En Sıcak Konular

DNA'nın İzinde 2: Hayat Ağacı

9 Ağustos 2022 12:34 tsi
DNA'nın İzinde 2: Hayat Ağacı Fatih Yıldız yazdı...

DNA'nın İzinde 2: Hayat Ağacı

 

Bu yazıda Kuran’dan, Kambabamın roman ve videolarından, bazı bilimsel gelişmeler ve makalelerden çıkarımlar yapıp aklıma gelen soruları sizlere de yöneltmek istiyorum. Yazacaklarımın doğruluğu, kesinliği yönünde bir iddiam yoktur. Yanlışlar bana doğrular Onaltıyıldız ailesinedir.

Bu yazıyı okurken sizden istirhamım Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün şu sözünü akıllarınızın bir kenarında tutmanız.

“Biz, ilhamlarımızı gökten ve gâipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

 

1. bölümden bir kısmı hatırlatarak giriş yapalım…

“Bugün bizim her gördüğümüz şeyin 3 boyutlu olduğunu düşünmek gibi bir yanılgımız var. Evet, gözlerimiz 3 boyutu algılayabiliyor 4. Boyutu göremiyor. Ama bu her şeyin 3 boyutlu olduğu anlamına gelmiyor. Biz sadece daha yüksek boyutlu nesnelerin sadece 3. Boyuttaki yansımasını, gölgesini görebiliyoruz. Örneğin insan 3 boyutlu bir varlık mı? Dünyada dahi yaratılmayıp sonradan bu hapishaneye sokulan insanın 3 boyutlu olduğunu düşünmek size de anlamsız gelmiyor mu? Peki, durum böyleyken her bilginin örtüldüğü bu çağda neden DNA’nın 3 boyutlu olduğunu düşünüyoruz ki? Belki de çok daha karmaşık ve çok boyutlu olan bir şeyin biz sadece 3 boyuttaki izdüşümünü görüyoruz ve buna da bugün ki anlamda DNA diyoruz… Hatta DNA’nın DNA’sından bile söz edebiliriz belki de. Öte yandan biraz daha derinleştirirsek DNA nedir? Bizim biyolojik kodlarımızın bulunduğu bir yazılım. Canlılarda bulunan canlılığa ait kodların yazılı olduğu bir sistem. Kuran ne diyor? “Her canlıyı su’dan yarattık.” Su, bir yazılımdır. DNA ise o yazılımdan sadece bir parçadır. DNA’sı olmayan sureti olmayan insan olur mu? Olur. Ama o yazılım o kod yine vardır. Bu da su ile betimlenmiştir Kuranda. Bu yüzden DNA dediğimizde aslında yaratılışın ve insanın yazılımını daha geniş bir perspektiften su koduyla düşünmekte de fayda var. Bu yazıda da DNA ile ilgili kısımları düşünürken bu bakış açısıyla düşünmeniz eminim sizlerde de farklı kapılar açacaktır.”  

Yazıya Kambabamın yıllar öncesinden değindiği Gargad projesiyle ilgili yazısından bir bölümle başlayalım.

Kulbak Bilge 6’da konu şu ifadelerle gündeme getirilmişti:

“Yahudilerin Gargad Projesi sanıldığı gibi bir ağaç değil. Görünmezlik DNA’sıdır.  Bu proje sadece Yahudi ırkını, soyunu kapsar. Ağacın arkasına saklanma mecazdır. Soyunu görünmez hale getirmektir. Gargad sıradan görünmezlikle alakalı değildir. Buradaki görünmezlik DNA görünmezliğidir. Geçmiş ve geleceği de kapsar. ‘DNA görünmezliği -soy ağacı- zaman ve mekândan görünmezlik ve çok detaylıdır.”

Gargat projesini anlamak için Onaltıyıldız sitesinde yayınlanan Emir Yıldızdan yazı serisine ait bir yazıya atıf yapmak istiyorum. Bu yazıda DNA’nın nasıl gizlendiğiyle ilgili ipuçları verilmişti. (https://www.onaltiyildiz.com/?artikel,483/)

Yazıda bahsi geçen “hayalet kadın, yüzü olmayan kadın” olayını kısaca özetleyecek olursak. 1993 yılından sonra Avrupa’da gerçekleşen bir dizi cinayet ve suç olayında polislerin yaptığı incelemeler sonucunda hep bir DNA kalıntısına ulaşılıyor ama suçlu bir türlü bulunamıyordu. 16 yıllık bir süreç, 40'tan fazla suç, 6 cinayet... DNA izleri haricinde en ufak bir ipucu yok! Bazı görgü tanıkları suçu işleyen kişiye dair ifadelerinde erkek olarak gördüklerini söyleseler de, polis memurları ellerindeki DNA analizlerine daha çok güveniyorlar ve suçlunun kadın olduğunu düşünüyorlar. Bu olay yıllarca devam ediyor hatta katilin bulunması için büyük ödüller dahi koyuluyor fakat bir sonuç vermiyor. Ta ki 2009 yılında bir yangın sırasında ölen bir erkeğin kimliğini tespit etmek için yapılan DNA analizi gerçeği ortaya çıkarıyor. DNA’da yapılan incelemeler meşhur katilimizle aynı çıkıyor. Yıllardır polis memurlarının kadın diye aradığı kişinin aslında bir erkek olduğunu görüyorlar. Daha sonra da tabii ki bu deneyin üstünü örtmek için DNA örneklerini toplamaya yardımcı olan kulak temizleme çöplerini üreten firmadaki bir kadının DNA’sının tüm çubuklara bulaştığını söyleyip konuyu kapatıyorlar. Yahudiler bu olay ile DNA üzerinden kendilerine ulaşılamayacağını test ediyorlar.

