En Sıcak Konular

Zamanda Yolculuk Mümkün Müdür ?

9 Nisan 2015 14:39 tsi
Zamanda Yolculuk Mümkün Müdür ? Zamanda Yolculuk Mümkün Müdür ?

  
                                  ZAMAN YOLU

   İlhami Abi’ye :

- Zamanda yolculuk mümkün müdür Efendim?

- Elbette mümkün. Kısaca şöyle anlayabilirsin:

Yaradan insan ruhunu zamanla ve mekanla mutlak kayıtlı kılmadı. Şöyle düşün:  Yaradan zamandan ve mekandan münezzehtir. Zaman Allah’ın indinde yok; çünkü zamanı da her şeyde olduğu gibi Allah yaratmıştır. Zaman kullar indindedir. Kullar için yaratılmıştır. İnsan iki kısımda yaratılmıştır. Ruh ve suret, mânâ ve madde gibi. İnsanın sureti zamanla ve mekanla kayıtlıdır.

      Bir mânâda insanın sureti zamanın ve mekanın içindedir.

                            Fakat ruh şöyle izah edilebilir.

                 Zaman ve mekan insanın ruhu içindedir.

Yani insanın ruhu zamanı ve mekanı kapsar. Bir başka deyişle zaman ve mekan insan ruhuna kayıtlıdır. Ruh bu mânâda bütün zamanlara ve mekanlara kaimdir ve dolayısıyla yaratılmış bütün zaman ve mekanların bilgisi de insan ruhunda kayıtlıdır. Allah “KÜN:OL” dediğinde her şey olup bitmiştir. Her şey bu “ol”un içindedir. Fakat bu “OL: KÜN” bizim için hâlâ yaşanmaktadır. Olup bitmiştir derken Allah her şeyi bilir mânâsında da söyledik. İşte buna “Mutlak Kader” denir. Bu OL Allah’ın emriyle bir anda olmuştur. Bütün buyruklar bu OL’un içinde zuhur etmiştir. Senin o çok görmüş olduğun tarihler, asırlar ve içinde yaşanan hayatlar bu bir anlık OL’un içindedir. Daha iyi anlayabilmen için Kamer Suresi 50. ayeti oku ve tefekkür et. O ayette Yaradan şöyle buyurur:

 “BİZİM BUYRUĞUMUZ, BİR ANLIK BAKIŞ GİBİ BİR TEK SÖZDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.”

Yaradan KÜN dediği zaman zamanı da başlatmış oldu. KÜN’ün, yani OL’un, yani BİR ANLIK BAKIŞ’ın başlangıcı ve sonu oldu.
                                              
                İşte o başlangıçla son arasındaki kısım zamandır.

Bu zaman içinde de zamanlar; yani kısım-bölümler vardır. Sen hangi kısım ve bölümde dünyada yaşamışsan o senin zamanın ve tarihin olur. OL’un başı ve sonundaki kısım dediğimiz zamanı işte bu kısmın içindeki tarihler ve zamanlar bütün zamana ulaştırır. Allah’a dost olmuş ve Allah’ın dostluğunun sırrına varmış erler, suretini ruhunda eritmiş; yani ruhunu suretine galip kılmış, ruhun kapsadığı tüm kapsamı elde etmiştir. Böylelikle ruhta kayıtlı olan zamanlara ve mekanlara da Allah’ın izniyle hakim olur. Suret bilgileriyle ruh bilgileri kıyaslanamayacak kadar farklıdır.
                               Suret demin söylediğimiz

bütün zamanın içindeki küçük bir kısım zamana sıkıştırılmış, Allah’ın  takdir ettiği kadar olan bir ömürdür.

Bu yüzden suret hükmünü yitirir; yani ölür. Oysa ruh İlahî takdirin menzilinde var olmaya devam eder. Böyle veliler küçük ömürlerinde, küçük zamana sıkışmış ömürlerinde ölmeden önce ölmenin sırrına ulaşmış kimseler olmuşlardır. Bu konu çok detaylı. Bu ulaşılmış bilgi zaman bilgisidir. Bir de bunun ötesinde bir bilgi vardır ki o da “Zamansızlık Bilgisi”dir. Anlayacağın dilde onu da şöyle ifade edeyim:

 Allah’ın indinde zaman hep şimdiki zamandır; yani O’nun indinde aslında zaman yoktur.

