En Sıcak Konular

Baran Aydın

Köşe Yazarı
Baran Aydın
2 Kasım 2016

II. Abdülhamit Han ile Atatürkün Deruni Sırrı



‘’Al-i Aba halini ey FUZULİ an, çek ah
                           Ki, ah şimşeğiyle yakılır harman-ı günah’’

Böyle nefesliyor gönül eri Fuzuli ve ekliyor:

‘’Yaratılış bahçesindeki sadakat fidanları daima bela yağmuru ile sulanırlar.’’

Öylesine bir bela yağmuruydu ki Kerbela'da yağan; sanki dünyanın yaratılışından beri kevser suyunun hürmetine alınan her temiz niyetli abdest suyunun damlaları; bir bir gökten yere inmişti yeşerecek fidanı sulamak için… Damlalar o gün cem olup, toplandılar.  Yağdılar Kerbela toprağının üzerine…

Belaların toplandığı yer idi Kerbela… Bela yağmuru ile sulanan toprağın halifesi kimdi? Şehitler Şahı Hz. Hüseyin… Öyle ya Şehitlerin de makamları, cemleri farklı farklı idi. Şah-ı Şehidan’ın ve Kerbela’da ki diğer çınarların cemlerinin farkı neydi?

Allah’ın, halifesine (insan-ı kamil) lütfeylediği en büyük sırdaydı bu sorunun cevabı. İRADE… Onlar ki lütfeylenen İRADE’Yİ, Hakk’tan RAZI olarak en güzel haliyle O’na İADE edenlerdi. İradeyi en güzel haliyle nasıl iade edileceğinin sırrı ise Muhammed-i Ahlak’ta gizli idi.  

Bu güzel hal ile hallenmenin anahtarı ikiyi bir etmekten geçiyordu. İki gözün bir görmesi misali… Batın ve Zahir… Kerbela’nın Yiğitleri ilk olarak batınlarını yol için şehit etmişlerdi. Bunu kemaliyle yaptıklarından Allah’ın onlara hediyesiydi zahirde yaşadıkları şehitlikleri…

Batınını şehit etmenin yolu iki kelimeden geçer. Aşk ve Muhabbet (neşe) … Aşk ve Muhabbet, Şah-ı Şehidan’ın çizdiği yoldur. Yesevi’nin özüdür, Bektaş’ın gözüdür, Yunus’un sözüdür bu iki kelime. Aşk ve Muhabbet yolunda Allah’ın lütfu İRADE’Yİ; BEN’LİKTEN, varlıktan kurtulmak için kullanmak helaldir. Yoldaki zikrin ise; Hz. İbrahimcesine her defasında tekrarlayacağın TESLİMİYETİNDİR!

Dosdoğru yolda adımlayanların yeryüzünde izleri yoktur. Onların hakikatlerinin izi gökyüzündedir. Onların hakikatleri gökyüzünde meşhurdur. Yeryüzünde onlar ‘zan’ perdelerinin altına gizlenmiştir. Dünya yaşamlarında gözyaşlarıyla cilaladıkları gönül aynalarından sadece Hakk’ın tecellileri yansır. Bu sebeple onlara hangi gözle bakarsanız sadece kendinizi görürsünüz. Nefsiyle bakan nefsini, canıyla bakan canını, ruhuyla bakan ruhunu seyreyler… Benlik izafe ettiğiniz bu üç hasletten hangisinin penceresiyle bakarsanız bakın onlar sizin gözünüze ölüler gibi görünecektir. Aşk ve Muhabbet yolunda olmayanlar, batınlarını şehit etmek için iradelerini kullananları ‘an’layamaz.

Batınında nefsini ve canını Hakk yoluna kurban etmek için meydanda olan yiğitler daima kılıç taşırlar. Yiğitlere emanet edilen kılıçlar bildiğimiz kılıçlardan değildir. Zülfikar misalidir o kılıçlar… Yiğitler kılıçlarını kınlarından her çıkardıkları anda ‘La ilahe illallah’ın sırrı tüm şerre karşı ayan olur. Hani şerrin başında ki aleyhillane insanoğluna önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından yanaşacağım diyordu ya… O hangi yönden saldırırsa saldırsın; yiğitlerin ‘la kılıcı’ kınından çıkıp şerrin başını Allah’ın dileğiyle ezer. ‘La ilahe illallah’ın sırlarından biridir kelimenin içinde dört kez geçen ‘la kılıcı’…

Kerbela’nın Yiğitleri, ‘la kılıcı’nı hakkı ile kullandıkları için zahirde Haydar-ı Kerrarcasına kılıç sallamak onlara helal olmuş idi. Bela yağmurları ile sulanan yiğitler, emanet edilen kılıçlarını her kullandıklarında ‘İradelerini iade’ etmeye bir adım daha yaklaşmışlardı. Batınında şehitlik mertebesine erenlere en güzel hediye zahirdeki şehitlikleri idi. Ancak Hakk’tan bihaber gönülsüz yaşayanların gözünde bunu anlamak şöyle dursun; haddini bilmeyenler, Yiğitlere ölü nazarı ile bakıyorlardı. Ancak ne diyordu Kelamullah’ta:

‘’Onlara ölüler demeyiniz, Onlar diridirler.’’