Bu olaya bakacak olursak DNA’nın gizlenebildiği sonucunu rahatlıkla çıkarabiliyoruz. Yani bugünkü teknolojik yöntemlerle DNA incelendiğinde aslında DNA’ya dair gördüğümüz görüntüler bizi aldatabiliyor. Olayımızda olduğu gibi DNA kendisini gizliyor ve dışarıdan bakan gözlere kendisini farklı bir yapıda gösteriyor. Suçu işleyen bir erkek olmasına rağmen DNA’ya bakıldığında o DNA’daki dizilimler ve DNA’nın yapısı bize onun bir kadın olduğunu söylüyor. Bir nevi DNA suret değiştiriyor ve olduğundan farklı gözükebiliyor. Şimdi bunun üzerine şu soruyu sormakta fayda var. Bugün yaptığımız DNA incelemeleri ne kadar bize doğru sonuçlar verir? Ya da şu an gördüğümüz DNA’nın bize kendisini tam anlamıyla gösterdiğinden ne kadar emin olabiliriz? Yazının başında da değindiğim nokta bununla alakalıydı. DNA’yı sadece basit bir 2 iplikten oluşan bir şey olarak düşünmek bir hata. DNA’nın belki 3 boyutun ötesinde bizim göremediğimiz başka boyutları var ya da metafizik bir kısmı da olabilir veya tarihsel dönem içinde mesela evren hapishanesi oluşturulurken belki de daha fazla DNA sarmalına sahiptik ama bu bir müdahaleyle belki 2 sarmala düşürüldü. Birçok ihtimal sıralanabilir.

Şimdi Kulbak Bilge’ye dönecek olursak ilgili kısımdan bir cümleye dikkat çekmek istiyorum. Buradaki görünmezlik DNA görünmezliğidir. Geçmiş ve geleceği de kapsar. ‘DNA görünmezliği -soy ağacı- zaman ve mekândan görünmezlik ve çok detaylıdır.” Bu kısım sizce de çok ilginç değil mi? Bugünden ileri bir teknoloji ile DNA’ya yapılacak bir müdahale nasıl oluyor da geçmiş ve geleceğe yönelik bir etki oluşturabiliyor? Nasıl oluyor da DNA bir şekilde zaman ve mekândan sıyrılıp o DNA’ya sahip insanları etkileyebiliyor? ? O zaman buradan DNA’nın zamana ve mekâna kayıtlı olmadığı sonucunu çıkarabilir miyiz? Ya da DNA’da öyle bir kod, yazılım var ki zamana ve mekâna bağlı kalmadan etki edebiliyor… Bir zürriyete ait olan tüm DNA’lar birbirleriyle iletişim halinde olabilir mi? Örnek vermek gerekirse bugün benim yaptığım bir şey geçmiş atalarımın ya da gelecekteki torunlarımın hayatını, karar alma mekanizmasını veya başka birçok şeyini etkiliyor olabilir mi? Teknoloji ile bu yapılabiliyor ise DNA’nın kendi kodlarında, doğal yapısında bunu mümkün kılan kodlar zaten var dersek yanlış bir çıkarım mı yapmış oluruz? Bu yüzden mi bazı peygamberler zürriyeti için dua ediyordu?

Bakara 128: "Ey Rabb'imiz! Bizi, Sana teslim olanlardan kıl. Bizim zürriyetimizden de Sana teslim olan bir toplum yap.

Ali İmran 38: Orada Zekeriya, Rabb'ine dua etti: "Rabb'im! Bana katından iyi bir zürriyet bağışla.

İbrahim 40: Rabbim! Beni ve zürriyetimi salatı ikame edenlerden eyle.