“O SİZİN YAPTIKLARINIZI DA HER AN YARATMAKTADIR.”

ayetiyle anlaşılacağı gibi bu yaratmalar, kulların indindeki bütün yaratmalar, Allah’ın indinde şimdiki zaman gibidir. Bu ifade biz aciz kulların aciz anlatımı içindir.

İşte zamansızlık bilgisi bu büyük Allah dostlarının zamanın olmadığı bölgeye gelmeleridir. Bunun nasıl olduğunu anlatmaya gerek yok. Bunlar “Bekabillah”a ulaşmış eşref-i mahlukâtın hâlleridir. Şimdi gelelim zamana müdahale edilip edilemeyeceğine. Dolayısıyla bu olmuş olayların geçmişe dönülerek, tekrar müdahaleyle, sonuçlanmış hâlinin değiştirilip değiştirilemeyeceğine. Anlayacağın dilde demin iki zamandan bahsettik.

Birincisi:  Kün!: Olun; yani bahsettiğimiz bir anlık “Ol”un başlangıcı ve sonu arasındaki kısım olan bütün zaman. Bu zaman bütün zamanları kaplayan, bütün zamanları içinde barındıran zaman.

İkincisi: Bu bütün zaman içindeki zamanları oluşturan kısım zamanlar. Birinci zaman; yani bütün zaman değiştirilemez. Çünkü Ol denmesiyle bir anlık bakış gibi olup bitmiştir. İşte bu “Mutlak Kader”dir. (Tirmizi'nin İbn Abbas (ra)'dan rivayet ettiği bir hadis-i şerifte; "Kader kalemleri kaldırıldı ve (mukadderatın yazıldığı) sahifeler (in mürekkebi) kurudu " (Tirmizi, Kıyamet, 59) şeklinde bildirilir.)

Fakat ikinci zaman; yani bütün zamanı oluşturan kısım “Parça Zamanlar” değiştirilebilir. Müdahaleye açıktır. Bu kısım zamanların içinde de zamanlar, zamanla ifade edilecek anlar mevcuttur.

Örneğin: Bir fidanı toprağa diker, doğru anlarda (zamanlarda) sular, gübreler, budar ve bakımını sağlarsak bu fidan anların; yani zamanların birbirine eklenmesiyle büyür, gelişir ve bu altında bulunduğumuz ağaç gibi son hâlini alır.

                               İşte bu son hâl:

Mutlak Kader, Kün’ün başlangıcı ve sonuna ulaşmış; yani bütün zamana tezahür etmiş olduğu hâldir. Artık bütün zamanı teşkil etmiş, Mutlak Kader olan bu hâli değiştirmek mümkün değildir. Fakat demin fidan örneğine geri dönersek: Fidanı bütün zaman içindeki anlar içinde sulamaz, doğru bakımını yapmaz, gübrelemez, budamaz, İlahî bilgiyle o fidana yapmamız gereken tesirleri o anlarda o fidana uygulamazsak o fidanın son hâli ya kurumuş ya meyve vermeyen bodur bir ağaç olacak yada hiç olmayan ölmüş bir ağaç olarak Mutlak Kadere; yani bütün zamana; yani Ol’a tezahür edecektir. Onun için İlahî bilgiyi, Allah’ın bize tanımış olduğu zaman mecrasında uygularsak, her ana bu bilgiyle tesir edersek Mutlak Kadere Allah’ın razı olduğu şekilde geçmiş oluruz.