İnsanoğlu haddini bilmelidir. Haddini bilmeden alacağı ve duyacağı sadece şeytanın fısıltısıdır. İnsanın haddi ve sırrı b harfincedir derler… Haddini bilirsen ALacağın BAL’dır, Bal deyip geçmemek lazım. Ne diyordu E.b. Anne:

‘’Boyun eğmezse, arının baldan nasibi yoktur.’’     

Hakk’ın eliyle PİR’inin sana içireceği bal, ‘’Ruhumdan Üfledim’’ sırrıdır. ‘Üç haslet’ ile bakanlar onlara ölüler deseler de öyleleri daima diridirler. İşte İradeyi en güzel haliyle razı olarak iade edenlerin, Hakk’ın teslim aldıklarının sırrıdır bu içirilecek bal. Kerbela Yiğitleri’nin içtikleri bal, Görklü Muhammed’in elinden olmuştur. Öylesine bir şerbetti ki içirilen; yıllarca Bektaşların dilinde gönülden gönüle destan olmuştur:

 ‘’Kırklar şerbet içtiler // Can ile baştan geçtiler’’

Yazılan ve yazılı olmayıp gönülden gönüle aktarılan tarih; birçok sırrı zamanı geldiğinde açıklanmak üzere koynunda taşır. Gönülden gönüle aktarılan sırlardan biri de Kerbela ile ilgilidir. ERENLERE SELAM OLSUN…

 Nedir o sır? Kerbela’nın Aksakal’ları…

 Aksakal tabiri nedir? Manası nedir? Şems’in Mevlana’sına kulak verelim:

‘’Ey yanlış düşüncelere kapılan; bu beyaz kılın anlamını bil! Saçı sakalı bembeyaz demek, onun VARLIĞINDAN, BENLİĞİNDEN bir kıl bile kalmamış demektir… Öylesinin ister saçı siyah olsun ister kır önemi yoktur.’’

Batınını KÜL halinde şehit edenlerdir Aksakallar… Halkta Hakk olanlardır… Şehitliği ilk olarak batınında yaşayanlardır o ulular…

İslam’ın vicdanı olan Kerbela’nın şanlı şehitlerinin içinde de işte böylesine batınını Kül edenler vardı. Başlarında da Hüseyin Efendimiz bulunuyordu. Onlar Kerbela Şehitleri’nin Aksakalları idi. Onların sırrı sır edildi, nesiller boyu emanet ehlince bu sır saklandı. Emanetçilerden biri divan edebiyatında çığır açan büyük Türk şairi FUZULİ idi.

Şimdi burada duralım ve Fuzuli’den binlerce yıl öncesine gidelim…

Kadim Türk tarihinin en üzücü olaylarından birinin yaşandığı ana… Bu an, Bozkurt Destanı’nın içindeki ‘dirilişin’ sebebini özünde barındırıyordu. Neydi o üzücü olay hatırlayalım:

‘’Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan Göktürkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı. Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.

Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı,  annesi kurt olan idi...’’

Kadim Türk tarihinin en üzücü olayıydı bu yaşananlar…Büyük Türk ülkesine bir baskınla düşmanlar tarafından baskın düzenlenmiş ve bütün yiğitler, kadınlar, çocuklar kılıçtan geçirilmişti. Ancak ‘kurt kodu’ ile kodlanan ulu kişi tarafından 17 kardeşten biri kurtarılmış ve büyütülmüştü. Diğer 16 kardeş şehit olmuştu. O gün orada neredeyse 7000 kişi şehit düşmüştü. Ancak bin yıllar sonra 16 rakamı ile sırlanan 16 kişi hiç unutulmadı ve kadim Türk tarihinde şehitlerin timsali sayıldılar. Kurt’un büyüttüğü 17. kişi, daha sonra Büyük Türk Dirilişi’ni başlatmıştı. 16 şehitimize gelince; onlar Bozkurt Destanı’na kodlanan Aksakallar idi. O günden beri Türkler her teşkilatlandığında ve gizli bir yapı kurduğunda şehitlik yemini eden 16 kişilik hücrelerin kurulması töre haline gelmiştir.

Türk tarihinin bu üzücü hadisenin ana hatlarını sıralarsak:

1- So ülkesinin ana beyinleri 16 aksakalın şehit olması ve ‘Bozkurt’ ile kodlanan ulu kişinin büyüttüğü 17. kişinin yetiştirilerek bir diriliş başlatması.

2- Vicdansızca ve adil olmayan bir ‘zulmet savaşı’

Şimdi tekrar büyük Türk şairi Fuzuli’ye dönelim… Fuzuli’nin Kerbela’nın Aksakalları ile ilgili taşıdığı sır neydi? Bu sırrı açıklayalım.