Mesela Ötüken’den gelen birisi bu çağa gelince yeniden doğuyor. Burada bir anne babaya sahip ama aslı Ötüken’den. Burada doğduğu ailenin genetik özelliklerini alıyor kaşı gözü vs. onlara benziyor ama ruhu Ötüken’den geliyor. Yani demek istediğim soy kavramı bedenin soyu ve ruhun soyu diye ayrılıyor. Buradaki DNA’sı aileden gelse de ruhtan gelen bir kod, bir DNA da var ve bunu somut maddi hücrelerden oluşan bir DNA gibi düşünmeyin. Ruhuyla gelen bir yazılımı da var. Yani tabiri caizse bir de ruhun DNA’sı var somut, biyolojik olmayan. Şimdi bedenin soyu-ruhun soyu ayrımını düşünüp kurandaki soy, zürriyet kavramına baktığınızda çok ilginç şeylerin karşınıza çıktığını göreceksiniz. Aslında bakılırsa soy meselesi Kuranda birçok şekilde ifade ediliyor ve üstünde sıklıkla durulan bir konu fakat Kuran’da farklı farklı isimlendirilen “zürriyet, neseb, nesil, karn, şecere” gibi kelimelerin birçoğu meallerde soy olarak çevriliyor. Bu durumda da bariz meal hataları ortaya çıkıyor. Okuyan insanların da doğal olarak kafası karışıyor ve birçok şeyi anlamak zorlaşıyor fakat Kuran bu kavramların hepsini farklı farklı kullanarak bize bunların aynı şeyi ifade etmediğini kendi dilince zaten söylüyor…

Bu konuyla alakalı olabileceğini düşündüğüm birkaç ayeti sizinle paylaşmak istiyorum.

Müminun 101: Sura üflendiği zaman artık aralarında akrabalık(neseb) bağları kalmayacaktır; birbirlerini de sormazlar.

Müminun 102-103: Tartıları ağır gelenler, işte onlar kazanacaklardır. Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edenlerdir;

Ayet açık bir şekilde Neseb bağı kalmayacak diyor. Neseb: “soyağacı, üst soy, bir kimsenin mensup olduğu aile veya aşiret” anlamlarına geliyor. Yani ayet sur’a üflenilince üst soy ile bağlantınız kesilecek ve birbiriyle de iletişim kesilecek birbirlerini soramayacaklar diyor. Yukarıda bahsettiğim DNA üzerinden soyumuzla, zürriyetimizle bir iletişim halinde olduğumuzu ve bir şekilde bu kişilerin birbirini etkilediğini düşünürsek bu ayet daha bir anlamlı olmuyor mu? Tabi burada şu soru da sorulacaktır: Neden sur’a üflenince üst soy ile bağlar kesiliyor? Hayatın dengesi ve doğanın kanunu gereği sürekli aynı soy içindeki kişiler birbirini etkilerken artık o gün geldiğinde hepiniz müstakil olarak hesaba çekileceksiniz, soyunuzun size kattığı artı veya eksi şeyler hükmünü yitirecek demek istiyor olabilir mi?

İbrahim 37: Rabbimiz! Gerçekten ben, zürriyetimden bir kısmını sahipsiz, ekine elverişli olmayan vadiye; Beyt-i Muharram'in yanına yerleştirdim. (Muharrem: haram kılınan, yasaklanan, korunan)

Bu ayette, birçok mealde zürriyet kelimesi “çocuk” şeklinde çevriliyor. Düz bir mantıkla bakınca da İbrahim peygamberin, rabbim çocuklarımı o korunan, yasaklı bölgeye yerleştirdim gibi bir anlam çıkıyor ama ayette veled, evlad kelimesi geçmiyor. Yani “çocukları” şeklinde bir çeviri yanlış oluyor. Ayeti İbrahim peygamber zürriyetlerini yerleştirdi şeklinde meal ettiğimizde daha doğru bir anlam oluyor ama ilk bakışta bu anlam da garip duruyor. İbrahim peygamber zürriyetini nasıl bir bölgeye yerleştirebilir ki? Yani kendisinin soyundan gelen kişileri de buraya yerleştirdiğinden bahsediyor ayet. Düşününce gerçekten ilginç… İşte biraz önceki bilgilerden de yola çıkarsak İbrahim peygamber bir ilim ve bilgiyle, DNA’ya yapılabilecek zamanı ve mekânı aşan bir müdahale gibi bir sebepten dolayı kendi zürriyetini korumaya almış olabilir mi?

Burada yeri gelmişken küçük bir not eklemek istiyorum. İbrahim peygamberin Sümerdeki ismi Urbarra idi (Kulbak Bilge 16). Divanı Lügati’t Türk’te Urı: erkek evlat, nesil. Urug: tohum, nesil, kuşak, soy gibi anlamlara geliyor. Yine Sümerce uruk: soy, döl, kuşak gibi anlamlara geliyor. Buradan da İbrahim peygamberin Sümerdeki adının anlamı Ur-barra: Börü soyu/Börü nesli gibi bir anlamı olduğu ortaya çıkıyor diyebiliriz. Putları ilah edinen İbrahim’in babası Azer ise İbrahim peygamber ile aynı soydan değildi. Öz babası değil üvey babasıydı.