   Aklıma bir anda Yunus Emre Hazretlerinin“Dem bu demdir. Dem bu demdir. Dem bu demdir.” (An bu andır) dizeleri gelmişti. Bu anda; yani “An”da ne yaparsak, İlahî bilgiyi bu “Dem”e nasıl monte edersek Mutlak Kaderimiz de (bütün zamanın sonunda) öyle tesir edecekti. Allah’ın vermiş olduğu nefes sayısı bu anı temsil ediyordu. Bir ana kendi nefsimizi düzeltme adına bir tesirde bulunursak o ana İlahî müdahale, ayetin buyurduğu gibi olacaktı:

“ONLAR KENDİ NEFİSLERİNDEKİ DURUMU DÜZELTMEDİKÇE ALLAH DA ONLARIN DURUMUNU DÜZELTMEZ.”    

Yani nefsimizdeki durumu düzeltirsek Allah da bizim durumumuzu o anda ve gelecek anlara ve zamanlara yansıyacak durumumuzu değiştireceğini ve İlahî müdahalede bulunacağını beyan ediyor.
 

Anladığım şuydu: Biz andaki zamanlarda ne yaparsak, sonucunda, ilerdeki zamanda da karşımıza o çıkacaktır. Anda yaptığımız işlerin sonucu karşımıza çıkacaktır.
                                       Yani
Karşımıza çıkacak bu sonucu değiştirmek ancak anda mümkündür.

Zamanında ektiğimiz şeyin gereğini, anda İlahî bilgilerle uygularsak, biçeceğimiz şeye; yani sonuca, bu şekilde müdahale etmiş olurduk.

                                        Kısacası:
                             Ne ekersek onu biçeriz. 
         
            

 Beden toprağına ne ektikse, neyi diktiysek onu alacaktık. Avuçlar ne kadar açıldıysa gökten yağanlara, ne kadar topladıysa, eller o kadar bereketlenecektik. Neyi harmanladıysak o kalacaktı soframıza. Zaman eserdi ve içimizde binlerce âlem dönenirdi. Dönememek rüzgarı kaybetmek miydi? Rüzgara yüzünü verenlerin bir başka konuşurdu gözleri. Ekenler, kalanlar, dönenler ve bilenler... Ne, nerede, ne kadar ekilecek? Nerede, nasıl işlenecek? Bu muydu bizden beklenen?

Ve aklımda buna benzer bir sürü düşünce...

Tefekkür ettikçe beynimde adeta yepyeni koridorlar açılıyordu:

Bütün zaman; yani “Ol” bir kitap. Yazılmış ve bitmiş. Kitabın iki kapağı arasındaki bütün sayfalar, kitabın başlangıç kapağı ile bitiş kapağı arasında olan sayfalar aynı tek tek zamanlar gibi... Her sayfa, tek yaprak bir zaman. Yani bütün zamanı içindeki zamanlardan bir zaman gibi. Bütün bu yaprakların ve bütün sayfaların toplamı bir kitap; yani bir bütün zaman.

 O zaman, geçmişte Zülkarneyn (as) set örmekle o zamana, o ana tesirde bulunmuş, müdahale etmişti ve aynı zamanda ahir zamana, gelecek zamanlara da müdahale etmiş oluyordu.

- Anların içerisindeki zamanlara müdahale “Adetullah”tandır. 
 
 İlhami Abi’nin bu sözleriyle düşüncelerime daha da kapılar açılmıştı. Anlayabildiğim kadarıyla şunu demek istemişti her hâlde:

Kitap örneğindeki sayfaların herhangi birine o sayfa yazılırken müdahale etmek mümkün olduğu gibi, o sayfa yazıldıktan sonra da o sayfayı silip baştan yazmak ve böylelikle o sayfaya, o zamana müdahale etmek mümkündür.

 Ve ileride bir gün İlhami Abi bu olayı tekrar ele alacak ve bana detaylı anlatacaktı. O anlatım sonucunda da şunları kavrayabilecektim:

Kitabın (bütün zamanın) içindeki zamanlardan herhangi birine (zamanlardan birine) müdahale mümkündü ve bu müdahale sonucunda değişen satırlar, kelimeler, eklemeler kitap bittiğinde; yani bütün zamana tezahür ediyordu. Bundan da şu çıkıyordu.
                                       Demek ki
   kitap sayfalarında dolaşmak, “zamanda yolculuk” mümkündü. Şunu da söylemek gerekir ki bir ayette buyrulduğu gibi:

“ANA KİTAP ALLAH’IN ELİNDEDİR. DİLEDİĞİNİ YAZAR, DİLEDİĞİNİ SİLER; DEĞİŞTİRİR.”