Fuzuli, Kerbela’da yaşanan vahim hadisenin üzüntüsü gönlünde taşımakla kalmamıştır. Kerbela’ya ait bir kitap kaleme almış ve birçok ‘mecazi’ anlatımla Kerbela’nın sırlarını bu kitabın içerisine kodlamıştır. Fuzuli’ye göre Kerbela’da şehit düşenler vardı. Ancak birde bu kişiler arasında dönemin en ulu kişileri en seçkin isimleri vardı. Hepsi adeta birer inci idi. Gerisini Fuzuli’nin Hadikatü’s Süeda isimli kitabından aktaralım:

‘’Kerbela hadisesinde, Ehl-i Beyt’ten saadet sahibi 16 zat şehadet şerbetini içmişlerdi. Bunların her biri kendi devirlerinin seçkini ve zamanın eşi bulunmayan birer incisi idiler.’’

Kerbela’da birçok yiğit şehit düşmüştü. Ancak 16’sının isimleri asırlarca gönülden gönüle aktarıldı ve hiç unutulmadı. Öyle ki Osmanlı’nın son zamanlarına kadar bu yaşanan hadisenin etkisi bazı geleneklerde izlerini sürdürmüş idi. Mesela bayrami melamilerinden Abdülkadir Belhi’nin hankahında onun dışında 16 kişinin kalması gelenek haline gelmiştir.

Şah-ı Şehidan’ın da içinde bulunduğu 16 yiğit, Kerbela’nın Aksakalları idiler. Fuzuli bu sırrı aşikar etmişti. Hem de bu sırrın ilk sahibini de anarak… Sırrı ilk taşıyan Fuzuli’ye göre Hasan Basri Hz. idi. Müminlerin annelerinden Ümmü Seleme’nin yetiştirdiği, hankah töresinin ilk teslim edildiği kişilerden biri idi Hasan Basri Hz. …
Peki, Kerbela’dan sonra ne olmuştu? Maveraünnehir’de Türk diyarlarında ‘Aşk ve Muhabbet’ yoluyla bir Diriliş başlatılmamış mıydı? Bu dirilişi kim başlatmıştı? Zeynel Abidin… Kerbela’da, Zeynel Abidin’i beyaz kundağından usulce alan ve Türk diyarlarına götürenler kimlerdi? (
http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=4503  Selam olsun Pirim’in gönlüne) Zeynel Abidin’i, Maveraünnehir’de yetiştirenler kimlerdi? Göktürk’ün ulu bilgeleri… Yani Bozkurt’lar… Şimdi Kerbela’nın ana kodlarını maddeleyelim:  

1- Döneminin 16 seçkin aksakalının şehit düşmesi ve ‘Bozkurt’ kodunun sahibi kişilerce 17. Kişinin kaçırılarak yetiştirilmesi. Ardından yetiştirilen kişi ile özdeşleşen, Horasan’dan başlatılacak diriliş misyonu. Horasan Erenleri…

2- Vicdansızca ve adil olmayan bir ‘zulmet savaşı’

Tarihin koynunda sakladığı sır şudur:

Kerbela’da yaşanan hadiseler ile Bozkurt Destanı’na sebep olan hadiseler RUH EŞİ’DİR. Kadim bir vizyonun ve misyonun çağlar içindeki gizidir! Artık bu giz açığa çıkmıştır.

Kadim Türk tarihinde bazı isimler vardır ki öz adları tarih sahnesinden silinmiştir. Kullandıkları mahlas ile anılır olmuşlardır. Namsızdırlar… İşte onlardan biridir Fuzuli. 17. yüzyılda Katip Çelebi gibi bir alimin bile çokça çabalamasına rağmen Fuzuli’nin asıl isminin ne olduğu kaynaklarda bulunamamıştır! Mahlas olarak Fuzuli’yi kullanmasının bile net bir açıklaması yoktur. Ortalıkta var olan edebiyatçıların kendi yorumlarıdır. Bir yorumda naçizane biz yapalım… Ancak yukarıda yazdıklarımızla birlikte aşağıdaki küçük bir bilgi kırıntısını da bu yoruma ekleyerek tez haline getirelim…

Fuzuli’nin en meşhur eserlerinden birisi Habibullah’a methiyeler içeren Su Kasidesi’dir. Naçizane bizce Su Kasidesi, Türk-İslam tarihinin en deruni sırlarını anlatan eserlerden biridir. Divan Edebiyatı alanındaki incelikler ve üstün söz sanatı bu deruni sırlar karşısında sadece bir nokta kalır. Sırlar bir kitap konusu olacak kadar derin olduğundan bahsetmiş olduğum tezi tamamlamak için küçücük bir tanesinden açıklayıp, konumuza devam edelim. Su Kasidesi’nin konusu Peygamberimize methiye olmasına rağmen ilk 16 beyitte Fuzuli, Peygamberimizden tek bir kelime dahi bahsetmemiştir. 17. beyite gelindiğinde ise; Peygamberimizin en özel ve deruni isimlerinden biri olan ve genel olarak tasavvufta kullanılan ‘derya-ı dürr-i ıstıfa (seçkin inci denizi)’ tabirini kullanmıştır. Yani incilerden oluşan bir deniz… Tüm incilerin var olma nedeni… Fuzuli’nin şiirlerinin hem beşeri hem manevi hem de deruni manası olmak üzere birbiri ile bağlantılı üç anlam bütünlüğü olduğu açıkça ortaya çıkartılabilir (Diğer şiirleri de incelenirse bu sistem görülecektir).