Şimdi DNA’nın izinden gitmeye devam edelim. DNA’nın zaman ve mekân ötesine eriştiğini bir nevi zamansız bir kodla oluşturulduğunu düşünüp olayı biraz daha derinleştirip zamanın olmadığı bir noktaya, yaratılışa gidelim. Araştırılırsa görülecektir ki bugün birçok bilim insanı Âdem’in DNA’sını araştırıyor. Bugünkü insanların DNA’sından yola çıkarak ilk insana gitmek için çabalıyorlar. Tabi aradaki birçok kesintiden dolayı şu anda buna ulaşılamıyor. Tarihin seyri içinde birçok soyların devamı konusunda kesintiler yaşanmış olabilir. Nasıl ki biz bugün gelişen teknoloji ile artık DNA’ya müdahale etmeye başladıysak bu geçmiş dönemlerde de yapıldı. İnsanın anılır bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmiş ya da soy aşılayıcıların devreye girmesiyle bu bağ değişmiş ve kesintiye uğramış da olabilir. Bu yüzden de Âdem’in DNA’sına ulaşılmakta zorlanılıyor. Tabi belki bir gün ona da ulaşılabilir. Hatta Âdem’in oğullarının kıssasının anlatılması bize bir gün buna ulaşılabileceğini gösteriyor olabilir.

Kambabam yapmış olduğu bir sohbette şu ifadeleri dile getirmişti (https://www.onaltiyildiz.com/?haber,7514): Sultan Baba neden ilk DNA’yı Dünya da aradığımızı, Dünyanın yaşının yaklaşık  4,5 - 5 milyar arasında olduğunu, ilk DNA’yı Dünya da arayın şeklinde bir algının oluşturulmuş olabileceğini belirtti. İlk DNA’yı Dünyanın dışına çıkarak neden aramıyoruz diye devam ederek farklı bir yaklaşıma yönelmemizi sağladı. Dünyadaki ilk yaratılışın DNA’sına gidilse de buradan önce bir Adem Cenneti var orada dilenildiği kadar yiyilip içilebiliyor, açlık yok susuzluk yok. Demek ki Dünyadakinden farklı bir DNA tasarımı, yaratılış var. Cennetteki Adem topraktan değildir ama Dünyada ki Adem topraktandır.

Şimdi bunun üzerine ilgili ayete bir bakalım

Taha 118. "Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur."

119. "Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın."

120. Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"

121. Bunun üzerine onlar o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar.

Bu ayetlerde konuyla ilgili olarak vurgulamak istediğim, 2 husus var. 1.’si ayet apaçık bir şekilde Kambabamın da dediği gibi Âdem’in cennette farklı bir DNA’sı olduğunu yani farklı bir formatta olduğunu söylüyor. Öyle ki o formdaki Âdem susamıyor, acıkmıyor. Bulunduğu yere uygun bir formda orada yaşıyor. Ağaca dokunmasıyla birlikte işler değişiyor. Ayeti tersten düşünürsek Âdem’in ağaca dokunmasıyla birlikte formunun ve DNA’sının da değiştiğini anlıyoruz. Öyle ki Âdem’in kazandığı yeni form artık orada yaşamasına elverişli olmuyor. Bunun üzerine de ininiz emri geliyor. Önceden bu emri Âdem’e verilmiş bir ceza olarak düşünürdüm fakat bu konuyu araştırırken bunun böyle olmadığını anladım. Nitekim Tengri ceza vermezdi. Kişi ne yaparsa kendisine yapıyordu. Âdem’in ağaca dokunmasıyla birlikte kazandığı yeni form artık orada yaşamasına uygun değildi. Artık istese de orada yaşayamazdı çünkü Tengri’nin de bir töresi, sünneti vardı. Âdem’in yeni edindiği beden/form/DNA bulunduğu yerin bir nevi doğa kanunlarına uygun değildi. Bu yüzden de Âdem inmek zorundaydı. Bu bir ceza değil doğanın kanunlarına göre olması gerekendi.

Değinmek istediğim 2. Husus ise yine zaman kavramıyla alakalı. Burada sormak istediğim soru şu, acaba anlatılan bu Âdem’in ağaca yaklaşması meselesi yaşandı ve bitti mi? Yoksa hala devam eden bir olayı mı Kuran bize anlatıyor? Şeytan, Adem’e o vesveseyi verdi ve bitti mi? Yoksa hala veriyor mu? Biz şu anda belirli bir zaman algısına hapsolmuş bir şekilde yaşıyoruz fakat anlatılan bu olay zaman üstü bir olaysa? Bir çalıştayda Kambabam: “Şeytan o zamandan bugüne de sesleniyor, bize de sesleniyor şeytani küçümsemeyin” demişti. Üstelik açıkça söylemiyor bunu vesvese veriyor, dolandırıyor, aldatıyor insanı. Açıkça dokun demiyor ama tüm çağımızda yaşanan gelişmelerle bizi de o ağaca dokundurtmaya çalışıyor. Kuran, Âdem üzerinden hepimize sesleniyor. Oradaki Âdem; sen, ben, Ahmet, Mehmet herkes…

İnsanın yaratılışı ile ilgili bir ayet:

Hicr 26: Hani Rabbin meleklere demişti ki: kuru bir çamurdan(salsalin), şekillenmiş/biçimlendirilmiş(mesnun) bir balçıktan(hamein) bir beşer yaratacağım.