 Yani kitap O’nun. O ne isterse onu yapar. O dilerse izin verdiği kullarına, kitabı izin verdiği kadar okutur ve kitap sayfalarında dolaştırır. Ve yine dilerse kitabın arasında bazı böceklerin sayfaların arasında dolaşması gibi, bazı kullarını dolaştırır. Bu dolaşma da bir hikmet üzerinedir. O sebepsiz bir şey yapmaz.

Şimdi Latif Baba, İlhami Abi, Cemil, Yusuf, Nuri; hepimiz bu dev ağacın altındaydık ve ben şunları düşünmeden edemedim:
 
 Şimdi biz hangi sayfanın (zamanın) satırlarına, kelimelerine Allah’ın izniyle müdahale edebiliyorduk ve ben böcek olarak bu kitabın hangi sayfalarında geziniyordum? Bilmiyordum. Bilemiyordum.

- Ne Âdem çok derinlere daldın? Kafana takılan bir şey mi var?

İlhami Abi’nin sesiyle kendime geldim.

- Efendim dedim. Size şunu sormak istiyorum. Bir gün zamanda yolculuk mümkün olacak mı?

Yüzüme baktı:

- Kısmen zamanın, geçmiş zamanın görüntüleri teknolojik olarak mümkün olacak. Sadece sana şu kadarını söyleyeyim Âdem:

Allah bir nimet olarak bu imkanı da kullarına teknolojik olarak bahşediyor. Görüntü nakli bugün teknolojide bahşedildi. Ses nakli yine aynen öyle. Şimdi şunu iyi anlamalısın. Bütün bunlar Adetullahın içinde varolan konular. 18OO’lü yıllarda bir Allah dostuyla dünyanın öbür ucundaki bir başka Allah dostu seslerini birbirlerine ulaştırıyordu. 1OOO sene önce de durum böyleydi. Yani bu durum Adetullahın içinde vardı. 1OO sene önce böyle veliler olduğunu söyleyenlere deli, meczub, şarlatan deniyordu. Şimdi Adetullahın içindeki, ahir zamanda Allah tarafından bütün insanlığa bahşedildi. 


Yani bu nimet,
teknolojik olarak bahşedildi. İşte şimdi cep telefonunu eline alıyorsun. Sadece bir düğmeye basarak, arada görünen bir vasıta olmadan, dünyanın öbür ucundaki arkadaşınla konuşabiliyorsun. Sesin oraya gidiyor. Süleyman (as) kıssasının bulunduğu ayetlerde geçtiği üzere Allah tarafından özel bir ilim verilmiş bir kulun Süleyman’a (as) Belkıs Melikesinin tahtını göz açıp kapayana kadar getirmesi gibi; bir parmak hareketiyle, bir tuşa basarak bilgisayar ekranına bilginin, görüntünün gelmesi mümkün günümüzde. 


Allah daha önceleri kendi dostlarına malum ettiği ve başkalarına mahrem kıldığı birçok esrara ve bilgilere ahir zamanda bir nimet olarak avama, insanlığa teknoloji olarak sunuyor. Yani geçmiş tarihte sır sahiplerinden mucize ve keramet nevinden zahir olan her şeyin ahir zamanda teknolojik araç ve cihazlarla avam tarafından görülmesi murad olunmuştur. Zamanda yolculuk da, ışınlama da, teknolojik olarak -kısmen- mümkün olacaktır. Allahu Teala keramet ve mucizelerini, o günkü insanlığın anlayışındaki ayetlerini sonraki nesillere ispat ediyor. Delilleriyle eline veriyor.