Beşeri anlam olarak bakarsak; bu ifadenin geçtiği beyitte kullanılan söz pek bilinmeyen bir tasavvuf tabirini en güzel ifade şekliyle; akıllarda kalacak şekliyle söz sanatı içerisine yerleştirilerek o dönemin halkına açıkça sunmuştur.

Manevi anlam olarak bakarsak; Fuzuli seçkin inci tabirini kim için kullanıyordu? Yukarıda yazdık. Kerbela Şehitleri’nin aksakalları; yani batınını en güzel haliyle şehitlik mertebesine erdirebilen büyük büyük Erenler-Veliler için… Bu velileri inci olarak düşünürsek; inciyi de var eden incinin aslolan maddesinden bir deniz, Peygamberimiz olarak belirtilmiştir. Ki bu tefekkür edildiğinde çok çok derin manalarının olduğu görülecektir.

Deruni anlam olarak bakarsak; ilk 17 beyit 17 ayet olan Tarık Suresi’nin adeta tefsiridir! Ahsen-i Takvim olan insanın bağlı olduğu 3 yaratılmışlığına hitaptır. Bunlardan biri tek bir nüveden yaratılan kainatın kendisidir. Nasıl ve hangi süreçlerden geçerek yaratıldığı gerçeğidir. Kainat, 17 sayısı ile kodlanmıştır. Yani görünene hitaptır. İkinci ve üçüncü yaratılmış ki bunlar görünmeyen ve görülemeyendir. İlk 17 beyit ile üçüne de hitap edilmiştir. Tarık yıldızının Evren tasarımında ki konumu ile Peygamber Efendimizin görülemeyen yaratılıştaki yeri arasındaki ilişki vurgulanmıştır. İşe deruni mana veren bu üçüne birden atıf yapılmasıdır. Konuyu uzatmadan tezimi tamamlıyorum.

Fuzuli mahlasının nedeni bizce şudur: Fuzuli, o dönem ve sonrasında yazdığı tüm eserlerde söz sanatının inceliklerine odaklanılacağını ve işin deruni yönünün es geçileceğini düşündüğünden; bizlere bir ipucu bırakmıştır. Fuzuli adeta o günden torunlarına seslenmiştir: ‘’O takıldıklarınız (sanatımdaki maharetim) ‘fuzuli’ şeyler, yazdıklarımda ki derin manayı keşfedin.’’ diye seslenmiştir.

Evet, Fuzuli deruni nizamdan beslenmiştir. Deruni nizamdan beslenenler hangi uğraş olursa olsun  (sanat, bilim, edebiyat, spor vs. vs. vs.) nefesler miras bırakır. Büyük Türk şairi Fuzuli’ye ait onlarca sır torunları tarafından keşfedilmeyi beklemektedir.

Deruni nizam dedik… Nedir Deruni nizam? Kadim Türk Devleti’nin Türk Ata’dan itibaren deruni bir nizamı vardır. Bu deruni nizam içerisinde nizamı ebeden sürdürecek bir vizyon ve bu vizyonun devamiyetini sağlayacak çeşitli dönemlere ait misyonlar vardır. Misyonlar bazen kişilere bazen bir aşirete (Kayı) bazen de var olan bir devlete yüklenebilir. Misyon yenilenebilir. Dönemin şartlarına uygun hale getirilebilir. Vizyon sabittir. Nizamın içerisinde değişmeyen ise ‘kodlar’dır.  Kadim Türk Devlet Nizamı’nın okyanustan bir damlası: 16 aksakalın şehitlik hadisesi ve 17. kişi ile kodlanan diriliş vizyonudur. Genel nizamın kodları olduğu gibi, vizyon ile misyona ait de ayrı ayrı kodlar, parolalar vardır.

İlk olarak günümüzden daha sonra ise tarihimizden örnek vererek konuyu açalım.

Günümüzde ehillerinin bildiği hali ile Türk Devleti’nin deruni bir nizamı vardır. Zahir olarak bakarsak Türkiye Cumhuriyeti kaç bölgeye ayrılmıştır? Bölgelerin isimlerini saymaya gerek yok. 7 Bölge… Peki deruni nizamda Türkiye Cumhuriyeti kaç bölgeye ayrılmıştır? 16 bölge... Osmanlı belgelerini incelerseniz Anadolu toprakları kaç bölgeye ayrılmıştır? 16 bölge… Son olarak Osmanlı’nın kuruluşu öncesi Anadolu coğrafyasında ‘destur’ ile kurulan kaç ‘’gazi beyliği (bilerek hanedan kelimesini kullanmıyorum)’’ vardır? 16 gazi beyi… Konumuza örnek olması açısından bu misali verdim. Bu konuyu detaylandırmayacağım. Ancak deruni nizamın bilinmesi, milletimizin karşısına sinsice konulacak ‘’yapay sistemlerin’’ okunmasında çok önemli katkısı olacaktır. Mesela Kutsal Haç’ın hainleri Fetö denen yapılanma bu deruni nizama karşı Anadolu topraklarını 9 bölgeye ayırmıştır.