Bazı araştırmacılar ayette geçen “min salsalin min hamein mesnun” kavramını ikişerli bir yapı, DNA olarak yorumluyor. Bu yoruma bağlı kalmadan ayette geçen birkaç kelime dikkatimi çekti. “Mesnun” kelimesi sünnet kelimesi ile aynı kökten gelen bir kelime. Mesnun: sünnet olmuş, yol, adet, kanun gibi anlamlara geliyor. Sünnet ise yasa, töre demek. Buradan yola çıkarak bu yaratılan kişinin töreyi, kanunları hatta şeytanın dahi kanununu, yazılımını bilen biri olarak yorumlarsak yanlış yapmış olur muyuz? İblis’te bu yüzden mi isyan etti? Daha önce Kambabam bir sohbetinde iblisin isyanının bir nedeninin de bu olduğunu söylemişti çünkü yeni yaratılacak olan kişi kendisinin yazılımını bilen biriydi ve İblis bu durumdan rahatsız olmuştu.

(Mesnun kelimesinin kökü sin-nun-nun. Sinn ise diş demek. İnsanın yaratılışında ki bu unsurlardan nun’lar devre dışı kalırsa geriye sadece sin kalıyor. Tek dişi kalmış canavar? Peki ya nun?)

Diğer dikkatimi çeken bir kelime de “hamein” kelimesi. Bu kelime Kuran’da sadece 4 yerde geçiyor. 3 tanesi yaratılışın anlatıldığı bu gibi ayetlerde geçerken bir tanesi ise ilginç bir yerde geçiyor.

Kehf 86: Nihayet o, Güneş'in battığı yere vardığı zaman, onu kara balçıklı(hamein) bir gözede batar buldu.  Bir de bunun yanında bir kavimle karşılaştı. "Ey Zu'l-Karneyn! "Dilersen onları cezalandırırsın, dilersen onlara iyilik edersin." Dedik

Bu ayetten de yola çıkarsak Zülkarneyn’in yaptığı bir yolculuğun yaratılışa gitmek olduğunu söyleyebilir miyiz? Zülkarneyn’in yaptığı set ile insan yazılımına, DNA’sına bir koruma çektiği sonucunu çıkarabilir miyiz?

Peki, DNA üzerinden yaratılışa kadar giden bir yol olabilir mi? Şimdi bunu anlamak için birkaç ayeti ve birkaç bilimsel gelişmeyi birleştirmeye çalışalım.

Fussilet 20: Oraya geldiklerinde kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları amellere karşı onların aleyhine şahitlik ederler.

Fussilet 21: Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize tanıklık ediyorsunuz?" diyecekler. Derileri de, "Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan O'dur ve yalnız O'na döndürüleceksiniz" diyecekler.

Ayette geçen deri vurgusu çok önemli. Deri konuşur mu? Evet, konuşur. Bunu açık bir şekilde Kur’an söylüyor. Peki deriler nasıl konuşabilir? Bu soruyu sorduğumuzda klasik bir cevapla karşılaşabiliriz. Yani işte derinin kendi lisanı olur onu Allah bilir vs. vs. diyebilirler lakin ilerleyen teknoloji ile derinin apaçık konuşması, dile gelmesi mümkün gözüküyor. Şimdi birkaç haberle bu işin en azından nasıl olabileceğine dair bir fikir edinelim.

“Bilim insanları, 3 bin yıllık mumyalanmış Mısırlı bir rahibin sesini hayata döndürdü.” (https://www.webtekno.com/3-bin-yillik-mumya-neysamun-konustu-h84291.html)

Bilim insanları 3000 yıllık mumyanın gırtlağını tekrar oluşturuyorlar ve o mumyayı konuşturuyorlar. Şimdilik sadece bir “e” sesi çıktı. Ekibin amacı harften sonra kelimeleri de çıkarmak. Teknoloji bu noktaya evriliyor. Bir de Türkiye’de yapılan bir çalışma mevcut.

https://www.ntv.com.tr/teknoloji/insan-dnasinin-muzigi-notalara-dokuldu,AIi67N5qhk-0aYqO6GuBfQ

Bu çalışmada ise Kişinin DNA’sı notalara dökülüyor ve kişinin müziği yapılabiliyor. Doğal olarak parmak izi gibi sadece size ait olan ve başka kimse de eşi ve benzeri olmayan bir müziğiniz olmuş oluyor. Bu 2 haberi de birleştirerek düşünürsek deriden alınan bir DNA, tıpkı notalara dönüştürülmesi gibi bize apaçık bazı gerçekleri haykırabilir. Ayete göre de DNA’nın izini takip edersek yaratıma kadar gidebiliriz ve o noktada derinin bize ne söyleyeceğini Kuran belirtiyor.