Şimdi sana tefekkür edesin diye kısa bir örnek vereceğim:

Bütün sesler kainatta kaybolmaz, toplanır. Bir gün bir teknoloji bu geçmişteki ses frekanslarını kısmen toplasa, insanlığa bir cihazla sunsa ve o cihazın içinden şöyle bir ses yankılansa:

- Ey havarilerim! Ey insanlar! Biliniz ki Allah birdir. Ben de O’nun oğlu değilim. Allah’a eş koşmayın. Benden sonra son peygamber Ahmed-Muhammed gelecektir. Ahir zamanda Ona yetişen, benim gibi, Ona biat etsin. dese ve bu Hz. İsa’nın sesi olsa, ahir zamanda Allah’ın kullarına sunmuş olduğu teknolojik bir cihazdan gelen bu apaçık bir ses dalgası yine mucize olmaz mı? Şimdi sen birine bunları anlatsan sana şöyle diyenler çıkabilir: İsa’nın sesi nasıl çıkar? Nasıl seslenir? Rahmanî olayı böyle nasıl cihazla izah edebilirsin? İşte o zaman sen sadece akleden beyinlere ipucu olarak şu ayeti oku:

                “RABBİ MUSA’YA BİR AĞAÇTAN SESLENDİ.”

Bir kez daha şok olmuştum. İnanıyorum ki bir gün bunları anlattığımda bu yazıları okuyan ve bu bilgilere kafa yoran insanlar da şok olacaktı. Tabii her insandan bahsetmiyorum. Allah’ın hikmetinden sual olmaz.

     İlhami Abi’nin özellikle bu konuda ipucu olarak verdiği

              “RABBİ MUSA’YA AĞAÇTAN SESLENDİ.”

ayeti kafamı çok meşgul ediyordu. Devamlı düşünüyordum. Allah’ın ağaçtan seslenmesi ağacı bir cihaza, ileride olacak teknolojik bir cihaza işaret etmesi aniden beynimde can buldu. Heyecanlanmıştım.

Gerçi buna bugün de somut bir örnek verilebilirdi. Örneğin radyolardan ezan okunması.. Acaba radyo cihazından ezanla bizleri çağıran kim? Eşref-i mahlukât, yani insan her türlü teknolojik cihazdan, bilgisayardan üstün olduğuna göre; hatta bütün bu makine ve cihazlar insan yapımı olduğuna göre insan neden kendinin yaptığı makineden ve o makinenin meziyetlerinden daha düşük olsun? Bir cep telefonunun yaptığını, bir bilgisayarın yaptığını neden bunlardan üstün olan insan yapamasın? Artık hiç şüphem kalmamıştı ki, yaratılmışların en üstünü olan insan, kendi yaptığı makineden daha üstündü. Yaptığı bir makine, bir cihaz dünyanın öbür ucuna sesini gönderiyorsa insan da gönderirdi. Görüntüsünü gönderiyorsa insan, Allah’ın izniyle, bizzat kendini de gönderirdi.

Bütün bunlar, bu konular özellikle bu çağdaki beyinleri, şaşırtacak ve onları hayretlere düşürecekti. Bunlarla meşgulken aklıma birden Mehdi (as) ile ilgili bir hadis rivayeti ve İsa (as)’ın sesi meselesi ile alakalı iki ayet meali geldi:

Bir ses semadan “Emiriniz Mehdidir!” diyecek. Bir el semadan çıkıp işaret edecek.

 
“DOĞRUSU ALLAH ONU GÖKYÜZÜNE YÜKSELTTİ.”
(Nisa suresi, 158.ayet)

“MERYEM OĞLU İSA ŞÜPHESİZ KIYAMET SAATİNİN İŞARETİDİR.” (Zuhruf suresi, 61.ayet)

Böyle bir ses hadisesinin gerçekleşmesi kıyamete büyük bir işaret olacaktır. (Allahu alem)

Oktan Keleş

Melekler Ağlarken

(Sh 161-172) 




Bu haber 37,686 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,794 µs