Devam edelim… Tarihimizden örneklerle devam edelim…

16 şehit konusunu detayı ile inceledik. Bu şehitler uğruna Türk teşkilat yapılanması 16 kişilik hücreler halinde yapılanmıştır. Hücrelerin her birinin aslolan gayesi şehitlik mertebesine ulaşabilmektir. Hücreler öyle basit bir yapılanma gibi düşünülmemelidir. Hatta öyle ki 16 kişiden oluşan her hücrenin gerektiğinde ‘devlet düzeni’ oluşturacak kadar donanıma sahip olduğu bir tarihsel gerçekliktir. Örnek isteyenler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna bakabilirler.

Batı Trakya’da devlet kuran kadronun başında Eşref Kuşçubaşı’nın önderliğinde 16 subay bulunmaktadır. 16 subay gizli bir görevle el altından Trakya’ya gönderilir ve ani bir hamle ile yeni bir devlet kurarlar. İleride Çanakkale Savaşı’nda büyük kahramanlıklar gösterecek olan 100 seçkin er de bu 16 subayın emrine verilmiştir. Batı Trakya’da mücadele eden seçkin erlerin önemli bir kısmı II. Abdülhamit’in ikamet ettirildiği Alatini Köşkü’nde ki muhafızlardan seçilmiştir. Bu muhafızların bulunduğu arşivimdeki önemli bir resmi yayımlıyorum. Resmin altında bir başka belge-resim olduğu için yarım halde yayımlıyorum. Resimde 16 muhafızın ortasında II. Abdülhamid Han’ın en sevdiği ve güvendiği oğlu Mehmet Abid Efendi oturuyor!

  


Bu fotoğraf daha sonra önemli bir yabancı gazetede yayımlanmıştır. İşin sonunda 16 kişilik hücre; bir devlet sistemi kuracak kadar ilerlemiştir. Kurdukları devletin ‘Milli Marşı’, 16 subaydan biri olan Süleyman Askeri Bey tarafından yazılmıştır. Yazılan marşın ‘İstiklal Marşı’mıza benzer birçok yönü vardır ki bu sırlı konu hakkında hala çalışıyoruz. Belki ilerde değinmek nasip olur.

Yeni bir örnekle devam edelim…

Günümüzde tarih severlerin en çok ilgisini çeken alan; tarihi şahsiyetlerin ‘anı özetleyen’ önemli sözleridir. Türk Milleti’nin hafızası da böylesine veciz sözler ve öğütler ile doludur. İşte böylesine sözlerden birisi; Gazi Paşa’nın söylediği ve anı en güzel haliyle ifade etmiş olan:

‘’Geldikleri gibi giderler’’ sözüdür. Buna benzer veciz ve gönül titreten sözleri o anlık söylenmiş olarak özümseriz. Oysa bu sözlerden bazıları deruni nizamın uluları tarafından o dönemin misyonuna yüklenen paroladır.

Bir kitabımızda (Pirimizin himmetiyle) Gazi Paşa’nın bağlantılı olduğu Bursalı Mehmet Tahir ile ilgili açılması gereken kadar bazı konuları açtık. Atatürk ve hocası arasındaki sırlar tabi ki de sadece o kadar ile sınırlı değildi. Bursalı Mehmet Tahir, dönemin en önemli Melamet ehlinden Ahmed Amiş Dede’nin öğrencisi idi. Fatih türbedarı Ahmed Amiş Dede’nin yetiştirdiği isimlerin birçoğunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük katkıları olduğu bir hakikattir.

İstanbul işgal edilip yunan askeri Bursa’yı işgal ettiği haberi İstanbul’a vardığında Ahmed Amiş Dede’nin sarf ettiği sözler çok önemliydi! Neydi o sözler:

‘’Geldikleri gibi gidecekler! Hem öyle bir gidecekler ki, ne kaçan nasıl kaçtığını bilecek, ne de kovalayan nasıl kovaladığını bilecek!’’

Melamet ehli Ahmed Amiş Dede, ilim erbabı Bursalı Mehmet Tahir ve Kahraman Türk Subayı Mustafa Kemal’i bir arada düşündüğümüzde aynı veciz sözün farklı ağızlardan neden çıktığını anlarız!

İstiklal Savaşı’nda ki misyona ait en önemli parolalarından biri idi ‘’Geldikleri gibi gidecekler’’ sözü ve bu sebeple günümüze kadar ön plana çıkartılmış, yaşatılmıştır!

Deruni nizam bilinmeden, tarih okuması doğru yapılmaz. Yapıldığı takdirde ise kutuplaşmadan öteye millete katkı sağlamaz. İdeolojilerin devri bu çağda bitmiştir. Ancak hala ülkemizde sağ-sol-orta-yan gibi siyasi tabirler kullanılabilmektedir. Teknolojide ilerlememiz lazım diyenler; işe ilk olarak siyasi terimleri çağına uygun yenileyerek işe başlamalıdır. Sağ kafaya aykırı ve bilmediği bir şey söylediğinizde solcu; Sol kafaya aykırı ve bilmediği bir şey söylediğinde sağcı ajan ilan edilen yerde teknoloji gelişse ne olacak? Zihinlerde ki arınma değil midir en zor olanı?