Söz konusu konu deri olunca akla gelen bir başka şeyde doğal olarak mumya mevzusu oluyor. Bugüne kadar korunarak gelen mumyalar… Yine Allah firavunun cesedini ibret olsun diye bıraktık diyordu mesela. O cesette bir inceleme yapılacağının da ipucunu veriyor Allah bize. Bir önceki yazımda DNA’dan diğer gezegenlerdeki yaşamlar hakkında bilgi edinebilir miyiz diye bir soru sormuştum. Şimdi firavunun cesedi bulununca o yere ait bilgileri ve firavunun amellerini öğrenebilecek miyiz? Nitekim Kuran, firavunun bedeni için ayet diyor. Yani ayet vurgusu önemli. O cesetten birçok bilgi edileceğine bir işaret. Yine bu mumyaların tekrar bir yaratım daha doğrusu klonlama için saklandığını da düşünmek gerekiyor. Birkaç hafta önce duyurulan çok ama çok ilginç bir habere bakalım.

“Ölü Bir Farenin Deri Hücresinden Yeni Fareler Klonlandı.” (https://www.webtekno.com/olu-farenin-deri-hucresinden-yeni-fare-klonlandi-h125531.html)

Haberdeki ifadelerin üzerine tek tek bakacak olursak ölü farelerin bozulmamış ya da az zarar görmüş derilerinden alınan DNA kullanılıyor. Bu noktada derilerden alınması korunan mumyaları çağrıştırıyor. Yine bu klonlama işlemi ise 9 ay sonra gerçekleştiriliyor. Tıpkı insanın 9 ayda doğmasını çağrıştırmasının (adeta yeni bir yaratım gibi) yanı sıra 9’lar çetesini de akla getiriyor. Üstelik habere göre bu fare sadece klonlanmakla kalmıyor bir de klonlanan farenin de üremesine izin veriliyor ve bu işlemde başarıyla gerçekleşiyor. Klonlanan fareden üreyen yeni bir nesil… Bir başka nokta da klonlanan bu fareye “Dorami” ismi veriliyor. Neden bu ismin verildiğini bilmesem de bu isim bana bir şeyi çağrıştırdı o da “do-re-mi” notaları. Yine ilginç ki bu yazıyı yazarken Onaltiyildiz.com da Hamdi Cenk Düzgit tarafından yazılan “Maddeyi ikna gücü 2. Bölüm” isimli yazı da “do-re-mi” ifadesi incelenmişti. Bu yazıdaki geçen şu ifadelerle acaba bu konunun bir bağlantısı olabilir mi? “Bu durumda; Kulbak Ata, “Bitdim” diyerek yazdığında, Tengri Adı ile ve bir miktar Tengrisel Güç ile (bir çeşit ses veya frekansı akla getirelim) bir çeşit KOD-KUT yazmış olabilir mi?” Yani klonlama işlemleriyle yeni bir kod yazılmaya çalışılıyor ya da yeni bir düzen oluşturulmaya çalışılıyor diyebilir miyiz?

Kuranda klonlama var mı gibi sorular yani ileri teknolojiye dair konuların olup olmadığıyla ilgili sorular sıkça soruluyor. Elbette ki Kuran’dan bunları ararken biraz daha farklı düşünüp aramak gerekiyor. Çünkü Kur’an indiği dönemki toplumun hiç anlamayacağı teknolojik isimleri anmıyor. Onun yerine anlaşılabilir olsun diye bilinen şeyler üzerinden bilinmeyen şeyler anlatılıyor. Örneğin bir uzay aracı kuş ile ifade ediliyor gibi düşünebiliriz. Ya da cennet bahsinde anlatılan hurma gibi tarifler sadece basit bir şekilde hurmayı tarif etmiyor elbette. Hurma üzerinden bize başka şeyler anlatılıyor. İşte bende bu bakış açısıyla klonlama konusuna bakmak istedim ve bir ayet karşıma çıktı.

Araf 179: Gerçek şu ki, cin’den ve ins’ten çoğaltılmış olanların birçoğu Cehennemliktir. Ki onların kalpleri vardır onunla kavramazlar, gözleri vardır onunla görmezler, kulakları vardır onunla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da bilinçsizdirler. İşte gafil olanlar bunlardır.

Şimdi ayette geçen çoğaltılma tabirine dikkat edelim. Bazı meallerde bu yaratmak diye çevrilse de ayetin orjinalinde halk etmek yani yaratmak ifadesi geçmiyor. Bu ayette çoğaltmak diye ifade edilen kelimenin kökü; Zal, Re ve Elif(ذرا) harflerinden oluşuyor. Şimdi bu harfleri yazıp google görsellerde arattığımızda karşımıza ne çıktığına bakın.

 

Mısırın şekline dikkat ediniz. Adeta klonlanmış gibi birbirinin aynısı olan tanelerden oluşan mısır çıkıyor karşımıza.  Tıpkı bilimkurgu filmleriyle zihnimize kazınmış klon görüntüleri gibi…

 

İşte Kuran’da o dönemden klonlama teknolojisini kuş, hurma ve bunun gibi birçok benzetme üzerinden bize anlatıyor. Yine bugün GDO’lu ürünler deyince akla ilk gelen şeyin mısır olması da ilginç. İnsanlık açıkça bir şeye evriltiliyor!

