber neresi? Mekke neresi?

Aslına bakılırsa; Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Seyyit Nesimi ve daha birçok büyük Erenimiz bazı konuları dörtlüklerine sırlamışlardır. Bu isimlerden biri de Bektaşi geleneğine vakıf Edip Harabi’dir. Edip Harabi’nin yazdığı hikmetler incelendiğinde birbiri ile ilişkilendirdiği çoğu hikmeti aynı dörtlük içerisinde kullandığı görülecektir. Adeta bu Edip Harabi’nin imzası haline gelmiştir. Harabi en önemli dörtlüklerinden birinde, Ay’ın yarılma hadisesi ile Hayber’in fethini birlikte kullanmıştır:

 ‘’ ..Enbiya İçinde Şakku'l-kamerin

 İcrası Ahmed-i Muhtara mahsus

Çekip Zülfikarı Feth-i Hayberi

Cenabi Haydar-i Kerrar'a mahsus..’’

FUTUHAT’ın Şah’ı Hz. Ali’nin fetih sırrı, TÜRK ORDUSU eli ile gerçekleştirilecektir.(İnşAllah) Türk Ordusu’nun yıldızlarla göklerle ne bağı var diyenlere:


   ‘’İstikbal, Göklerdedir.’’ ve ‘’ Yaşa varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle.. Göklerden gelen bir ses sana ne diyor, dinle!’’ sözlerinin manasını hatırlatırım. Yok, eğer bu hatırlatma yetmez ise, aşağıda ki belgeye iyi baksınlar.

 

 

Bugünlerde Star Wars’ın propaganda faaliyetlerine kapılıp, oturduğu yerden Türk Ordusunu eleştirenler bilsinlerki, Türk Ordusu bundan 30 sene evvel yıldız savaşlarının nerede yapılabileceği üzerine subaylarımıza dersler okutuyordu! Türk Ordusu, yapay devletlerin yapay orduları gibi 5-10 yıllık planlar yapıp; kahpece kalleşce bombalar patlatmaz. Türk Ordusu tek bir hamle yapar, bu hamle yeni bir çağın (fetih) başlangıç fitilinin ATEŞİNİ yakar!

Ne demiştik… Endişeye mahal yok…

Merhum Yahya Kemal ile başladık madem onunla bitirelim.

’Ordular felsefe yapmaz, FUTUHAT yapar!’’ Yahya Kemal Beyatlı

NOT: Uzun süredir siteye yorum yapamıyorum. Hala bu sorunun üstesinden gelmeye çalışıyorum. En kısa zamanda bilgisayarım veya internetimden kaynaklanan problemi çözüp, Onaltıyıldız’ımıza tekrar yorum yapabilmeye başlayacağım. (inşallah) Tüm ailenin gönlüne selam ederim.

 BARAN AYDIN

 

Not.Yorumlar bazen teknik bir sorun nedeniyle çıkmıyor eğer yayınlanmamışsa onaltiyildiz@gmail.com  maile atın, yayınlayalım.
             




Bu haber 16,982 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,965 µs