Bu kafalara göre maalesef tarih okumasını yapması gereken kişiler çoktan yapmıştır ve bize sadece onların yazdıkları üzerinden yorum yapmak kalmaktadır. Kusura bakmasınlar yok öyle bir dünya. Şimdi Türk tarihinde ilk kez 16 Yıldız’da açıklanacak bir konunun mührünü sökelim.

II. Abdülhamid Han ve Atatürk…

Az önce bahsetmiş olduğum kafaların yıllarca kendi taraflarına çekiştirip durduğu iki büyük TÜRK DEVLET ADAMI…

Deruni nizamdan ve uluların maneviyatından beslenmiş iki büyük deha… Kadim Türklük sırlarının taşıyıcıları… ‘Efendim nasıl olur ikisi de aynı kaynaktan beslenmiş? Saçmalama…’ diyenleri duyar gibiyim… Açıklayayım…

Yazımızın bu kısmına kadar kodlardan bahsettim. Bu kodlar tarih boyunca sayılı kişilere emanet edilmiştir. Özellikle de devlet büyüklerimiz alanında… Atatürk’ün sırlarının mührünü çözmekle işe başlayalım…

Batıda ‘grafoloji’ adında bir bilim dalı vardır. Özellikle İtalya bu bilimin adeta başkentidir. Grafolojinin, el yazısından karakter tahlili yapmaya çalışan bir çalışma sahası olduğu biliniyor. Aynı şekilde büyük edebiyatçıların, devlet ve bilim adamlarının imzaları bu konu kapsamında incelemeye alınmıştır. Her bilim dalının bir zahiri halka açık amacı bir de batınında saklanılan asıl hedefi vardır (Bu konu ayrı). Grafoloji’nin asıl hedef noktası ise imzalara ve Avrupa’nın hanedanlıklarının kullandığı armalarda saklanan şifreleri çözebilmektir (Bu amaca yönelik çalışan önemli birimler var). Mesela bunlardan birini ilk kez açıklayalım. Kraliçe Victoria’nın armasına Poseidon’un üç çatallı mızrağı sırlanmıştır. Bu tıpkı Kutsal Halı’da geçen Goblen Halı’ları meselesine benzemektedir. Arma ve imzalarda gizlenen şifreler konusu hakkında ise ülkemizde yayınlanan makale yok denecek kadar azdır ki onlarda konuyla neredeyse dalga geçmek için yazılmış gibidir… Bu konu hakkında medyamızda bazı amatörce haberler çıkmıştır. Onlarda yetersizdir… http://www.hurriyet.com.tr/basbakanin-imzasinda-gizli-yuz-20914837  http://www.timeturk.com/tr/2014/07/08/erbakan-in-imzasindaki-buyuk-sir.html

Tıpkı grafolojide olduğu gibi, Kadim Türk tarihinde ki birçok bilim dalından da bugün habersiziz. Bu ilim dallarından biri ‘harflerle çizilen ve sırlanan rakamlar’dır. Özellikle Göktürkçe bu konuda ‘Altın Anahtar’dır! Nitekim Grafoloji denen bilim dalının kökeninde de kadim Türk öğretileri yatmaktadır. (Allah’ın izniyle bir kitabımızda bu konuyu açacağız)

‘Harflerle çizilen ve sırlanan rakamlar’ dedik… Gazi Paşa’nın imzasına bakalım…

  


Gazi Paşa imzasını sadece Gazi, sadece Kemal ya da sadece Mustafa diye atabilirdi. Ya da bunların ikili kombinasyonlarını düşünebilirdi… Üçü bir arada kullanılmıştır. Harflere sırlanan rakamları görmek için resme bir daha bakın… ‘g’ harfi büyük ‘G’ şeklinde değil, küçük ‘g’ şekilde stilize edilmiştir. Neden? Çünkü harfe bir rakamsal değer kodlanmıştır. Gazi Paşa ‘g’ harfine 9 rakamını sırlamıştır. M harfine ise; 3 rakamını kodlamıştır. Son olarak k harfine ise 4 rakamını kodlamıştır. (ki k harfi çok bambaşka şekilde stilize edilecek iken adeta dört rakamını ifade edebilmek için zorlama vardır)

Sır nedir diyeceksiniz? Harflere kodlanan rakamları toplayın bakalım ne çıkıyor. Atatürk’e emanet edilen kod açığa çıkıyor! 16…

Bir kitabımızda Atatürk’e ait ve kişisel eşyalarında kullandığı bir amblemden bahsetmiştim. Gazi Paşa o zaman ki isminin baş harfleri olan Osmanlıca ‘’gayın, mim ve kef’’’ harfleri ile bir kuş resmini ambleme stilize ettiğini belirtmiştim.