Nisa 119: “Onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler!"

 

Şimdi de Tengri’nin Türk’ünden birkaç kısmı paylaşmadan önce bir haberle devam etmek istiyorum. (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/oluler-agacta-yasayacak-150532)

İngiltere'nin başkenti Londra'daki Kraliyet Koleji sanat bölümünde okuyan iki öğrenci, ölenleri mezarlarına dikilecek ağaçlarda yaşatacak ilginç bir proje geliştirdi. Bu dünyaya veda ederek toprağa gömülen insanları mezarlarına dikilecek ağaçta yaşatmayı planlayan Georg Tremmel ve Shiho Fukuhara isimli öğrenciler projelerine ‘‘canlı mezar taşı’’ ismini verdiler. ‘‘Canlı mezar taşları’’ projesi için seçilecek ağaç bile belirlenmiş. Projeye göre insan DNA'sı elma ve meşe ağaçlarına nakledilecek. ‘‘İnsan DNA'sı nakledildiğinde en iyi uyumu elma ve meşe ağaçları veriyor.

En iyi uyumun elma ve meşe ağaçları olduğu söyleniyor. Âdem’in hayat ağacından yediği meyvenin elma olarak sıkça dile getirilmesi de ilginç bir nokta. Ne var ki bahsedilen husus Türk töresinde zaten var.

İnsan ölüyor, kabrine ağaç dikiliyor, DNA o ağaca geçiyor. Kuşlar, böcekler gelip o ağaçtan faydalanıyor ve DNA onlara geçiyor. O böcekler ve kuşlar doğa döngüsü içinde o DNA’yı yiyeceklere karıştırıyor ve tekrar başka insana geçiyor yahut o ağaç başka ağaçları tohumluyor onun meyvesinden yiyenlere o DNA yine geçiyor. Aslında kişi ölüyor gibi gözükse de ona ait yazılım, kodlar, bilgi ve veriler devamlılığını sürdürüyor. Görüntüler ve seslerin hiç kaybolmayışı gibi bu bilgilerde hiç yok olmuyor. Aslında doğanın, evrenin kendisi doğa kanunları ile devasa bir kayıt cihazı. Tüm veriler her an kaydedilmekte. Hiç bir şey doğada yok olmuyor sadece form değiştiriyor. Ta ki bir gün birileri itiraz ederse veya başka bir nedenle bunlara gerek olursa bu ve buna benzer kayıtları okumayı bilenler bunları da ortaya çıkaracaktır.

Ok-Oz’da da oraya uygun bir kan ve DNA bulunmakta idi bunu yine şuradan anlayabiliyoruz.

 

Yine ilk buyruğu alan Türk Ata’yı doğuran Umay Ana, bu tohumu hayat ağacından almıştı. Bir nevi Türk, DNA’sını hayat ağacından almıştı.

 

Bir doğum ve bir tohum söz konusu. Yani Türk’ün DNA’sının kaynağı hayat ağacıydı. Hayat ağacından gelen tohumla Türk Ata meydana geldi ve Ata Türk’ten türeyenlere önceleri türük sonraları ise yeniden Türk dendi. Diğer tohumla ise Ötüken kuruluyordu. Türk ve Ötüken kardeşti… Peki, Ötüken’in DNA’sı? Ötüken, klasik manada algıladığımız şekilde bir yurt değil de bilinçli, şuuru ve hafızası olan bir canlı bir şehir diyebilir miyiz?

 

Türk çamurdan olmadı, topraktan olmadı, pis bir sudan yaratılmadı. Türk, ruhunu hayat ağacından aldı. Bu, hayat devam ettikçe Türk var olacak demekti. Âdem çok sonra yaratıldı. Efsane-i Adem geçer belki başka yaratılışlar olur başka efsaneler gelir, belki insandan başka bir yazılımda gelir, belki bu yaşam biter başka yaşamlar yaratılır. Her ne olursa olsun Türk hep var olacaktır. Hayat var oldukça Türk’de var olacaktır. Türk nedir sorusuna Atatürk ne demişti?

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”

Görüldüğü gibi olayı DNA açısından değerlendirdiğimizde bazı taşlar yerine oturuyor. Türk Ata’nın soyu kutlu kılındı. O soy hep devam edecek o DNA/yazılım/ruh hep var olacak. O DNA öyle bir DNA ki hay ismine ait sırları içinde barındıran bir DNA yazılımı gibi adeta…

Bir başka görsel ile devam edecek olursak…

 

Görüldüğü gibi iblisin de bir soyu var. Yani onunda kendisine ait bir DNA’sı var. İblisin DNA’sı, yazılımı kavramı da burada önemli bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. İblis soyunu devam ettiriyor.

Hadis: “şeytan, her birinizin içinde, vücudunuzda kanın dolaştığı gibi dolaşır."

Bu sayfadaki diğer dikkat çekici bir bilgi de kristal vurgusu. Kristal okun ışığı iblisin simasını değiştiriyor. Acaba bugün de DNA’ya erişime giden yol kristal bilgisinden geçiyor olabilir mi?

Belki size garip bir soru gibi gelecek ama şöyle bir soru yöneltmek istiyorum. Hayat ağacına bir virüs gönderilebilir mi? Tabi burada virüsten kastım biraz mecaz. Gargad projesiyle gördüğümüz gibi bugünden DNA’ya yapılacak bir müdahale geçmiş ve gelecekteki o DNA’yı da etkiliyordu. Peki, ne kadar geçmişi etkiliyor? Yani bunu bir zaman olarak düşünmenin ötesinde bu müdahale zaman ötesi de olabilir mi? Arkaik zamana hatta zamanın olmadığı bir döneme kadar bu etki uzanabilir mi? Bu konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm bir videoyu sizinle paylaşmak istiyorum.

Yaklaşık 2 ay kadar önce İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in tahta çıkışının 70. Yılı münasebetiyle “Platinum Jubilee of Elizabeth II” adı verilen bir platin jübilesi yapıldı. Şimdi törenden 2,5 dakikalık bir kısmı sizinle paylaşmak istiyorum. (https://www.youtube.com/watch?v=LfL9HebGZz0)

Kraliçe bir seremoni eşliğinde “Dünya” şeklindeki bir düğmeye basıyor.

 

Düğmeye basmasıyla birlikte tıpkı DNA şeklinde dizayn edilmiş yoldaki ışıklar yanmaya başlıyor.

 

Aydınlanan lambalar bir yol boyunca devam ediyor ve sonunda bir ağacı aydınlatıyor ve törenin bu kısmı sona eriyor.

 

Gördüğünüz gibi aslında saatler süren bir tören içinde yaklaşık 2-3 dakika süren bir bölüm için ayrı bir emek harcanmış. Peki, neden böyle bir şey yapılmış olabilir? Dünya-DNA-Hayat ağacı bağlantısını sizde gördünüz değil mi? Dünya’dan, Hayat ağacına giden yolun DNA’dan geçtiğini vurguluyor olabilirler mi? Yine aynı şekilde amaçlarının dünyadaki yaptıkları iş ve eylemlerle DNA üzerinden Hayat ağacını ele geçirmeye çalıştıklarını ya da Hayat ağacına bir şekilde müdahale etmeye çalıştıklarını söyleyebilir miyiz?

Görsay’ın amacı neydi? Görsay, hayat ağacını ele geçirip hayat veren olmak istiyordu fakat bunu başaramamıştı.  Ülgen Ata bu ağacın koruyuculuğunu üstlenmişti. Türk ise hayat ağacının tohumundan oluşmuştu. Yine aynı şekilde Âdem de hayat ağacına dokunmasıyla DNA’sında bir değişiklik olmuştu. Yani Âdem’in de DNA’sında hayat ağacından izler vardı. Yukarıda bahsettiğim Âdem’in ağaca dokunması meselesinin aslında bir süreç olduğu, şeytanında şu an bize Âdem’e olduğu gibi vesveseler verdiği kısmını hatırlayın ve şimdi de bunu bir tık ileri götürelim. Dünyadan o butona basarak DNA izleri takip edilerek hayat ağacına ulaşılabilir mi? Samiri, resulün izinden bir parça alıp böğüren bir buzağı yapmıştı. Tengri’nin kendi ruhundan üfleyip yaptığı yaratımda bir ezgi, bir melodi, bir hoşluk vardı. Samiri’nin yaptığı buzağı ise böğürüyordu çirkin bir sesti…  Şimdi de amaç hayat ağacını ele geçirip hayat veren mi olmak? Ya da hayatın başlangıcına gidip, hayat ağacının kodlarına müdahale edip, tüm yaratımı değiştirip adeta ilk üflenen o ilk ruhundan üflenen kısmı değiştirip, hayatın oluşmasına vesile olan o kodları değiştirip istedikleri şekilde bir hayat döngüsü oluşturulmaya mı çalışılıyor?  Hayat ağacını ele geçirmekten ziyade ona yapılabilecek küçük bir dokunuşta hayatta ki bazı şeyleri değiştirmez mi? Şayet Hayat ağacına bu dokunuş gerçekleştirilir de Tengri’nin nizamında bir değişiklik yapılırsa bu cehennem olmaz mı? Kuran’ın cehennem dediği şey insanların ve şeytanilerin hayat ağacına müdahalesiyle oluşan bir şey olabilir mi?

Yazıya son verirken başladığımız söz ile bitirelim. Gazi Paşa’nın Kuran’ı, yaratılışı kısacası birçok şeyi bildiğini, Türk’ün misyonunu ve ne olduğunu, var oluş sebebini çok iyi özümseyip adeta bizlere de bunu haykırdığını ve hatırlatmaya çalıştığını ifade eden, adeta zamana meydan okuyan sözü…

Biz, ilhamlarımızı gökten ve gâipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

Saygılarımla…

Fatih YILDIZ



Bu haber 5,760 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,720 µs