 


Bu geleneğin bir Oğuz geleneği olduğunu ve o kuşun sırrının Anka’da yattığını da eklemiştim. Eski yazı ile gayın, mim ve kef harflerinin ebced değerli toplandığında karşımıza 1060 rakamı çıkmaktadır. Sıfırlar atıldığında- ki değersizdir- karşımıza yine 16 rakamı çıkmış oluyor. ‘16 ile kodlanan kuş nedir?’ diye sorulabilir… Kadim Türk öğretisinde 16 kanadı olan kuş; Kızılderililerin deyimi ile yıldırımlarla gelen WAKAN TANKA (Anka) idi! Yıldırımlar yaratıldığı takdirde Anka kuşu Türk’e yeniden zırh olacaktır! Ne diyordu Harbiye Marşı’nda? Yıldırımlar yaratan ırkın ahfadıyız…

Atatürk’ün neden geometri kitabı yazdığı konusunda araştırmaya üşendikleri için saçma sapan teoriler ortaya atanlar; kadim Türk öğretilerinden bihaberdir! Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi’nin tarihini Malazgirt ile aynı güne getirmesi, Halk Fırkası’nın kuruluşunu İzmir’in kurtuluş gününe denk getirmesi vs. onun sayısal sembolizme verdiği önemi apaçık göstermeye yetmiyor mu? Ayrıca ‘Atatürk’ün, Mu ve Atlantis çalışmalarında neden belirli sayısal sembolizmalar üzerine odaklandığı hala bilinmiyor?’ demek artık abesle iştigaldir! Deruni nizamın uluları tarafından Ata’ya 16’nın sırrı emanet edilmiştir.

Sıra II. Abdülhamid Han’ın ilk kez 16 yıldız da açıklanacak olan sırrına geldi. II. Abdülhamid Han’ın birçok ilme küçüklüğünden itibaren vakıf olduğu bilinmektedir. Sima ilmi ki bunlardan en önemlisidir!

II. Abdülhamid Han’a ait tüm özel eşyalarında kendi tarafından stilize edilen bir arma kullanmıştır.

 



İkinci Abdülhamid’in baş harflerini ‘ayn ve ha’ harflerini içeren bu arma; birçok özel eşyada kullanıldığı gibi onun bazı özel evraklarında da kullanılmıştır. Soralım Ey koca tarihçiler bu özel arma ile damgalanmış evraklar bugün nerededir? Armaya ait açılımı ve sırları açıklayalım.

 

Arma üç önemli sırrı barındırmaktadır. Maddeleyelim:

1- Sırr-ı Zülkarneyn. Fatih’in çocukluk defterine çizdiği çift boynuzlu resim ne ise; II. Abdülhamit’in sima ilmine vakıfiyeti ile sırladığı bu ambleminde ilk sırrı çift boynuzlu silüetin varlığıdır! Ayrıca mana olarak ‘İki gözün bir görmesi sırrı’ bu silüettedir. (İşin tasavvufi yönüne girmiyorum. Aşağıda ki rakamlar ile iki gözün sayısal sırrı 99 yapıyor. 99 esmaya işaret vardır. Detaya inmiyorum. Tefekkür edilmesi açısından) Sahi Fatih’in çizimlerinin bulunduğu defter kimin döneminde bulunmuştu ve kimin döneminde ciltlenip sergilenmişti? II. Abdülhamid Han..

2- Şimdi Atatürk’ün imzasında olduğu gibi bu resimdeki sırra göz atalım. Harflerle çizilen sırlı rakamlar… Bize göre sağ taraftan başlayalım… Siyah ile çizdiğim kısımda Arap harflerinden 9 rakamı sırlanmıştır. Dokuzun kuyruğu göğe doğru stilize edilerek uzatılmıştır. Arada mavi ile olan kısımda elif harfine denk gelen 1 rakamı vardır. Yeşil ile çevrelenmiş kısımda ise arapça 6 rakamı gizlenmiştir. Şimdi üç rakamı toplayalım. Kaç çıkıyor? 16 sırrı… Sağ gözde 16 rakamı sırlanmıştır. Sıra sol gözde… Sol gözde beyaz ile çevrelenmiş kısımda yine 9 rakamı sırlanmıştır. Bu kez dokuz rakamının ucu açık bırakılmamıştır. Sol’a doğru alta bakan bir üçgen oluşturmuş (Siyah renk ile) ve arapça 8 rakamı sırlanmıştır. Bu kez 8 rakamının çizgisi göğe doğru uzatılmış ve ucu açık bırakılmıştır. Sol göze ait değerleri toplarsak kaç yapıyor. 17 sırrı.

3- Son olarak arapça el yazısının sağdan sola doğru yazıldığı göz önüne alınırsa; rakamları sırlayan harflerin el yazısı ile yazılış hallerini düşünerek rakamları yan yana yazdığımızda bir tarih çıkıyor karşımıza! 19698… 19/6/98 … II. Abdülhamit Han zamanında kullanılan takvime bakın bakalım. Daha sonra bu takvimi günümüze çevirin bakalım neler oluyor!

Kadim Türk Devleti denilince burun kıvıranlar; Allah’ın dileğiyle Deruni Türk Devlet Teşkilatı’na ait daha çok sır öğrenecekler.

Atatürk ve II. Abdülhamid Han… Aynı kökten beslenen devlet büyüklerimiz… Deruni Nizam’ın ulularının, iki büyük devlet adamına Türk’ün kadim kodlarını emanet ettikleri Güneş gibi apaçık meydandır. Deruni Devlet’in kodları bugün de emanet ehlinde doğru kişilere teslim edilmeyi beklemektedir.

Unutulmamalıdır ki, Türk Devleti’nin kadimliği onun bir gönüle sahip olmasından ileri gelmektedir. Bir gönle sahip olmayanlar bu devleti anlayamazlar. Yine unutulmamalıdır ki, bu devletin gönlü hankahlardır. Han Aka’lardan destur alınmadan deruni nizama ait vizyonu gerçekleştiremezsiniz!

Roma Devleti’ni eline geçiren 10’lar (On’lar) Konseyince; konseyden daha kadim iki kült Roma Devlet Geleneği içerisine yerleştirilmiştir. ‘Dokuzlar Kültü’ ve ’Congustates’…

Congustates; imparatorluk hayranlığı, imparatorluk tutkunluğu demektir. Tarihin hiçbir döneminde Türk Devlet’inin böyle hayranlığı ve hırsları olmamıştır. Türk Devleti’ne ait imparatorluklar uygun bir zamanda ‘’gereklilik ve görev’’ üzerine kurulmuştur. Çünkü deruni nizamın o dönemki misyonu bunu gerektirmiştir. Tarihimizde bazı devlet büyüklerimizin böylesine hırsları olmuştur. Ancak sonrasında deruni nizamın farklı işlediğini anladıklarında iş işten geçmiş ve ahh içeren cümleler ile bu pişmanlık tarihe not olarak düşülmüştür. Anlayacağınız deruni nizamın kapısından her yiğit girememiştir. BİRİLERİNİN anlayacakları kişilerin dili ile konuşalım. Mesela Yavuz Sultan Selim… Bakın ne demiş:

‘Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş 

Bir veliye bende olmak cümleden a’la imiş.’’

Kimse Kadim Türk Devleti’nin üzerinde değildir. Üstüne çıktığını zannettiği anda yerin dibine yolculuğu başlar…

Kadim Türk tarihini nefesleyen bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm şahsiyetlerin ruhaniyetleri şad olsun… Onlardan birisi olan Kerbela’nın ahını derinden çeken Fuzuli’ye bir Fatiha istirham ediyorum.

O Fuzuli ki, türbesi ilk fırsatta ‘bir plan çerçevesinde’ yıkılmıştı. Fuzuli’nin türbesinin yıkıldığı ve kemiklerinin insafsızca ortaya çıktığı gün ona en çok sahip çıkan Can Azerbaycan olmuş idi. Fuzuli’nin kemiklerine Can Azerbaycan sahip çıkmıştı ve diplomatik bir baskı ile ilk fırsatta eski türbesinden daha güzel bir türbenin yaptırılmasına ön ayak olmuştu.

Türk Ata’sına bağlı ve sahip olduğu kadim kodları bilincinde taşıdığı sürece; her yaşadığı Kerbela’dan bir DİRİLİŞ hikayesi çıkacaktır! Atatürk’ler, II. Abdülhamid’ler bu milletin mayasıdır! Tıpkı Kerbela’nın Yiğitleri gibi... Bilinsin ki, Deruni Nizam’dan beslenenler tüm yiğitler; ‘RUH EŞİ’dir.

Bu vesile ile önümüzde ki günlerde ‘MİLLİ DİRİLİŞ’ gününü kutlayacak olan Türk ülkesi Azerbaycan’a, Onaltıyıldız’ımız aracılığıyla gönül dolusu selam yolluyorum.

Önümüzde ki günler demişken, tam tarih verelim:         

Kasım ayının 17’si…

BARAN AYDIN

baranaydin88@gmail.com    

02.11.2016 



Bu yazı 17,568 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 19 Eylül 2022 Atatürk'ün Parolası AĞ
    • 30 Mayıs 2022 Tengri'nin Sırrı: Vahyedilen Ruh
    • 26 Kasım 2021 Kayıp Oğuzname'den Göbeklitepe'ye
    • 5 Eylül 2021 İlk Kurşun'un Sırrı Teşkilat
    • 20 Mayıs 2021 Atatürk'ün Haritasının Sırrı Odin
    • 13 Şubat 2021 Hitler'in Büyük Sırrı: SSSS
    • 23 Aralık 2020 Hedef'teki Akdeniz
    • 15 Ekim 2020 TÜRK BURÇLARININ SIRRI
    • 5 Ağustos 2020 TBMMNİN SIRRI: HİLAFET
    • 13 Mayıs 2020 Munun Sırrı: KAMAL
    • 24 Nisan 2020 Türk Atanın Sırrı
    • 30 Mart 2020 Türkün Misyonu O Taçı Kırmaktır!
    • 7 Şubat 2020 Gönül İlinin Sırrı: Güneş-Dil
    • 24 Ekim 2019 Özsoy'un Sırrı: Türk Sir Budun
    • 8 Temmuz 2019 Gökkurtun Sırrı: Kadim 5 Tuzak
    • 6 Şubat 2019 Maya Krallarının Sırrı
    • 29 Ağustos 2018 Derin Abd'ye Deruni Hatırlatma
    • 24 Haziran 2018 Fatih'in Sırrı Hilal'in Şövalyeleri
    • 8 Ocak 2018 Barbarosun Sırrı: İç İçe Geçmiş Üç Hilal
    • 30 Ağustos 2017 Dokuzların Sırrı ve Ahirun

    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,149 µs